Bir Yazarın Penceresinden Savaş Balkan Savaşları ve Ömer Seyfettin
Osman Doğramacı, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018
…savaşı konu alan ilk edebi eser antik çağdan Homeros’un ‘İliada’ adlı
eseridir.
Süleyman Nazif (…) savaşın sadece milyonlarca insanımızı ve
şehirlerimizi yok etmediğini aynı zamanda bizden gençliğimizi, edebiyatımızı,
ahlakımızı ve maneviyatımızı da alıp götürdüğünü ileri sürer (s. 9).
İkinci Bölüm
Ömer Seyfettin, Balkanlar, Savaş ve Edebiyatı
Ömer Seyfettin 11 Mart 1884 yılında Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğdu.
Babası aslen Kafkas Türklerinden Binbaşı Ömer Şevki Bey'dir.
Annesi Ankaralı Topçu Kaymakamı (yarbay) Mehmed Bey'in kızı Fatma Hanım’dır. Ömer Seyfettin, ikisi küçük yaşlarda vefat eden dört çocuklu
bir ailenin çocuğudur.
4 yaşında iken Gönen’de Reşid Efendinin Mahalle mektebinde
başlamıştır.
…önce İnebolu’ya daha sonra oradan da Ayancık’a taşınır.
(Annesi) Ömer Seyfettin’i alıp İstanbul’a gelmiştir
Dedesinin Kocamustafapaşa'daki konağına yerleşen Ömer,
Yusufpaşa'daki Özel
Mekteb-i Osmânî'ye kaydedilir.
1893 yılında babası Ömer Şevki Bey oğlunun subay olmasını
istediğinden oğlunu Eyüp Baytar Rüştiyesine yazdırır.
1896'da Kuleli Askeri İdadisi'ne yazılan Ömer Seyfettin daha
sonra Edirne Askerî İdadîsi'ne naklolarak eğitimine arkadaşı Enis Avni (Aka
Gündüz) ile birlikte burada devam etmiştir.
1900'de idâdîden mezun olarak İstanbul'da Mekteb-i Harbiye-i
Şâhâne'ye (Kara Harb Okulu) başlamıştır. 1903 yılında Makedonya’nın karışması üzerine, 1310’lular “Sınıf-ı Müstacele” sayılarak sınavsız mezun
olmuştur. Bu arada Harbiye’yi bitiren Ömer
Seyfettin 22 Ağustos 1903’te
Piyade Asteğmeni rütbesiyle kura çeker ve merkezi Selanik’te bulunan III.
Ordunun İzmir Redif Fırkasına atanır. Bir süre sonra da Kuşadası'ndaki Redif
Taburu'na nakl olunur.
1906'da İzmir Jandarma Okulu'na öğretmen olarak atandı.
İzmir onun için yazarlıkta bir olgunlaşma yeri olmuştur.
Meşrutiyetin ilânı (23 Temmuz 1908) üzerine III. Ordunun
Selanik’teki nizamiye taburlarına nakledilir.
Hareket Ordusu ile beraber 17 Nisan 1909’da Rumeli’den İstanbul’a gelmiştir.
1911’de tazminatı Ziya Gökalp’in aracılığı ile ödendikten sonra ordudan ayrılır.
Ordudan ayrılan ve Selanik’e yerleşen Ömer Seyfettin yazı faaliyetlerine ağırlık verir.
14 Ekim 1912 tarihinde yeniden orduya çağrılır. Garp ordusu
39. Alay 3. Taburunda Sırp ve Yunan cephelerinde savaşırken 20 Ocak 1913'te
Yanya Savunması esnasında Yunanlılara esir düşer. Ömer Seyfettin 10 ay kadar
süren esaretin ardından 28 Kasım 1913 yılında serbest bırakılır.
1914 yılında Kabataş Sultanisinde öğretmenliğe başlayan Ömer
Seyfettin bu görevini ölümüne kadar sürdürmüştür.
1915'te İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden
Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Calibe Hanım'la evlenir.
…evliliği 6 Aralık 1916'da Fâhire Güner adında bir kızları
dünyaya gelmesine rağmen uzun sürmez. 5 Eylül 1918’de Calibe hanımdan boşanan Ömer Seyfettin,
ölünceye kadar acı, ıstırap, yalnızlık ve hastalıklarla boğuşarak yaşamıştır.
1917'den ölüm tarihi olan 6 Mart 1920'ye kadar geçen dönemde
10 kitap ve 125 de hikâye yazmıştır.
4 Mart 1920’de hastaneye yatırıldı. 6 Mart 1920'de hayata
gözlerini yumdu. Daha önce teşhis edilememiş olmakla beraber, yapılan otopsi
sonucunda hastalığının "şeker" olduğu anlaşılmıştır. Naaşı önce
Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı'na defnedilmişti. 23 Ağustos 1939 yılında
ise buradan yol geçeceği veya araba garajı yapılacağı gerekçesiyle mezarı
Zincirlikuyu Mezarlığı'na nakledildi.
Nakarat
Bulgar kızına aşık bir Türk zabit, kızın “Naş, naş, Çarigrad
naş…” nakaratlı şarkısını, kendisine söylenen aşk nağmeleri olduğunu sanar.
Hâlbuki Bulgar kızın sözleri; Bizim olacak, bizim olacak, İstanbul
bizim olacak…” anlamındadır.
Primo Türk Çocuğu (1-2)
Ömer Seyfettin bu hikâyesinde Batının Doğu, Osmanlı ve
Türkler karşısındaki ikiyüzlü tavrını, asker zabit ve vatandaşlarda yok olmuş
olan vatan, millet anlayışını, toplumun yozlaşmasını, Trablugarp ve Balkan
Savaşları esnasındaki Selanik üzerinden tasvir eder (s. 29).
Selanik’te mukim Kenan Bey
…kendini aydın ve hümanist Avrupa değerlerinin savunucusu
olarak görür…
…bir İtalyan kızıyla izdivaç etmiştir.
Balkan kavimlerinin ayrılıkçı tavır ve politikalarına tanık
olunca millî benliğini hatırlayıp “kendi kültürüne dönmeye” karar verir.
Tanzimat Fermanı / “Tahribat Fermanı”
Kimlik bilincini yeniden kazanan Kemal bey ve oğlu Primo’ya
Oğuz ismini verir.
Beyaz Lale
Serez şehrinin Bulgarlar tarafından işgali esnasında
Türklerin yaşadığı işkence, tecavüz ve soykırımlar anlatılmaktadır.
Hikâyenin esas üzerinde durduğu husus Bulgar binbaşı sadist
ve cani Radko’nun şehrin en güzel
kızı Lale üzerinden
tüm bir Türklüğü aşağılama
çabasıdır.
Mehdi
…tren kompartımanında bir araya gelmiş beş Türk’ün, içerisinde bulundukları
durumdan kurtuluşun yolları ve bir kurtarıcının gelip gelmeyeceği konusu
üzerine yaptıkları sohbet ve kompartımanda yaşadıkları üzerinde durulmaktadır.
Hikâye (…) kaybeden Türklerin, gökyüzünden bir kurtarıcı
bekler hale gelmeleri üzerinden bir milletin tükenmişliğini de gözler önüne
sermektedir.
Hürriyet Bayrakları
Meşrutiyetin ikinci defa ilanı tüm Osmanlıda Hürriyet
Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Bu bayramın yapmacık bir bayram olduğu, (…) Osmanlı’ya bağlı oldukları
sanılan Bulgarların Türklere karşı
soğuk ve olumsuz tavırları ön
plana çıkarılarak ispatlanmaya çalışılır.
Bomba
Hikâyede, Bulgar komitacılar tarafından rahatsız edilen ve
bu nedenle bütün mallarını satarak göç etme kararı alan Bulgar çiftin köyden
ayrılmak istedikleri gece başlarına gelen olaylar anlatılır.
Hikâye, bölgedeki kaosun, otorite boşluğunun ve slavların
dahi güvenlik hususunda garanti altında olmadıkları üzerinde durur.
Tuhaf Bir Zulüm / Taassup
Balkan topraklarında yıllarca idarecilik yapmış olan
Gospodin Kepazef isimli Bulgar karakterin yönettiği topraklardaki demografik
yapıyı nasıl değiştirdiği üzerinde durur.
Türklerin iyi niyetlilik, yardımseverlik ve diğerkâmlık gibi
hasletleri hikâyenin bir yerinde ön plana çıkarılmakta, ancak Türklerin bu
yönlerinin bir tür saflık olduğu ve ülkenin kurtuluşuna bir katkısı olmadığı
algısı da verilmek isteniyor.
Ömer Seyfettin, Balkanlardaki Türk varlığının silinmesini
Türklük bilincinin gelişmemesine ve ümmetçi zihniyetin sebep olduğu koyu
taassuba bağlamıştır.
Balkan savaşları, Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki son kırılma noktasıdır.
Bir geçiş noktası olarak Balkanlar, Asya ve Avrupa’nın en
stratejik coğrafi alanlarından biridir. Bu yönüyle tarih boyunca farklı devletlere,
kültürlere ve etnik farklılıklara ev sahipliği yapmış bir mekândır.
Balkan savaşlarına giden sürecin en önemli sebebi 93
harbinde karşı karşıya kalınan bozgun ve dolayısıyla Devletin tüm otoritesini
bölgede kaybetmeye başlamasıdır.
1878’den sonra bütün Balkan Devletleri Berlin
kararlarını yıkmak ve ulusal birliklerini gerçekleştirmek için çabalamaya
başladılar.
Balkan savaşları öncesi ciddi diplomatik basiretsizlikler ve
istihbari körlüklerin ortaya çıktığı görülmektedir. Sırplara Selanik limanından
silah sevkiyatına izin verilmesi ve Balkan savaşları başlamadan hemen önce 30
Eylül 1912’de Osmanlı
Devleti'nin Rumeli'deki 120 tabur talimli askerin terhis edilmesi ilginçtir.
(1912) Seferberlikten önce Trakya ve Makedonya’daki askeri
kuvvetimiz düşmanlarımızın iki katıydı. Seferberlikte doğal olarak
üstünlüğümüzü koruyacaktık. Oysa düşmanlara aldanılarak, yaklaşık 70 bin asker
terhis edildi. Böylece barışta düşmanlarımıza karşı mevcut olan üstünlüğümüzü
kaybettik. Bulgaristan ise bu sırada manevra bahanesiyle Ordusunu takviye
ediyordu…
Balkan devletleri 13 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne bir nota verdiler.
Osmanlı Devleti 18 Ekim
1912’de Balkan devletlerine karşı savaşacağını ilan etti. Böylece Doğu ve Batı
Trakya ile Makedonya ve Arnavutluk’da savaş başladı.
Balkanlarda Osmanlı kuvvetlerinin yenilmesi üzerine 30 Mayıs
1913’te Londra Antlaşması imzalandı.
Harbin başlangıcında Ömer Seyfettin böyle bir savaşın
olacağına ihtimal vermiyor. Nitekim; 27 Eylül 1328-Selanik (10 Ekim 1912),
tarihli günlüğünde savaş hakkındaki düşüncelerini “Ben hala ümit etmiyorum.
Niçin harp olacak. Balkan hükümetlerinin istediklerini verdikten sonra harbe ne
hacet? Buna aklım ermiyor.” şeklinde ifade ediyor (s. 53).
8 Kasım 1912 (26 Teşrinievvel):
“Dün dehşetli bir muharebe oldu. Biz fena halde mağlup ve
münhezim olduk. Bizim tabur ric’ati temin ediyordu. Çok telefat verdik.
Gece Manastır’a döküldük. Fakat garb ordusu kumandanı bizi şehrin içine
sokmadı. Şehrin dışarısında serseriyane dolaşıyoruz. Kuşbaşı kar yağıyor. Ayakları
donan neferler haykırıyorlar. Yaralılar arabaların üstünde, yerlerde, karların
ve çamurların içinde kıvranarak, inleyerek can veriyorlar. Bu hal sefaletin
şüphesiz son derecesidir. Fakat Garp Ordusu kumandanı bizi zayi etmeye, bire
kadar mahv veya esir olmamıza karar vermiş.”
Birinci Balkan Savaşı’nın sonucundan memnun olmayan Balkan devletleri arasında
ayrılıklar ortaya çıktı. 28 Haziran 1913’te Bulgaristan, Sırp ve Yunanlılara
saldırdı. Romanya, Bulgaristan’a 11 Temmuz’da savaş ilan etti.
23 Temmuz’da Enver Bey’in komutasındaki ordu ile Edirne’ye
girdi.
Balkanlar Osmanlı devletinin tüm kurumsal yapılarıyla bir
devlet kimliğinin inşa edildiği topraklardır.
Balkanlardan göç manzaraları Ömer Seyfettin’in birçok
hikâyesinde gözler önüne serilir.
Cemal Paşa anılarında, Balkan Harbi sonunda Sırp, Yunan ve
Bulgarlar tarafından çoğu kadın ve çocuk olmak üzere katledilenlerin sayısının
500.000 civarı olduğunu belirtmektedir.
Osmanlı Devlet düşüncesinin temel esası devletin
devamlılığının sağlanmasıdır.
Balkan Savaşı’ndan sonra Türkçülük fikrinin siyasî bir hüviyet kazandığı
ve siyasî bir ideolojiye dönüştüğü görülür.
Ömer Seyfettin’e göre Millet olabilmenin iki şartı vardır:
Birincisi ortak dili konuşmak ve ikincisi ortak dine inanmaktır.
Ömer Seyfettin’deki milliyetçilik anlayışı Osmanlı siyasi
yapısındaki ümmetçilik anlayışına karşı geliştirilmiş o günün siyasi ve sosyal
olaylarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Milliyetçilik ile beraber toplumlar ve devletler
güçsüzleştirilmiş ve sürekli bu yumuşak noktadan müdahalelerle bütün gücünü
birbirine karşı savunmaya harcayan ulus devletler inşa edilmiştir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder