13 Mart 2020 Cuma

Yeliz Okay - Ömer Seyfeddin'in Eserlerinin Sosyolojik Temalar Açısından İncelenmesi


(Sayfa içeriği doktora tezinin özetidir)

Ömer Seyfeddin'in Eserlerinin Sosyolojik Temalar Açısından İncelenmesi

Yeliz Okay, Doktora Tezi, İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Malatya 2019

Çalışmanın birinci bölümünde Ömer Seyfeddin’in hayatı, ailesi ve edebî kişiliğine ilişkin bilgilere yer verilmiştir.
İkinci bölümde ise yazarın fikir dünyasını şekillendiren sosyolojik ve siyasî olaylar değerlendirilmiş ve yazarın fikir çevresi ile içinde bulunduğu ve beslendiği edebî ve içtimaî muhit ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise dilde sadeleşme girişimlerinin tarihsel seyri ve sosyo-kültürel gerekçeleri yorumlanmıştır.
Dördüncü bölümde ise, Ömer Seyfeddin’in yazılarını ve düşünce hayatını etkileyen dönemin siyasal ve sosyal koşulları, yaşadığı coğrafyanın psiko-sosyal tesiri ve izlenimleri ele alınır.
Son bölümde ise yazarın eserlerine yansıyan içtimaî durumların toplumsal gerçekçilik çerçevesinde eleştiriyi kullanış yönüyle değerlendirilmesi yapılacaktır.

Giriş
Tanzimat süreci ile başlayan zorunlu sosyal ve siyasal düzenlemeler, I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ile toplumun ve müesseselerin yapısını değişime zorlamıştır.

Batı’nın kendi toplumlarını incelerken sosyolojinin imkânlarından, öteki toplumları kendi amaçları doğrultusunda tanımlamak için ise Etnografya ilminin imkânlarından faydalandıkları gerçeği, başta Ziya Gökalp olmak üzere onun çevresinde şekillenen aydınlarca farkedilmiştir (s. 1-2).

Millîyetçilik, dönemin önemli düşünce akımı olarak Osmanlılık gerçeğini bir daha toparlanamayacak biçimde dağıtmıştır.

Türkçülük, Millîyetçilik, Batılılaşma, Modernleşme gibi meselelerin yanında, bu kavramlar etrafında ortaya çıkan ve eserlerin muhteva ve biçimini etkileyen gelenesel – modern, eski-yeni ikilikleri gibi değişkenler ve dile bağlı konular, Osmanlı aydını kadar günümüz aydınını da meşgul etmektedir.

Ziya Gökalp’in, Osmanlı İmparatorluğunun kurtuluşu için sunduğu reçete olan Türkçülük, yine onun meseleyi sosyolojik bakışla ele alarak kuramını inşa ettiği Yeni Hayat Hareketi, halka doğru ilkesini Ömer Seyfeddin’in kalemi sayesinde hayata geçirebilmiş ve hareket siyasî kimliği olan toplumsal gençlik hareketine dönüşmüştür.

Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp, kendi dönemlerinde yaşadıkları toplumun adeta hayatın tüm alanlarına dair fotoğrafını çekerek günümüze bırakmışlardır.

BİRİNCİ BÖLÜM
Yazar, Şair, Fikir Adamı Ömer Seyfeddin
…babası Ömer Şevki Bey Dağıstan göçmeni bir aileden gelen ve orduda binbaşı rütbesine kadar yükselmiş bir subaydı; annesi Fatma Hanım ise İsfendiyaroğulları’ndan Ankaralı Fatma Hanım’dır.
Kendisinden on yaş büyük Güzin isimli bir ablası ve Kaşağı hikâyesinde bahsettiği bir yaş küçük ve kuşpalazından ölen Hasan isimli bir erkek kardeşi vardır.
Edirne Askerî İdadisi’ni bitirdi. …bu okulda, daha sonra Aka Gündüz ismini alacak olan Enis Avni ile tanıştı.

Harbiye’den mezun olduktan sonra Selanik ve Pirlepe’ye gönderildi ve buradaki başarılarından dolayı liyakat madalyası ile ödüllendirildi

1907’de İzmir’de Jandarma Alay Mektebi’nin kuruluşunda İtalyan generali Degiorgis Paşa albay Thomas’ın mihmandarı ve yardımcısı olarak okulun kavaid-i diniye öğretmeni olarak atandı.
1911’e kadar Balkanlar’da Pirlepe, Pirlebiçe, Velmefçe, Osenova, İştip, Babina, Serez, Demirhisar gibi bölgelerde eşkıya çetelerinin takibinde görev aldı.

1911’de tazminatı İttihad ve Terakki tarafından ödenmek suretiyle askerlik mesleğinden ayrıldı.
Balkan Harbi’nin çıkması üzerine askere çağrılan Ömer Seyfeddin, üsteğmen rütbesiyle Komanova’da Sırplara, Yanya’da Yunanlılara karşı savaştı ve Yunan ordusuna esir düştü.
…on ay süren esaret hayatı 28 Kasım 1919’te sona erdi.
Askerlerin siyasetle uğraşmaması hakkındaki kanuna muhalefetten dolayı askerlikten ihraç edildi.
Darülmuallimîn’de (Erkek Öğretmen Okulu) ‘Edebî Kıraat’ ve Kabataş Sultanî’sinde ‘Edebiyat’ öğretmenliği yapmaya başladı (s. 7).

Edebî Hayatı
…yazarın kullandığı müstear isimler: Ayas, Camsâp, C. Nazmi, C. Nizami, Ç. Kemal, F. Nezihi, Feridun Perviz, Kâf-ı Farsî, Kaygusuz, Ömer, Perviz, Süheyl Feridun, Şit, Tarhan, Tekin Seyfettin, Ç. Kemal, harflerden oluşan takma adları ise: Ayın, Ayın Ha, Ayın Kef, Ayın Sin’dir (s. 7).

Yazarın edebiyat alanında verdiği ilk ürün 1898 yılında Pul mecmuasında yayımlanan Lâne-i Garâm adlı şiirdir.
…ilk şiirlerinde genellikle tabiat ve aşk gibi konuları işlemiş, şekil ve dil özellikleri bakımından da Servet-i Fünun şairlerinin etkisi altında kalmıştır.

1911’den itibaren dilde yeni lisan akımının öncüsü olarak kullandığı kelimelerde bir değişiklik görülmüş daha sonra hece veznine geçmiş ve koşma tarzında eserler vermeye başlamıştır. Ele aldığı konular da yavaş yavaş ve belirgin bir biçimde toplumsal sorunlar olmaya başlamıştır.

…üsteğmen rütbesiyle İzmir’de kaldığı dört sene boyunca Türkçü Necip, Şehabeddin Süleyman, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Baha Tevfik gibi yazarlarla tanışmış…
Baha Tevfik’ten ‘gerçekçilik’ ve Necip Türkçü’den ‘dilde sadelik’ düşüncesini almış… (s. 9)

Nazım Hikmet Polat’ın Ömer Seyfeddin’e ilişkin çalışmaları önemlidir:
Hikâyelerin Hikâyesi başlığında hikâyelerin kronolojisi ve geçirdikleri süreçler, Şair Ömer Seyfeddin adlı çalışması Ömer Seyfeddin’in şiirlerini şiirler ve mensureler kronolojisini ortaya koyması ve şaire ait olan ve olmayan şiirlerin ortaya çıkarmış olması bakımından önemlidir.

Selanik’te çıkan Hüsün ve Şiir dergisi Ali Canib Yöntem’in teşebbüsüyle ismini Genç Kalemler olarak değiştirir.
Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’ın de katılmasıyla Genç Kalemler dilde sadeleşmenin öncülüğünü yapar ve Yeni Lisan Hareketini başlatır (s. 12).

Son sayısı 19 Haziran 1330/2 Temmuz 1914 tarihinde çıkan Yirminci Asırda Zekâ dergisinde Ömer Seyfeddin’in on iki yazısı yer almıştır.

Ömer Seyfeddin, 24 Kasım 1911’den itibaren Türk Yurdu Cemiyeti tarafından yayımlanmaya başlayan ve aralıklarla bugüne kadar yayınını sürdüren Türk Yurdu dergisinin önemli yazarları arasında yer almıştır. 

24 Nisan 1913 ve 16 Nisan 1914 tarihleri arasında toplam elli iki sayı yayımlanmış olan Halka Doğru dergisi, Ziya Gökalp ve arkadaşlarının yayın mecrası olmuştur.

İlk sayısı 12 Nisan 1330/20 Nisan 1914’te çıkan dergi on altı sayı çıkmış ve 24 Temmuz 1330/1 Ağustos 1914 tarihli sayısı ile yayın hayatından çekilmiş olan Türk Sözü dergisi millîyetçi/Türkçü dergilerden biridir.

Mart 1326/1910 ve Mart 1335 tarihleri arasında biri fevkalade olmak üzere toplam 191 sayı yayımlanan Donanma Mecmuası Ömer Seyfettin’in pek çok hikâyesini yayınlamıştır.

İslâm dini ile Türk millîyetçiliğini bağdaştırmayı hedefleyen ve İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafında finanse edilen İslâm Mecmuası Şubat 1914 - Ekim 1918 tarihleri arasında 63 sayı çıkarmıştır.

Muallim Mecmuası toplam 25 sayı olarak Temmuz 1916 ve Eylül 1918 tarihleri arasında yayımlanmıştır.

İki dönem şeklinde 90 sayı yayımlanan Yeni Mecmua’nın ilk sayısı Temmuz 1917’de çıkar. Ömer Seyfeddin, ‘nakarat’, ‘tuhaf bir zulüm’ ‘sivrisinek’, ‘falaka’ başlıklı hikâyeleri 98 ve ‘bülbülün ölümü’ şiiri ile derginin yazarları arasında yer almıştır.

6 Mart- 25 Aralık 1919 tarihleri arasında yayımlanan Büyük Mecmua’nın sahipleri Sabiha ve Zekeriya Sertel’dir. Ömer Seyfeddin’in hikâyelerinden ‘Forsa’ Büyük Mecmua’da yayımlanmıştır.

Türk Dünyası dergisinin ilk sayısı 21 Ağustos 1919 tarihini taşımaktadır ve toplam 97 sayı çıkmıştır. Ömer Seyfeddin Türk Dünyası’nda A (yın) S (in) baş harfleri ile imzalı iki baş yazı yazmıştır.

İlk sayısı Kânun-ı Evvel 1335 yayımlanan Şair dergisi 15 sayı çıktıktan sonra 20 Mart 1919’da kapanır. Ömer Seyfeddin’in iki hikâyesi bu dergide yer almıştır.

Selanik’te çıkan Kadın dergisi 1908-1909 tarihleri arasında toplam 30 sayı yayımlanmıştır. Ömer Seyfettin’in ‘Kuşlar’ şiiri ve ‘Perviz’ takma adıyla yazdığı şiirler bu dergide yayınlandı.

Mütareke’nin ilk yılı içerisinde 23 Mayıs 1334 ve 8 Mayıs 1335 tarihleri arasında toplam 21 sayı yayımlanan Türk Kadını dergisi Ömer Seyfeddin’in Harem hikâyesini yayınlamıştır.

Çocuklara yönelik olan Talebe Defteri dergisi, Ömer Seyfeddin’in Bahar Rüzgarı şiirini yayınlamıştır.

Çocuk Dünyası dergisi Ömer Seyfeddin’in öncülüğünü yaptığı dilde sadeleşme konusunu bir yarışma düzenlemiştir.

Dönemin önemi mizah dergilerinden olan Diken, Ömer Seyfeddin’in ‘Antiseptik’, ‘Devletin Menfaati Uğruna’, ‘Sözünde Durmak’, ‘Hayırlı Bir Fal’, ‘Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür’ gibi yazılarıyla; ‘Karmanyolacılar’, ‘İffet’, ‘Korkunç Bir Ceza’ ve ‘Namus’ hikâyelerini yayınlamıştır.

…eserlerindeki konular arasında, jimnastikten, ev ve aile hayatına, çocuk terbiyesi ve eğitimine, kadın kimliğine, siyasete, Türkçe ve Türkçenin sadeleştirilmesine, edebî şahsiyetlere, millî edebiyat ve edebiyatçıların eleştirisine kadar geniş bir yelpazeye yayılan meseleler vardır.

Meşrutiyet’in yeniden ilanına (1908) kadar geçen dönemde, 14 didaktik yazısı vardır. Bunların tamamının her hangi bir görüş belirtmekten uzak olması o dönem Ömer Seyfeddin’in devlet memuru ve asker oluşu ile ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Ömer Seyfeddin’in ilk fikrî eserleri, Genç Kalemler Tahrir Heyeti adına kaleme aldığı Millî Jimnastik (1911) ve Vatan! Yalnız Vatan
(Selanik- 1911) adlı kitapçıklardır (s. 24).

Siyasî konulara değinen fikrî yazılarından ilki Balkanlardaki isyan hareketlerini bastırmak üzere Selanik’te görev yaptığı sırada kaleme aldığı ‘Sulh Felsefesinden’ başlıklı yazıdır. İttihat ve Terakki taraftarı olduğunu açıkça ifade ettiği ve II. Abdülhamid’i ve çevresini hedef alan ilk yazısı ise 1908 tarihli “Hemd-i İstibdat” adlı yazısıdır.

Vatan! Yalnız Vatan… kitapçığı ile milliyet ve millet kavramlarını reddeden Masonluğun kozmopolitlik tehlikesine dikkat çekene yazar Primo Türk Çocuğu adlı hikâyeyi de aynı tarihlerde aynı fikir düzleminde kaleme almıştır.

İKİNCİ BÖLÜM
Ömer Seyfeddin’in Fikir Dünyası ve Çevresi
…sosyolojik kavramların Ömer Seyfeddin’in fikir ve yazı dünyasında karşılığına bakarken, yazarı ve dönemin koşullarını kendi bağlamında değerlendirmek yerinde olacaktır.

Sosyalizm akımına değindiği yazılarında, kavramın tanımı ve Batı’da cereyan etme nedenleri üzerinde dururken meseleyi anti-militarizm perspektifinden değerlendirir. Türk sosyalistleri ile alay ettiği Fahrî Sosyalistler başlıklı yazısında Türkiye’de bu akımın bir fantaziden ileri gitmeyeceğini çünkü bir işçi sınıfının olmadığı tesbitini yapar.
Osmanlıcılık döneminde İmparatorluğu kurtarmak için sunulan siyasî reçetelerden biridir. Özellikle II. Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan psikososyal durum ve toplumsal yapıdaki krizler, yazarın bu düşünceye şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur (s. 33).

Ömer Seyfeddin, 1903- 1906 yılların arasında Kuşadası redif taburunda görevlidir. 17 Ocak 1907’den sonra İzmir’e yerleşmiştir.
İzmir günlerinde Ömer Seyfeddin, Serbest İzmir gazetesinin yazı kuruluna girer ve bu süreçte çeviri yazılar, makaleler kaleme alır.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ömer Seyfeddin’in İzmir’deki arkadaşları İstanbul’a gelerek İzmir’de düşünsel temelini attıkları dergileri İstanbul’da çıkarmaya başlamışlardır.
1910 yılının şubat ayında Ziya Gökalp ile tanışır.

…modern Türk okullarının Selanik’teki varlığı (…) Gökalp’ın çevresinde aydın kesiminin örgütlenmesini kolaylaştırmıştır.
Yeni Hayat kadrosu olarak şekillenen gençlik akımının Ziya Gökalp çevresinde örgütlendi…

Genç Kalemler, Yunanlılar Selanik’e girene kadar çıkmaya devam etmiş, Rumeli’nin Osmanlı’dan kopuşu ile Balkan Harbi sonrası, kadro İstanbul’a geçmiştir.

Esirlik günlerini Atina’nın Nafliyon kasabasında geçiren yazar, esirlik günlerinin ardından 1913 yılında İstanbul’a döner.
Hayatının her kesitini öykülerine yansıtan yazarın bu süreci öykülerinde yer almamıştır. Sadece o dönemde yaşadığı tüm sıkıntılara Ali Canip’e yazdığı mektuplarda yer vermiştir. Ali Canip ise bu mektupları birkaç paragraf dışında yayımlamamıştır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Dilde Sadeleşmeden Kültürel Milliyetçiliğin İnşasına
Onaltıncı yüzyılın aydınları dilde Arapça ve Farsça kelimeler dışında ağır tamlamaları da kullanmaya; ayrıca Türk dilinin gramer kuralları yerini Arapça’nın gramer kurallarına bırakmaya başlamıştır. Bu nedenlerle dil ve ifade giderek çıkmaza girmiştir.

Fuad Köprülü, yalnız şekil ve kelimeleri ile değil, özü itibariyle de Türk zevkine uygun olarak şiirler yazdığı için, Mahremî’nin millî dil ve edebiyatımızın ilk öncüsü olarak kabul edilebileceğine işaret eder.

1860 yılında çıkmaya başlayan Tercüman-ı Ahval’in ilk sayısında Şinasi’nin kaleme aldığı baş makalede, “dil konusunda hedef olarak giderek umum halkın kolaylıkla anlayacağı mertebede işbu gazeteyi kaleme almak” ifadesi bilinçli olarak dilin sadeleşmesine açılmak suretiyle Yeni Lisan’ın ilk büyük habercisi olmuştur.

Osmanlı için hayat tarzı, zengin hayat, renk, ihtişam, bahçe kültürü ve Batı musikisidir. Batılıların çok şey bildiğine inanılır.
Bu Batı hayranlığının ilk tezahürüdür. Bu anlamda kaleme alınan siyasî raporların ve sefaretnamelerin tesiri büyüktür.
Ahmet Resmî Efendi’nin Viyana Sefaretnamesi, Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransa Sefaretnamesi, Ebubekir Ratıp Efendi’nin Nemçe Sefaretnamesi, Mustafa Rasih Paşa’nın Rusya Sefaretnamesi bu tasavvuru yansıtır niteliklidir (s. 43).

Yeni Hayat ve Yeni Lisan hareketine doğru dilde sadeleşme anlamında önemli merhaleler Türkçe Şiirler ile Türk Derneği’dir.
Türkçe Şiirler ile Türkçülüğün kültürel boyutu gündeme gelmiş ve millî edebiyatın başlangıcı kabul edilmiştir.
Mehmed Emin’in Türkçe Şiirler’i ile birlikte dilde sadeleşme sürecinde sürekli tartışılan üslup ve vezin tartışmalarının, sanata dair tartışmaların yerini şiirde kimlik meselesi ve içerik tartışmaları almıştır (s. 47).

Türk Derneği Yusuf Akçura’nın teklifi, Necip Asım ve Veled Çelebi’nin desteği ile kurulur.

Millî Edebiyat
Türk milliyetçiliğinin kendini ifade noktasında sanatı sosyal ve millî bir olgu olarak tartışan öncülerinin bu fikir akımı ile ortaya çıkardıkları ve millî devletin kurulmasına kadar geçen süreçte edebiyat dünyasında varlığını sürdüren ve özellikle Türk kimliğinin ortaya kültürel milliyetçilik ekseninde şekillenmesini sağlayan, fikirsel ve sosyal perspektifi geniş bir edebiyat hareketidir (s. 49-50).

Edebiyat tarihçilerinin bir kısmı Millî Edebiyat döneminin başlangıcını Genç Kalemler dergisinde 1911 yılında yayımlanan ‘Yeni Lisan’ makalesi kabul ederken, (başka bazı edebiyatçılar) 1908 yılını yani II. Meşrutiyet’in ilan edildiği süreci işaret ederler.

Millî Edebiyat kavramını ilk ortaya atan Ali Canip [Yöntem]’tir. Genç Kalemler’de ve Türk Yurdu’nda meseleyi ele alır.
Ali Canip millî edebiyatı tanımladığı yazsında “millî” kelimesini “kavmi” kelimesinin karşılığı olarak kullanmıştır.

Genç Kalemler dergisi’nin çevresinde bir araya gelen ilk isimler, Ömer Seyfeddin, Ali Canip ve Ziya Gökalp’dir.
Otuz üç sayı yayımlanan Genç Kalemler, Ali Canip öncülüğünde 1910 yılında Selanik’de yayın hayatına başlar.
Derginin ilk döneminde sosyal ve politik konulara yer verilmezken Batı tesirindeki edebiyatçılar, kültürel yabancılaşmaya yol açtıkları gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Derginin ikinci dönemi 1911 yılında Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’ın edebiyat ve sosyolojinin imkânları ile dil tartışmaları üzerinden kültürel milliyetçiliği inşa etme hedefi ile bir araya gelmesi ile başlar.

Yeni Lisan adı ile ilk makaleyi imza yerine soru işareti ile yazan Ömer Seyfeddin Türk Dili ve Edebiyatı’nın içinde bulunduğu duruma ilişkin tespitlerini ortaya koyar ve edebî, sosyal ve düşünsel olarak sorunun nerede olduğunu belirtir.

Millî bir edebiyat vücuda getirmek, evvela millî bir lisan ister fikrinde olan Ömer Seyfeddin, ilk yazısında edebiyat ve kavmiyet konularına da değinmiştir. Eski Lisan’ı konuşulamayan dil, sadece üzerinde düşünen ve dille meşgul olanların zevk aldığı ve idrak edebildiği bir şey olarak tanımlar.

Derginin ilerleyen sayıları, genelde edebiyatçıların yazdıkları polemik niteliğindeki mektuplara cevapların yer aldığı makaleleri içerir.

Osmanlı aydınının Kâbe-i Hürriyet diye bahsettiği Selanik, istibdat döneminde gizli cemiyetlerin ve locaların kurulduğu, belli bir fikir ya da edebî hareket çevresinde toplanan aydınların rahatlıkla gazete ve dergi yayınladığı bir entelektüel merkezdi.
Farklı Çağdaş Düşünce akımları Beyaz Kule Gazinosu’nda, Mısırlı Kıraathanesi’nde, Olimpos Palas’ta tartışılıyordu.
(Selanik) Yeni Lisan ve Yeni Hayat’ın ve bir kültür hareketi olarak Kültürel Türkçülüğün de ilk yeşerdiği ortamdır.

1807’de Napoleon Ordularının İena’ya girdiği tarihte Fichte, Cermenliği, Almanca terimi ile Deutschheit’i gündeme getirmişti.
Fichte’ye göre Fransızca (…) elitti ve elit kültür yaratabilirdi. Her zaman toplum katmanlarına mesafeliydi; onlardan kopuktu.
Genç Kalemler’de Fichte’nin bu görüşlerine benzer görüşlerle ortaya çıkmış ve Enderun dili dedikleri Arapça ve Acemce tesirindeki dili sadeleştirerek halka yönelmeyi, yazı dili ile konuşma dilini aynı çizgiye getirerek millî dil sayesinde kültürel milliyetçilik esasına dayalı millî kimliği kurabilecek bilinç ortamını yaratmayı hedeflemiştir (s. 60).

Millî kimliği yeniden belirgin kılmak için toplumda millî duyguların cereyan etmesi gerekmektedir

Gökalp, “Yeni Hayat” ile sadece bir düşünce sistemi, bir ideoloji vücuda getirmemiş, Türk aydını üzerinde güçlü etkisi olan heyecan verici bir ütopya yaratmıştır diyen Kaplan, millî şuur yaratmak için millî kaynaklara giden düşünürün imparatorluktan millî devlet görüşüne geçmede etkisinin büyük olduğunu ifade eder.

Yeni Hayat özellikle dilde sadeleşme ve millî dilin inşası konusunda başarılı olmuştur (s. 66).

Gökalp, Havas’ı yalnız sarayın kurallarının teşkil ettiği, Osmanlı seçkinleri olarak ifade ederken avam’ı da taşralı diye küçümsenen taşralı Anadolu halkına ve havas dışında kalan tüm halka olarak verilen ad olarak tanımlar.

Gökalp’ın ‘Hars ve Tezhip’ makalesinde hars, halk kültürüdür. Halkın gelenek, görenekleri, örfleri, sözlü ve yazılı edebiyatı, dili, dini, ahlâkı, iktisadî ve estetik ürünleri harstır. Tezhip ise, yüksek tahsil görmüş, yüksek terbiye ile yetişmiş aydınlara özgüdür. Ziya Gökalp’a göre bir insan yalnız milletinin harsına değer vermekle birlikte o insan tezhib görmüş ise başka milletlerin harslarından da etkilenir (s. 68).

(Dil, din, millet vs.) Bütün bu toplumsal kavramların ve kurumların lisan dairesinde toplanmasının harsı, din dairesinde toplanmasının, medeniyeti, ilim dairesinde toplanmasının ise uygarlığı ortaya çıkaracağını söylüyor (Ömer Seyfeddin).

Avrupa medeniyeti Hristiyan olan Avrupa milletlerine mahsustur. Bizim beynelmileliyetimiz İslâm’dır.

(Sınıf bilincine atıfla Gökalp şöyle demiş) bir zümre, fertlerin ortak vicdanında şuurlu bir surette idrak olunmadıkça sosyal bir zümre mahiyetine haiz olmaz.

Gökalp, Türk halkının millî şuurunda Türkçe asıllı kelimeler yaşamıyorsa sosyal bir varlık gösterme becerisini kaybettiğini belirtir. Türk töresine giren bir geleneğin de artık Türk halkının şuurunda aktarımının kesilmiş olmasının -ki bunu sosyal bir hadise olarak tanımlar - Türk ahlâkının unsurlarını kaybetmiş olması olarak görür (s. 72).

Yeni Lisan ve Yeni Hayat anlayışına yönelik eleştiriler en çok “halka doğru” ve “halk için” kavramları üzerinden yapılmıştır. Yeni Lisan dönemin aydınlarının tercih ettiği elit lisanı olmaktan öte halkın lisanıdır. Yerli harsa ulaşan aydın, millî kültürün inşasını da başlatacaktı. Millî kültürün inşası, aynı zamanda millî sosyoloji ve millî edebiyatın anlayışının da inşası demekti (s. 74-75).

‘Halka Doğru’ deyimi, Çarlık Rusyası’nda 19. Yüzyılın ikinci yarısında gelişen Narodnik hareketinin temel görüşü idi. Balkanlardaki yazarlar ve öğretmenler arasında Narodnik hareketi 19. yüzyılın ikinci yarısında etkin olmaya başlar.

Sosyolojinin temel konusu olan toplum ve halk, Osmanlı aydınının zihninde flu bir kavramdı.
…kendine ayrıcalıklı bir konum ve konfor alanı belirlemiş olan aydın için “halka doğru” hareketi şiddetle karşı çıktığı bir düşünce idi.

Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Gökalp, “halka doru gitmek” meselesini şu şekilde açıklar; “…güzidelerin halka gitmesi iki maksatla olabilir: 1.Halktan harsi bir terbiye almak için, halka doğru gitmek 2. Halka medeniyet götürmek için halka gitmek… halka doğru gitmek harsa doğru gitmektir çünkü, halk, millî harsın canlı bir müzesidir.”

Millî edebiyatçılar için millî lisan, halkın dili idi.
Genç Kalemler’in Halkçılık anlayışı “Millî Edebiyat”’ı ortaya çıkarmıştır.

Enderun edebiyatının lisanı bozmak yoluyla millî kültürün dokusunu zedelediğini ifade eden Ömer Seyfeddin, (…) millî edebiyatın şekil ve manaca bizim özelliklerimizi haiz olacağını ifade etmiş, 1918’den sonraki yazılarında ise “Millî Edebiyat”, “Millî Edebiyat Cereyanı” kavramlarını daha sıklıkla telaffuz etmiştir.

Abdülhamid Döneminde ve Meşrutiyet’in ilanının ilk yıllarında ‘yeni hayat’ sözcüğüne yüklenen anlam Osmanlı’dan ümidi kesen aydın kesim için Türkiye dışında yaşamaktı. Meşrutiyetin ilanı ile beraber yeni hayata yüklenen anlamda değişti. Yeni hayat artık Meşrutiyetin sağladığı özgürlükler sayesinde Batı kültürü ve dili tesiri ile inşa edilecek yerli kültürel kavramları ötekileştiren sosyal ve fikri hayattı. Durumun öyle olmadığını anlayan aydınlar II. Meşrutiyet’i ilan eden İttihat ve Terakki’yi basın yoluyla eleştirerek hayal kırıklıklarını ifade ettiler.
Selanik’te başlayan Yeni Lisan Hareketi millî esaslara dayalı Yeni Hayat anlayışını ortaya koyuyordu.

Gökalp, Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeden önce dahil olduğu Uzak Şark Medeniyeti anlayışının yani gerçek kültürel değişkenlerinin, İslâmiyet’in kabulünden sonra silikleştiğini ifade eder. (…) millî devlet için öncelikle millî kültürel anlayışın ve kimliğin esaslarına dönülmesi gerektiğini belirtir.

Türkçülüğün Esasları adlı eserinde kültürü, yalnız bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, aklî, estetik, lisanî, iktisadî ve fennî hayatlarının uyumlu bir bütünü olarak tanımlar.

Osmanlı ediplerini ve şairlerini orijinallikten uzak ve taklitçi olarak niteler. Osmanlıca edebî ürünlerin, estetik bir ilhamın ürünü değil, zihnî hüner gösterme merakının sonucu teşekkül ettiklerini ifade eder.

Ömer Seyfeddin (…) sayesinde Ali Canip’in değişi ile “Beyoğlu’ndan nihayet Tarabya’ya kadar gidebilen Türk Romanı’nın sahası tüm Anadolu oldu.”

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Toplumsal Yapı, Toplumsal Değişme Açısından Ömer Seyfeddin’in Eserlerinde Toplumsal Eleştiri ve Sosyolojik Temalar

Sosyolojik okuma: roman ya da öyküyü edebî eser bağlamından çok eserin çok yönlü toplumsal etkisi, dönemi ve konu ile kahramanların sosyal ve siyasî konumları, özellikleri gibi pek çok sosyolojik unsuru öne çıkararak okuma neticesinde eserin toplumsal nitelikli bir tavır olma biçiminde ele alınmasıdır (s. 90).

Cemil Meriç, edebiyat eserinin henüz yazılma aşamasında toplumsal sürecin başladığını vurgular.

Ömer Seyfeddin, Tanzimat itibarıyla toplumun belli bir tabakasında meydana gelen aşırı Batılılaşma, yabancılaşma, alaturkalık ve alafrangalık olgularının bireye ve dolayısıyla topluma etkileri üzerindeki ideolojik ve sosyolojik bakış açısını, fikir yazılarında dilde sadeleşme ve halka doğru hareketini esas alan Yeni Lisan Hareketi, toplumsal hayatın her alanında yenileşme ve değişme anlamına gelen Yeni Hayat görüşü, Türkçülük ve Turancılık görüşleri temelinde ortaya koyar (s. 92).

Ömer Seyfeddin’in hikâyelerinde kimlik meselesi (…) iki biçimde gözlemlenir. Bunlardan ilki, (…) tarihi kişiliklerin millî kahramanlıkları çevresinde (…) kahraman tipinin okuyucuda millî kimliğin inşası ve millî şuuru oluşturacak amaçlarla sunulması. Diğeri ise sosyal hayat içinde bireyin Batılılaşma ve Modernleşmenin tesiri (…) sonucu bazen kendi kimliğini sorgulayan ve kültürel aidiyetlerini araştıran tip ve (…) ve bu yolla yapılan sosyal eleştirilerdir (s. 97).

Eski Kahramanlar serisinin ilk hikâyesi Ferman’dır ve Kanunî Sultan Süleyman’ın son seferini anlatan olaylar etrafında kurgulanmıştır.
Hikâye, devletin kutsallığı teması üzerine kuruludur.

Kütük’te cesur Aslan Bey, Budapeşte yakınlarındaki Şalgo Kalesi’ni kuşatmıştır.

Vire adlı hikâyede (…) Türk askerinin savaşsız teslim olacağını zanneden komutanına gösterdiği tepki ile, Kızılelma ülküsüne giden yolda mücadelenin gereği fikrinin okuyucuya nakledilmesi önemlidir.
Teselli hikâyesine ise pusuya düşen Erzurum Kumandanı İskender Paşa’nın yaşadığı yenilgi karşısında yaptığı vicdani sorgulamayı anlatır. (Hikâyede) Türk askerinin devlete sadakatle bağlı oluşu vurgusu önemlidir.

Başını Vermeyen Şehit Peçevî tarihinden alınan bir olayı modern anlamda bir hikâyeye dönüştürülmüştür.
Zigetvar kumandanı Kıraçin, Grijigal kalesini 2000 kişiyle sarmış, içerdeki 114 Türk’ün antlaşma ile teslim olmasını istemektedir.
Deli Mehmet ve Deli Hüsrev öncülüğünde iki koldan şövalyelere saldırı başlar. Şövalyelerden biri Deli Mehmet’in başını kesip koltuğuna almış, koşmaktayken Deli Hüsrev: “Mehmet, Mehmet! Canını verdin, başını verme Mehmet!” diye bağırır. Deli Mehmet’in başsız vücudu koşup şövalyeye yetişir, eliyle öyle bir vurur ki şövalye atından yuvarlanır. Başsız vücut başını alıp yerine koyar ve oracığa uzanır.

Kızıl Elma Neresi? adlı hikâyesinde de Kanunî Sultan Süleyman’ın ağzından halkı ve halk bilgisini yüceltir.

Bir başka devlet adamı eleştirisi ise Büyücü adlı hikâyenin konusudur.
…hikâyede halkın büyücü olarak nitelediği ilimle uğraşan Doğan Bey cephede savaşarak değil ama bilimin gücüyle düşmanın yenilebileceğinin ispatı olarak tasarlanmış bir kahramandır.

Tek’e Tek hikâyesinde (…) iki yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış ve daha sonra kaybedilmiş Yayçe’nin yeniden kuşatılması konusu etrafında (…) Türk dışında kalan ekalliyetlere güvenilemeyeceğini devletin daima kendi bekasını güvene alması gerektiğini ifade eder ve bu anlamda aşırı güvenin bir problem olduğu eleştirisini yapar.

Topuz adlı hikâye (…) etnik grupların bağımsızlık mücadelesine girdiklerinde verilecek dersi göstermesi açısından önemli

Pembe İncili Kaftan’da (…) devlet ve vatan uğruna yapılan fedakârlıkların (…)  kâr amaçlı olmaması gerektiği üzerinde durur.

Yazarın, Eski Kahramanlar olarak tasnif edilen hikâyelerinde adeta toplumsal kültürün belleğinin kesintiye uğramış kısımlarını millî şuuru uyandırmak için yeniden okura aktarmıştır.

Yalnız Efe hikâyesinde de yazar, toplumsal değerlere vurgu yaparken ve insanın toplumsal değerler karşısındaki ilkesiz tutumunun toplumsal tesiri üzerinden eleştirir.

Bomba Makedonya’da yürüyen çete faaliyetlerinin kendi soydaşı, dindaşı hatta zamanında kendileri gibi çete üyesi olan ama sonra vazgeçip yasalara uygun bir hayat seçenleri nasıl acımasızca katlettiklerini anlatan bir hikâyedir.

Türk insanının memleketinde içeriden yaşadığı ihaneti ve yıkımı ifade etmemesi ve belleğin kaybı inancı ya da terbiyesinin gereği olarak düşünülebilir. Bu nedenle toplumsal hafıza o döneme ilişkin bugün sınırlı olarak ele alınmaktadır. Ömer Seyfeddin kadar keskin bir üslupla o günlerin hatıralarda ya da öykülerde nakledilmesi bu gün dahi belli kesimleri huzursuz etmektedir. Bunun bir sebebi bu gün hala millîyetçilik dendiğinde Bulgar, Sırp ve Yunan millîyetçiliği hatta Kürt millîyetçiliği, Ermeni millîyetçiliği, Yahudi Millîyetçiliği onaylanırken Türk millîyetçiliği ırkçılık ile özdeş bir imaj üzerinden karakterize edilmektedir.

Beyaz Lale Hikâyeyi bu gün okuyanlar dahi Avrupa’nın ortasında yaşanan Sırp vahşetini, Türklerin Bulgaristan’da uğradıkları eziyetleri, Batı ülkelerinde göçmen olarak yaşayan Türklerin uğradıkları ırkçı saldırıları ve Türk-Müslüman kimliğini ötekileştiren pek çok başka tutumu toplumsal hafızasından çağırarak düşünmeden edememektedir.

Nakarat, adlı hikâyede yine millî şuur ve toplumsal hafıza zayıflığı çeken aydın eleştirisi nitelikli bir hikâyedir.
Bulgar kız Bulgarca söylediği ve kendine Türk subayı aşık ettiği türkü çocukluğundan beri onda millîyetçilik fikrinin ve Türk düşmanlığının ifadesi olan sözlere sahiptir. “ naş, naş, çadrigrad naş…” yani “Bizim olacak, bizim olacak, İstanbul bizim olacak...” Türk subayı bu gerçeği öğrendiğinde seni seviyorum dediğini zannettiği Bulgar kızının bilinci ile kendisinin millî şuur eksikliğini mukayese eder ve vicdanını sorgular.

Tuhaf Bir Zulüm Deliorman kasabasındaki halkın dini duyguları kullanılarak düşman tarafından vatan toprağından sürgün edilişinin acı öyküsüdür.

Çanakkale’den Sonra: İlk bölümde toplumdaki insanların deli gözüyle baktığı kahraman, melankolik bir görüntü çizen, iyi tahsil görmesine rağmen çalışmayan ve para kazanamayan, her şeyden vazgeçmiş yazarın “geçmiş zaman epikürü” olarak nitelediği bir şahıstır.
…kahraman insan olmanın ön koşulunu topluma aidiyet, millî ideal etrafında kenetlenmiş bir milletin parçası olmak olarak görüyordu.

Nazım Hikmet Polat Ömer Seyfeddin’in 1916 yılında tek bir yazısı tespit edilebilmiştir. Balkanlarda yaşadıkları ve tanık oldukları ve Trablusgarp ile Yemen’de yaşananlar yazarın yazı yazma arzusunun sönmesine sebep olmuştur (s. 127).

Kaç Yerinden? adlı hikâyede (…) ünlü bir edebiyatçı olan birinci kişi, eski kahramanların hayatına dair destanlar yazmaktadır.
Bu hikâyede Ömer Seyfeddin “millî ideal”, “millî kimlik” anlayışı çerçevesinde eski ve yeni mukayesesi yaparken (…) artık toplumun idealini yaratma ve milletin bu uğurda harekete geçmesi için esatire, destana ya da menkıbeye ihtiyacı olmadığını vurgular.

Bir Çocuk Aleko adlı hikâye Ömer Seyfeddin’in Çanakkale izlenimlerini içerir.

Primo Türk Çocuğu, Primo’nun babası Avrupa’da mühendislik tahsili gördüğü sırada İtalyan annesi ile evlenmiş ve Primo dünyaya geldikten sonra tamamen Avrupa kültürüne bağlı bir eğitim almıştır.
Tanzimat ile başlayan Meşrutiyet ile devam eden süreç Balkanlarda Türk varlığının büyük ölçüde sonunu hazırlamıştır.
…akademisyenlerinin bir bölümü Ömer Seyfeddin’in bu hikâyesini özellikle okullarda okutulması sebebiyle eleştirmiş ve müfredatta bulunmasının sakıncaları üzerine pedagojik pek çok sebep ileri sürmüşlerdir (s. 140).

Meşrutiyet öncesine kadar toplumsal ve siyasal bellekte ulusal toplum ve çağdaş toplum kavramı mevcut değildir. Toplum kavramını karşılayacak sözcük Osmanlıca’da “camia-i insaniye”, “içtimaat-ı beşeriye”dir.

Toplumsal ahlâkın, toplumsal değişme nedeniyle uğradığı çöküşü okuyucuya aktardığı hikâyeleri geleneksel–modern çatışmasının da bir görünümü niteliğindedir.

Harem adlı hikâyede Sermet, Nazan ile, Refi ise Meliha ile evlidir. Bir hafta önce, birbirlerinin eşleri ile yakalanmış, bu yüzden evliliklerini bitirmişlerdir.
Günlüklerinden aynı günlere ait notları okuduklarında birbirlerini aldatmadıkları ama evlilik hayatı ile ilgili salon hayatı ve haremi farklı değerlendirdikleri ortaya çıkar.

Bahar ve Kelebekler, yazarın toplumsal değişmeyi ve ortaya çıkardığı nesiller arası çatışmayı işlediği bir hikâyedir.
Yazara göre, kendi dilinden uzaklaşmak yabancılaşmanın temel sebebidir. Başka kültürlerin gündelik hayatı ya da sosyal yapısına ait detaylar kimliğe nüfuz etmektedir.
Ömer Seyfeddin, kimliğin bozulmasına batılılaşma ve alafrangalığın gündelik hayat pratikleri üzerindeki tesiri açısından baktığı bu öyküsünde nesiller arası aktarımın kesintiye uğramasından doğan toplumsal sorunları irdelemiştir (s. 162).

Fon Sadriştayn’ın Karısı, Almanya’da Alman kadın ile evlenmiş bir Türk erkeğinin hikâyesidir.

Fon Sadriştayn’ın Oğlu ise ilk hikâyenin devamı niteliğinde adeta Sadriştayn’ın kendi kimliğine dönüşünün, kendi yabancılaşmasını sorgulamasının hikâyesidir.

İlk Namaz adlı hikâyenin sonunda ferdî hayatının 15 yıl önceki çocukluk cenneti ile 21 yaşındaki durumunu karşılaştırmaktadır

Türbe adlı hikâyede aşırı muhafazakârlık eleştirisi yapmıştır.

Tarih Ezeli bir tekerrürdür! anlatıcı konumundaki kahraman, eski eşi Efser’i anlatırken onun güzelliğini, Müslüman olmuş bir Macar baba ile saraya alınmış Çerkez bir anneye bağlar. Hatta sonradan kazanılan bir özellik olan kendini beğenmişliğini ise İngiliz mektebinde okumuş olmaya bağlar. Natüralist edebiyatta mutlaka fert-toplum çatışması vardır.
Heredot tarihinde geçen hükümdarın Candaules hikâyesinde olduğu gibi plan yapar ve karısını kuzenine çıplak biçimde gösterir.
Esfer, (…) Bidar’a Heredot hikâyesini okutur ve öcünü almak için destek ister.

Erkek Mektubu adlı hikâyesinde dönemin aşırı Batılı eğitiminden geçmiş geleneksel evliliği adeta buhran sebebi olarak gören bir kadın ile erkeğin yeni başlayan yaşantısını anlatmıştır.

Beşeriyet ve Köpek adlı hikâyede köpeği medeniyetin başlangıcı olarak gören bir ecnebi kadının Doğulu erkeği ve toplumu nasıl algıladığı hakkında izlenimler yer almaktadır.

Horoz ve Dünyanın Nizamı adlı hikâyelerde Ömer Seyfeddin modernleşme sürecini yaşayan aile yapısı içinde bir genç kızın feminist dünya görüşünü mizahi unsurlarla eleştirmiştir. İlk hikâyede geleneksel aile içinde erkek (…) egemen evlilik kurumunun sadece erkeğin varlığını sürdürmesi için kadınların çabalaması olarak düşünmektedir.
Geleneksel modern kadın anlayışının çatıştığı bu metnin devamı olan Dünyanın Nizamı adlı hikâyede (hikâyeyi anlatan kız) aile hayatının olması gerektiğine ikna olmuş onun da ötesinde evlilik kurumunun gereğine ikna olmuştur.

Kesik Bıyık adlı hikâye imgesel olarak da modernleşme ile toplumdaki taklit duygusunun ve dış görünüşü Batılılaştırarak alafrangalığı sergilemek meselesine oldukça uygun bir hikâyedir.

Tüm hikâyelere bakıldığında hikâyeler adeta sosyal olaylar ve toplumsal değişme çatısı altında toplumun tüm kesimlerini ve kurumlarını içerir ve tasnif edildiklerinde temsil itibarıyla okura toplumun bütününün fotoğrafını ulaştırır (s. 175).

Hürriyete Layık Bir Kahraman, adlı hikâye dönemin siyasetçi, edebiyatçı ve gazeteci kimliği ile bilinen Rıza Tevfik üzerine kurgulandığı düşünülmektedir.
Ahmet Kanun-i Esasi hakkında gazetede çıkan tebliği kastederek işte hürriyetin ilanı der (…) Oysa Kanuni Esasi zaten ilan olunmuştur ama uygulamada yoktur. Dolayısıyla bu tebliğ sadece kanunun tatbikini sağlamak içindir.
Yaşasın Hürriyet! diye bağırır.
Beyoğlu’nda Ruslar ve Yunanlıların ve diğer ekalliyetin alkışları ve katılımı ile Ahmet omuzlarda evine doğru giderler.
Lugat-i Osmânî’de “efruz” kelimesini görür. Ziyalandırıcı, rûşen edici” anlamına sahip olan bu kelimeyi kendine isim seçer.
İttihat ve Terakki’den bir davet alan Efruz bey, yine nümayiş ile merkeze gider ve orada sorgulanır. İttihat ve Terakki mensupları da şahsın sadece gösteriş için bu işlere kalkışması karşısında şaşkınlık içindedir.
Efruz bey de tüm yaşananı unutmuş Selim Sırrı ile Rıza Tevfik’in peşine düşmüştür.
Selim Sırrı ve Rıza Tevfik, II. Meşrutiyet’in ilk günlerinde halkı coşturmak için yaptıkları konuşmalarla bilinmektedirler.

Asiller Kulübü adlı hikâye Efruz Bey tipi etrafında şekillenir ve aydın elitizmini hiciv eder.
Efruz Bey, Galatasaray Sultanîsi’nden tanıdığı, asil ve zengin dört eski dostunu çaya davet etmiştir.
Efruz Bey, toplumsal kabul görmek için tıpkı batıdaki gibi unvan almaları gerektiği konusunda gruba bir teklif sunmuş hepsi kendi hikâyesine göre prens, kont, marki gibi unvanlar almışlardır.

Bilgi Bucağında adlı hikâyede Efruz Bey, dernekçi olarak karşımıza çıkar.
Gerçek Türk, Rusya Türkleridir diyen Efruz Bey’e Rusya Türklerinden olan öğrenciler ona “Bizim Tolstoy’umuz” demektedirler.

Efruz Bey’in Açık Hava Mektebi adlı öykü toplumsal değişme ve Batılılaşmayı ayrıca neticesinde ortaya çıkan kimliksizleşmeyi eğitim alanında ele alır.
Hikâyede sözü edilen Müfat bey, Sat-ı El Husri olup ilk çocuk yuvasını kuran isimdir. Yazar tıfıl kovuğu diye alay etmektedir. Efruz bey ise “Türkiye’de ilk açık hava okulunu Çamlıca’da açan İsmayıl Hakkı Baltacıoğludur”. Bu iki eğitimci dönemin iş bilirği halinde çalışan teori ile pratiği bir araya getiren önemli eğitimcileridir (s. 189).

Sivrisinek adlı hikâye, ferdiyetçilik eleştirisidir. Yazar Sivrisinek olarak nitelediği insanları egoist ve ferdiyetçi olarak tasvir eder.

Tam Bir Görüş adlı hikâyede Efruz Bey, memleketin Sosyoloji ile kurtulacağına inanan bir aydın olarak Türk Bucağı’nda Sosyoloji dersleri vermektedir.
Efruz Bey arkadaşlarına Durkheim’dan ve toplumsal yapıdan uzun uzun söz eder.
…köylünün şehirli gibi toplumsal değişme ile yabancılaşmadığından söz eder. Ancak önlerine çıkan köylüler selam almamakta ve yolu sordukları halde yardım etmemektedirler.
…yazar, toplumun değerlerini kaybedişini ve bunu fark etme becerisinden yoksun aydını eleştirmiştir.

Gayet Büyük bir adam adlı hikâye, Efruz Bey serisinin ilk hikâyesi olup Efruz Bey ismi henüz söylenmemiştir.
…kahraman, ülkenin tek embiryoloji uzmanı olmakla kendi ile övünür.
…hikâyede, ilim adamının ülkedeki halinin yanında ilim adamının kendilik değeri konusunda kendine yabancılaşması işlenmiştir.

Şimeler adlı hikâyede bahsi geçen aydın gece gündüz okuyan yazan feylesof kişiliktir.
Özellikle millî kimliği red etmekte ve bunu ilkellik olarak görmekte

Ashab-ı Kehfimiz adlı hikâye yazarın aydın yabancılaşması ve kimlik meselesine yönelik değerlendirme ve eleştirilerini içeren niteliktedir.
Mağara Mensupları anlamına gelen Ashab-ı Kehf, hikâye boyunca yazarın ele aldığı ve eleştirdiği aydının kimliğini ve onu oluşturan değişkenleri inkâr ederek toplumun gerçeğine yabancılaşma tutumunu tasvir etmesi açısından oldukça manidardır.
…topluma hâkim olan grupların dini ve etnik olarak ideallerinin ve bu uğurda belirledikleri hareket tarzını detaylandırarak toplumun şuur haritasını ortaya koyar.

Koleksiyon hikâyesinin kahramanı Kaynaştırma Cemiyetinin mensubu olan, aşırı zengin Mösyö Durant’ın evine ziyarete gider.
…hikâyede ki can alıcı nokta Mösyö Durant’ın zenginliğini eşi ve kızının ahlâksızlığına borçlu oluşudur.

Tatlısu Frenkleri adlı hikâyenin kahramanı da Koleksiyon’daki Osmanlı Kaynaştırma Cemiyeti mensubudur.

Boykataj Düşmanı adlı hikâyenin kahramanı Mahmut Yüsri, Rum boykotajı lehine yayınlanmış bir broşürü okuduktan sonra, bu canilerin bulunmasını istiyorum diyerek karakola gider, ancak polis kendisi kadar konuya duyarlı değildir.

Ömer Seyfeddin’in Siyasî Fikir Yazıları
Yazarın, doğrudan siyasî olaylara temas eden ilk yazısı, “Hedm-i İstibdat”tır (1 Ağustos 1908).
…yazıda, Ömer Seyfeddin, jurnalcilerin insanlara yaptıklarının cezasını Meşrutiyet ilanı ile ödeyeceklerine ilişkin edindiği bilgileri yazarken, bunların nasıl jurnalledikleri insanların kanına doğradıkları ekmeğin kata, yalıya, zengin hayata dönüştüğünü anlatır.

11 Temmuz 1908 yılında çıkan Mebus Kimi İntihab Edelim? başlıklı bir başka yazısında (…) seçmen sıfatı ile halkın yeterinde bilinçli olmadığını

Ömer Seyfeddin’in Süheyl Feridun adı ile yazdığı “Evvela Ordu” başlıklı yazısı (…) illa ki düzenlemelerden geçmesi gerekiyorsa ordunun öncelikle ele alınması gerektiğini,

Antimilitarizm başlıklı yazısı ile sosyal hayat ve fikir dünyasında Batılılaşmanın ve Avrupa düşüncesinin bir anlamda küreselleşmesinin yarattığı tesiri tartışır.

Sulh Felsefesinden başlıklı siyasî fikir yazısında, tarafların birbirine saldırma ihtimali nedeniyle silahlandığını ifade eder.

Say ve Saadet, Ömer Seyfeddin’in toplumsal mutluluk kavramını ele aldığı bir makaledir.

Millî Tecrübeden Çıkarılmış Ameli Siyaset, başlığı taşıyan kitap, yazarın sağlığında yayınlanmıştır.
…Türk, Türklük, Türkiye, Türkler kelimesinin ağza alınamadığını ve Avrupa’nın bile coğrafyayı işaret için Türkiye diye söz etmesine kızıldığını belirtir. Hâlbuki Rum, Bulgar, Sırp, Ermeni ve Arnavutların meşhur millî idealleri, millî edebiyatları, millî lisanları, millî amaçları, millî teşkilatları olduğunu ve Osmanlıyız diyerek sinsice kendi millî idealleri için örgütlendiklerini belirtir.
Ferden bir Çerkez Çerkez’dir. Tabiî mensup olduğu ırkı inkâr edemez. Lâkin Türk vilâyetlerinde oturursa Türkçe konuşmağa, Türkçe okumağa, Türk beldesinin âdetlerini kabul ve Türk mefkûresini takip etmeğe mecburdur. Çerkezler Türkiye’de bir Çerkez millîyeti iddia edemezler. Şayet Çerkezliği seviyor ve Çerkezliğe bir tarih yapmak istiyorlarsa kavmî ve mahallî vatanlarına, Kafkasya’ya gitmeli, vatanlarını zapt eden Ruslara karşı bu gayreti gütmelidirler…

Avrupa’nın esas gayesinin İslâm’ın son hükümeti olan Türkiye ve Türklüğü yok etmek olduğunu ve onların toplumsal bakışaçısı ile ve siyasî düşünceleri ile hareket etmenin ancak “eşeklik olduğunu” ifade ederek aşırı Avrupalılaşmış ve Batı’yı tek kurtuluş gören aydınları ağır bir dille eleştirir.

Ali Canip ile Ömer Seyfeddin’in birlikte kaleme aldıkları Vatan! Yalnız Vatan
… (1911) adlı makale
Yazının ilk bölümünde Yeni Lisan’ın kaideleri sıralanmış ve bu prensiplere açıklık getirilmiştir.
Vatan! Yalnız Vatan! Yeni hayat görüşünün davasını ortaya koymakla beraber o gününü koşullarında gerek gençliğin gerekse ülkenin içinde bulunduğu sinsi ama küresel tehditlerin kamuoyuna ilanı niteliğindedir.

Trablus Muharebesinin İttifak ve İtilâf-ı Müselles Kuva-yı Askeriyesine Tesiri başlıklı yazısında Ömer Seyfeddin, Trablusgarp Savaşı’nın siyasî bir analizini yapar.

Ömer Seyfeddin, Boğaz Meselesi başlıklı yazısında toplumsal belleğin zihninde taze olan Çanakkale Savaşını okuyucuya anımsatarak; “Çanakkale Boğazı’nı seller gibi akan kanımızla müdafaa ettik. Herkesin canı belki kalbindedir. Hâlbuki bizim canımız boğazımızdadır…” der.

Mürteciler Karşısında Din adlı makalesinin başlangıcında Ziya Gökalp’in Yeni Hayat adlı kitabından söz eder.

30 Ekim 1918 Mondoros Ateşkes Antlaşmasının imzalandığı gün Diken Dergisi’nde Almanlar Gidiyor… başlıklı siyasî hiciv yazısını kaleme alır.

Siyasî İcmal başlıklı başka bir yazısında ise Ömer Seyfeddin, yine kendi değişiyle zülf-i yâre dokunmadan mevcut siyasî durumu yazan mütareke basınını eleştirmektedir.

Wilson Prensipleri başlıklı yazıda Wilson Prensipleri’nin faydadan çok zarar getireceğinin altını çizmiştir.


Yahudiler ve Cihan Harbi başlıklı yazısında Ömer Seyfeddin, çok büyük can kaybına yol açan I. Dünya Savaşı’nın tek bir kazancının olduğunu, onun da milliyet fikri olduğunu ifade ediyor.

Harici Meşrutiyet başlıklı yazıda Ömer Seyfeddin, Milletler Cemiyeti’nin teşekkülü ve devletlerin bu cemiyet içindeki konumları meselesini ele almıştır.

“Milletler Cemiyetine girebilmek için ne yapmalıyız?” başlıklı yazısında (…) Medeni devletin tüm kurumlarının sadece kendi vatandaşına değil tüm dünya vatandaşlarına bir anlamda hizmet ettiğini ifade eden Ömer Seyfeddin, hukuk ve iktisat anlamında çağdaşlaşan devletlerin uluslararası barışa da katkı sağlamasının kaçınılmaz olduğunu belirtir.

…ülkü kavramını ele aldığı Tabii Mefkûreler başlıklı yazısında Almanya’yı eleştirmektedir. Almanların kendi idealleri için pek çok ülkeyi siyasî ve sosyal olarak tehlike altına sokarak kaderlerini değiştirdiğini belirten yazar, ideal inşa ederken düşülecek en büyük yanlışın saplantılı biçimde kendi fikrinin doğruluğuna inanmak ve diğer fikirleri görmezden gelmek olduğunu ifade ediyor.

“İnkilap” yazısında siyasî ahlâkın çöküşünü eleştiren Ömer Seyfeddin, (…) eski mecliste mebus olup parasız olanların servete kavuştuklarını söyler.

Ahlâk Bozgunu, yazısında savaşın herkesin ahlâkında bir bozulmaya yol açtığını söyleyen yazar, eskiden hırsıza hırsız dendiğinde mahçup olduğunu, “şimdi ise aptallığına doyma sen de çalsaydın” diyerek namusluyu aşağıladığını belirtiyor.

İnkilabın Teakubu, adlı makalede hayatın doğası değişme olduğundan gerçekliğin durmadan değiştiğini belirten Ömer Seyfeddin, (…) insanlığın hikâyesi hep bu hadisenin hikâyesidir der.

Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür İttihatçıları eleştirdiği bu yazısında İttihatçıların muhalefetsiz meşrutiyet istediklerini bunun olası olmadığını belirtir.

Millet Kendini Nasıl Gösterir? başlıklı makalede, (…) toplumsal değişimin aniden olmayacağını bir süreç meselesi olduğunu belirtir.

Mefhum Buhranı muhasebe üst başlığı ile yayınladığı yazısında Ömer Seyfeddin, münevverlerin kavramlar konusunda yaşadıkları buhranın değerlendirmesini yapmaktadır.

Hıyanetin Hududu başlıklı yazısında Ömer Seyfeddin, hıyanet kavramının da sıradanlaştırılmış, içi boşaltılmış bir kavram haline dönüştüğünü, (…) ifade ediyor.

Münevverler–Fırkacılık, yazısında Ömer Seyfeddin, siyasî taassubun toplumun düşünce hayatına ve ilerleme haline vereceği zararı tartışıyor.

Ameli Turan Nasıl Doğabilir? Başlıklı yazısında (…) toplumun milliyet kavramını idrak ettiğini, lisanı Türkçe, dini İslâm olan herkesin toplumda kimliğini Türk olarak ifade edebildiğini belirtir.

Yarınki Turan Devleti başlıklı kitapçık: Bir devletin tabii hudutları dağlar ve ırmaklar değildir, istinat ettiği millîyetin lisanî ve dinî sınırlarıdır…

Türkçülük düşüncesi çerçevesinde kaleme aldığı fikir yazıları da hikâyeleri ile bütünlük içindedir. Millî kültürün dil ve millî kimlik unsurları etrafında şekillenmesini amaçlayan Yeni Hayat’ın halkın ortak belleğine yolculuğu Ömer Seyfeddin’in fikir yazılarında ve hikâyelerinde gözle görünür haldedir (s. 277).

Türklerin Millî Bayramı: Yeni Gün, Mart 9 adlı makalesinde kültürün ve millî kimliğin inşasında ortak değerlere vurgu yapmıştır.

Büyük Türklüğü Parçalayan Kimlerdir? yazısında ise millî ülkünün ve birleşmenin karşısında olan kuvvetlerin dününe ve bugününe değinir.

Milliyet Aleyhtarlığı yazısında Türkçülüğü rededen Türkleri samimi ancak kendi milliyetini kabul edip yüceltmek ve bağımsız kılmak için çalışırken Türk varlığını inkar eden azınlıkları samimiyetsiz bulur.

Millî Kuvvetimiz başlıklı yazıda yine Turan ekseninde bu defa Ömer Seyfeddin, dünyada askeri kuvvetin en çabuk yok olan kuvvet olduğunu belirtir.

Türkçülük Fikri başlıklı yazısında ise İttihat ve Terakki’nin en başta Tanzimatçı olduğunu, Türkçülük ile Turancılığı birbirine karıştırmamak gerekir diyerek Turancılığı bir ideal olarak yorumlar ve siyasî gerçeklikle çok az ilişkisi olduğunu belirtir.

Azerbeycan’ın İstiklâli başlıklı yazısında gelecekteki edebî Türk dili için İstanbul şivesi esas alınmlıdır diyen Ömer Seyfeddin, tüm Turan’ın edebiyat dilini İstanbul şivesine yaklaşmalıdır diyerek dilde birliği vurgular.

Yeni Lisan yazıları olarak adlandırılabilecek olan yazıların ilki 11 Nisan 1911 yılında Genç kalemler Dergisi’nin ikinci cildinde “Yeni Lisan” başlığı ile yayımlanmıştır.

Yeni Lisan yazısının ikincisi de Yeni Lisan (2) olarak Genç Kalemler Dergisi’nde yayımlanır.

Yeni Lisan’ın toplumun gerçeğine uygun, aynı zamanda halka doğru bir hareket olduğunu ifade ettiği bir diğer yazı ise Yeni Lisan (3) olup 1911 yılında Dicle Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Yeni Lisan ve Bir İstimzac adlı yazıda Ömer Seyfeddin avam ile havası dil konusundaki farklılığına değinir.

Millî Şiirler başlıklı yazısında yazar, edebiyatta İran, Arap ve Batı tesirinin artmasıyla Türklük şuurunun yitirildiğini ifade eder.

Türk Sözü başlıklı yazısında da Ömer Seyfeddin, halkın okuma alışkanlığı olmadığından yakınan muharrirleri eleştirmektedir.

Halk Nedir? Başlıklı yazısında Türkler’den kim okumuşsa milletinden kopmuştur diyerek halkı tanımayan aydınları eleştirmektedir.

Umumi ve Hususi Türkçe başlıklı yazısında Ömer Seyfeddin, Turan halkları ile Türk halkının İstanbul Türkçesi ile kaleme alınan bir eseri okumadıklarını, bu lisan ile yazma merakları olmadığını ifade eder.

Türkçeye Karşı Enderunca başlıklı yazısında yine Turan ideali ve Türkçülük düşüncesi ile lisan davasının bütünlüğü içinde düşüncelerini ifade etmiştir.

Güzel Türkçe başlığı ile beş yazı kaleme alır. Bu yazıların ilkinde asıl lisanın halkın konuştuğu dil olduğunu (…) Güzel Türkçe -2, başlıklı makalede (…) sosyolojik ve etnografik tanımları olan kabile, il, millet ve ümmet kavramlarının anlamını Tanzimatçıların ya da Enderun şairlerinin bozamayacağını (…) Güzel Türkçe-3 başlıklı yazısında (…) Yeni Lisan Hareketi’nin lisanı iptidai şekline çevirmek ya da ölmüş Türkçe kelimeleri yeniden kullanmak niyetinde olmadıklarını sadece örfde yaşayan halkın lisanını yazı dili olarak kullanmak amacında olduklarını belirtir.
Güzel Türkçe-4 başlığı taşıyan yazıda ise kelimelerin canlı olduğunu ve bir ömrü olduğunu vurgular.

Türkçeye Kimler “Osmanlıca” Der? başlıklı yazıda da Osmanlılık bir devlet, Türklük bir milliyettir diyen Ömer Seyfeddin, Türklerin Turan gerçeğine uygun dillerinin Türkçe olduğunu ifade eder.

Türkçe ve İlim başlıklı yazısında İstanbul lehçesi ile inşa edilecek edebî lisanın genel ve millî bir lisan olarak kimliği şekillendireceğini Türk kültürünün ve biliminin bu lisan üzerine inşa edileceğini vurgular.

Türkçülük görüşü ve Turan idealinin gerçekleşmesi için dilin İstanbul Türkçesi olarak tüm Türk coğrafyasında kabul görmesi gereği üzerinde duran Yeni Lisancıların görüşlerini İstanbul Türkçesi Hangisidir? başlığı ile iki yazı kaleme alarak ifade eder.
İstanbul Türkçesi Hangisidir? II başlıklı yazı toplumsal sınıfları tasnifle başlar.
Sağlam Zemin, adlı makalede de bir sanatkâr için vatanın lisan olduğunu ve sanatçıların eserlerini üretebileceği en sağlam zeminin de kendi kültürel kökleri olduğu konusu ele alınmıştır.
Büyük Bir Şiir, yazısında da “kaç sene var ki bütün rübapların telleri koptu” diyerek toplumsal değişmenin dilin Arapça ve Acemce tesiri altına girmesiyle gerçekleştiğini âhenk ve nağmesini kaybettiğini, gelenekten uzaklaştığın ve özünü halkın belleğinde koruduğunu anlatır.

Millî edebiyat, millî zeminler, millî usuller üzerinde yükselirken Edebiyat-ı Cedide lisanı ölecek mi? diyenlere sosyolojik bakış açısı ile Edebiyatta Artta Kalış (Survivance) başlıklı yazısında şöyle cevap verir: “İçtimaî temayüle uymayan her tarzın yine hayatta bir “artta kalış” hakkı vardır ve bu pek tabiîdir.”

Güzellik ve Esatir başlıklı yazısında güzellik ve estetik algısının coğrafi muhit ile ilişkilendirilmesinin yanlış olduğu kanaatini belirtir.

Millîyette Lisanın Kıymeti ve Ehemmiyeti başlıklı yazısında Millî kimliğin inşasında lisanın önemini ele alır.

İskolastik Lisanımızın İflası başlıklı iki yazı kaleme alan Ömer Seyfeddin, Doğu-Batı çatışması eksenininde dil ve medeniyet konusunu tartışır.

Tedrisat-ı İptidaiye Levazımatından Siyah Tahta başlıklı yazısında yazar Feridun ismini kullanmıştır. Siyah tahtadan yola çıkarak eğitimin yöntem ve metod meselesi olduğunu ve eğitim malzemeleri ile eğitim ortamının Pedagoji disiplinin önemli meselesi olduğunu Fransa’daki eğitim ortamını yorumlayarak ve örnekler vererek izah eder.

Jimnastiğe Dair başlığı ile üç yazı kaleme almıştır.

Millî Jimnastik başlıklı yazıda ise yazar, Türk çocukların daima fazla hareket ve rekabete ihtiyaç duyduklarını, o nedenle bu ihtiyaca yönelik sporların olduğu bir program geliştirmek gerektiğini vurgular.

Mektep Çocuklarında Türklük Mefkûresi adlı makalesinde Ömer Seyfeddin, mefkûre kavramını şu şekilde tarif eder; “mensup olduğumuz iki türlü hayat vardır şahsi ve umumi hayat. Millet hayatı Türklüktür diyen yazar bu umumi hayatı kuvvetlendirmek dünyadaki galiplerin üstüne çıkarmak ona yıkılmaz bir istikbal hazırlamak Türklük Mefkûresidir”

Herkes İçin İçtimaiyat-Ticaret ve Nasip (1914) adlı kitapçığı kaleme alma nedeni Osmanlı Devleti çatısı altında yaşayan Türkleri özel teşebbüs ve ticarete özendirmek olup bunun temel nedeni Türklerin askerlik ve memurluğa yönelip kendi topraklarındaki tüm ticarî faaliyetleri diğer unsurlara bırakmış olmasıdır.

Doğuran Ev adlı hikâyede (…) Rum, faiz alıp borçlanarak mahallede yirmi kadar eve sahip olmuş ve hepsinin kirası ile geçinen bir emlak zenginine dönüşmüştür.

Bağımsız ekonominin siyasal bağımsızlığın temel şartı olduğunu söyleyen yazar, bu konuda millî mefkûrenin gerektirdiği şekilde yol alınmadığı takdirde Rumeli gibi elimizde kalan diğer toprakların da kaybedileceğini belirtir.

Ömer Seyfeddin’in şiirleri konusunda en kapsamlı çalışma Fevziye Abdullah Tansel’in olup kendi döneminden itibaren günümüze kadar yapılan çalışmaların temel kaynağı niteliğindedir.
şair Ömer Seyfeddin’in vazgeçemediği nazım şekli sonedir

Millî Edebiyat taraftarı şairler, İstanbul Türk Ocağı binasında 1917 yılında toplanarak Şairler Derneğini kurarlar. Bu grubun içinde yer alan Ömer Seyfeddin ve diğerleri derneğin ilkelerini Türk Ocağı’nın yayın organı Türk Yurdu Dergisi’nde duyururlar. Bu ilkeler Millî Edebiyat’ın şiir anlayışını ortaya koyması bakımından önemlidir (s. 523).

Şairler, (…) halkın gündelik hayatında kullandığı Türkçe kelimeleri şiirlerinde kullanacaklarını ilan ederler.

Hem Gökalp’in hem de Ömer Seyfeddin’in şiirlerine bakıldığında toplumcu sanatın en duru örnekleri ile karşılaşmak mümkündür.

Sonuç ve Değerlendirme
Yeni Hayat ve dilde sadeleşme hareketi olan Yeni Dil Hareketi dönemin koşullarında Türk nüfusu için bir kurtuluş reçetesi olduğu gibi millî mücadele fikrinin de kıvılcımı olmuştur (s. 341).

Ömer Seyfeddin, yazar şair ve asker kimliklerinin yanında aslında bir dava adamıdır. Bugün bile mücadelesinin sürdürülmesi gereken günümüz toplumunun da gerek siyasî gerek kültürel karakterli pek çok sorunun o dönemde ortaya çıkışını bizlere kadar tüm gerçekliği ile nakleden bir ayna olmuştur (s. 342).

1 yorum: