30 Nisan 2013 Salı

Thomas Bernhard – Don

Thomas Bernhard – Don

Strauch kardeşlerden biri ressam ve deli, diğeri ise doktordur. Doktor olan modern dünyayla uyum içerisinde yaşamaktadır. Ressamın deliliği, modern dünyayla uyumsuzluğundandır.
Doktor olan asistanlarından birini, kardeşini takip etmesi, gözlemlemesi için görevlendirir. İsmi belirtilmeyen genç öğrenci şehirden uzakta, taşrada Weng adlı kasabada ressamı bulur. Gözlemci kendisini hukuk öğrencisi olarak tanıtır ressama.

Notlar
Bir tıp stajı, yalnızca kesmek ve dikmek, birleştirmek ve ayırmak için yapılan bir staj değildir. Bir tıp stajı ete kemiğe bürünmemiş olguları ve olasılıkları da hesaba katmalıdır. Ressam Strauch’u gözlemleme görevim, böyle ete kemiğe bürünmemiş olgular ve olasılıklarla yüzleşmeye zorluyor beni. (s. 9)

Benim dış dünyam benim iç dünyam mıydı?

Weng, şimdiye kadar gördüğüm en karanlık yer.

Beni erkek kardeşini gözlemlemekle görevlendirmek asistanın aklına kesinlikle çok önceden gelmişti.

…kendisiyle, cerrah Strauch’la, kardeşiyle herhangi bir bağlantımın bulunduğuna ilişkin bir kuşku uyandırmamam gerektiğini sık sık tembihledi bana.

Cerrah, ressamı yirmi yıldan beri görmüyordu.
Ressam, aralarındaki ilişkiyi açıkça düşmanlık olarak tanımlıyordu. (s. 13)

Her çocukluk aynıdır.

Taşradaki insanlar için, kentten gelen herkesin yolunabilecek parası vardır. (s. 23)

…insanın fikir silsileleri ne denli gericiyse, bunlardan o denli devrimci sonuçlar doğarmış.

Bir insan, sahip olmak istediği düşüncelerin türünü kendisi belirler. (s. 27)

İnsanlar yalnız değillermiş gibi yapıyorlar, çünkü her zaman yalnızlar. (s. 29)

Yoksulluk arttıkça kendini daha çok kapatmış.

…bütün yaşamım boyunca! Hiçbir zaman şen şakrak olmadım! Hiçbir zaman! Neşeli olmadım! Mutlu denilen biri olmadım. Çünkü olağandışına, özgün olana, eksantrik olana, bir defalık ve ulaşılmaz olana düşkünlük, her yerde, tinsel azaplarda bile söz konusu olan bu düşkünlük her şeyimi mahvetti. (s. 33)

Hayal gücü bir düzensizlik anlatımıdır.
Düzenlilikte hayal gücü mümkün değildir. (s. 34)

Hayal gücünün bir hastalık olduğundan eminim.

Donun her şeye gücü yeter.

Bugün yirmi üç yaşıma bastığım aklıma geldi.

Savaş kökü kazınamaz bir kalıtımdır.

Her zaman yukarıya isyan etmiş, ta ki yukarıda hiçbir şey olmayıncaya kadar.

Açıldıklarında ölülerin kokusunu salan yataklar.

Sonsuzluk gözlerin bittiği yerde başlar. Her şeyin bittiği yerde… (s. 65)

Sık sık sormuş kendisine: nasıl çıkarım bu karanlıktan?

Yalnızca aşağıda da değil, her şeyi bir kez daha ters yüz edecek bir hareket var. Teknik her saniye kendini aşıyormuş.

Bilgi bilgiden uzaklaştırır.

Felsefeyle bir adım bile ileri gidilmezmiş.

Kendini belli edeni fark etmeniz gerekir.

Ölüm her şeyden kurtulmak anlamına geliyor; özellikle kendi kendimden. Onunla, ölümü arasında yanıtlanmamış bir soru kalmamış artık. (s. 79)

Gençlikte her şey daha da kötüdür.
Hakikatte gençliğe ulaşılamaz.
Gerçek gençliğe. Gerçek çocukluğa. Hiç kimse varamaz oraya. (s. 81)

Yardım etmek ve insanlar, bu sözcükler birbirlerinden ne kadar da uzak.
Ben ve hekim? Bütün bunlar bana sanki bir düşten uyanmışım gibi geliyor. (s. 83)

Yaşam, tekil yaşamı yasaklar!

Gençlik bir ziynettir.

Ama yine de ölümcüldür.

Hastanedeki odaların neredeyse tümü kaza geçirmiş turistlerle dolu. Kendi suçları, demek gerekir, evet, çıkmasalardı yukarıya! Ama yükseklik, kayalıklar çekiyor onları.
Sırf bir iddia ya da gösteriş uğruna yukarı tırmandıklarını söylüyorlar… (s. 114)

İnsan hazmettiği, tükürdüğü bir isme ait insanla karşılaştığında asla hayal kırıklığına uğramaz.
İnsanları, isimlerini öğrenmeden önce görürsek, sonradan duyduğumuz isim, buna her zaman uyarmış. İnsanların çoğunu tanımak için, isimlerinden başka bir şeylerini tanımak gerekmez, bilesiniz. (s. 115)

Ressam her şeyin anlaşılmaz olduğunu, çünkü insani olduğunu söylüyor…

Gazetelere atfedilen pislik, insanların pisliğidir, gazetelerin değil, anlayın. (s. 118)

Ama artık sanatçı düşüncesine sahip olmak istemiyorum, böyle doğaya aykırı düşüncelere sahip olmak istemiyorum, sanatçılarla ve sanatla, evet sanatla da, bu büyük ölü doğumla da, ölü doğumların bu en büyüğüyle de bir işim olsun istemiyorum. (s. 120)

O, asistan, ressam Strauch’u gözlemlemek gibi bir görevi zarar görmeden atlatabilmeye kesinlikle uygun olduğumu düşünüyor. Zarar görmeden! “Acı çeken insanları görmek, nasıl zarar verebilir ki?” dedi asistan. Demek ki, kardeşinin acı çektiği, onun için çok açık. Nasıl acı çektiği değil, bunu bilmiyor. Çünkü ressamın acıları asistanın hayal gücünü aşıyor. Ressam ne kadar derinden acı çekiyor? Bir insanın ne kadar derinden acı çektiği saptanabilir mi? (s. 122)

Bu askerler, öldürmeyi de düşünmüyorlardı, bu, yeni cinayet, doğudan gelen karanlık unsurlar için bir zanaat olmuş.

…bu savaş hiçbir zaman unutulmayacak. Her zaman insanlar bu savaşa çarpacaklar, nereye giderlerse gitsinler. (s. 125)

Olduğunuz yerde kalın yoksa dehşete kapılırsınız.

Apansız yakınlaşmış olan iki genç insanın ilişkisi, ressama göre. Henüz bir şey olmadığı sürece, güzel ve değerlidir.

En güzel çiçekler en önce koparılırlar. (s. 131)

…artık her şey havadır, bütün kavramlar havadır, bütün ipuçları havadır, her şey artık havadır…
Donmuş hava, her şey artık donmuş havadır. (s. 137)

Gelecek çok uzaktadır.
Ama yine de kapının önündedir.

Sağlıklı bir insanın neye ihtiyacı vardır ki…

Yığından, insana hastalıklı bir düşkünlük bulaşır.
Her birey kitledir, yığındır…

Bütün yaşamım boyunca, öğretmenlerden nefret ettiğim kadar hiç kimseden nefret etmedim. Öğretmenler bana her zaman ‘hazırol’un ve donuna kadar disiplin altına alınmış bir aptallığın timsali olarak görünmüşlerdir. (s. 177)

Yaşam, insanın ne yaparsa yapsın ve kim olursa olsun yitirdiği bir davadır. (s. 184)

Kadınsı yön doğası gereği haindir.
Bilimsel açıdan bakıldığında kadın erkeğin komik duruma düşürülüşüdür.
Düşüncenin can düşmanı… Kocalarına gazete okumayı bile yasaklarlar… (s. 194)

İnsan ne kadar çok rakamda sabitlemek istiyor yaşamını… (s. 239)

Hiçbir varışa tahammül etmeyen, hiçbir varışa izin veremeyen bir hedefi varmış. (s. 246)

Gidin! Gidin! Gitmenizi istiyorum!
İnsanları hesaba katmak hatadır. Herhangi bir insanı hesaba katmak büyük bir hatadır. Bu hatayı her zaman yaptım. Bütün hataların en korkuncunu her zaman yaptım, insanları hep hesaba kattım!

Strauch’la yaptığım yürüyüş sona ermek üzereyken kendimi ondan uzaklaştırabildim. Ölümcül bir kıyıdan uzaklaşır gibi. (s. 248)

…kafam bedenimdeki her şeyi kendine çekiyor.

İlerleme her şeyi daha da megaloman yapıyor, beynimdeki ilerleme, ilerlemenin mümkün olduğu yerdeki, yalnızca orada, hiçbir şeyin ilerlemediği yerde, bilesiniz… Belki de, beni en ilerdekinden daha geride tutmuş olan budur! (s. 253)

…öğretmen artık hiçbir şeyin öğrenilebilir olmadığını biliyor,

Dünya ışığın aşama aşama kısılmasıdır.

İntihar, sizin de saptadığınız gibi, bir ana rahmi meselesidir, intiharın gerçekleştirilmesi, intiharcının doğum anıyla birlikte başlar. Erkek kardeşinizin şimdiye kadar yaşadığı ne varsa, işte böyle “intiharın düzensizliği”ydi. Bu insanı oluşturan her şeyi öldürmek üzere yapılan bir av. (s. 272)

Öyle tasavvur edilemez bir ağrı ki bu, başımdan geçen, söyleyemem bile.

G. Strauch, geçen haftanın Perşembe gününden beri, Weng bölgesinde kayıptır. (s. 279)

Frost
Türkçeleştiren: Mustafa Tüzel
Yapı Kredi Yayınları

Ağustos 2006

28 Nisan 2013 Pazar

Max Scheler – Hınç / Ressentiment


Max Scheler – Hınç / Ressentiment


Doğa bilimlerinden etkilenmiş birinci yöntem, amacı açıklamak olan bir sentetik-kurucu psikolojinin yöntemidir. İkincisi ise amacı anlamak olan analitik ve betimleyici bir psikolojinin yöntemidir. (s. 1)

Ressentiment
…sözcüğün doğal anlamındaki iki öğe dikkatimi çekiyor. Öncelikle, ressentiment başka birine karşı özel bir duygusal tepkinin tekrar tekrar yaşanmasıdır. Bu duygunun sürekli yaşanması onu kişiliğin derinliklerine yerleştirmiş ama aynı zamanda da kişinin eylem ve ifade alanının dışına çıkarmıştır.
Bu
Olayların
Hatırlanması değildir. Bu bizatihi o duygulanımın yeniden yaşanması, orijinal hissin yeniden canlanmasıdır.
Sözcük bu duygulanımın negatif nitelikte olduğunu ima eder, yani bir düşmanlık devinimi söz konusudur.
Almancadaki “groll” /hınç, kin/ sözcüğü bu terimin asıl anlamını en iyi yansıtan sözcüktür. Hınç zihnin karanlık dehlizlerinde gezinen egonun eylemliliğinden bağımsız bastırılmış bir gazap duygusudur.
O kendi başına düşmanca bir niyet taşımaz ama çok sayıda böylesi niyet besler. (s. 3)

Ahlaki yargıların kaynağına ilişkin yakın zamanlarda yapılmış ender keşifler arasında en önemlisi F. Nietzsche’nin ressentiment’ın değer yargılarının kaynağı olabileceğine ilişkin keşfidir. (s. 5)

…köle ahlakı ta baştan “dışarı”da olan “farklı”, “kendi olmayan” her şeyi yadsır.
Var olması için köle ahlakı her zaman hasmane bir dış dünyaya muhtaçtır. (s. 6)

İntikama susamışlık ressentiment’ın en önemli kaynağıdır. (s. 7)

Aşırı alınganlık
İntikam hırsıyla dolu bir karakter belirtisidir.

İntikam isteğinin bastırılması ressentiment’a yol açar,

Ancak ondan sonra bu zihinsel durum öteki kişilerin değerini küçültme eğilimine girer ki, bu da gerilimin azaldığı yanılgısını getirir.  (s. 10)

İntikam her zaman zayıf tarafın tavrıdır.

Eşit hakların ya da biçimsel toplumsal eşitliğin, iktidar ve servet dağılımındaki ve eğitimdeki derin olgusal farklılıklarla yan yana olduğu bir toplum ressentiment için en uygun zemindir. Herkesin kendisini herkesle kıyaslama hakkı olmakla birlikte, gerçek hayatta durum farklıdır.

…bizatihi toplumsal yapı, burada güçlü bir ressentiment enerjisinin birikmesine yol açmaktadır. (s. 11)

Özürlülerin ya da normalin altında zekaya sahip insanların ressentiment’ı çok iyi bilinen bir fenomendir. Nietzsche’nin haklı olarak muazzam büyüklükte olduğunu söylediği Yahudi ressentiment’ı ikili bir kaynaktan beslenir: birincisi, seçilmiş halk olmanın verdiği çok büyük ulusal gurur ile bir kader gibi yüzyıllardır peşlerini bırakmayan bir aşağılanma ve ayrıma uğrama arasındaki bağdaşmazlık ve ikincisi, modern çağlarda biçimsel anayasal eşitlik ile gerçek hayattaki ayrımcılık arasındaki yeni bağdaşmazlık. (s. 12)

Ressentiment’ın öteki kaynağı haset, kıskançlık ve rekabet hırsıdır. Gündelik dilde kullanıldığı anlamda haset, bir başkasının bizim imrendiğimiz bir şeye sahip olması durumunda yaşadığımız bir iktidarsızlık hissinden doğar. Ama arzu ile gerçekleşmeme arasındaki bu gerilim, ancak o şeyin sahibine karşı bir nefreti ateşlediği ve o şeyin sahibi yanlış bir biçimde bizim yoksunluğumuzun nedeni olarak görüldüğü bir noktaya gelindiğinde hasede yol açar.

Haset elde etme isteğini kamçılamaz; zayıflatır. (s. 13)

Başkasının büyük meziyetleri karşısında, sevgiden başka çare yoktur.”  (Goethe)

Ressentiment’ın kökeninde kişinin kendisiyle başkaları arasında kıyaslamalar yapma eğilimi vardır. (s. 14)

Soylu kişinin kendi değerinin ve varlığının tamlığı konusunda tamamen naif ve üzerinde bilinçli olarak düşünülmemiş bir farkındalığı vardır.

Gurur, tam tersine, bu naif kendine güvenin azaldığının hissedilmesiyle ortaya çıkar. Kişinin kendi değerine tutunmasının onu kasıtlı olarak önüne koyup ve korumasının bir yoludur. (s. 15)

Soylu insan değeri herhangi bir kıyaslama yapmadan önce, sıradan insan ise kıyaslama içinde ve kıyaslama yoluyla idrak eder. Sıradan insan için, ilişki her türlü değeri anlamanın seçici ön koşuludur. Her değer göreli bir şeydir; kendisininkinden daha yüksek ya da daha aşağıda daha çok ya da daha azdır. O kendisini başkalarıyla ve başkalarını da kendisiyle kıyaslayarak değer yargılarına varır.

İki farklı insan tipi bu temel tutumu paylaşır çünkü bu tutum ya kuvvetle ya da zayıflıkla ya iktidar sahibi olmakla ya da iktidarsızlıkla sergilenebilir. Enerjik sıradan insan bir arrivist (sonradan görme, ne oldum delisi) olurken, zayıf olanı ressentiment insanı haline gelir.

Arrivist’in özlemlerinin nihai amacı değerli bir şeyi edinmek değil, başkalarından daha saygın olmaktır. O bir şeyi sürekli yaptığı kıyaslamalar sonucu ortaya çıkan ezici aşağılık duygusunu alt etmek için sadece bir vesile olarak kullanır. (s. 16)

Eğer bu türden bir değer deneyimi bütün topluma hakim olursa, serbest rekabet sistemi o toplumun ruhu haline gelir.

Serbest rekabet sisteminde hayatın yüklediği görevler ve bu görevlerin değerine ilişkin nosyonlar temel değildir; bunlar ancak herkesin herkesi geçme arzusunun tali türevleridir. Hiçbir yer bu evrensel kovalamaca içinde gelip geçici bir nokta olmanın ötesine geçemez.

Zamanın ilerleyişi ilerleme olarak yorumlanır. (s. 17)

…nihai amaç parasal değerin niceliğidir… (s. 18)

…kendisini ezen
Değerlere çamur atan bir insan hiçbir biçimde o değerlerin olumlu niteliğinin tam bilincinde değildir.
Ressentiment
Kişinin nüfuz etmeyi başaramadığı bir yapmacık dünyada yaşadığına ilişkin bulanık bir bilinçlilik hali… (s. 20/21)

…kadın genel olarak böyle bir durumdadır. Kadın daha zayıftır ve bu yüzden daha kindar olan cinsiyettir.
...cadı’nın eril bir muadilinin olmadığını da belirtelim… (s. 21)

(Warner Sombart)
Ortaçağların her katedrali
Bireyin ömrünün aşkınlığına tanıklık eder
…birey kendisinden daha dayanıklı olan cemaatle bağlarını kopardığında kişisel yaşamının süresi onun mutluluğunun ölçüsü haline gelir. (s. 24)

Fikirler dünyayla ve nesnelerin kendileriyle doğrudan temas yoluyla değil de, başkalarının görüşlerinin bir eleştirisi yoluyla oluşturulduğunda, düşünce süreçleri ressentiment’a gebedir.

Hölderlin’in Eski Yunan hayranlığı asıl olarak tamamen olumludur.
Buna karşılık Friedrich Schlegel’in ortaçağlar özlemi ressentiment’ın güçlü izlerini taşır.

Ressentiment’ın dışavurumunun biçimsel yapısı her zaman aynıdır; A kendi içkin niteliği nedeniyle B’yi reddetme, aşağılama ve yoksama amacıyla olumlanır ve övülür. A, B’yi saf dışı etmek için oyuna sokulur. (s. 28)

Ressentiment bir tebessümde, görünüşte anlamsız bir jestte, dostluk ve yakınlık ifadelerinin ortasında da kendisini ele verebilir sık sık! Belki aylardır sürmekte olan dostça hatta sevgi dolu bir davranışa ansızın, görünüşte sebepsiz kötücül bir eylem ya da söz karıştığında, hayatın daha derindeki bir katmanının bu dostane yüzeyi boydan boya parçalayıp yüze çıktığını açıkça hissederiz. (s. 30)

ben, nefrete layıktır.Pascal

Arzu ile iktidarsızlık arasındaki her türden şiddetli gerilimin üstesinden gelmek amacıyla arzulanan nesnenin olumlu yanını gözden düşürme ya da inkâr etme eğilimimiz vardır.

Bir şeyi ele geçiremediğimizde, kendimizi onun bizim inandığımız kadar değerli olmadığı düşüncesiyle avuturuz. (s. 33)

Ressentiment insanı arzuyla iktidarsızlık arasındaki azap verici çatışmadan kaçamaz. (s. 35)

Köleler kendi hastalıklarını efendilere de bulaştırır.Nietzsche

Sevgi konusunda antik ve Hıristiyan görüşler arasındaki en önemli fark sevgi hareketinin yönünde yatar. Antik dönemin bütün filozofları, şairleri, ahlakçıları sevginin aşağı olanın yukarı olana, biçimlenmemiş olanın biçimlenmiş olana, μήόυ’un (varolmayanın) όυ’a (varolana), görünüşün öze, cehaletin bilgiye özlemi, erişme çabası olduğu konusunda hemfikirdir. (s. 44)

Tanrı
Çarmıhta kötü bir köle gibi ölür. Artık iyiyi sevip kötüden nefret etmek, dostunu sevip düşmanından nefret etmek düsturları anlamını yitirmiştir. (s. 46)

Hıristiyan sevgisinin kökü ressentiment’dan tamamen bağımsız ama ressentiment, bu fikre uygun bir duygu simülasyonu yaratarak, bu sevgiyi çok kolaylıkla kendi amaçları için kullanabilir. Bu simülasyon sıklıkla o kadar mükemmeldir ki en keskin gözlemci bile artık gerçek sevgiyi, sevgi kisvesine bürünmüş ressentiment’dan ayıramaz. (s. 48)

Zihin her zaman uzak diyarlara gitme eğilimindedir. Kendini ve kendi zavallılığını görmekten korkan zihin kendini başkasına vermeye hazırdır ama bunu o başkasının değeri nedeniyle değil, salt onun başkalığı nedeniyle yapar. (s. 54)

Bencilliğin kesinlikle asli bir özelliği benliğin kendi değerini tam bilmemesidir. Bencil kendisini ancak başkalarına kıyasla kavrar, toplumun başkalarından daha çoğuna sahip olmayı ve edinmeyi isteyen bir ferdidir sadece. (s. 55)

Bana neden iyi diyorsun? İyi olan yalnız biri var, O da Tanrı…

…ağız yürekten taşanı söyler…

Modern evrensel insan sevgisi fikri hareketi, hümaniteryanizm, insanlık sevgisi ya da daha esnek bir tabirle: insan soyunun her üyesine yönelik sevgi. Ressentiment’ın bu fikrin gerçek kökü olduğu konusunda Nietzsche’yle aynı fikirdeyiz. (s. 71)

Bu fikir, sevgiyi insan türüyle sınırlar. (s. 72)

Modern hümaniteryanizmin pathosu, büyük tensel mutluluk için kopardığı şamata, içten içe kaynayan tutkusu, duyusal mutluluğun artışına engel gördüğü bütün kurumlar, gelenekler ve adetler karşısındaki devrimci protestosu, bütün o devrimci ruh hali –hepsi Hıristiyan sevgisinin duru, neredeyse dingin manevi coşkusuyla zıt özelliklerdir. (s. 73)

“İnsanlık” sevginin dolaysız nesnesi değildir.
Çünkü sevgi ancak somut nesnelere gösterilebilir. (s. 78)

Gül kendini süslerken bahçeyi süsler.

Pascal
Dünyevi faaliyetle meşgul bir insan tipi çizer ve bütün bu faaliyetlerin nedeni sırf dönüp kendine bakamaması ve sürekli olarak boşluktan, kendi hiçlik duygusundan kaçmaya çalışmasıdır.

…kendi varlığı merkezini ve odağını kaybetmiştir. (s. 81)

Ahlaki değer yalnızca bireyin kendi gücü ve emeğiyle edindiği nitelikler, eylemler vb. ile ilgilidir.
Kant’ta bu böyledir.
(s. 92)

Eşitlik öğretisi
Açıkça bir ressentiment ürünüdür.
Kaybetmekten korkanlar genel bir ilke olarak eşitlik ister. (s. 97)

Genelde gerçeklik, insan arzuları ve duygulanımları olmaksızın, değerlerden tamamen muaftır. (s. 98)

Ressentiment insanı bir zavallıdır.
Kendi yargısına kendisi dayanamaz. Yalnız başınayken bile bir nesnel iyiliğin farkına varabilen ve bunu bütün bir dünyanın direnişine rağmen yapabilen insan tipi, ressentiment insanının tam karşıtıdır.

Küçük çocuklar ya da köle ruhlu insanlar “yaptığımı başkaları da yapmadı mı” diye sorarak yaptıkları için özür arama alışkanlığı taşır. Sahici ahlak açısından baktığımızda, kötüyle yakınlaşması onu daha kötü yapar çünkü taklidin ve köleliğin kötülüğü arzu edilen içeriğin kötülüğüne eklenmiştir. (s. 99)

Bir haz aracı olmadığı sürece hiçbir şeye anlamlı olarak “faydalı” denemez. Haz temel değerdir, fayda ise türetilmiş bir değer.

Eğer onları üretme çabası onlardan zevk alma kapasitesini azaltırsa, sıkıntıya girmeye değmez. (s. 104)

Alabildiğine şen şakrak şeyler, onlarla ne yapacağını bilmeyen alabildiğine mahzun insanlar tarafından seyredilmektedir. İşte metropoliten eğlence “kültürümüzün” anlamı.

…soylu olan faydalı olana boyun eğmiştir. (s. 107)

…toplum kan, gelenek ve tarih bağıyla birleşmiş bütün cemaatleri betimleyen kapsayıcı bir kavram değildir. Tam tersine, toplum dediğimiz şey cemaatlerin iç yapılarının dağılmasından doğan kalıntıdan, çöp yığınından başka bir şey değildir. Ne zaman cemaat hayatının birliği geçerli olmaktan çıkar, ne zaman ki bireyleri özümleme ve onları canlı organlarına katma kapasitesini yitirirse o zaman karşımızda “toplum” dediğimiz şeyi buluruz. (s. 117)

…organların oluşumuna vekalet eden mekanik medeniyet… (s. 121)

…araçların organlar kadar değerli olduğu varsayımıdır, ressentiment’ın sonucu olan. (s. 122)

Sadece araç geliştiriliyor, amaç unutuluyor. Ve bu çürüme değil de nedir? (s. 124)

…gurur
Kendine güvenin yokluğuna dayanır…

Modern çağda ressentiment’ın en büyük başarısı olan Fransız Devrimi’nin mekanik dünya görüşünün alabildiğine hakim oluşuna denk düşmesi sizce tesadüf müdür?


Ressentiment
Türkçeleştiren: Abdullah Yılmaz
Kanat Yayınları
Şubat 2004 

Joel Kovel – Tarih ve Tin


Joel Kovel – Tarih ve Tin
Özgürleşme Felsefesi Üzerine Bir İnceleme


Tinden uzaklaştırma projesi teknokrasi, doğanın yenilgiye uğratılışı, kutsal olanın kaybedilişi ve bütünün birbirinden kopmuş parçalara ayrılışı ile birlikte ortaya çıkmıştır. (s. 12)

Tin kavramını bir kez dinden kopardık mı varoluşun her alanında tinsel imkânlar görmeye başlarız: Cinsellikte, politikada, gündelik yaşamın mütevazı etkinliklerinden. (s. 15)

Geleneksel toplumdan modern topluma geçiş,
Bu geçişin bizim açımızdan en önemli özelliği, geleneksel topluma ait büyük dünya dinlerinin tinsel yaşamın temel araçları olma işlevlerini yitirmeleridir. (s. 17/18)

…resmi din, tinselliğin özünü iktidara boyun eğmenin bir yolu olarak yabancılaştırdı. Fakat bir şeyin yabancılaştırılabilmesi için önce ortada olması gerekiyordu: Sadece tinselliğin mevcudiyeti değil, tinselliğin gerçekten önemli olduğuna ve varoluşun koşullarını tanımlama gücü bulunduğuna inanç da gerekliydi. (s. 19)

Mallara ve paraya,
…tapan bir toplumda bir şeylerin bozuk olduğu sonucuna varmak için Karl Marx’a gitmeye gerek yoktur. (s. 22)

Kâr uğruna insanların çoğunu umutsuzluk ve yoksulluğa iterek gezegenin intiharına yol açan bir dünya düzeni, tinsel merkezi olmayan bir öldürme/üretme makinesidir. (s. 24)

Olanaksız olan eğer gerçekleştirilecekse önce hayal edilmelidir ve bu en sağlıklı yoldur. (s. 25)

Bir şeyin içinde olanlar o şey için bir sözcüğe sahip değillerdir, çünkü buna gereksinimleri yoktur. Ancak tinden uzaklaşma çağı tinselliği varoluşun geri kalanından koparmamıza ve onu aramamıza yol açmıştır. (s. 32)

“…insan sadece nefesle yaşamaz, nefese güç veren O’nunla yaşar.” Katha Upanişad

Dinsel veya tinsel etkinlik doğrudan doğruya topluluğun kolektif yaşamından kaynaklanır. Devletin ve sınıf sisteminin yokluğu, benliğin evrenle ilişkili tecrübesi üzerinden yabancılaşma ve soyutlama perdesinin kaldırır. (s. 37)

(Rudolph Otto “Kutsallık Fikri”)

İnsanın dış görünüş olarak sahip olduğu her çokluk, kendi özünde birdir. Buradaki bütün oraklar, ağaçlar, taşlar ve diğer şeyler Birdir. Bu en derin derinliktir.” Meister Eckhart

Tinsel deneyim, deneyimin geri kalanından ayrılır ve yaşamsal güç duygusu, sınırları parçalayan tin olarak hissedilir. Eğer bu ayrımı alır ve algı değil de eylem yönünde takip edersek esinlenmenin alanına varırız. (s. 43)

Varlığın güçle dolması…

(Kılıç sanatı hakkında)
Bir adam bu sanatta ne kadar iyi yetiştirilirse yetiştirilsin, bütün psikolojik engellemelerden kurtulup zihnini boş tutmadıkça (edindiği tekniği bile aklından çıkarmalı) teknik bilgisinin ustası olamaz.D.T. Suzuki (s. 45)

Bu teknik bir hile değil; kozmik ruhun tezahürüdür. (s. 46)

Bir anlamda ruh, bize tin’den daha yakındır; çünkü tinler her yerde olabilirken –ve olurken- ruh, kim olduğumuzu ve kendimize ne yaptığımızı belirtir. Dolayısıyla ruhu, benliğin aldığı tinsel form olarak tanımlayabiliriz. Eğer tin benliğin kendi ötesinde olan bir şeyle ilişkiliyse o zaman ruh da bu ilişkiye giren benliktir. (s. 47/48)

“Altı bin yılın sonunda dünyanın ateş tarafından yutulacağı konusundaki antik gelenek, Cehennemden duyduğum kadarıyla doğrudur.
Işıldayan kılıcıyla yaşam ağacını koruyan melek o zaman görevini bırakma emrini alır ve o bunu yaptığında evren tamamen tükenecek ve sonsuz ve kutsal görünecektir. Oysa şimdi sonlu ve yozlaşmış görünüyor.
Eğer algının kapıları temizlenirse insana her şey olduğu gibi görünecektir: Sonsuz olarak.”
Blake (s. 50)

(dil) benliğin varoluşundaki temel problem.

…içsel olarak, tin-varlıklardan oluşmuş ruhlar olduğumuz fikri, insanların bürokratik ve rasyonel toplumun gereklerine uymaya zorlandıkları modern, teknoktratik çağın sağduyusuna aykırıdır. Tin-varlığın gerçekliği modern devlette bir kenara bırakılır; çünkü eğer benlik göçüp gitme veya ayrılma kapasitesine sahip bir şey olarak görülürse modern ofisleri, fabrikaları, bilgisayarlı modern vergi defterlerini ve askeri mekanizmayı yönetmenin bir yolu olmazdı. (s. 57)

Kartezyen devrim
Oluşmakta olan modernliğin kendi deneyimlerinin sistemleştirilmesidir.

Bu felsefe, doğa üzerinde güç kurmanın peşindedir ve bu gücü kazanmak için doğayı ölü bir töze indirger. (s. 58)

…ne kadar çok tahakküm kurarsa o kadar bağımlı hale gelir. (s. 68)

“Ruh, kartal kadar yücelere çıkması gereken insan düşüncesine karşılık gelir.” (s. 72)

…bir şeyin arzunun nesnesi olması onu gerçek yapmaz.

Baba / evrene yaşam soluğunu veren / tin-güç yerine geçer
Oğul / cisimleşmiş kelam / logos
Kutsal Ruh / Tanrının yerleşik deneyimi / tin-varlık yerine geçer. (s. 80)

Tanrı gizlendi, dünyada olup bitenlerin anlamı yok artık.” Paul Ricoeur (s. 81)

Freud dinin düşünsel gerekçeleri kadar tinselliğin fenomenolojik temellerini de yıkmaya çalışıyordu.

Freud tinin etkinliklerini istediklerimizden türetmiştir. Fakat bu, kim olduğumuzu göz ardı eder.

Benliğin tinsel formunu anlatmak için geleneksel ruh terimini kullanmıştık.
Şimdi ise benliğin tinsel olmayan formunu anlatmak için,
Ego (terimini kullanıyoruz)
Ego ve ruh benliğin formlarıdır. (s. 105)

İnsanların egoyu bir tür gururlu kişilik olarak düşünmeleri kaydadeğer bir olgudur; çünkü düşündüğümüz kendini oluşturma öznel olduğu kadar nesnel olarak da abartılmıştır. Aynı zamanda egosal varlık kopuşları sonsuz miktarda çoğaltmaya eğilimlidir.
…bir varlık biçimi olarak yarılma egosal benlik için esastır. Bunun nedeninin egosal varlığın tinsel bir merkezden yoksun olması ve bu nedenle birbirleriyle bilişsel bağlarını yitirmiş her tür yola sapabilmesi olduğunu düşünüyorum. Öteki ile olan içsel bağlılığını inkâr ettiği için ego, son derece farklı ve hatta çelişkili eylem biçimlerini benimseyebilir. Aynı zamanda tepeden bakan kibirliliği, kendi parçalanmış varlığını ve hatta bazı durumlarda ruh ile bir arada varolmasını bile sağlayabilir. (s. 106/107)

Anlamlılık daha çok bir kişinin gerçeklikle nasıl yüzleştiğine bağlıdır.
…anlamlı yaşamak bir anlam yaratma ve bu anlamı yaşama katma yoludur.
Anlamlı bir yaşam, bizim yaşadığımız yaşamdır; anlamsız bir yaşam ise bizim için yaşanan bir yaşamdır. (s. 114)

Kapitalist topluma özgü, acı bir paradoks ortaya çıkar. Benliğin zafer anı ve bir bütün olarak sistemdeki iyiliklerin kaynağı, aynı zamanda onun yabancılaşma anıdır. Benlik kendi başına ve radikal bir şekilde ayrı kaldığı durumda, ötekiler ile dolu dünya ile çevrilmiştir. Böylelikle yabancılaşma, sermayenin ekonomik yaşamı kadar tinsel yaşamını da betimler. Bu yabancılaşan dünyada ötekiliğin tin-varlığa gelişme yolu tıkanmıştır. (s. 116)

Ölü kutsaldır ve insan bu kutsallığın bozulmasına ve cesedi basitçe doğaya terk ederek onu incitmeye katlanamaz. Bu ölen kişiye duyulan saygıdan daha fazla bir şeydir. (s. 129)

İnsan doğasının fırsatçı, açgözlü ve sömürücü olduğunun söylendiği yerde, insan tini baskıya karşı direnmek için ortaya çıkar; kısacası bu, özgür olma dürtüsüdür. “Ruhu öldüremezsiniz” ifadesi insan tininin ölümsüz ve aşkın karakterini belirtir. Bu fikir nesnel olarak doğru olabilir ya da olmayabilir ama görünen o ki insanlar bu düşünce olmaksızın yaşayamıyorlar. (s. 132)

Fakat Tanrı bilgeleri şaşırtmak için dünyanın aptalca şeylerini seçmiştir ve Tanrı güçlü olanları şaşırtmak için dünyanın zayıf şeylerini seçmiştir ve dünyanın aşağılık ve horgörülmüş şeyleri Tanrı tarafından seçilmiştir ve olmayan şeyler, olan şeylere yokluğu getirmek için seçilmişlerdir.” (Korintoslulara Mektup, 1:27-28)

Asıl problem bir şehvet, ayartma ve tenin “kısıtlanması”ndan çok insanın Tanrı’ya giden yolu yitirmesi, Tanrı’nın karanlığa gömülmesi olan günahkârlıktır. Dolayısıyla günahkârlık cinselliğe değil, cinsellik “tinine”, yani cinselliğin nasıl temellük edildiğine bağlıdır.

…günah, her zaman, gurur ya da nefis sevgisidir ve bu arzu ile tin arasındaki farklılaşma noktasını oluşturur. (s. 156)

Haz, arzunun gerçekleştiğini gösteren temel bir işarettir. Bu nedenle varlığın gerçekleşmesi için gereklidir. (s. 163)

…şiddetsiz acı çekmede ise benlik nesneyi özgür bırakır ve ruha doğru yönelir. (s. 180)

Efendilik onların tinsel güçlerinin gerçekleşmesini engelleyen günahkârlığın kaynağıdır. (s. 183)

Beden, evrenin hem benlik hem de doğa tarafından sahiplenilen bir parçasıdır.
Ten, öznelliğin de bulunduğu maddedir; özne-nesne olarak madde… (s. 184)

Beden, ruhun temel bir ifadesidir, ruh onda somut bir gerçeklik kazanır; çünkü ruh, maddeden yararlanmaksızın gerçekleştirilemez. (s. 185)

“…verdiği armağanların hiçbiri
Zaten kendimizin olanlardan başka bir şeye sahip olmamızı istemesinden başka bir nedenle verilmemiştir. İnsanlara, onların annelerine verdiğinden başka bir armağan vermemiştir, ne de başka canlılara. Bunu bize öğretmek ve bunu fark etmemizi sağlamak için sık sık bizden dünyevi ve tinsel mülklerimizi almıştır, bunları edinme onuru bize değil ona tanınmıştır. Ve biz ister bedenlerimiz olsun ister ruhlarımız, aklımız, gücümüz, dünyevi mallarımız ve payelerimiz, arkadaşlarımız, akrabalarımız, evlerimiz, topraklarımız; her şeyi sanki bizim değil de bize ödünç verilmiş gibi sahiplenmeliyiz.”  Meister Eckhart (s. 190)

Dil kullanmakla benlik kendini doğadan ayrı tutar. (s. 192)

Eğer bir adam içe dönük bir çalışma yapıyorsa bütün güçlerini ruhunun bir köşesinde bulunan kendine yöneltmelidir ve bütün imgelerden ve biçimlerden saklanmalıdır; ancak o zaman çalışabilir. Sonra bir unutma ve bilmeme durumuna girmelidir. İçinde söz’ün duyulacağı bir durgunluk ve sessizlik içinde olmalıdır; o zaman sözcük tam bir bilgisizlik içinde duyulup anlaşılabilir. Kişi hiçbir şey bilmediğinde, netleşir ve açığa çıkar. Böylece Tanrısal Bilgisizliğin farkına varırız ve bizim bilgisizliğimiz doğaüstü bilgi tarafından soylulaştırılır. Ve kendimizi alıcı olarak tutarsak, çalıştığımızdan daha mükemmel oluruz.Meister Eckhart  (s. 200/201)

Chuang-Tzu, sevgi eksiksiz oldukça Yol’un kusurlu olacağını yazarken sanırım haklıydı; çünkü sevgi arzuya göre hareket eden ayrılmış bir varlığın yazgısıdır. Bu yüzden sevgi nefretten çok uzak değildir ve sevginin büyük dini Hıristiyanlık, dünyaya en büyük nefret ve katliamları getiren din olmuştur. (s. 222)

…ruha açık olan konuşma yolları,
  1. Eleştiri
  2. Poesis
Eğer eleştirel düşünce gerçekliği nesnel olarak kavramaya çalışan ruhu ifade ediyorsa, poesis de ruhun kendi varlığının dilini yansıtma gücünü ifade eder. (s. 268)

Ölüm korkusu yanlış yani kötü yaşamanın en belirgin işaretidir.
Wittgenstein  (s. 274)

History and Spirit
An Inquiry into the Philosophy of Liberation
Türkçeleştiren: Hakan Pekinel
Ayrıntı Yayınları
Eylül 1994