Kuruluş
Halil İnalcık
Sunuş
Her kitap bir penceredir insanlığın zihninde
Halil İnalcık’ın “Osmanlı Devleti 27 Temmuz 1302’de
kurulmuştur” söylemi…
Önsöz
Selçuklu-Bizans sınırındaki küçük bir uç beyliğinin nasıl
olup da yeniçağların en güçlü imparatorluklarından biri olduğu halen
tarihçileri şaşırtmaktadır.
…birinci bölümde, “devlet” kavramının etimolojik kökeni
İkinci bölüm, dönemin siyasal ve sosyal koşulları
Son bölümde Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu fütürolojik bir
perspektiften yeniden okumamız için
METODOLOJİ: BİLİNMEZLİK MAĞARASININ HARİTASI
Hasan Soygüzel
Kuruluşun Metodolojik ve Kavramsal Tahlili
Prof. Dr. Halil İnalcık, 1993 yılında Girit’te sunduğu
tebliğinden itibaren muhtelif zamanlarda ve değişik yayınlarında Osmanlı
Devleti’nin kuruluş tarihine ilişkin olarak ayrıntılı tespit ve
değerlendirmelerde bulunmuştur.
“Osman Gazı’nin, tüm gazilerin etrafında toplanması ve
dolayısıyla karizmatik bir lider olması bu bölgede kazandığı Bafeus Savaşı’na
bağlıdır. Dolayısıyla, Osman Gazinin Hersek’te kazandığı bu savaş, hanedanlığın
kuruluşunu apaçık gösteren bir zaferdir. Hanedanlığın kuruluşunun kesin tarihim
Yunanlı Pahimeres vermektedir. Bu tarih 21 Temmuz 1302'dir. Bu suretle Osmanlı
Devleti’nin kuruluş tarihini bu olaya bağlı tutarak tespit etmiş bulunuyoruz.
Bunun vuku bulduğu yer de Yalak-ova’dır,”
İbni Haldun, Mukaddime sinde nakil ve söylentilere dayanan
tarihi bilgilere güvenilemeyeceğini, hele çeşitli milletlerin gelişmelerini art
arda sıralayan tarihin hiçbir fayda sağlayamayacağını belirtir. Önemli olan,
nakilden önce bu gelişmenin sırrım kavramak, yani anlamaktır.
İbni Haldun'a göre tarih biliminin biri “soyut” diğeri
“gerçek” olmak üzere iki anlamı vardır.
Tarihin içinde gizlenen “gerçek anlam”a ancak sosyal
olayları inceleyerek, araştırarak ve varlığın sebep-illet ilişkisini bilerek
ulaşılır.
Profesör İnalcık, metodolojik açıdan Annales okulunun
“bütüncül tarih” ve “uzun dönem” (longue duree) kavramlarını benimsemiş olmakla
birlikte, bunların Osmanlı tarihine sağlıklı bir şekilde uygulanmasının ancak
deneysel verilere dayalı açıklamalarla gerçekleşebileceğini savunmuştur.
“Devlet” kelimesi, Arapça “devle” kelimesinden Türkçeye
geçmiştir.
Bu kelimenin asli harfleri “tedavül” kelimesinde de
geçmektedir.
“devlet”, “tedavül eden”, dönen, değişen demektir.
Devlet kelimesinin etimolojik kökenine bakıldığında,
devletin bir iktidar gücü olduğu, elden ele ve nihayetinde en güçlü olana
geçtiği ancak bu geçişin kolaylıkla değil bir savaş sonucunda olduğu
anlaşılmaktadır.
(Hegel) Bizim için tarih, devletle başlar.
(Georg Jellinek) devlet, insan, toprak ve egemenlik
unsurlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bir varlık
Orta Asya Türk Devletleri tarihinde, hükümdarlık, han, hakan
unvanlarıyla anılan bağımsız bir siyasi önderlik için esas şart, Tanrı’nın
bağışı sayılan kut’a sahip olmaktır. Bu, ya kurultayın seçimi sonucu ya da
(çoğu kez) rakiplere karşı kazanılmış bir fiili üstünlük ile belli olur.
Osmanlı Devleti’ni, bugünkü devlet teorileri perspektifinden
bakarak bir “hanedan devleti” olarak nitelemek gerekir.
Osmanlı Hanedanı kesintisiz hüküm sürmüş dünyanın en uzun
ömürlü hanedanıdır.
“millet” kavramı, “halk” kavramından farklı olarak geçmişi
de içine alır.
Halil İnalcık’a göre, “Osman’ın bir hanedan kurucusu
durumuna gelmesi, 1302’de bir Bizans ordusuna karşı zaferi ile ilgilidir.”
Bir imparatorluk ordusuna karşı kazanılan bu zafer, Osman’ı
bölgede karizmatik bir bey durumuna getirmiştir.
TARİH: SADECE TARİHTEN İBARET MİDİR?
Halil İnalcık
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi
Niçin 21 Temmuz 1302?
M. Fuad Köprülü, Paul Wittek ve Friedrich Giese gibi
Osmanlıların kökenleri hakkında araştırma yapan erken dönem tarihçileri,
Osmanlı Devletinin nüfus, kültür ve devlet gelenekleri bakımından Türk-Selçuklu
kökenine dayandığı görüşünü ileri sürdüler.
Anadolu üzerinde Moğol denetiminin genişlemesinin hemen
ardından Anadolu Selçuklu Devleti’nin batı uç bölgesine doğru yoğun bir nüfus
hareketi başlamış ve bu hareket on üçüncü yüzyıl boyunca devam etmiştir.
1291-1330 dönemi gerçekten de Türklerin Ege Denizi’ne doğru
yayılmalarında hayati bir dönemdi.
1075-1086 döneminde İznik (Nicaea), Anadolu Selçuklu
Sultanlığının kurucusu, Selçuklu hükümdarı I. Süleymanşah’ın başkenti olmuştu.
1097’de Batı’dan gelen Haçlılar tarafından kuşatılmasının
sonucunda Bizanslılara kaybedilen İznik, yeniden fethedilene (1331) kadar
Selçukluların sürekli ilgi odağı oldu.
Eskişehir’den 7 km. güneyde hakim bir tepe üzerinde I.
Manuel’in yaptırdığı tahmin edilen güçlü Karacahisar kalesi, Türkmenleri
buradan ileri bırakmayan bir engel oluşturuyordu.
Osman Gazi, ilkin Karacahisar fethiyle (1288) Eskişehir
savunma hattını çökertti. Osman 1299’da yerel tekfurları tamamen bertaraf
ederek Bilecik-İnegöl-Yenişehir bölgesini aldı. 1302’de gelip İznik’i kuşattı
ve Bafeus’ta bir Bizans ordusunu bozdu. Bilecik-Lefke-Mekece-Akhisar-Geyve
fetihleriyle Bizans’ın ikinci savunma hattını ele geçirdi (1299-1304).
Bafeus (Koyunhisarı) Savaşı (27 Temmuz 1302)
En eski Osmanlı rivayetleri, Orhan’ın imamı İshak Fakîh’ten
oğlu Yahşi Fakîh’in aktardığı rivayetlerden ibarettir.
Osman’a sözde rüyasında Tanrısal bir işaretle bildirilmiş,
dönemin kutsal kişisi tarafından yorumlanmış, beline kâfirlere karşı gaza
kılıcı kuşatılmış.
Gaza, onun nesline dünya egemenliğini açacakmış. Bu rüya
motifi birçok hanedan için anlatılır
Karacahisar Fethi üzerine Selçuklu sultanı Osman’ı uç
bölgesinde Sancak Beyliği’ne yükseltmiş. Bunun tarihi olarak 681/1288 verilir.
Karacahisar şehri bir Müslüman şehridir, orada bir cami, bir
hatip ve bir kadı olmalıdır. Ulema, bunun için Selçuk Sultanından izin
alınmasını şart sayarlar. Osman, kendisi bu otoriteye sahip olduğunu söyler,
Bu rivayette söylendiği gibi, Osman’ın bağımsızlık ilânı,
“İstiklâl-i Osmanî” 1299’dur.
Osman’ın ağzından “ben Höd Gökalp oğluyım... Süleymanşâh
dedem” sözleri Yazıcızâde’nin Oğuznamesinden gelmektedir.
Sultanu’l-guzât unvanı
1335’de son İlhanlı sultanı Abû Said Bahadur Han’ın erkek
evlat bırakmadan ölmesinden önce hiçbir Anadolu beyi, Sultânu’l-a’zam unvanını
kullanamazdı.
Orhan, bu dönemde İlhanlı vergi defterlerinde ucat’ta vergi
veren uç beylerinden biri olarak zikredilir. Sultanu’l-Guzât, yani Gaziler
Sultanı unvanı bir kaçamaktan ibarettir. Osman’dan beri gazilik, beyliği
meşrulaştıran ideolojik bir iddia olarak kullanılmıştır.
Osman adına hutbe şüphelidir, sikkesi de yoktur.
OSMANLI DEVLETİ’NE RUH ÜFLEYEN NEFESLER
Özer Ergenç
Osman Gazi’nin Liderliğinin ve Karizmasının Ortaya Çıkışı
Anadolu toprakları üzerinde Bizans’a komşu “uç” dediğimiz
beylikler dönemi, Anadolu'nun siyasal tarihinde “İkinci Tevaif-i Mülûk Dönemi”
diye bilinir. Bu beyliklerin tümü Bizans’a karşı “gazâ” politikası izledikleri
için “gazi beylikler” diye adlandırılmışlardır.
Elimizde ilk el, yani birinci ağızdan yazılmış bir metin
yoktur. Yani, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına ilişkin bilgiler sunan
kronikler, daha sonraki yıllarda düzenlenmişlerdir.
Yahşi Fakih’in anlattıkları muhtemelen babasından
gelmektedir.
Osman, Anadolu’ya gelen bir Türkmen boyuna mensuptur.
Osman, Söğüt ve çevresine yerleşmiş bu boyun beylerinden
Ertuğrul’un oğludur.
(İnalcık) Osman’ın 1257’de doğmuş olabileceğini ve 1324’te
öldüğünü söylemektedir. Hicri yıl hesabıyla 69 yaşında öldüğünü, 27 yıl beylik
yaptığını açıklamaktadır.
Fuat Köprülü bu dönemde, Anadolu’da toplumu örgütleyen şu
gruplar üzerinde bilgi verir: Gaziyan-ı Rum, Ahiyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum,
Bacıyan-ı Rum ve hinterlanttan gelen fakılar. İşte bu grupları uyumla
birleştirebilmesi Osman Gazi’yi liderlik koltuğuna oturtmuştur.
Osman Gazi’nin kuruluş yıllarında ittifak ettiği ve
egemenliğinin pekişmesinde, devletin bütün kurumlarıyla oluşmasında
yararlandığı abdallar, ahiler ve fakihler, farklı geleneklerden gelen ve daha
önceleri merkezi otorite ile gerilimli ilişkiler içine giren gruplardı. Osman
Gazi, bu gruplarla mutabakat sağlamış ve aralarında belli bir ahenk kurmayı
başarmıştır. Onun liderliğini, buradaki başarısında aramak gerekir.
BİR SAVAŞ BİR DOĞUŞ
Yusuf Oğuzoğlu
Yalak-Ova Savaşı ya da Osmanlı Hanedanı’nın Doğuşu
Ertuğrul Gazi ile oğlu Osman Gazi’nin Selçuklu Sultanı ile
hep iyi ilişki içinde kaldıkları dikkati çekmektedir.
Sultan II. Alaeddin Keykubad’ın idam edilmesi (1302)
Selçuklu Devleti’ni çökertmiş, Anadolu’yu Moğol valileri yönetmeye başlamıştı.
YARINKİ TÜRKİYE’NİN OSMAN BEY’DEN ÖĞRENECEKLERİ
Yakup Bilgin Koçal
Kuruluşu Yeniden Düşünmek
Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla ilgili en temel soru, ondan
daha büyük çapta beylikler olmasına rağmen Osmanlı Beyliğinin Selçuklu’nun
mirasını devralarak neden ve nasıl büyük bir küresel güç haline geldiğidir?
Osman Bey 27 Temmuz 1302 tarihinde gerçekleşen Bafeus
Zaferi’yle sadece “karizmatik” bir galibiyet kazanmış olmuyor; aksine ekonomik,
sosyal ve siyasi olarak İpek Yolu’nun önemli bir kavşak noktası olan Hersek
bölgesinde ele geçirdiği “İpek Yolu” bağlantısıyla bir devletin ekonomik,
sosyal ve siyasal gereklerini meydana getirmiş oluyordu.
Hiçbir uygarlıkta, kent yaşamı, ticaret ve sanayiden
bağımsız olarak gelişmemiştir.
HALİL İNALCIK HOCA’NIN OSMAN BEG BAŞLIKLI MAKALESİ
Halil İnalcık
Osmanlı Beyliği'nin Kurucusu Osman Beg
Osmanlı Beyliği’nin ve hanedanın kurucusu Fahrüddîn Osman
Beg ölümünde (1324) beylik, Eskişehir ile Bursa ovası arasındaki toprakları
içeriyor ve beylik kuvvetleri Bizans’a ait Bitinya’nın iki önemli merkezi İznik
ve Bursa’yı abluka altında tutuyordu.
Osman’ın babası Ertuğrul’a bağlı aşiretin bu uç bölgesine
nasıl, ne zaman geldiği hakkındaki rivayet belirsiz ve yanlış hatıralar içerir.
Öyle görünüyor ki, Ankara-Eskişehir uç’undan hareket eden
Ertuğrul'a en ileri hatta, Sögüd’de yurdluk, Domaniç (Domalic)’te yaylak
verildi. Ertuğrul’un halkı, Sögüd’de yerleşmiş olmakla beraber, sürüleri
Domaniç’e göç yapıyordu.
Moğol Kay’lar ile Oğuzlardan Kayıg (Kayı) Türklerini aynı
etnik gruba sokma deneyimi haklı bir tenkitle karşılanmıştır.
Paul Wittek (“Deux Chapitres”), Osmanlı hanedanının Kayı
aşiretile ilgisi olmadığı tezini savunur.
XV. yüzyılda hanedan, Kayı menşei teorisini benimsemiş, bazı
paralar ve silâhlar üzerine kayı damgası vurulmuş, bu da tarihçileri
yanıltmıştır.
1380’lerde küçümseme amacıyla Kadı Burhâneddin (Bazm u Razm)
Osman’ın bir kayıkçı oğlu (Kayıg boyu kelimesinden) olduğunu söylemişti. Timur,
Yıldırım Bayezid’e bir mektubunda Osmanlı sultanına, bir Kayıkçı Türkmen
soyundan gelmişsin diye, hakaret etmek istemiştir. Osmanlı hanedanın soyu
meselesi, Timur’dan sonra oğlu Şahruh zamanında bir diplomatik tartışma konusu
olmuştur.
Özetlersek:
I. Şükrullah, Aşıkpaşazade ve Bayatı, Ertuğrul’un babası
olarak Süleyrnanşâh’ı gösterirler (Anadolu Selçuk sultanlarının vârisi olma
iddiası, Karamanoğullarına karşı).
II. Yazıcızâde de Ertuğrul'un babası Gökalp’tır.
III. Bağımsız bir kaynağı kullanan Düstûrnâme’de farklı bir
soykütüğü buluyoruz: Ertuğrul’un babası Gündüz Alp, onun babası Şahmelik, onun
babası Mir Süleyman Alp’tir. Mir Süleyman Alp, ötekilerde Süleymanşâh olmuştur.
Bu soykütüğü ötekilere bakarak, daha güvenilir görünmektedir.
Gaza, Dârül’l-lslâm’ın (Türkçe: illik) egemenlik alanının
genişlemesini amaçlar zor altında İslâmlaşmış olanları Osmanlı idaresi gerçek
Müslüman saymamış, onları sahariyan yahut ahriyan adı altında müslümanlardan
farklı bir statü altına koymuştur.
Başlangıçta alplar, Osman Gâzî ile birer yoldaş olarak
seferler yapmakta idiler. Öyle
anlaşılıyor ki, Osman Gâzî önemli başarılar kazanıp sivrilince, uç’larda
alplar, onun komutası altına girdiler.
Garîbnâme’ye göre, alp adını almak isteyen kişi için şu 9
nesne gereklidir: İlk koşulu “muhkem yürek”, cesaret sahibi olmaktır, “yağı
görüp sinmiya.”
İkincisi, Alp’in kolunda kuvvet olmalı (fiziksel güç).
Herkes onun gücünü görür ve sayar.
Üçüncüsü, alp gayret ve hamiyet sahibi olmalıdır.
Dördüncü koşul, bir “bayık” at sahibi olmalıdır.
Osmanlılarda sipahilik, soyluluk koşuludur. Osmanlılar,
Balkanlarda Hristiyan süvari askerini soylu sayıp timar vermiş, fakat yaya
askeri (voynuklar) reaya saymışlardır. Gayrimüslim reayaya ata binme yasağı
vardı.
Beşinci koşul, alpın kendisi zırhlı olmaktır.
Alplık, zırhla belli olur.
Osmanlılarda, timarlı sipahi, daima cebelü, yani zırhlı sipahidir.
Altıncı ve yedinci koşullar, alpın silâhları, yani ok
yaydır.
Sekizinci koşul “kılıç ve sügü” sahibi olmaktır. Ok, yaya
askerin silâhıdır.
Kılıç, alpın en değerli malıdır, onun “altını ve incisidir.”
Âşık Paşa, bundan sonra dinde alp-eren olmanın dokuz
koşulunu özetler. Bu koşullar; velâyet, riyâzet, kifâyet (nefsini basmak), ışk
(nefsini dünya ilgilerinden kurtarıp bağımsız olma), tevekkül, Şerîat bilgisi,
ilin, himmet (başkasına özveriyle yardım etme), doğru yâr (eshâb, arkadaş;
dervişler) edinme.
Anda, yani and içmekle önderle nöker arasında ölünceye kadar
süren bir bağlılık kurulmuş olurdu. Âşık Paşa anda'nın kılıç üzerine
yapıldığına işaret eder.
Osman Gâzî döneminde nökerlik/yoldaşlık, egemen bir kurum
olarak görünmektedir.
Osman bir bölgeyi ele geçirdikten sonra bu ülkeyi nasıl
örgütleyeceğini, dînî kuralları fakılardan sormaktadır. Fakılar, İslâm
hukukunu, İslâm kurulularını bilen insanlar olarak gâzî önderi yönlendirici
bilgiler sağlamakta, daha aşağı düzeyde şehir ve köylerde imamet
hizmetindedirler.
Osman döneminde bu fakıların en meşhuru Tursun Fakîh’tir.
İleri gelen fakılar, Sünnî İslâm hukukunu bilen insanlar
olarak idarede önemli rol oynamışlardır.
Osman yine bu zamanda, belli başlı alp yoldaşlarına beyliğin
belli kısımlarını “timar” (?), daha doğrusu “il-yurdluk” tayin etmiş. Tüm bu
tasarruflar, beyliği Han sıfatıyla Türk devlet geleneğine göre
teşkilâtlandırdığını anlatmaktadır. Bu teşkilât, Osman’ın beylik yapısının
esasları olmuştur. Genelde, Osmanlılar bir yeri feth edince üç şeyi derhal
yerine getirirlerdi: bir kadı, bir sübaşı (sübaşı-askerî kumandan) atanır,
pazaryeri tayin edilirdi.
…son Selçuk sultanı III. Alâeddin, 1308’de ölmüştür. Tüm
Anadolu beyemîr-hanları, 1335’de İran’da Abu-Sa‘îd Han’ın ölümü üzerine Cengiz
soyundan İlhanlar kalmayınca, ancak o zaman sultanlıklarım ilân edip hutbe ve
sikke sâhibi olmuşlardır.
Gâzîleri etrafına toplayabilmenin tek yolu, gazâ-ganimet
seferlerini örgütlemektir.
…
Hayy kitap, 2. Baskı, Ağustos 2010, İstanbul
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder