17 Ağustos 2017 Perşembe

Yoksulluğu Üreten Zihin Kodlarının Eğitim Yoluyla Çözülmesi

Mustafa Gündüz - Yoksulluğu Üreten Zihin Kodlarının Eğitim Yoluyla Çözülmesi

“Küreselleşmenin öteki yüzü” olarak görülen ‘yoksulluk kültürü’nün giderek yaygınlaşması, modern dünyanın en büyük sorunlarından biri haline gelmiş bulunmaktadır.

Yoksulluk, darlık ve ekonomik buhran bugünün bir meselesi değildir. Tarih boyunca bu mesele üzerine düşünülmüş, sebepler üzerinde durulmuş, çareler üretilmeye çalışılmıştır.
Osmanlı tarihinde ekonomik buhranların sebeplerinin ağırlık noktası tabii vakalardan siyasi ve idari faktörlere doğru ağırlık kazandığını söylemek yanlış sayılmayacak…

Toplumların meselelerine getirdikleri izahlar, çoğu zaman onların zihnî kodlarını da ele verir.
Varlık ve insan arası iletişimi sağlayan bilgi, hayatın rotasını belirleyen unsurdur. Bu bilgiye anlam ve istikamet veren toplumsal değerlerdir.

Ülgener, bu günün toplum zihniyetini tarihsel bağlamından farklılaştırarak, önceden olana ‘Ortaçağ zihniyeti’ demektedir.
Bu coğrafyanın ürettiği ortaçağ iktisadî zihniyeti, durağan bir özellik gösterir. “Mabed (kilise) ortaçağ şehirlerinin basık mimarî manzarası üstüne nasıl sivrilip yükselmiş görünürse, din ve ilâhiyat da devrin ve muhitin tefekkürüne o şekilde hâkim bir irtifaa tırmanmış bulunur.”
Ortaçağ zihniyeti rızk endişesi çekeni yermiş, gelecek kaygısı çekeni ayıplamıştır.
Her türlü reaksiyon istidâdını kaybetmiş, daima boyun eğmeye alıştırılmış, bir alt tabaka karşısında bulunduğumuza şüphe yoktur.

Ortaçağın çalışmayı zül gören, sa’yi ehemmiyetsiz addeden zihniyeti modern zamanların insanlarına “sen çalışma, paran çalışsın” söylemini telaffuz ettirmiştir.
“Mihnet-i sâ’y dahi, bazıların kısmetidir,
Yoksa sâ’y etmese de vâsıl olur hâsıl olan” (Nabi)
dedirten zihniyet, bugün hâlâ net bir biçimde topluma, “nasip ise gelir Yemen’den çölden, nasip değilse ne gelir elden” tekerlemesini söyleterek, insanın her türlü kazanımını öncelikle kendisi dışındaki bir güce havale etmektedir.

16. yüzyılın önemli ahlâkçısı Kınalızâde’ye “ziyâde sâ’y etmeyi müeddi-i noksan bulduk / çok çalışmayı eksiklik olarak gördük” dedirten zihniyet bugün de farklı biçimlerde de olsa zihinlerdeki yerini ve canlılığını korumaktadır.

Toplumsal hayatı ve yapıyı önemli biçimde belirleyen ortaçağ uygulamalarından mal ve servet biriktirmeye menfî bakış, Osmanlı toplumunda kapitalizmin ve sanayi toplumunun oluşmasını engelleyen başlıca amildir.

Yine buna bağlı olarak “ağır ol molla desinler” ya da “bilirsen konuş, âlim desinler, bilmiyorsan sus, ârif desinler” söylemlerinde de açık bir şekilde pasifliğe bir gönderme ve övgü söz konusudur.

… “aklın” Türkçede kullanım biçimleri de hayli ilginçtir. …bu sıfatın hemen yanı başına bitiştirilen ve terim karşılığı yine akıl olan “us”dan, “uslu” sıfatını üreten bir kültür, her ne kadar akıllıya, aklını kullanana değer veriyormuş gibi görünse de, ikinci planda ondan şaşmaz bir itaat ve teslimiyet beklediğini vurgulamıştır.

Geleneksel zanaatkârlığın temel çalışma mekanizması ve prensibi, işini mükemmel yapmak ve başka hiçbir işle meşgul olmamaktır. (bu tavır) …el emeğinin ve sanatta uzmanlığın değer olarak ön planda olduğu zamanlarda önemliydi.

15. yüzyıla kadar toplumsal sorunların sebebine insan ve cemiyet üstü güçler adres gösterilirken, bu zamandan sonra öncelikle Avrupa’da ‘hümanist’ bir felsefe ile meselelerin kaynağı insanın kendisinde ve cemiyetinde aranmaya başlanmıştır.

Yoksulluğun geniş kitleler üzerinden kaldırılabilmesi için, uzun vadede takip edilecek yol, yukarıda kısaca değinilmeye çalışılan zihniyet kodlarının çözülmesi uğruna mücadele vermektir.

Tanıma göre, yoksulluk kültürü, yoksulluğun fiziksel şartları ortadan kalktığında, zorunlu olarak yoksulluk kültürünün de ortadan kalktığı anlamına gelmez. Bir başka deyişle yoksulluk kültürü bazen, yoksulluğun maddî şartlarından bağımsız olarak var olabilir.
Hobsbawm, yoksulluğun üç anlamı olduğu kanısındadır: toplumsal yoksulluk, sefalet ve moral yoksulluk… Moral Yoksulluk: toplumsal yoksulluk ve sefaletin bir sonucu olarak varolur ve ‘toplumun ya da onun alt gruplarının ve kurumlarının değer sisteminde yoksulluğun yerini tanımlar.
Huntington, “bir toplumun başarısını belirleyen etkenin siyaset değil, kültür” olduğunu belirtir.
Batılı devletlerin ekonomik gelişmişlikleri altında yatan en önemli sebeplerden biri halkların eğitilmesidir.

Eğitimin temel hedefleri belirlenirken, yetiştirilmek istenen birey tipi yeniden, bugünün ve daha da önemlisi geleceğin şartlarına göre tarif edilmelidir.

İnsanların hayal kurmasına imkân tanınmalıdır.

Yeni yetişen bireylere eğitimleri sırasında “risk sermayesi” zihniyeti verilmelidir.  Risk alabilen, bundan korkmayan, riskleri avantajlara dönüştürme becerisi gösteren bir birey tipinin yetiştirilmesine öncelik verilmelidir.
---
Mustafa Gündüz, Yoksulluğu Üreten Zihin Kodlarının Eğitim Yoluyla Çözülmesi
Folklor / Edebiyat, Cilt 19, Sayı 73 (s. 163-176), 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder