29 Eylül 2017 Cuma

Renkli Kültürü ve Doğasıyla Ardeşen

Renkli Kültürü ve Doğasıyla Ardeşen

Ardeşen ismine ilk defa “Ardeşin” olarak 1835 tarihli Atina nüfus kütüğünde rastlanmaktadır.
Alman bilim adamı Karl Koch, 1843’te Ardeşen’den “Artaçin” diye bahsetmiştir.
Ardeşen ismi ile alakalı bir rivayete göre Yavuz Sultan Selim, Fırtına Deresinin deniz döküldüğü yerden geçerken kendisine bu bölgede insan yaşamadığı söylenmiş. Derenin taşıdığı yonga ve ağaç kabuklarını gören Yavuz Sultan Selim, “buranın ardı şendir” demiş. Bölgenin ismi de bu rivayetten hareketle arkası şenlik yer anlamındaki Ardışen olmuştur.
Bir diğer rivayet ismin kökenini Ermenice tarla demek olan “Arda” ve köy demek olan “şen” sözcüklerinin birleşiminde arar.

Tarihçe
Lazların ataları Kolhelitlerin bu bölgedeki varlığı MÖ. 2000’li yıllara kadar uzanır.
Uzun süre Bizans ve Perslerin hâkimiyet mücadelelerine sahne oldu.
Karyalı Sklax’ın seyahatnamesinde Atina’ya (Pazar’a) Odenius, Fırtına deresinin eski adının Pordanis ve son yıllara kadar Peroma Deresi olarak bilinen bu derenin batısında Limne (Hamidiye) adı verilen bir yerleşim yeri olduğunu söyler.
Büyük İskender’in seferlerinden sonra bölgenin kontrolü III. Mithridat’ın kontrolüne geçti. MÖ. 298’de Pontus Devleti kuruldu. Doğu Karadeniz halklarından olan Halibler, Tibarenler, Mosinekler, Makronlar ve Kolkhisler bu devletin sınırları içinde kaldı.
MÖ. 71’de bölgenin kontrolü Roma İmparatorluğuna geçti.
11 yılına ait Plinius’un Naturalis Historia adlı eserinde Pazar, Arhavi ve Hopa’yı kapsayan bölgede “Lazi” isimli bir topluluktan söz edilir.
Roma İmparatorluğu ikiye bölündükten sonra Doğu Karadeniz bölgesi Doğu Roma İmparatorluğu içinde kaldı.
İmparator Konstaantin’in Milano Fermanı’ndan sonra Hıristiyanlık bu bölgede yayılma imkânı buldu. Bu erken dönemde yapıldığı düşünülen bazı kilise kalıntıları sahil kesimindedir. Yerel halkın yaşadığı iç kesimlerde bu dönemden kalma kilise yoktur. Bu bilgi önemlidir, iddia edildiği böğe halkı Hıristiyanlaşmamıştır ki iç kesimlerde kilise yoktur.
Prokopius’un 550 tarihli Savaşlar Tarihi adlı eserinde Doğu Karadeniz’de hiçbir otoriteye bağlı bulunmayan Lazika Krallığından söz eder.
Trabzonlu şair Âşık Mehmet’in Menazir‘ül Avalim adlı eserinde Lazlar, Lezgiler’den olup Avarlara bağlı bir Türk boyu olarak tanıtılır.

Malazgirt Zaferi’nden sonra Saltuklar Çoruh boylarına yerleşmeye başladılar. Bu yerleşmeler 1204 yılında Trabzon Rum İmparatorluğunun kurulmasına kadar devam etti.
Bölge, 1461’den sonra Osmanlı Devletinin hâkimiyetine girdi.

Ardeşen, arazi yapısı nedeniyle çay tarımı hariç, diğer bitkisel ürünlerin üretimine imkân vermemektedir.
Bölgede çay tarımından başka kivi yetiştirilmekte, buna ek olarak da arıcılık yapılabilmektedir.

Bölgede açık deniz balıkçılığı yoktur. Kültür balıkçılığı gelişmekte olan bir sektördür.
İlçe topraklarının %23’ü ormanlık olmasına karşın ormancılık faaliyetleri gelişmemiştir.

Ardeşen’de Atmaca Kültürü
Karadeniz’de kıyı şeridi boyunca Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Hopa ve Kemalpaşa gibi ilçelerde yoğun şekilde yapılır. Yerel ağızda atmaca avına sifteri avı denir.
Atmaca avı mısır ekimiyle başlar. Mısıra gelen çekirge yakalanır. Belinin ortası iple bağlanır. Ragi denilen küçük bir kafese konulur. Çok geçmeden, çekirgeyi yemeğe gelen atmaca ragiye konar ve bu yolla yakalanır. Av için çekirge yerine ğvapa (lagoti) denilen iri bir böcek de kullanılabilir.
Yakalanan atmacanın çevresinden korkmaması için göz kapakları kapatılır. 1,5 m uzunluğunda düz bir çubuğun üzerine tünemiş halde tutulur.
Atmaca Ağustos-Eylül aylarında Gürcistan tarafından Karadeniz kıyısı boyunca batıya doğru hareket eder. Atmaca tentelerinin gözetleme yerleri bu nedenle doğuya dönüktür. (s. 171)
Yakalanan atmaca pişmiş yumurta sarısı, et ve küçük kuşlarla beslenebilir.
Erkeği dişisinden daha küçük olan atmacaların gözlerinin içi tamamen sarıdır. Atmaca avcıları daha ziyade dişi atmacayı avlamaya çalışır. Yakalanan erkek atmacalar genellikle serbest bırakılır. 
Eğitilen atmacalarla bıldırcın avlanır.
Her avcı sadece bir atmacayı bir yıl boyunca elinde tutar. Bir yıl saklanan atmacaya tüylek denir. (s. 172)

Bilmeceler
Bir vururum bin döker (Elek)
Bir duvarda iki tekne (Kulak)
Bir bayırda iki kenef (Burun)
Ağzı açık dibi kapalı (Kazan)
Canı var kanı yok (Arı)
Etten kantar altın tartar (Kulak)
Kendi demirden kuyruğu kendirden (Çuvaldız)
Akşamdan yukarı sabahtan aşağı (Ateşlik zinciri)
Otuziki dişi var bir de kar yağışı var (Testere)
Ormana gidince havlar eve gelince yatar (Balta) (s. 177-178)

Atasözleri
Korkma kışın kışından kork abrilun beşinden
İhtiyarlıkta kız alma el alır, dere kenarında ev alma sel alır
Buraya yayla derler, getirirler de yerler
Çocuk doğmadan isim koyulmaz
Suyu çalkalamakla yağ çıkmaz
Dağda öküz geberir zararı eve gelir
Süpürge süpürür ama yeri her zaman kapı arkasıdır

Deyimler
Pot domuzu (Aşırı şişman kişiler için söylenir)
Kampara (içi boş ağaç: aptallar için söylenir)
Kot kafa (aptallar için söylenir)
Godvan ile kaşınmak (Godvan: tanesi alınmış mısır)
Tepes kupas olmak (tepe takla yuvarlanmak)
Akıl, hıyar değil ki kırıp vereyim
Çalaşi bardi (Mısır otu yığını)
Bozobiçi (ne kız ne erkek) (s. 181-182)

Doğum ve Çocukla İlgili İnanışlar
Genelde her köyde ebelik işini yapan kadınlar bulunurdu. Çocuğun ebesi olmak, onun yakın akrabası olmak gibiydi.
Ebeler çocuğun doğumundan lohusanın kırklıktan çıkmasına kadar ilgilenirlerdi. Bazen üç günde bazen yedi günde bebeğin yıkanmasını yapar anneyi eğitirdi.
Yedisinde hem bebek hem de lohusanın temizliği yapılırdı.
Doğumdan kırk gün sonra lohusa “kırklanır” kırkıncı gün bebek ve lohusa temizlenir. Böylece ebenin görevi sona ermiş olurdu.
Lohusanın bakımı önemliydi. Yatağı ateşin yakınında hazırlanır, üşütmesi engellenirdi. Üşütüp hastalanan lohusa için “gegenuş oldu” denirdi. Bu durumda lohusaya önce “hasuta” denen un ve yağ karışımından yapılan muhallebi benzeri bir aş yedilirdi. Süt ve şeker şerbeti içirilirdi.
Eskiden lohusayı “albastı” yakalamasın diye uyutmazlarmış. Albastının yakaladığı lohusanın eğer uyursa bir daha uyanamayacağına inanılırdı.
Ebeler bazı yaralara ve çocuğu olmayan kadınlara ilaç yaparlardı.
Çocuğa isim koymak anne ve babanın değil dede ve ninenin işiydi. Daha çok sülalenin eskilerinin ismi verilirdi.
Hanede doğan çocuk yaşamıyorsa yeni doğan çocuk komşu eve verilir, bakımı komşu evde yapılırdı. Bazı yerlerde çocuk adeta komşu evin çocuğuymuş gibi büyütülürdü. (s. 183)

Hamile kadının karaciğer yemesi durumunda doğacak bebekte büyük leke/ben olacağına inanılırdı.
Yeni doğan bebek eğer erkekse silah atılır.
Bebek beşiklerinde bağırdak, bağırdak çubukları, kolları sarmak için kol bezleri, ayakları sarmak için ayak bezleri, yüz örtüsü ve beşiğin üstünü örten örtü bulunurdu. Beşiğe nazar muskası, enam süresi ve ilave boncuklar asılırdı. (s. 184)

Düğün
Köylerde 8-10 gün süren düğün telaşı salon düğünleriyle birlikte ortadan kalkmıştır.
Eskiden evlenmelerde kişinin eşini seçme şansı yoktu. Eş seçimine aile büyükleri karar verirdi. Yakın akrabaların eş seçimine büyük etkisi olurdu. Mal ve miras evliliklerin şekillenmesinde etkili olmuştur.
Meşhurdur; “ya köyünden ya da kendi derenden evleneceksin.” Sevdalar yaylalarda, eğratlıklarda, düğünlerde ve bayramlarda başlardı. Sevdalılar birbirlerini görebilmek bu günleri iple çekerlerdi. Horonlarda sevdalılar kol kola horon oynarlardı. Sevdalısı olup da ailesi tarafından sevdiğine verilmeyen kızlar sevdiğine kaçardı. Halk dilinde bu duruma “uyma, kız uydu” denirdi. Kızın gönlü olmadan kaçırılması ise farklı bir hadisedir. Buna da “kız kaçırma, kız çekme” denir. Sevdalılar birbirlerine kavuşamazlarsa “ince maraz” denen (verem) hastalığa tutulurlardı.
İstenecek kızın eğer evlenmemiş ablası varsa kız istenmezdi. Zira böyle bir durumda ablası izin vermezse kız evlenemezdi.
Aracılar vasıtasıyla kız evine haber verilir onların uygun olduğu bir günde (akşam vakti) istemeye gidilirdi. Eskiden başlık parası alınırdı. İstemeye gidildiği akşam başlık parası kararlaştırılırdı. Kız babası genelde bu başlık parasını çeyiz için harcardı. Taraflar arasında başlık parası ve takılar konusunda pazarlık yapılırdı. Bu konuşmalardan sonra erkek tarafı söz kesmenin neticelendiğini silah atarak duyururdu.
Söz kesmeden sonra nişan için gün belirlenirdi. Nişan, ailelerin durumuna göre evde veya camide yapılırdı.
Nişanlılık dönemi 1-2 yıl sürebilirdi. Bu daha çok ekonomik yokluktan dolayı uzayan bir süredir.
Düğünden bir hafta önce konu komşu düğüne davet edilirdi.
Geline lazım olan eşyalar hazırlanıp gelin sandığına konur. Gelin tarafının hazırladığı yatak, yorgan, ayna, dolap gibi diğer eşyalar düğünden birkaç gün önce erkek evine gönderilir.
Düğün günü sabahı yemeğin yapımına başlanır. Düğün yemeğinde mutlaka et, pilav, baklava olurdu. Bunun yanında başka yemekler de yapılırdı. Kız evindeki son akşam kına gecesi yapılırdı. Aynı gece erkek evinde “koç akşamı” eğlencesi yapılırdı.
2-3 kişi gelinin hazırlanmasından sorumlu olurdu. Bunlardan birine “yenge” denirdi. Yenge, gelinin refakatçisi, yol göstericisiydi. Gelinin saçları taranır, önde perçem bırakılır diğer kısımlar örülürdü. Saçları gümüş simlerle süslenirdi. Gelinin yanaklarına allık, gözlerine kömür karası sürülürdü. Ayağına hasır çarık veya ayakkabı giyilirdi.
Gelin, atla damat evine giderdi.
Kız evinde erkek tarafı yemeğini yedikten sonra kız tarafı yemek yerdi. Tulum, çalgı ve naralar eşliğinde yola çıkılırdı. Yol boyunca yol kesmeler yaşanırdı.
Evin hayat veya ocak kısmı horon için önceden düzenlenirdi. Kalabalık olduğunda oynamak için kız tarafına öncelik verilirdi. Horon fasılları sabaha dek sürer horoz ötümüyle sona ererdi.
Önceden belirlenmiş olan hoca ve şahitler nezaretinde nikâh kıyılırdı. Nikâhta bulunacakların üzerinde bağlı bir şey olmamasına dikkat edilirdi.
Nikâhın yapılacağı gün ve saat kimseye söylenmezdi. Olası bir bağlamayı önlemek için böyle tedbir alınırdı. (s. 185)

Halk İnanç ve Adetleri
Ev yeri seçilirken düşünülen yere orta büyüklükte bir taş bırakılır 3-5 ay sonra taşın altına bakılır, taşın altında karıncalar toplanmışsa bulunan yerin ev için uğurlu, bereketli olacağına inanılırdı.
Gelin edilecek kızın adına evin bir köşesine değnek dikilir. O yıl evin işleri yolunda ve bolluk içinde giderse niyetlenilen kız gelin edilirdi. Aksi durumda gelin namzedinden vazgeçilirdi.

Namaz dışında ellerin bağlı tutulması uğursuz sayılır.
Salı günü uğursuz sayıldığı için önemli işlere bugün başlanmaz.
Pazartesi ve perşembe günleri uğurlu sayılır. Bu günlerde başlanan işlerin rast gideceğine inanılır.
Cuma günleri ağaç budamak, yaş kesmek iyi sayılmaz.
Sarmaşık ağacı uğursuz sayılır.
Mezarlığı parmakla işaret etmek uğursuz sayılır. İlla işaret edilmesi gerekiyorsa işaret parmağı önce ağza götürülüp ıslatılarak işaret edilir. Aksi halde işaret parmağının çürüyeceğine inanılır.
Kulak çınlaması haber geleceğine işaret eder.
Yıldız kayması, birisinin yıldızı düştü, ödü diye yorumlanır.
Yüzü kızaran kişinin, aleyhinde konuşulduğuna, dedikodusunun yapıldığına inanılır.
Bıçak, makas elden teslim alınmaz. Özellikle gelin-kaynana arasında buna dikkat edilir. Aksi halde aralarının bozulacağına inanılır.
Süpürge ile çocuğa vurulmaz, yoksa büyüyünce hırsız olur.
Üstünden atlama (yatan kişinin üzerinden geçmek) hayırsızlığa, uğursuzluğa yol açar, böyle olmasın diye hareketi geri alması istenir.
Kedinin patilerini yalayıp ateşe bakması o yıl çok fazla kar yağacağına işaret olarak kabul edilir.
Akşam vakti dışarıya su dökmenin cin çarpmasına neden olacağına inanılır.
Kazan dibini kazıyanın düğününde kar yağacağına inanılır.
Boş beşiğin sallanması iyi tutulmaz, bu hareketlerin beşikte yatacak bebeğin karnının ağrımasına sebep olacağına inanılır.
Kulak kaşınması havanın yağacağına işaret olarak kabul edilir.
Gece çalınan ıslığın cin ve perileri çağırdığında inanılır.
Gözde arpacık çıkması o kişinin zengin olacağına işaret sayılır.
Öğlen vakti öten guguk kuşunun sesi iyiye yorulur; “ağzına bal şeker” denir.
Baykuş ötüşü uğursuzluğa, kötü habere işaret sayılır.
Çakalların sesi yağmura işaret sayılır
Horozun vakitsiz ötmesi uğursuzluk sayılır. (s. 186)
Kapı eşiğinde oturmak uğursuzluk sayılır.
Yataktan sağ taraftan kalkmanın uğuruna inanılır (“bu sabah tersinden mi kalktın” sorusu bu inanışa işaret eder) (s. 187)
Göz seğirmesi iyi haber geleceğine işaret sayılır.
İncir yaprağı koparıldığında sapından akan sütün yaraları iyileştirdiğine inanılır.
Baş ağrısına ilaç olarak karamiş veya lahana yaprağı başın etrafına sarılır.
Öldürülen yılan dala asılır, toprak üzerinde bırakılırsa yaralarını iyileştirip canlanacağına inanılır. (s. 188)

Çocuk Oyunları
Çelik Çomak (Met Değenek oyunu)
Beştaş
Üçtaş
Tahta araba
Kiremit oyunu
Dama
El üstüne el
Kurt-çoban oyunu
Kovalamaca
Yüzük
Saklambaç (kuku)
Topaç döndürme
Demir çember
Birdirbir
Çeğtiç (su sıçratıcı)
Ferferiç
Cumbur
Miras (Mile)
Elelem Pelelem (ebe seçme tekerlemesi)
Kale
Sapan
Düğme oyunu
Nişan oyunu
Salıncak (Ceynik)
Kızak
Çim kayağı
Köşe kapmaca
Yumurta dövüştürme
İp atlama
Halat çekme
Tel araba
Uçurtma (s. 196)

El Sanatları
Kendir dokumacılığı
Yün dokumacılığı
İpek böcekçiliği (1950’den itibaren üretimi sona ermiştir.
Çorap örücülüğü
Kıl örücülüğü
Sepet örücülüğü
Tiyeter / Gudel örücülüğü
İskemle örücülüğü
Ahşap çit örücülüğü (Ferağti, Firahti, Ğoberi)

Ağaç İşleri
Betonarmeden önce ev inşaatında ahşap yoğun olarak kullanılırdı. Evin ahşap bölümleri için gereken tahtalar hızarcılar tarafından biçilirdi.
Hartama / Ğarduma: Kiremitten önce, daha çok yayla evlerinin çatısı hartama denen tahtalarla kaplanırdı.
Bavul, tahta araba, takunya/nalın, arı kovanı yine ahşap ustalarının yaptığı işlerdi.

Yemekler
Çolo çorbası: Çolo (kırılmış mısır)
Ekşaşi: Fasulye, buğday unu, armut pekmezi, pirinç, şeker ve tuzla yapılır.
Haşıl papa: Kavut unu (kavrulmuş un, mısır, kabak çekirdeği veya lobyadan elde edilir), su ve tuzla yapılır.
Hopi / Hupi çorbası: Hupi (içiyle birlikte kurutulmuş fasulye), tereyağı, soğan veya pırasa yaprağı ile yapılır.
Düdey: Lahana haşlaması
Termoni: Ballı fasulye, renkli fasulye, buğday unu, armut pekmezi ve şekerle yapılır.

Formulaz
Tunca belediyesi tarafından organize edilmektedir. 2009 yılından bu yana her yıl Ağustos ayında yapılmaktadır.
Arabalar yaklaşık 1600 metrelik parkurda yarışmaktadır.

Tahta Dönme Dolap
Akdere köyünde her yıl düzenlenmektedir. 2013 yılı itibariyle 160.sı düzenlendi. Kurban bayramının 4. gününde düzenlenmektedir.

---
Editör: Şener Yelkenci
Ardeşen Kaymakamlığı
2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder