II. Meşrutiyet Döneminin siyasî ve sosyal ortamında Ömer Seyfeddin'in Efruz Bey adlı eserinin incelenmesi
Ömür Akyüzlü, Yüksek Lisans Tezi,
Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013
Bu tezde, Ömer Seyfeddin’in Efruz
Bey adlı eserinin dönemin siyasî ve sosyal meseleleriyle örtüşen yanlarının
incelenmesi amaçlanmıştır.
Yazarın Efruz Bey adlı eseri, II.
Meşrutiyet’in karışık siyasî ve sosyal ortamında ortaya çıkan yarı aydın
tipinin bir parodisidir. Toplumun ihtiyaçlarını daima kişisel çıkarların
üstünde tutan Ömer Seyfeddin, istibdadın ardından “özgür”leşen ortamda, “aydın”
kimliğine tutunarak mevki ve şöhret sahibi olmaya çalışan, kişisel çıkarlarını
öne çıkarmak gayretinde olan kimseleri Efruz Bey tipi ile görünür hâle getirmiş
ve alaycı bir dille eleştirmiştir.
TARİH, TOPLUM VE EDEBİYAT
İLİŞKİSİ
(Sanat, edebiyat, edebiyat
sosyolojisi ve sair konular)
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNİN GENEL
ÖZELLİKLERİ
II. Meşrutiyet dönemi, 23 Temmuz
1908’de, bir grup İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubunun Makedonya’da istibdada
karşı harekete geçmeleri üzerine II. Abdülhamit’in meşrutiyeti yeniden ilân
etmesiyle başlar.
31 Mart Olayının ardından 21
Ağustos 1909 yılında yapılan anayasal düzenlemeler… neticesinde; Meclis-i
Mebûsan’ın yetkileri genişletilmek suretiyle yasama organının payı, yürütmeye
oranla arttırılmış, sansür ve sürgün kaldırılmış, toplanma ve dernek kurma hak
ve hürriyetleri güvence altına alınmıştır.
Dönemin fikrî yapısı: Batıcılık,
Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük gibi dört ana akımın yanı sıra Sosyalizm ve
Meslek-i İçtimaî de bu fikir akımları arasında sıralanabilir.
Söz konusu fikir akımları arasında,
ilk ortaya atılan ve ömrünü en önce tamamlayan Osmanlıcılık olmuştur.
…bu düşünce; farklı etnik
unsurların milliyetçilik bilincine sarılarak, yabancı devletlerin de yardımıyla
ayrılıkçı hareketlerini başlattıkları Balkan Savaşları’nın ardından, büyük
oranda terk edilmiştir.
İslâmcılık, II. Abdülhamit’in de
saltanatı süresince desteklediği, dönemin geniş kitlelerce savunulan
akımlarındandır.
Tanzimat döneminde araştırılmaya
başlayan Türk kimliği, siyasî arenada Balkan Savaşları sırasında etkin hâle
gelmiştir.
Meslek-i İçtimaî olarak
adlandırılan görüşün başlıca temsilcisi Prens Sabahaddin’dir. Ona göre,
devletin bekâsını sağlayacak olan, kamucu toplum yapısından bireyci toplum
yapısına geçilmesidir.
II. Meşrutiyet dönemi aydınlarının
ortak paydası, II. Abdülhamit aleyhtarlığıdır.
Tanzimat’ın bürokrat-aydınlarını
arttırmak arzusu ile öğrenim için Batılı devletlere gönderdiği öğrenciler ve
1821 senesinde Dışişleri Bakanlığı’na bağlı olarak açılan Tercüme Odası’ndan
yetişen gençler, zamanla Tanzimat paşalarına karşı bir grubu, Yeni Osmanlılar’ı
oluştururlar.
ROMAN ÇÖZÜMLEMESİ: EFRUZ BEY’DE
II. MEŞRUTİYET’İN İZLERİ
Ömer Seyfeddin’in, 1919 yılında
Vakit gazetesinde tefrika edilmeye başlanan eseri Efruz Bey, II. Meşrutiyet’in
ilânıyla yaşanan gelişmeler ekseninde sunulan hikâyelerden oluşur.
Efruz Bey, yeni ilân edilen II.
Meşrutiyet’in “özgür” ortamında, kendine bir yer edinmek gayretindedir. Bu
amaçla, bütün hikâyelerde değişik fikirlerin temsilciliğine soyunur (s. 28).
…ilânda, eserin Hürriyete Lâyık Bir
Kahraman, Asiller Kulübü, Bilgi Bucağında, Açık Hava Mektebi ve Beyaz Serçe
başlıklı beş bölümden oluşacağı duyurulmuştur. Tefrika edilen ilk hikâye
Hürriyete Lâyık Bir Kahraman’dır; onu takip edeceği söylenen diğer hikâyeler,
“bazı sebeplerden dolayı” ertelenmiş; Beyaz Serçe dışındaki hikâyeler ancak
yazarın vefatından altı yıl sonra, bazıları Vakit gazetesinde, bazıları ise
Resimli Ay (Sevimli Ay) dergisinde basılabilmiştir.
Gayet Büyük Bir Adam, kahramanının
büyük oranda Efruz Bey'i hatırlatıyor olması sebebiyle, Efruz Bey romanının
hazırlayıcısı olarak görülmüş; onun devamı kabul edilen Şîmeler hikâyesi de bu
ilişki dolayısıyla romanın kapsamında değerlendirilmiş ve incelenen hikâyelere
dâhil edilmiştir.
Gayet Büyük Bir Adam
II. Meşrutiyet’in ilânı haberiyle
coşkuya kapılan embriyoloji mütehassısı bir adamın aklından geçenleri anlattığı
bir hikâyedir.
Hürriyet ilân edildiği sırada
İzmir’de bulunan kahraman “genç payitahta” hizmeti ancak orada mümkün olacağı
bahanesiyle İstanbul’a gitmesi konusunda, arkadaşları tarafından
tembihlenmektedir.
Bir çorba içtikten sonra parası
olmadığını fark eder.
…yeleğini rehin bırakarak oradan
ayrılır.
Son sahnede kahraman, yeni siyasî
durumdan kendine bir çıkar sağlamak, şöhret sahibi olmak maksadıyla İstanbul’a
gitme niyetini netleştirmiş bir şekilde okuyucu karşısına çıkar.
Tahir Alangu, Efruz Bey serisinin
hazırlayıcısı olan bu hikâyede, embriyoloji mütehassısı kahramanın kimliğinde,
dönemin doktor ve feylesofu olmakla anılan Rıza Tevfik’in eleştirisinin
yapıldığını ifade eder.
Gayet Büyük Bir Adam’ın bu ilk
bölümünün altına “mabadı var” notu düşülmüş olmakla beraber, hikâyenin devamı
gelmemiş; ancak ertesi hafta başka bir gazetede yayımlanan Şîmeler hikâyesi,
kahramanın benzerliğinden dolayı bu hikâyenin devamı olarak görülmüştür.
Şîmeler
İlk defa 1914 yılında Yirminci
Asırda Zekâ adlı mecmuada tefrika edilen hikâyenin, imzasız yayımlanmasına ve
yayımını müjdeleyen ilânda da isim belirtilmemesine rağmen, Gayet Büyük Bir
Adam hikâyesiyle ilişkisinden dolayı, Ömer Seyfeddin’e ait olduğu ortaya
çıkarılmıştır.
Herkesin kendisine hayran olduğu bu
adam, “millî ve dinî mefkûreler”den bahsedilmesine tahammül edememektedir.
Hikâyede isimleri geçen Boşo ve
Kozmidi Efendiler, Meclis’te öne çıkan Rum mebuslardır.
Ömer Seyfeddin’in bu hikâyede
eleştirisini yaptığı esas konu, Celâl Nuri’nin İctihad mecmuasında yayımladığı
“Şîme-i Husûmet” başlıklı makalesiyle başlattığı, Abdullah Cevdet’in “Şîme-i
Muhabbet” makalesiyle alevlenen, Avrupa’ya karşı takınılması gereken tutum ve
beslenilmesi icap eden hisler hususundaki tartışmadır.
Hürriyete Lâyık Bir Kahraman
Efruz Bey karakterinin nasıl ortaya
çıktığını anlatan ilk hikâyedir. 1919 yılında Vakit gazetesinde tefrika
edilmiştir.
Hürriyete Lâyık Bir Kahraman adlı
bu hikâyede, II. Meşrutiyet’in ilânı haberiyle galeyana gelen Ahmet Bey’in,
kendini Meşrutiyet’in müsebbibi olarak tanıtması ile birlikte yaşananlar konu
edilir.
Hakkında kimsenin net bir bilgiye
sahip olmadığı Ahmet Bey’e, dış görünüşüne göre muamele edilir.
Hikâye, Ahmet Bey’in, Kalem’deki
kâtiplere imalı bir şekilde hürriyetin ilânını duyup duymadıklarını sormasıyla
açılır.
Ahmet Bey, Kanun-ı Esâsî’nin,
bizzat hürriyetin kendisi demek olduğunu anlatmaya çalışır.
O geceye kadar “Mâbeyn’e mensup
geçinen” Ahmet Bey de artık halis bir hürriyet taraftarıdır.
…avazı çıktığınca “Yaşasın
hürriyet!” diye bağırır
Bâbıâli’nin her yanına koşarak
hürriyet feryadına devam eder.
Bâbıâli’de yaşanan bu hadise, kısa
zamanda Beyoğlu’na kadar yayılır.
Kendisinin kim olduğunu soranlara
ise Jön Türklerin “reisi” olduğu yalanını söyler.
Ahmet Bey’in hikâyesinde, nihayet
Yıldız Sarayı bölümüne gelinmiştir.
…iki dakika içinde yirmi üç tane
nöbetçi neferini” zehirli hançerle öldürüp “nihayet müstebidin yanına
giriverince (...) tabancasını alnına dayayıp sakalından tut[unca]” müstebit, ne
isterse yapacağını, yalnız canına kıymamasını haykırmış; bunun üzerine Ahmet
Bey hürriyet talebini dile getirmiştir.
…o gece İstanbul’da Ahmet Bey’in
hikâyesini duymayan kalmamıştır.
Rus sefaretinin önüne geldiğinde,
Ahmet Bey arabayı durdurur. “Dünyanın en büyük hürriyetperveri olan Çar’ın
hükümeti”ni selamlar.
Alay, kalabalıktan ilerleyemez hâle
gelmiştir.
…mektepliler, böyle bir kahramanın
ayağının toprağa basmaya lâyık olmadığı düşüncesiyle herkesin başına basarak
kalabalığın üstünde yürümesini teklif ederler. Denileni yapan Ahmet Bey, düşe
kalka evine gelmeyi başarır.
Kapıya ulaşmakta zorlanan Ahmet
Bey, sinemadaki aktörler gibi eve pencereden girerek çevredekiler için bir
cesaret timsali olmaya karar verir.
…kendisine bir isim düşünmeye
başlar.
“efruz” kelimesine tesadüf eder.
Efruz Bey'in konuşması uzayıp
gider; evlilik, aile, hukuk gibi pek çok müessesenin “birtakım bâtıl, câhilâne
münasebetsizlikler” olduklarına kadar varır.
Efruz Bey'in süratle tevkif edilip
yeniden asayişin sağlanmasına karar verilmiştir.
Ertesi günü, Efruz Bey,
maiyetindekilerce Kulübe götürülür. Burada kendisini kimsenin karşılamamasına
şaşırır.
Bu hapislik kısa sürer. Çıktığında,
kendisine delicesine tapan kitle tarafından çoktan unutulduğunu görür. O da
zamanla yaşadıklarını unutur.
Asilzâdeler
Asilzâdeler adlı hikâye, ilk defa, Ömer
Seyfeddin'in ölümünden altı yıl sonra, Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir.
Hikâye, dört eski arkadaşıyla bir
araya gelen Efruz Bey'in, hepsinin müşterek hasletlerinden olan “asalet”
etrafında birleşerek bir Asiller Kulübü kurmaya karar vermesiyle gelişen
olayları konu edinir.
…soyları ortaya dökülüp asaletleri
tasdik olunduktan sonra vaktin geç olması sebebiyle dağılmadan evvel, “Asiller
Circlesi” nâmıyla bir de kulüp kurmaya karar verirler.
Efruz Bey’in kendisine seçtiği
unvan, “prens”tir; ancak hangi aileden gelen bir prens olduğunu bilememektedir.
Türklerin tarihi henüz yazılmamıştır.
Kâğıt kalem gelip tam kura
çekileceği sırada, odanın kapısı gürültüyle açılır ve silahlı iki adam içeri
girer.
Efruz Bey, sırları açığa çıkmasın
diye, kumar oynadıkları iddiasını kabul eder.
Bilgi Bucağında
…ilk defa, Ömer Seyfeddin’in
ölümünden altı yıl sonra, Vakit gazetesinde tefrika edilmiştir.
Türk Ocağı’nda yaşanan kimi
hadiselerin yine parodik bir tutumla ele alınıp işlendiği görülmektedir.
Türk Ocağı, resmî olarak 12 Mart
1328 (25 Mart 1912) tarihinde kurulmuş; Divanyolu’nda bulunan bir binada Ahmet
Ferit Tek başkanlığında çalışmalarına başlamıştır.
Türk Ocağı ve onun temsil ettiği
Türkçülük akımı, (…) Balkan Savaşları’ndan sonra bulur.
Efruz Bey serisinin bu hikâyesinde,
Efruz Bey karakterini ortaya çıkaran şahıslardan birinin Hamdullah Suphi Bey
olduğu anlaşılmaktadır.
Efruz Bey, asalet merakını geride
bırakarak Bilgi Bucağı’na devam etmeye, Bucak’ta konferanslar vermeye
başlamıştır.
…bir gecede okuduğunu iddia ettiği
en az yirmi kitap adı sayar.
Konferansı sırasında Reis Bey’le
tartışır.
Efruz Bey, ilerlemenin “ancak
geriye dönmekle mümkün olabileceğini” ifade eder. Nedim, Baki ve Nef’î’nin
eserlerinin operaya dönüştürülmesi gerektiği düşüncesindedir.
Türklerin Amerika’dan geldikleri
yolundaki tezi
Efruz Bey'in anlattıklarından, asıl
Türklerin Amerikalılar olduğu anlaşılmaktadır.
Reis Bey, kendisine, vereceği
dersleri önceden yazılı olarak Bucak’a göndermesi gerektiğini, ancak heyetin
onayından sonra ders verebileceğini söyleyince, bunu hakaret kabul eden Efruz
Bey, (…) itiraz eder.
Efruz Bey, yazının şöhreti için
büyük tehlike arz ettiğinin farkındadır.
Efruz Bey'in Açık Hava Mektebi
…ilk defa 1927 yılı Şubat ayında
Sevimli Ay dergisinde yayımlanmıştır.
Hikâyenin temel eleştiri noktası,
bu kez, eğitimdir.
Efruz Bey, Bilgi Bucağı’ndan
ayrıldıktan sonra, Avrupa’dan kitap tedarik etmek suretiyle evinde birtakım
incelemeler yapmaya devam etmiştir.
Avrupa’da tahsil görmeye
niyetlenir. Ancak ne tahsil edebileceği hususunda bir fikri olmadığından, bu
konuda, “dünyada en beğendiği bir adam” olarak nitelediği Müfat Bey’e danışmaya
karar verir
Müfat Bey gece-gündüz Aksaray’daki,
yüksek duvarlarla çevrelendiğinden içeriyi görmenin mümkün olmadığı “tıfıl
kovuğu” mektebinde bulunur…
Efruz Bey, yaşının artık otuza
geldiği ve gözlerinin yorulduğu bahanesiyle “şifahî bir ilim” okumak isteğini
Müfat Bey’le paylaşır. Müfat Bey, kendisine derhâl elişlerini önerir.
Müfat Bey’den elişleriyle meşgul
olması hususunda aldığı tavsiye üzerine yurt dışından getirttiği kitapları da
yanına alarak kendisini eve kapatır. Arkadaşlarına Avrupa’ya tahsile gittiği
yalanını söyler. Yalanı ortaya çıkmasın diye üç yıl evden çıkmamaya karar
verir…
Herkese Londra’da pedagoji tahsil
ettiğini anlatır.
Kendisini pedagog ilân etmesinin
ardından, maarifi değiştirmek iddiasıyla önce şarlatanlıkla suçladığı Müfat
Bey’e, ardından İsmail Hakkı’nın terbiyeci sıfatına saldırır.
Kasımpaşa’da bulunan “Maşrık-ı
Envar-i Maarif-i Osmanî” mektebi müdürü (…) Mehmet Mustafa Tahsin Nidaî Bey’le
tanışır.
Hemen ertesi günü (açık hava)
mektebi kurmaya karar verirler.
Hayırsızada’da kuracakları bu
mektebe temel oluşturacak Anglosakson terbiyesiyle birlikte hepsi birer
Robenson olacaktır.
Mehmet Mustafa Tahsin Nidaî Bey,
Efruz Bey'in kendisini saf dışı bırakmak niyetinde olduğunu sezerek son anda
onu yalnız bırakır. Hikâye, kafasındaki planları hayata geçirerek meşhur olmak
yolunda yine başarısız olan Efruz Bey'in bu kez Yunanistan’ın Akropol şehrine
giderek “sanat ve edebiyat hacısı” olmaya karar vermesiyle son bulur.
İnat (Beyaz Serçe)
…yazarın sağlığında yayımlanma
imkânı bulunamayan esere, Muallim Ahmet Halit Kitabevi tarafından hazırlanan 10
ciltlik “Ömer Seyfettin Külliyatı”nda, İnat başlığıyla yer verilmiştir.
Hikâye, yazar-anlatıcının, zamanla
fizikî görünüşümüz gibi his ve düşüncelerimizin de değiştiğini ifade ettiği
kısa bir pasajla açılır.
…hızla yazdığı bir hikâyeyi vakit
geçirmeden de bastırır. Kısa bir zaman sonra, kapısında Efruz Bey imzalı bir
mektupla karşılaşır.
Efruz Bey, mektubunda
yazar-anlatıcıyı Türkçe bilmemekle itham etmiştir.
Efruz Bey'i (…) ziyaret etmeye
karar verir
Hikâyede, çayır ya da çimenin
otlanması hatta içilmesi meselesinde, dilin mantığına dair genel bir göndermede
bulunulduğu düşünülebilir. Kişiselleştirecek olursak bu meselede, devrin, Ömer
Seyfeddin ile Yahya Kemal arasında geçen bir hadisesini hatırlamak mümkündür
(s. 121-122).
Tam Bir Görüş
Efruz Bey’in bu kez sosyoloji
ilmine bağlanması ve bu ilmin bilgisinden hareketle yaptığı birtakım hatalı
değerlendirmeler neticesinde düştüğü komik durumlar konu edilmektedir.
…hikâyede anlatıcı, başından geçen
bir olayı nakletmektedir. Arkadaşı Sermet’le Şişli’ye doğru yürüdükleri bir
gün, karşılarına, kolları kitaplarla dolu hâlde Efruz Bey çıkar.
…anlatıcı, “İlim kitaplarda ise
irfan hayattadır.” özdeyişini hatırlatır.
Efruz Bey yol boyunca sosyolojiden
bahsederken (…) anlatıcı, onun anlattıklarıyla eğlenmektedir.
Bulundukları tümsekten görünen
Alibeyköyü’nün “perişan manzarası” hepsini cezbeder; burayı görmek hususunda
birleşirler.
Yaşlılar merak edip yüzlerine bile
bakmaz, selâmlarını almazlar.
…hikâye, sosyoloji ilmi zemininde
ve halkçılık ilkesi etrafında bir araya gelerek köye ve köylü kesime romantik
bir yaklaşım sergileyen aydınların eleştirisini sunmakta, (…) köylü-aydın
münasebetinin ve aydınların köylü kesime bakışındaki romantizmi
sorgulamaktadır.
Sivrisinek
İlk defa 12 Temmuz 1917’de, Yeni
Mecmua dergisinde yayımlanan hikâye, mektup türünde yazılmış olmasıyla serinin
diğer hikâyelerinden ayrılır.
Efruz Bey'in gerek ismi gerekse
karakter özellikleriyle görünür hâle geldiği ilk hikâyedir. Ancak Efruz Bey
romanı ilân edildiğinde, Tam Bir Görüş gibi Sivrisinek de romanın kapsamına
alınmamıştır. Bununla birlikte, hikâyenin, yapısı itibarıyla seriyi sonlandıran
bir kurgusu olduğu görülmektedir.
Hikâye, bir arkadaşı tarafından
Efruz Bey'e yazılan bir mektuptan ibarettir.
(Mektup) yazar-anlatıcının huzurunu
kaçırır; bu sebeple, kendisine yönelteceği eleştirilerde acımasız olmak kararındadır.
Efruz Bey, kullandığı tabirleri
tarif edebilmekten dahi âcizdir
Liyakatin zıttının aciz olduğunu
söyleyen yazar-anlatıcı, Efruz Bey'in bu hasletten yoksunluğunu onun aczinden
anlar; aczini de, şarlatan yapısı ele vermektedir. Tüm bunları “Rüzgârla
Sivrisinek” adlı bir hikâyeyle açıklar.
Ömer Seyfeddin için, ferdî açıdan
en mühim mesele liyakattir.
Liyakatin zıddı ‘acz’dir. Kimde acz
varsa o şarlatandır, mütecavizdir. O asidir, nümayişçidir, fertçidir.
Efruz Bey’le İlişkili Diğer
Hikâyeler
Efruz Bey serisini oluşturan
hikâyelerin temel ekseni, II. Meşrutiyet dönemi ve bu dönemde çıkar peşinde
koşan yahut azınlık faaliyetleri karşısında kayıtsız veya şuursuz bir şekilde
hareket eden aydınların eleştirisidir.
Ömer Seyfeddin’in hikâyelerinde II.
Meşrutiyet’e bakış, iki türlüdür. Bunlardan ilki, (…) II. Meşrutiyet
taraftarlığını yapandır.
İkincisi ise, II. Meşrutiyet’in
sağladığı serbestîyle (…) kimi zaman yoğun hayal kırıklığı kimi zaman da kara
mizah barındıran bir fonda gelişen hikâyelerinde görülen olumsuz bakıştır.
İki Mebus (13 Kânun-ı evvel
1324 (26 Aralık 1908))
Hikâyede, II. Meşrutiyet’in
ilânından otuz sene sonrası, İstanbul mebusu Vedit ve II. Meşrutiyet döneminin
ilk mebuslarından olan, zamanında Vedit’in hayranlıkla dinlediği bir ihtiyar
feylesof arasında geçen konuşmalar üzerinden anlatılmaktadır.
II. Meşrutiyet’i bir dönüm noktası
kabul eden yazar, yeni idare altında arzu ettiği terakkinin sağlanabileceğine
inanmış görünmektedir.
Ömer Seyfeddin’in beynelmileliyet
fikrini merkeze aldığı hikâyelerinin en önemlilerinden biri Ashab-ı
Kehfimiz’dir.
Ashab-ı Kehfimiz hikâyesi, bir
Ermeni gencinin hatıralarından oluşmaktadır.
Hayikyan, Meşrutiyet’le gelen barış
ve kaynaşma ortamından şaşkındır
Niyazi isimli bir Türk, onu
Türklerin milliyet namına bir istekleri olmadığına inandırmayı başarır.
Niyazi Bey’den, “bilâ-tefrîk-i cins
ü mezhep” herkesin katılabileceği, Osmanlılık gayesi güden bir cemiyet teşkil
edileceğini öğrenir.
Hayikyan’ın da dâhil olduğu yeni
cemiyette, öncelikli mesele lisandır.
Hayikyan, içtimalarda yalnız Türk
üyelerin hazır bulunduğunu, diğer unsurların müzakerelere katılmadığını fark
eder.
Hayikyan’ın, burada kesip ancak on
iki sene sonra defterine yazdığı satırlardan, İnsanlık risalesinin bu ilk
nüshasının ardından neredeyse bütün Osmanlı coğrafyasındaki Türk
milliyetperverlerinin galeyana geldikleri, gayr-i Türk unsurların da Osmanlılık
kaynaşmasından büyük huzursuzluk duydukları öğrenilir.
Boykotaj Düşmanı hikâyesi de,
kimliksizleşmiş, Türklüğünü inkârla kalmayıp Yunanlılığı yücelten gazeteci
Mahmut Yesri’yi konu edinir.
Kendisi tam bir ‘Neo-byzantin’dir.
Hürriyet Gecesi’nde hürriyet
heyecanına kapılmış, ileriyi göremeyen, memleketinin gerçek değerini idrak
edemeyen genç bir muharririn, karşısına çıkan –neredeyse gelecekten gelen bir
haberci olduğu sezilen– bir ihtiyar tarafından uyarıldığına şahit olunur.
SONUÇ
Ömer Seyfeddin’in, ölümünden bir
yıl önce, 1919 senesinde, Vakit gazetesinde tefrika edilmeye başlanan Efruz Bey
isimli eseri, II. Meşrutiyet döneminde yaşananları, yine milliyetçilik fikri ve
döneme getirdiği eleştiriler etrafında, alaycı bir dille ele alır.
Seriyi oluşturan hikâyeler bir
araya geldiğinde, her birinin yarı aydın tipini farklı bir açıdan ele aldığı
görülmektedir.
Efruz Bey'in habercisi sayılan hikâyelerin
ilki Gayet Büyük Bir Adam’dır. Hikâyede, Meşrutiyet süresince türeyen yarı
aydınların nasıl ortaya çıktığı, II. Meşrutiyet’in ilânını takip eden
gösteriler çerçevesinde resmedilir.
Şîmeler’de, Avrupa ile ilişkilerde
takınılacak tavır, Doğu ve Batı kavramlarının milliyetçi kodlar üzerinden
sorgulandığı bir izlekle ele alınır.
Hürriyete Lâyık Bir Kahraman,
sıradan bir insanın nasıl bir “halk kahramanı”na dönüştüğünü ele alırken
alafranga züppe tipin meşrutiyetin getirdiği ani rahatlamayla yeni “mevkiler”
kazanmasına eleştirel bir yaklaşım getirir.
Asilzâdeler adlı hikâye ile Efruz
Bey’in, sahte kahramanlığını ve meşrutiyetteki “etkin” kimliğini kaybetmemek
uğruna sınıflara ayrılmış bir toplum yaratma çabası ironik bir mesele olarak
aktarılır.
Bilgi Bucağı hikâyesi ile dönemin
Türk Ocağı’ndaki iktidar ilişkilerini ve Türklük hususunda yapılan tartışmaları
ele alır.
Açık Hava Mektebi adlı hikâyeyle,
Bilgi Bucağı’nda da umduğunu bulamayan Efruz Bey, bu kez (…) yurt dışında
pedagoji tahsil ettiği yalanıyla çevresinde itibar kazanmaya çalışır.
Tam Bir Görüş hikâyesi, bu kez de
bir sosyolog kimliğine bürünmek isteyen Efruz Bey'in, aydın-köylü ilişkisine
yaklaşımını parodik bir üslupla ele alır.
İnat hikâyesinde yazarımız, yine
okumayan ve ortaya bir ürün koymayan, buna rağmen aydın olduğu iddiasıyla
birtakım suni tartışmalar yaratıp fikirlerini körü körüne savunan kimseleri
eleştirmektedir.
Sivrisinek, Efruz Bey'in gösteriş
budalası, kişisel çıkarı peşinde koşan, aynı zamanda güçsüz ve âciz yapısını
açıkça gözler önüne serer ve toplumsal fayda ilkesinin önemine yapılan vurguyla
sona erer.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder