(Sayfa içeriği doktora tezinin özetidir)
Ömer Seyfeddin'in Eserlerinin Sosyolojik Temalar Açısından İncelenmesi
Yeliz Okay, Doktora Tezi, İnönü
Üniversitesi, Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Malatya 2019
Çalışmanın birinci bölümünde Ömer
Seyfeddin’in hayatı, ailesi ve edebî kişiliğine ilişkin bilgilere yer
verilmiştir.
İkinci bölümde ise yazarın fikir
dünyasını şekillendiren sosyolojik ve siyasî olaylar değerlendirilmiş ve
yazarın fikir çevresi ile içinde bulunduğu ve beslendiği edebî ve içtimaî muhit
ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise
dilde sadeleşme girişimlerinin tarihsel seyri ve sosyo-kültürel gerekçeleri
yorumlanmıştır.
Dördüncü bölümde ise, Ömer
Seyfeddin’in yazılarını ve düşünce hayatını etkileyen dönemin siyasal ve sosyal
koşulları, yaşadığı coğrafyanın psiko-sosyal tesiri ve izlenimleri ele alınır.
Son bölümde ise yazarın eserlerine
yansıyan içtimaî durumların toplumsal gerçekçilik çerçevesinde eleştiriyi
kullanış yönüyle değerlendirilmesi yapılacaktır.
Giriş
Tanzimat süreci ile başlayan
zorunlu sosyal ve siyasal düzenlemeler, I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ile
toplumun ve müesseselerin yapısını değişime zorlamıştır.
Batı’nın kendi toplumlarını
incelerken sosyolojinin imkânlarından, öteki toplumları kendi amaçları
doğrultusunda tanımlamak için ise Etnografya ilminin imkânlarından
faydalandıkları gerçeği, başta Ziya Gökalp olmak üzere onun çevresinde
şekillenen aydınlarca farkedilmiştir (s. 1-2).
Millîyetçilik, dönemin önemli
düşünce akımı olarak Osmanlılık gerçeğini bir daha toparlanamayacak biçimde
dağıtmıştır.
Türkçülük, Millîyetçilik,
Batılılaşma, Modernleşme gibi meselelerin yanında, bu kavramlar etrafında
ortaya çıkan ve eserlerin muhteva ve biçimini etkileyen gelenesel – modern,
eski-yeni ikilikleri gibi değişkenler ve dile bağlı konular, Osmanlı aydını
kadar günümüz aydınını da meşgul etmektedir.
Ziya Gökalp’in, Osmanlı
İmparatorluğunun kurtuluşu için sunduğu reçete olan Türkçülük, yine onun
meseleyi sosyolojik bakışla ele alarak kuramını inşa ettiği Yeni Hayat
Hareketi, halka doğru ilkesini Ömer Seyfeddin’in kalemi sayesinde hayata
geçirebilmiş ve hareket siyasî kimliği olan toplumsal gençlik hareketine
dönüşmüştür.
Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp,
kendi dönemlerinde yaşadıkları toplumun adeta hayatın tüm alanlarına dair
fotoğrafını çekerek günümüze bırakmışlardır.
…
BİRİNCİ BÖLÜM
Yazar, Şair, Fikir Adamı Ömer
Seyfeddin
…babası Ömer Şevki Bey Dağıstan
göçmeni bir aileden gelen ve orduda binbaşı rütbesine kadar yükselmiş bir
subaydı; annesi Fatma Hanım ise İsfendiyaroğulları’ndan Ankaralı Fatma
Hanım’dır.
Kendisinden on yaş büyük Güzin
isimli bir ablası ve Kaşağı hikâyesinde bahsettiği bir yaş küçük ve
kuşpalazından ölen Hasan isimli bir erkek kardeşi vardır.
Edirne Askerî İdadisi’ni bitirdi. …bu
okulda, daha sonra Aka Gündüz ismini alacak olan Enis Avni ile tanıştı.
Harbiye’den mezun olduktan sonra
Selanik ve Pirlepe’ye gönderildi ve buradaki başarılarından dolayı liyakat
madalyası ile ödüllendirildi
1907’de İzmir’de Jandarma Alay
Mektebi’nin kuruluşunda İtalyan generali Degiorgis Paşa albay Thomas’ın
mihmandarı ve yardımcısı olarak okulun kavaid-i diniye öğretmeni olarak atandı.
1911’e kadar Balkanlar’da Pirlepe,
Pirlebiçe, Velmefçe, Osenova, İştip, Babina, Serez, Demirhisar gibi bölgelerde
eşkıya çetelerinin takibinde görev aldı.
1911’de tazminatı İttihad ve
Terakki tarafından ödenmek suretiyle askerlik mesleğinden ayrıldı.
Balkan Harbi’nin çıkması üzerine
askere çağrılan Ömer Seyfeddin, üsteğmen rütbesiyle Komanova’da Sırplara,
Yanya’da Yunanlılara karşı savaştı ve Yunan ordusuna esir düştü.
…on ay süren esaret hayatı 28 Kasım
1919’te sona erdi.
Askerlerin siyasetle uğraşmaması
hakkındaki kanuna muhalefetten dolayı askerlikten ihraç edildi.
Darülmuallimîn’de (Erkek Öğretmen
Okulu) ‘Edebî Kıraat’ ve Kabataş Sultanî’sinde ‘Edebiyat’ öğretmenliği yapmaya
başladı (s. 7).
Edebî Hayatı
…yazarın kullandığı müstear
isimler: Ayas, Camsâp, C. Nazmi, C. Nizami, Ç. Kemal, F. Nezihi, Feridun
Perviz, Kâf-ı Farsî, Kaygusuz, Ömer, Perviz, Süheyl Feridun, Şit, Tarhan, Tekin
Seyfettin, Ç. Kemal, harflerden oluşan takma adları ise: Ayın, Ayın Ha, Ayın
Kef, Ayın Sin’dir (s. 7).
Yazarın edebiyat alanında verdiği
ilk ürün 1898 yılında Pul mecmuasında yayımlanan Lâne-i Garâm adlı şiirdir.
…ilk şiirlerinde genellikle tabiat
ve aşk gibi konuları işlemiş, şekil ve dil özellikleri bakımından da Servet-i
Fünun şairlerinin etkisi altında kalmıştır.
1911’den itibaren dilde yeni lisan
akımının öncüsü olarak kullandığı kelimelerde bir değişiklik görülmüş daha
sonra hece veznine geçmiş ve koşma tarzında eserler vermeye başlamıştır. Ele
aldığı konular da yavaş yavaş ve belirgin bir biçimde toplumsal sorunlar olmaya
başlamıştır.
…üsteğmen rütbesiyle İzmir’de
kaldığı dört sene boyunca Türkçü Necip, Şehabeddin Süleyman, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Baha Tevfik gibi yazarlarla tanışmış…
Baha Tevfik’ten ‘gerçekçilik’ ve
Necip Türkçü’den ‘dilde sadelik’ düşüncesini almış… (s. 9)
Nazım Hikmet Polat’ın Ömer
Seyfeddin’e ilişkin çalışmaları önemlidir:
Hikâyelerin Hikâyesi başlığında
hikâyelerin kronolojisi ve geçirdikleri süreçler, Şair Ömer Seyfeddin adlı
çalışması Ömer Seyfeddin’in şiirlerini şiirler ve mensureler kronolojisini
ortaya koyması ve şaire ait olan ve olmayan şiirlerin ortaya çıkarmış olması
bakımından önemlidir.
Selanik’te çıkan Hüsün ve Şiir
dergisi Ali Canib Yöntem’in teşebbüsüyle ismini Genç
Kalemler olarak değiştirir.
Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’ın de
katılmasıyla Genç Kalemler dilde sadeleşmenin öncülüğünü yapar ve Yeni Lisan
Hareketini başlatır (s. 12).
Son sayısı 19 Haziran 1330/2 Temmuz
1914 tarihinde çıkan Yirminci Asırda Zekâ dergisinde Ömer Seyfeddin’in on iki
yazısı yer almıştır.
Ömer Seyfeddin, 24 Kasım 1911’den
itibaren Türk Yurdu Cemiyeti tarafından yayımlanmaya başlayan ve aralıklarla
bugüne kadar yayınını sürdüren Türk Yurdu dergisinin önemli yazarları arasında
yer almıştır.
24 Nisan 1913 ve 16 Nisan 1914
tarihleri arasında toplam elli iki sayı yayımlanmış olan Halka Doğru dergisi,
Ziya Gökalp ve arkadaşlarının yayın mecrası olmuştur.
İlk sayısı 12 Nisan 1330/20 Nisan
1914’te çıkan dergi on altı sayı çıkmış ve 24 Temmuz 1330/1 Ağustos 1914
tarihli sayısı ile yayın hayatından çekilmiş olan Türk Sözü dergisi millîyetçi/Türkçü
dergilerden biridir.
Mart 1326/1910 ve Mart 1335
tarihleri arasında biri fevkalade olmak üzere toplam 191 sayı yayımlanan Donanma
Mecmuası Ömer Seyfettin’in pek çok hikâyesini yayınlamıştır.
İslâm dini ile Türk
millîyetçiliğini bağdaştırmayı hedefleyen ve İttihad ve Terakki Cemiyeti
tarafında finanse edilen İslâm Mecmuası Şubat 1914 - Ekim 1918 tarihleri
arasında 63 sayı çıkarmıştır.
Muallim Mecmuası toplam 25 sayı
olarak Temmuz 1916 ve Eylül 1918 tarihleri arasında yayımlanmıştır.
İki dönem şeklinde 90 sayı
yayımlanan Yeni Mecmua’nın ilk sayısı Temmuz 1917’de çıkar. Ömer Seyfeddin,
‘nakarat’, ‘tuhaf bir zulüm’ ‘sivrisinek’, ‘falaka’ başlıklı hikâyeleri 98 ve
‘bülbülün ölümü’ şiiri ile derginin yazarları arasında yer almıştır.
6 Mart- 25 Aralık 1919 tarihleri
arasında yayımlanan Büyük Mecmua’nın sahipleri Sabiha ve Zekeriya Sertel’dir. Ömer
Seyfeddin’in hikâyelerinden ‘Forsa’ Büyük Mecmua’da yayımlanmıştır.
Türk Dünyası dergisinin ilk sayısı
21 Ağustos 1919 tarihini taşımaktadır ve toplam 97 sayı çıkmıştır. Ömer
Seyfeddin Türk Dünyası’nda A (yın) S (in) baş harfleri ile imzalı iki baş yazı
yazmıştır.
İlk sayısı Kânun-ı Evvel 1335
yayımlanan Şair dergisi 15 sayı çıktıktan sonra 20 Mart 1919’da kapanır. Ömer
Seyfeddin’in iki hikâyesi bu dergide yer almıştır.
Selanik’te çıkan Kadın dergisi
1908-1909 tarihleri arasında toplam 30 sayı yayımlanmıştır. Ömer Seyfettin’in
‘Kuşlar’ şiiri ve ‘Perviz’ takma adıyla yazdığı şiirler bu dergide yayınlandı.
Mütareke’nin ilk yılı içerisinde 23
Mayıs 1334 ve 8 Mayıs 1335 tarihleri arasında toplam 21 sayı yayımlanan Türk
Kadını dergisi Ömer Seyfeddin’in Harem hikâyesini yayınlamıştır.
Çocuklara yönelik olan Talebe
Defteri dergisi, Ömer Seyfeddin’in Bahar Rüzgarı şiirini yayınlamıştır.
Çocuk Dünyası dergisi Ömer
Seyfeddin’in öncülüğünü yaptığı dilde sadeleşme konusunu bir yarışma
düzenlemiştir.
Dönemin önemi mizah dergilerinden
olan Diken, Ömer Seyfeddin’in ‘Antiseptik’, ‘Devletin Menfaati Uğruna’,
‘Sözünde Durmak’, ‘Hayırlı Bir Fal’, ‘Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür’ gibi
yazılarıyla; ‘Karmanyolacılar’, ‘İffet’, ‘Korkunç Bir Ceza’ ve ‘Namus’
hikâyelerini yayınlamıştır.
…eserlerindeki konular arasında,
jimnastikten, ev ve aile hayatına, çocuk terbiyesi ve eğitimine, kadın
kimliğine, siyasete, Türkçe ve Türkçenin sadeleştirilmesine, edebî
şahsiyetlere, millî edebiyat ve edebiyatçıların eleştirisine kadar geniş bir
yelpazeye yayılan meseleler vardır.
Meşrutiyet’in yeniden ilanına
(1908) kadar geçen dönemde, 14 didaktik yazısı vardır. Bunların tamamının her
hangi bir görüş belirtmekten uzak olması o dönem Ömer Seyfeddin’in devlet
memuru ve asker oluşu ile ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Ömer Seyfeddin’in
ilk fikrî eserleri, Genç Kalemler Tahrir Heyeti adına kaleme aldığı Millî
Jimnastik (1911) ve Vatan! Yalnız Vatan
(Selanik- 1911) adlı kitapçıklardır
(s. 24).
Siyasî konulara değinen fikrî
yazılarından ilki Balkanlardaki isyan hareketlerini bastırmak üzere Selanik’te
görev yaptığı sırada kaleme aldığı ‘Sulh Felsefesinden’ başlıklı yazıdır.
İttihat ve Terakki taraftarı olduğunu açıkça ifade ettiği ve II. Abdülhamid’i
ve çevresini hedef alan ilk yazısı ise 1908 tarihli “Hemd-i İstibdat” adlı yazısıdır.
Vatan! Yalnız Vatan… kitapçığı ile
milliyet ve millet kavramlarını reddeden Masonluğun kozmopolitlik tehlikesine
dikkat çekene yazar Primo Türk Çocuğu adlı hikâyeyi de aynı tarihlerde aynı
fikir düzleminde kaleme almıştır.
İKİNCİ BÖLÜM
Ömer Seyfeddin’in Fikir Dünyası
ve Çevresi
…
…sosyolojik kavramların Ömer
Seyfeddin’in fikir ve yazı dünyasında karşılığına bakarken, yazarı ve dönemin
koşullarını kendi bağlamında değerlendirmek yerinde olacaktır.
Sosyalizm akımına değindiği
yazılarında, kavramın tanımı ve Batı’da cereyan etme nedenleri üzerinde
dururken meseleyi anti-militarizm perspektifinden değerlendirir. Türk
sosyalistleri ile alay ettiği Fahrî Sosyalistler başlıklı yazısında Türkiye’de
bu akımın bir fantaziden ileri gitmeyeceğini çünkü bir işçi sınıfının olmadığı
tesbitini yapar.
Osmanlıcılık döneminde
İmparatorluğu kurtarmak için sunulan siyasî reçetelerden biridir. Özellikle II.
Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan psikososyal durum ve toplumsal yapıdaki
krizler, yazarın bu düşünceye şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur (s. 33).
Ömer Seyfeddin, 1903- 1906 yılların
arasında Kuşadası redif taburunda görevlidir. 17 Ocak 1907’den sonra İzmir’e
yerleşmiştir.
İzmir günlerinde Ömer Seyfeddin,
Serbest İzmir gazetesinin yazı kuruluna girer ve bu süreçte çeviri yazılar,
makaleler kaleme alır.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra
Ömer Seyfeddin’in İzmir’deki arkadaşları İstanbul’a gelerek İzmir’de düşünsel
temelini attıkları dergileri İstanbul’da çıkarmaya başlamışlardır.
1910 yılının şubat ayında Ziya
Gökalp ile tanışır.
…modern Türk okullarının Selanik’teki
varlığı (…) Gökalp’ın çevresinde aydın kesiminin örgütlenmesini
kolaylaştırmıştır.
Yeni Hayat kadrosu olarak
şekillenen gençlik akımının Ziya Gökalp çevresinde örgütlendi…
Genç Kalemler, Yunanlılar Selanik’e
girene kadar çıkmaya devam etmiş, Rumeli’nin Osmanlı’dan kopuşu ile Balkan
Harbi sonrası, kadro İstanbul’a geçmiştir.
Esirlik günlerini Atina’nın
Nafliyon kasabasında geçiren yazar, esirlik günlerinin ardından 1913 yılında
İstanbul’a döner.
Hayatının her kesitini öykülerine
yansıtan yazarın bu süreci öykülerinde yer almamıştır. Sadece o dönemde
yaşadığı tüm sıkıntılara Ali Canip’e yazdığı mektuplarda yer vermiştir. Ali
Canip ise bu mektupları birkaç paragraf dışında yayımlamamıştır.
…
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Dilde Sadeleşmeden Kültürel
Milliyetçiliğin İnşasına
Onaltıncı yüzyılın aydınları dilde
Arapça ve Farsça kelimeler dışında ağır tamlamaları da kullanmaya; ayrıca Türk
dilinin gramer kuralları yerini Arapça’nın gramer kurallarına bırakmaya
başlamıştır. Bu nedenlerle dil ve ifade giderek çıkmaza girmiştir.
Fuad Köprülü, yalnız şekil ve
kelimeleri ile değil, özü itibariyle de Türk zevkine uygun olarak şiirler
yazdığı için, Mahremî’nin millî dil ve edebiyatımızın ilk öncüsü olarak kabul
edilebileceğine işaret eder.
1860 yılında çıkmaya başlayan
Tercüman-ı Ahval’in ilk sayısında Şinasi’nin kaleme aldığı baş makalede, “dil
konusunda hedef olarak giderek umum halkın kolaylıkla anlayacağı mertebede işbu
gazeteyi kaleme almak” ifadesi bilinçli olarak dilin sadeleşmesine açılmak
suretiyle Yeni Lisan’ın ilk büyük habercisi olmuştur.
Osmanlı için hayat tarzı, zengin
hayat, renk, ihtişam, bahçe kültürü ve Batı musikisidir. Batılıların çok şey
bildiğine inanılır.
Bu Batı hayranlığının ilk
tezahürüdür. Bu anlamda kaleme alınan siyasî raporların ve sefaretnamelerin
tesiri büyüktür.
Ahmet Resmî Efendi’nin Viyana
Sefaretnamesi, Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransa Sefaretnamesi,
Ebubekir Ratıp Efendi’nin Nemçe Sefaretnamesi, Mustafa Rasih Paşa’nın Rusya
Sefaretnamesi bu tasavvuru yansıtır niteliklidir (s. 43).
Yeni Hayat ve Yeni Lisan hareketine
doğru dilde sadeleşme anlamında önemli merhaleler Türkçe Şiirler ile Türk
Derneği’dir.
Türkçe Şiirler ile Türkçülüğün
kültürel boyutu gündeme gelmiş ve millî edebiyatın başlangıcı kabul edilmiştir.
Mehmed Emin’in Türkçe Şiirler’i ile
birlikte dilde sadeleşme sürecinde sürekli tartışılan üslup ve vezin
tartışmalarının, sanata dair tartışmaların yerini şiirde kimlik meselesi ve
içerik tartışmaları almıştır (s. 47).
Türk Derneği Yusuf Akçura’nın
teklifi, Necip Asım ve Veled Çelebi’nin desteği ile kurulur.
Millî Edebiyat
Türk milliyetçiliğinin kendini
ifade noktasında sanatı sosyal ve millî bir olgu olarak tartışan öncülerinin bu
fikir akımı ile ortaya çıkardıkları ve millî devletin kurulmasına kadar geçen
süreçte edebiyat dünyasında varlığını sürdüren ve özellikle Türk kimliğinin
ortaya kültürel milliyetçilik ekseninde şekillenmesini sağlayan, fikirsel ve
sosyal perspektifi geniş bir edebiyat hareketidir (s. 49-50).
Edebiyat tarihçilerinin bir kısmı
Millî Edebiyat döneminin başlangıcını Genç Kalemler dergisinde 1911 yılında
yayımlanan ‘Yeni Lisan’ makalesi kabul ederken, (başka bazı edebiyatçılar) 1908
yılını yani II. Meşrutiyet’in ilan edildiği süreci işaret ederler.
Millî Edebiyat kavramını ilk ortaya
atan Ali Canip [Yöntem]’tir. Genç Kalemler’de ve Türk Yurdu’nda meseleyi ele
alır.
Ali Canip millî edebiyatı
tanımladığı yazsında “millî” kelimesini “kavmi” kelimesinin karşılığı olarak
kullanmıştır.
Genç Kalemler dergisi’nin çevresinde
bir araya gelen ilk isimler, Ömer Seyfeddin, Ali Canip ve Ziya Gökalp’dir.
Otuz üç sayı yayımlanan Genç
Kalemler, Ali Canip öncülüğünde 1910 yılında Selanik’de yayın hayatına başlar.
Derginin ilk döneminde sosyal ve
politik konulara yer verilmezken Batı tesirindeki edebiyatçılar, kültürel yabancılaşmaya
yol açtıkları gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Derginin ikinci dönemi 1911 yılında
Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp’ın edebiyat ve sosyolojinin imkânları ile dil
tartışmaları üzerinden kültürel milliyetçiliği inşa etme hedefi ile bir araya
gelmesi ile başlar.
Yeni Lisan adı ile ilk makaleyi
imza yerine soru işareti ile yazan Ömer Seyfeddin Türk Dili ve Edebiyatı’nın
içinde bulunduğu duruma ilişkin tespitlerini ortaya koyar ve edebî, sosyal ve
düşünsel olarak sorunun nerede olduğunu belirtir.
Millî bir edebiyat vücuda getirmek,
evvela millî bir lisan ister fikrinde olan Ömer Seyfeddin, ilk yazısında
edebiyat ve kavmiyet konularına da değinmiştir. Eski Lisan’ı konuşulamayan dil,
sadece üzerinde düşünen ve dille meşgul olanların zevk aldığı ve idrak
edebildiği bir şey olarak tanımlar.
Derginin ilerleyen sayıları,
genelde edebiyatçıların yazdıkları polemik niteliğindeki mektuplara cevapların
yer aldığı makaleleri içerir.
Osmanlı aydınının Kâbe-i Hürriyet diye bahsettiği Selanik,
istibdat döneminde gizli cemiyetlerin ve locaların kurulduğu, belli bir fikir
ya da edebî hareket çevresinde toplanan aydınların rahatlıkla gazete ve dergi
yayınladığı bir entelektüel merkezdi.
Farklı Çağdaş Düşünce akımları Beyaz Kule Gazinosu’nda,
Mısırlı Kıraathanesi’nde, Olimpos Palas’ta tartışılıyordu.
(Selanik) Yeni Lisan ve Yeni Hayat’ın ve bir kültür
hareketi olarak Kültürel Türkçülüğün de ilk yeşerdiği ortamdır.
1807’de Napoleon Ordularının İena’ya girdiği tarihte Fichte,
Cermenliği, Almanca terimi ile Deutschheit’i gündeme getirmişti.
Fichte’ye göre Fransızca (…) elitti ve elit kültür
yaratabilirdi. Her zaman toplum katmanlarına mesafeliydi; onlardan kopuktu.
Genç Kalemler’de Fichte’nin bu görüşlerine benzer
görüşlerle ortaya çıkmış ve Enderun dili dedikleri Arapça ve Acemce tesirindeki
dili sadeleştirerek halka yönelmeyi, yazı dili ile konuşma dilini aynı çizgiye
getirerek millî dil sayesinde kültürel milliyetçilik esasına dayalı millî
kimliği kurabilecek bilinç ortamını yaratmayı hedeflemiştir (s. 60).
Millî kimliği yeniden belirgin kılmak için toplumda millî
duyguların cereyan etmesi gerekmektedir
Gökalp, “Yeni Hayat” ile sadece bir düşünce sistemi, bir
ideoloji vücuda getirmemiş, Türk aydını üzerinde güçlü etkisi olan heyecan
verici bir ütopya yaratmıştır diyen Kaplan, millî şuur yaratmak için millî
kaynaklara giden düşünürün imparatorluktan millî devlet görüşüne geçmede
etkisinin büyük olduğunu ifade eder.
Yeni Hayat özellikle dilde sadeleşme ve millî dilin inşası
konusunda başarılı olmuştur (s. 66).
Gökalp, Havas’ı yalnız sarayın kurallarının teşkil ettiği, Osmanlı
seçkinleri olarak ifade ederken avam’ı da taşralı diye küçümsenen taşralı Anadolu
halkına ve havas dışında kalan tüm halka olarak verilen ad olarak tanımlar.
Gökalp’ın ‘Hars ve Tezhip’ makalesinde hars, halk
kültürüdür. Halkın gelenek, görenekleri, örfleri, sözlü ve yazılı edebiyatı,
dili, dini, ahlâkı, iktisadî ve estetik ürünleri harstır. Tezhip ise, yüksek
tahsil görmüş, yüksek terbiye ile yetişmiş aydınlara özgüdür. Ziya Gökalp’a
göre bir insan yalnız milletinin harsına değer vermekle birlikte o insan tezhib
görmüş ise başka milletlerin harslarından da etkilenir (s. 68).
(Dil, din, millet vs.) Bütün bu toplumsal kavramların ve
kurumların lisan dairesinde toplanmasının harsı, din dairesinde toplanmasının,
medeniyeti, ilim dairesinde toplanmasının ise uygarlığı ortaya çıkaracağını
söylüyor (Ömer Seyfeddin).
Avrupa medeniyeti Hristiyan olan Avrupa milletlerine
mahsustur. Bizim beynelmileliyetimiz İslâm’dır.
(Sınıf bilincine atıfla Gökalp şöyle demiş) bir zümre,
fertlerin ortak vicdanında şuurlu bir surette idrak olunmadıkça sosyal bir
zümre mahiyetine haiz olmaz.
Gökalp, Türk halkının millî şuurunda Türkçe asıllı
kelimeler yaşamıyorsa sosyal bir varlık gösterme becerisini kaybettiğini
belirtir. Türk töresine giren bir geleneğin de artık Türk halkının şuurunda
aktarımının kesilmiş olmasının -ki bunu sosyal bir hadise olarak tanımlar -
Türk ahlâkının unsurlarını kaybetmiş olması olarak görür (s. 72).
Yeni Lisan ve Yeni Hayat anlayışına yönelik eleştiriler en çok “halka
doğru” ve “halk için” kavramları üzerinden yapılmıştır. Yeni Lisan dönemin aydınlarının tercih ettiği
elit lisanı olmaktan öte halkın lisanıdır. Yerli harsa ulaşan aydın, millî kültürün inşasını da başlatacaktı.
Millî kültürün inşası, aynı zamanda millî sosyoloji ve millî edebiyatın anlayışının
da inşası demekti (s. 74-75).
‘Halka Doğru’ deyimi, Çarlık Rusyası’nda 19. Yüzyılın ikinci yarısında
gelişen Narodnik hareketinin temel görüşü idi. Balkanlardaki yazarlar ve
öğretmenler arasında Narodnik hareketi 19. yüzyılın ikinci yarısında etkin
olmaya başlar.
Sosyolojinin temel konusu olan
toplum ve halk, Osmanlı aydınının zihninde flu bir kavramdı.
…kendine ayrıcalıklı bir konum ve
konfor alanı belirlemiş olan aydın için “halka doğru” hareketi şiddetle karşı
çıktığı bir düşünce idi.
Türkçülüğün Esasları adlı eserinde
Gökalp, “halka doru gitmek” meselesini şu şekilde açıklar; “…güzidelerin halka
gitmesi iki maksatla olabilir: 1.Halktan harsi bir terbiye almak için, halka
doğru gitmek 2. Halka medeniyet götürmek için halka gitmek… halka doğru gitmek
harsa doğru gitmektir çünkü, halk, millî harsın canlı bir müzesidir.”
Millî edebiyatçılar için millî
lisan, halkın dili idi.
Genç Kalemler’in Halkçılık anlayışı
“Millî Edebiyat”’ı ortaya çıkarmıştır.
Enderun edebiyatının lisanı bozmak
yoluyla millî kültürün dokusunu zedelediğini ifade eden Ömer Seyfeddin, (…)
millî edebiyatın şekil ve manaca bizim özelliklerimizi haiz olacağını ifade
etmiş, 1918’den sonraki yazılarında ise “Millî Edebiyat”, “Millî Edebiyat
Cereyanı” kavramlarını daha sıklıkla telaffuz etmiştir.
Abdülhamid Döneminde ve
Meşrutiyet’in ilanının ilk yıllarında ‘yeni hayat’ sözcüğüne yüklenen anlam
Osmanlı’dan ümidi kesen aydın kesim için Türkiye dışında yaşamaktı.
Meşrutiyetin ilanı ile beraber yeni hayata yüklenen anlamda değişti. Yeni hayat
artık Meşrutiyetin sağladığı özgürlükler sayesinde Batı kültürü ve dili tesiri
ile inşa edilecek yerli kültürel kavramları ötekileştiren sosyal ve fikri hayattı.
Durumun öyle olmadığını anlayan aydınlar II. Meşrutiyet’i ilan eden İttihat ve
Terakki’yi basın yoluyla eleştirerek hayal kırıklıklarını ifade ettiler.
Selanik’te başlayan Yeni Lisan
Hareketi millî esaslara dayalı Yeni Hayat anlayışını ortaya koyuyordu.
Gökalp, Türklerin İslâmiyet’i kabul
etmeden önce dahil olduğu Uzak Şark Medeniyeti anlayışının yani gerçek kültürel
değişkenlerinin, İslâmiyet’in kabulünden sonra silikleştiğini ifade eder. (…) millî
devlet için öncelikle millî kültürel anlayışın ve kimliğin esaslarına dönülmesi
gerektiğini belirtir.
Türkçülüğün Esasları adlı eserinde
kültürü, yalnız bir milletin dinî, ahlâkî, hukukî, aklî, estetik, lisanî,
iktisadî ve fennî hayatlarının uyumlu bir bütünü olarak tanımlar.
Osmanlı ediplerini ve şairlerini
orijinallikten uzak ve taklitçi olarak niteler. Osmanlıca edebî ürünlerin,
estetik bir ilhamın ürünü değil, zihnî hüner gösterme merakının sonucu teşekkül
ettiklerini ifade eder.
Ömer Seyfeddin (…) sayesinde Ali
Canip’in değişi ile “Beyoğlu’ndan nihayet Tarabya’ya kadar gidebilen Türk
Romanı’nın sahası tüm Anadolu oldu.”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Toplumsal Yapı, Toplumsal
Değişme Açısından Ömer Seyfeddin’in Eserlerinde Toplumsal Eleştiri ve
Sosyolojik Temalar
Sosyolojik okuma: roman ya da
öyküyü edebî eser bağlamından çok eserin çok yönlü toplumsal etkisi, dönemi ve
konu ile kahramanların sosyal ve siyasî konumları, özellikleri gibi pek çok
sosyolojik unsuru öne çıkararak okuma neticesinde eserin toplumsal nitelikli
bir tavır olma biçiminde ele alınmasıdır (s. 90).
Cemil Meriç, edebiyat eserinin
henüz yazılma aşamasında toplumsal sürecin başladığını vurgular.
Ömer Seyfeddin, Tanzimat itibarıyla
toplumun belli bir tabakasında meydana gelen aşırı Batılılaşma, yabancılaşma,
alaturkalık ve alafrangalık olgularının bireye ve dolayısıyla topluma etkileri
üzerindeki ideolojik ve sosyolojik bakış açısını, fikir yazılarında dilde
sadeleşme ve halka doğru hareketini esas alan Yeni Lisan Hareketi, toplumsal
hayatın her alanında yenileşme ve değişme anlamına gelen Yeni Hayat görüşü,
Türkçülük ve Turancılık görüşleri temelinde ortaya koyar (s. 92).
Ömer Seyfeddin’in hikâyelerinde
kimlik meselesi (…) iki biçimde gözlemlenir. Bunlardan ilki, (…) tarihi
kişiliklerin millî kahramanlıkları çevresinde (…) kahraman tipinin okuyucuda
millî kimliğin inşası ve millî şuuru oluşturacak amaçlarla sunulması. Diğeri
ise sosyal hayat içinde bireyin Batılılaşma ve Modernleşmenin tesiri (…) sonucu
bazen kendi kimliğini sorgulayan ve kültürel aidiyetlerini araştıran tip ve (…)
ve bu yolla yapılan sosyal eleştirilerdir (s. 97).
Eski Kahramanlar serisinin ilk
hikâyesi Ferman’dır ve Kanunî Sultan Süleyman’ın son seferini anlatan
olaylar etrafında kurgulanmıştır.
Hikâye, devletin kutsallığı teması
üzerine kuruludur.
Kütük’te cesur Aslan Bey,
Budapeşte yakınlarındaki Şalgo Kalesi’ni kuşatmıştır.
Vire adlı hikâyede (…) Türk
askerinin savaşsız teslim olacağını zanneden komutanına gösterdiği tepki ile,
Kızılelma ülküsüne giden yolda mücadelenin gereği fikrinin okuyucuya
nakledilmesi önemlidir.
Teselli hikâyesine ise
pusuya düşen Erzurum Kumandanı İskender Paşa’nın yaşadığı yenilgi karşısında
yaptığı vicdani sorgulamayı anlatır. (Hikâyede) Türk askerinin devlete
sadakatle bağlı oluşu vurgusu önemlidir.
Başını Vermeyen Şehit Peçevî
tarihinden alınan bir olayı modern anlamda bir hikâyeye dönüştürülmüştür.
Zigetvar kumandanı Kıraçin,
Grijigal kalesini 2000 kişiyle sarmış, içerdeki 114 Türk’ün antlaşma ile teslim
olmasını istemektedir.
Deli Mehmet ve Deli Hüsrev
öncülüğünde iki koldan şövalyelere saldırı başlar. Şövalyelerden biri Deli
Mehmet’in başını kesip koltuğuna almış, koşmaktayken Deli Hüsrev: “Mehmet,
Mehmet! Canını verdin, başını verme Mehmet!” diye bağırır. Deli Mehmet’in
başsız vücudu koşup şövalyeye yetişir, eliyle öyle bir vurur ki şövalye atından
yuvarlanır. Başsız vücut başını alıp yerine koyar ve oracığa uzanır.
Kızıl Elma Neresi? adlı
hikâyesinde de Kanunî Sultan Süleyman’ın ağzından halkı ve halk bilgisini
yüceltir.
Bir başka devlet adamı eleştirisi
ise Büyücü adlı hikâyenin konusudur.
…hikâyede halkın büyücü olarak
nitelediği ilimle uğraşan Doğan Bey cephede savaşarak değil ama bilimin gücüyle
düşmanın yenilebileceğinin ispatı olarak tasarlanmış bir kahramandır.
Tek’e Tek hikâyesinde (…)
iki yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış ve daha sonra kaybedilmiş Yayçe’nin
yeniden kuşatılması konusu etrafında (…) Türk dışında kalan ekalliyetlere
güvenilemeyeceğini devletin daima kendi bekasını güvene alması gerektiğini
ifade eder ve bu anlamda aşırı güvenin bir problem olduğu eleştirisini yapar.
Topuz adlı hikâye (…) etnik
grupların bağımsızlık mücadelesine girdiklerinde verilecek dersi göstermesi
açısından önemli
Pembe İncili Kaftan’da (…)
devlet ve vatan uğruna yapılan fedakârlıkların (…) kâr amaçlı olmaması gerektiği üzerinde durur.
Yazarın, Eski Kahramanlar olarak
tasnif edilen hikâyelerinde adeta toplumsal kültürün belleğinin kesintiye
uğramış kısımlarını millî şuuru uyandırmak için yeniden okura aktarmıştır.
Yalnız Efe hikâyesinde de
yazar, toplumsal değerlere vurgu yaparken ve insanın toplumsal değerler
karşısındaki ilkesiz tutumunun toplumsal tesiri üzerinden eleştirir.
Bomba Makedonya’da yürüyen
çete faaliyetlerinin kendi soydaşı, dindaşı hatta zamanında kendileri gibi çete
üyesi olan ama sonra vazgeçip yasalara uygun bir hayat seçenleri nasıl
acımasızca katlettiklerini anlatan bir hikâyedir.
Türk insanının memleketinde
içeriden yaşadığı ihaneti ve yıkımı ifade etmemesi ve belleğin kaybı inancı ya
da terbiyesinin gereği olarak düşünülebilir. Bu nedenle toplumsal hafıza o
döneme ilişkin bugün sınırlı olarak ele alınmaktadır. Ömer Seyfeddin kadar
keskin bir üslupla o günlerin hatıralarda ya da öykülerde nakledilmesi bu gün
dahi belli kesimleri huzursuz etmektedir. Bunun bir sebebi bu gün hala
millîyetçilik dendiğinde Bulgar, Sırp ve Yunan millîyetçiliği hatta Kürt
millîyetçiliği, Ermeni millîyetçiliği, Yahudi Millîyetçiliği onaylanırken Türk
millîyetçiliği ırkçılık ile özdeş bir imaj üzerinden karakterize edilmektedir.
Beyaz Lale Hikâyeyi bu gün
okuyanlar dahi Avrupa’nın ortasında yaşanan Sırp vahşetini, Türklerin
Bulgaristan’da uğradıkları eziyetleri, Batı ülkelerinde göçmen olarak yaşayan
Türklerin uğradıkları ırkçı saldırıları ve Türk-Müslüman kimliğini
ötekileştiren pek çok başka tutumu toplumsal hafızasından çağırarak düşünmeden
edememektedir.
Nakarat, adlı hikâyede yine
millî şuur ve toplumsal hafıza zayıflığı çeken aydın eleştirisi nitelikli bir
hikâyedir.
Bulgar kız Bulgarca söylediği ve
kendine Türk subayı aşık ettiği türkü çocukluğundan beri onda millîyetçilik
fikrinin ve Türk düşmanlığının ifadesi olan sözlere sahiptir. “ naş, naş,
çadrigrad naş…” yani “Bizim olacak, bizim olacak, İstanbul bizim olacak...”
Türk subayı bu gerçeği öğrendiğinde seni seviyorum dediğini zannettiği Bulgar
kızının bilinci ile kendisinin millî şuur eksikliğini mukayese eder ve
vicdanını sorgular.
Tuhaf Bir Zulüm Deliorman
kasabasındaki halkın dini duyguları kullanılarak düşman tarafından vatan
toprağından sürgün edilişinin acı öyküsüdür.
Çanakkale’den Sonra: İlk bölümde
toplumdaki insanların deli gözüyle baktığı kahraman, melankolik bir görüntü
çizen, iyi tahsil görmesine rağmen çalışmayan ve para kazanamayan, her şeyden
vazgeçmiş yazarın “geçmiş zaman epikürü” olarak nitelediği bir şahıstır.
…kahraman insan olmanın ön koşulunu
topluma aidiyet, millî ideal etrafında kenetlenmiş bir milletin parçası olmak
olarak görüyordu.
Nazım Hikmet Polat Ömer
Seyfeddin’in 1916 yılında tek bir yazısı tespit edilebilmiştir. Balkanlarda
yaşadıkları ve tanık oldukları ve Trablusgarp ile Yemen’de yaşananlar yazarın
yazı yazma arzusunun sönmesine sebep olmuştur (s. 127).
Kaç Yerinden? adlı hikâyede
(…) ünlü bir edebiyatçı olan birinci kişi, eski kahramanların hayatına dair
destanlar yazmaktadır.
Bu hikâyede Ömer Seyfeddin “millî
ideal”, “millî kimlik” anlayışı çerçevesinde eski ve yeni mukayesesi yaparken
(…) artık toplumun idealini yaratma ve milletin bu uğurda harekete geçmesi için
esatire, destana ya da menkıbeye ihtiyacı olmadığını vurgular.
Bir Çocuk Aleko adlı hikâye
Ömer Seyfeddin’in Çanakkale izlenimlerini içerir.
Primo Türk Çocuğu, Primo’nun
babası Avrupa’da mühendislik tahsili gördüğü sırada İtalyan annesi ile evlenmiş
ve Primo dünyaya geldikten sonra tamamen Avrupa kültürüne bağlı bir eğitim
almıştır.
Tanzimat ile başlayan Meşrutiyet
ile devam eden süreç Balkanlarda Türk varlığının büyük ölçüde sonunu
hazırlamıştır.
…akademisyenlerinin bir bölümü Ömer
Seyfeddin’in bu hikâyesini özellikle okullarda okutulması sebebiyle eleştirmiş
ve müfredatta bulunmasının sakıncaları üzerine pedagojik pek çok sebep ileri
sürmüşlerdir (s. 140).
Meşrutiyet öncesine kadar toplumsal
ve siyasal bellekte ulusal toplum ve çağdaş toplum kavramı mevcut değildir.
Toplum kavramını karşılayacak sözcük Osmanlıca’da “camia-i insaniye”,
“içtimaat-ı beşeriye”dir.
Toplumsal ahlâkın, toplumsal
değişme nedeniyle uğradığı çöküşü okuyucuya aktardığı hikâyeleri
geleneksel–modern çatışmasının da bir görünümü niteliğindedir.
Harem adlı hikâyede Sermet,
Nazan ile, Refi ise Meliha ile evlidir. Bir hafta önce, birbirlerinin eşleri
ile yakalanmış, bu yüzden evliliklerini bitirmişlerdir.
Günlüklerinden aynı günlere ait
notları okuduklarında birbirlerini aldatmadıkları ama evlilik hayatı ile ilgili
salon hayatı ve haremi farklı değerlendirdikleri ortaya çıkar.
Bahar ve Kelebekler, yazarın
toplumsal değişmeyi ve ortaya çıkardığı nesiller arası çatışmayı işlediği bir
hikâyedir.
Yazara göre, kendi dilinden
uzaklaşmak yabancılaşmanın temel sebebidir. Başka kültürlerin gündelik hayatı
ya da sosyal yapısına ait detaylar kimliğe nüfuz etmektedir.
Ömer Seyfeddin, kimliğin bozulmasına
batılılaşma ve alafrangalığın gündelik hayat pratikleri üzerindeki tesiri
açısından baktığı bu öyküsünde nesiller arası aktarımın kesintiye uğramasından
doğan toplumsal sorunları irdelemiştir (s. 162).
Fon Sadriştayn’ın Karısı,
Almanya’da Alman kadın ile evlenmiş bir Türk erkeğinin hikâyesidir.
Fon Sadriştayn’ın Oğlu ise
ilk hikâyenin devamı niteliğinde adeta Sadriştayn’ın kendi kimliğine dönüşünün,
kendi yabancılaşmasını sorgulamasının hikâyesidir.
İlk Namaz adlı hikâyenin
sonunda ferdî hayatının 15 yıl önceki çocukluk cenneti ile 21 yaşındaki
durumunu karşılaştırmaktadır
Türbe adlı hikâyede aşırı
muhafazakârlık eleştirisi yapmıştır.
Tarih Ezeli bir tekerrürdür!
anlatıcı konumundaki kahraman, eski eşi Efser’i anlatırken onun güzelliğini, Müslüman
olmuş bir Macar baba ile saraya alınmış Çerkez bir anneye bağlar. Hatta
sonradan kazanılan bir özellik olan kendini beğenmişliğini ise İngiliz
mektebinde okumuş olmaya bağlar. Natüralist edebiyatta mutlaka fert-toplum
çatışması vardır.
Heredot tarihinde geçen hükümdarın
Candaules hikâyesinde olduğu gibi plan yapar ve karısını kuzenine çıplak
biçimde gösterir.
Esfer, (…) Bidar’a Heredot
hikâyesini okutur ve öcünü almak için destek ister.
Erkek Mektubu adlı
hikâyesinde dönemin aşırı Batılı eğitiminden geçmiş geleneksel evliliği adeta
buhran sebebi olarak gören bir kadın ile erkeğin yeni başlayan yaşantısını
anlatmıştır.
Beşeriyet ve Köpek adlı
hikâyede köpeği medeniyetin başlangıcı olarak gören bir ecnebi kadının Doğulu
erkeği ve toplumu nasıl algıladığı hakkında izlenimler yer almaktadır.
Horoz ve Dünyanın Nizamı
adlı hikâyelerde Ömer Seyfeddin modernleşme sürecini yaşayan aile yapısı içinde
bir genç kızın feminist dünya görüşünü mizahi unsurlarla eleştirmiştir. İlk
hikâyede geleneksel aile içinde erkek (…) egemen evlilik kurumunun sadece
erkeğin varlığını sürdürmesi için kadınların çabalaması olarak düşünmektedir.
Geleneksel modern kadın anlayışının
çatıştığı bu metnin devamı olan Dünyanın Nizamı adlı hikâyede (hikâyeyi anlatan
kız) aile hayatının olması gerektiğine ikna olmuş onun da ötesinde evlilik
kurumunun gereğine ikna olmuştur.
Kesik Bıyık adlı hikâye
imgesel olarak da modernleşme ile toplumdaki taklit duygusunun ve dış görünüşü
Batılılaştırarak alafrangalığı sergilemek meselesine oldukça uygun bir
hikâyedir.
Tüm hikâyelere bakıldığında
hikâyeler adeta sosyal olaylar ve toplumsal değişme çatısı altında toplumun tüm
kesimlerini ve kurumlarını içerir ve tasnif edildiklerinde temsil itibarıyla
okura toplumun bütününün fotoğrafını ulaştırır (s. 175).
Hürriyete Layık Bir Kahraman,
adlı hikâye dönemin siyasetçi, edebiyatçı ve gazeteci kimliği ile bilinen Rıza
Tevfik üzerine kurgulandığı düşünülmektedir.
Ahmet Kanun-i Esasi hakkında
gazetede çıkan tebliği kastederek işte hürriyetin ilanı der (…) Oysa Kanuni
Esasi zaten ilan olunmuştur ama uygulamada yoktur. Dolayısıyla bu tebliğ sadece
kanunun tatbikini sağlamak içindir.
Yaşasın Hürriyet! diye bağırır.
Beyoğlu’nda Ruslar ve Yunanlıların
ve diğer ekalliyetin alkışları ve katılımı ile Ahmet omuzlarda evine doğru
giderler.
Lugat-i Osmânî’de “efruz”
kelimesini görür. Ziyalandırıcı, rûşen edici” anlamına sahip olan bu kelimeyi
kendine isim seçer.
İttihat ve Terakki’den bir davet
alan Efruz bey, yine nümayiş ile merkeze gider ve orada sorgulanır. İttihat ve
Terakki mensupları da şahsın sadece gösteriş için bu işlere kalkışması
karşısında şaşkınlık içindedir.
Efruz bey de tüm yaşananı unutmuş
Selim Sırrı ile Rıza Tevfik’in peşine düşmüştür.
Selim Sırrı ve Rıza Tevfik, II.
Meşrutiyet’in ilk günlerinde halkı coşturmak için yaptıkları konuşmalarla
bilinmektedirler.
Asiller Kulübü adlı hikâye
Efruz Bey tipi etrafında şekillenir ve aydın elitizmini hiciv eder.
Efruz Bey, Galatasaray
Sultanîsi’nden tanıdığı, asil ve zengin dört eski dostunu çaya davet etmiştir.
Efruz Bey, toplumsal kabul görmek
için tıpkı batıdaki gibi unvan almaları gerektiği konusunda gruba bir teklif
sunmuş hepsi kendi hikâyesine göre prens, kont, marki gibi unvanlar
almışlardır.
Bilgi Bucağında adlı
hikâyede Efruz Bey, dernekçi olarak karşımıza çıkar.
Gerçek Türk, Rusya Türkleridir
diyen Efruz Bey’e Rusya Türklerinden olan öğrenciler ona “Bizim Tolstoy’umuz”
demektedirler.
Efruz Bey’in Açık Hava Mektebi
adlı öykü toplumsal değişme ve Batılılaşmayı ayrıca neticesinde ortaya çıkan
kimliksizleşmeyi eğitim alanında ele alır.
Hikâyede sözü edilen Müfat bey,
Sat-ı El Husri olup ilk çocuk yuvasını kuran isimdir. Yazar tıfıl kovuğu diye
alay etmektedir. Efruz bey ise “Türkiye’de ilk açık hava okulunu Çamlıca’da
açan İsmayıl Hakkı Baltacıoğludur”. Bu iki eğitimci dönemin iş bilirği halinde
çalışan teori ile pratiği bir araya getiren önemli eğitimcileridir (s. 189).
Sivrisinek adlı hikâye,
ferdiyetçilik eleştirisidir. Yazar Sivrisinek olarak nitelediği insanları
egoist ve ferdiyetçi olarak tasvir eder.
Tam Bir Görüş adlı hikâyede
Efruz Bey, memleketin Sosyoloji ile kurtulacağına inanan bir aydın olarak Türk
Bucağı’nda Sosyoloji dersleri vermektedir.
Efruz Bey arkadaşlarına
Durkheim’dan ve toplumsal yapıdan uzun uzun söz eder.
…köylünün şehirli gibi toplumsal
değişme ile yabancılaşmadığından söz eder. Ancak önlerine çıkan köylüler selam
almamakta ve yolu sordukları halde yardım etmemektedirler.
…yazar, toplumun değerlerini
kaybedişini ve bunu fark etme becerisinden yoksun aydını eleştirmiştir.
Gayet Büyük bir adam adlı
hikâye, Efruz Bey serisinin ilk hikâyesi olup Efruz Bey ismi henüz
söylenmemiştir.
…kahraman, ülkenin tek embiryoloji
uzmanı olmakla kendi ile övünür.
…hikâyede, ilim adamının ülkedeki
halinin yanında ilim adamının kendilik değeri konusunda kendine yabancılaşması
işlenmiştir.
Şimeler adlı hikâyede bahsi
geçen aydın gece gündüz okuyan yazan feylesof kişiliktir.
Özellikle millî kimliği red etmekte
ve bunu ilkellik olarak görmekte
Ashab-ı Kehfimiz adlı hikâye
yazarın aydın yabancılaşması ve kimlik meselesine yönelik değerlendirme ve
eleştirilerini içeren niteliktedir.
Mağara Mensupları anlamına gelen
Ashab-ı Kehf, hikâye boyunca yazarın ele aldığı ve eleştirdiği aydının
kimliğini ve onu oluşturan değişkenleri inkâr ederek toplumun gerçeğine yabancılaşma
tutumunu tasvir etmesi açısından oldukça manidardır.
…topluma hâkim olan grupların dini
ve etnik olarak ideallerinin ve bu uğurda belirledikleri hareket tarzını
detaylandırarak toplumun şuur haritasını ortaya koyar.
Koleksiyon hikâyesinin
kahramanı Kaynaştırma Cemiyetinin mensubu olan, aşırı zengin Mösyö Durant’ın
evine ziyarete gider.
…hikâyede ki can alıcı nokta Mösyö
Durant’ın zenginliğini eşi ve kızının ahlâksızlığına borçlu oluşudur.
Tatlısu Frenkleri adlı
hikâyenin kahramanı da Koleksiyon’daki Osmanlı Kaynaştırma Cemiyeti mensubudur.
Boykataj Düşmanı adlı
hikâyenin kahramanı Mahmut Yüsri, Rum boykotajı lehine yayınlanmış bir broşürü
okuduktan sonra, bu canilerin bulunmasını istiyorum diyerek karakola gider,
ancak polis kendisi kadar konuya duyarlı değildir.
Ömer Seyfeddin’in Siyasî Fikir
Yazıları
Yazarın, doğrudan siyasî olaylara
temas eden ilk yazısı, “Hedm-i İstibdat”tır (1 Ağustos 1908).
…yazıda, Ömer Seyfeddin,
jurnalcilerin insanlara yaptıklarının cezasını Meşrutiyet ilanı ile ödeyeceklerine
ilişkin edindiği bilgileri yazarken, bunların nasıl jurnalledikleri insanların
kanına doğradıkları ekmeğin kata, yalıya, zengin hayata dönüştüğünü anlatır.
11 Temmuz 1908 yılında çıkan Mebus
Kimi İntihab Edelim? başlıklı bir başka yazısında (…) seçmen sıfatı ile halkın
yeterinde bilinçli olmadığını
Ömer Seyfeddin’in Süheyl Feridun
adı ile yazdığı “Evvela Ordu” başlıklı yazısı (…) illa ki düzenlemelerden
geçmesi gerekiyorsa ordunun öncelikle ele alınması gerektiğini,
Antimilitarizm başlıklı yazısı ile
sosyal hayat ve fikir dünyasında Batılılaşmanın ve Avrupa düşüncesinin bir
anlamda küreselleşmesinin yarattığı tesiri tartışır.
Sulh Felsefesinden başlıklı siyasî
fikir yazısında, tarafların birbirine saldırma ihtimali nedeniyle
silahlandığını ifade eder.
Say ve Saadet, Ömer Seyfeddin’in
toplumsal mutluluk kavramını ele aldığı bir makaledir.
Millî Tecrübeden Çıkarılmış Ameli
Siyaset, başlığı taşıyan kitap, yazarın sağlığında yayınlanmıştır.
…Türk, Türklük, Türkiye, Türkler
kelimesinin ağza alınamadığını ve Avrupa’nın bile coğrafyayı işaret için
Türkiye diye söz etmesine kızıldığını belirtir. Hâlbuki Rum, Bulgar, Sırp,
Ermeni ve Arnavutların meşhur millî idealleri, millî edebiyatları, millî
lisanları, millî amaçları, millî teşkilatları olduğunu ve Osmanlıyız diyerek
sinsice kendi millî idealleri için örgütlendiklerini belirtir.
Ferden bir Çerkez Çerkez’dir.
Tabiî mensup olduğu ırkı inkâr edemez. Lâkin Türk vilâyetlerinde oturursa
Türkçe konuşmağa, Türkçe okumağa, Türk beldesinin âdetlerini kabul ve Türk
mefkûresini takip etmeğe mecburdur. Çerkezler Türkiye’de bir Çerkez millîyeti
iddia edemezler. Şayet Çerkezliği seviyor ve Çerkezliğe bir tarih yapmak
istiyorlarsa kavmî ve mahallî vatanlarına, Kafkasya’ya gitmeli, vatanlarını
zapt eden Ruslara karşı bu gayreti gütmelidirler…
Avrupa’nın esas gayesinin İslâm’ın
son hükümeti olan Türkiye ve Türklüğü yok etmek olduğunu ve onların toplumsal
bakışaçısı ile ve siyasî düşünceleri ile hareket etmenin ancak “eşeklik
olduğunu” ifade ederek aşırı Avrupalılaşmış ve Batı’yı tek kurtuluş gören
aydınları ağır bir dille eleştirir.
Ali Canip ile Ömer Seyfeddin’in
birlikte kaleme aldıkları Vatan! Yalnız Vatan
… (1911) adlı makale
Yazının ilk bölümünde Yeni Lisan’ın
kaideleri sıralanmış ve bu prensiplere açıklık getirilmiştir.
Vatan! Yalnız Vatan! Yeni hayat
görüşünün davasını ortaya koymakla beraber o gününü koşullarında gerek
gençliğin gerekse ülkenin içinde bulunduğu sinsi ama küresel tehditlerin
kamuoyuna ilanı niteliğindedir.
Trablus Muharebesinin İttifak ve
İtilâf-ı Müselles Kuva-yı Askeriyesine Tesiri başlıklı yazısında Ömer
Seyfeddin, Trablusgarp Savaşı’nın siyasî bir analizini yapar.
Ömer Seyfeddin, Boğaz Meselesi
başlıklı yazısında toplumsal belleğin zihninde taze olan Çanakkale Savaşını
okuyucuya anımsatarak; “Çanakkale Boğazı’nı seller gibi akan kanımızla
müdafaa ettik. Herkesin canı belki kalbindedir. Hâlbuki bizim canımız
boğazımızdadır…” der.
Mürteciler Karşısında Din adlı
makalesinin başlangıcında Ziya Gökalp’in Yeni Hayat adlı kitabından söz eder.
30 Ekim 1918 Mondoros Ateşkes
Antlaşmasının imzalandığı gün Diken Dergisi’nde Almanlar Gidiyor… başlıklı
siyasî hiciv yazısını kaleme alır.
Siyasî İcmal başlıklı başka bir
yazısında ise Ömer Seyfeddin, yine kendi değişiyle zülf-i yâre dokunmadan
mevcut siyasî durumu yazan mütareke basınını eleştirmektedir.
Wilson Prensipleri başlıklı yazıda
Wilson Prensipleri’nin faydadan çok zarar getireceğinin altını çizmiştir.
Yahudiler ve Cihan Harbi başlıklı
yazısında Ömer Seyfeddin, çok büyük can kaybına yol açan I. Dünya Savaşı’nın
tek bir kazancının olduğunu, onun da milliyet fikri olduğunu ifade ediyor.
Harici Meşrutiyet başlıklı yazıda
Ömer Seyfeddin, Milletler Cemiyeti’nin teşekkülü ve devletlerin bu cemiyet
içindeki konumları meselesini ele almıştır.
“Milletler Cemiyetine girebilmek
için ne yapmalıyız?” başlıklı yazısında (…) Medeni devletin tüm kurumlarının
sadece kendi vatandaşına değil tüm dünya vatandaşlarına bir anlamda hizmet
ettiğini ifade eden Ömer Seyfeddin, hukuk ve iktisat anlamında çağdaşlaşan
devletlerin uluslararası barışa da katkı sağlamasının kaçınılmaz olduğunu
belirtir.
…ülkü kavramını ele aldığı Tabii
Mefkûreler başlıklı yazısında Almanya’yı eleştirmektedir. Almanların kendi
idealleri için pek çok ülkeyi siyasî ve sosyal olarak tehlike altına sokarak
kaderlerini değiştirdiğini belirten yazar, ideal inşa ederken düşülecek en
büyük yanlışın saplantılı biçimde kendi fikrinin doğruluğuna inanmak ve diğer
fikirleri görmezden gelmek olduğunu ifade ediyor.
“İnkilap” yazısında siyasî ahlâkın
çöküşünü eleştiren Ömer Seyfeddin, (…) eski mecliste mebus olup parasız
olanların servete kavuştuklarını söyler.
Ahlâk Bozgunu, yazısında savaşın
herkesin ahlâkında bir bozulmaya yol açtığını söyleyen yazar, eskiden hırsıza
hırsız dendiğinde mahçup olduğunu, “şimdi ise aptallığına doyma sen de
çalsaydın” diyerek namusluyu aşağıladığını belirtiyor.
İnkilabın Teakubu, adlı makalede
hayatın doğası değişme olduğundan gerçekliğin durmadan değiştiğini belirten
Ömer Seyfeddin, (…) insanlığın hikâyesi hep bu hadisenin hikâyesidir der.
Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür
İttihatçıları eleştirdiği bu yazısında İttihatçıların muhalefetsiz meşrutiyet
istediklerini bunun olası olmadığını belirtir.
Millet Kendini Nasıl Gösterir?
başlıklı makalede, (…) toplumsal değişimin aniden olmayacağını bir süreç
meselesi olduğunu belirtir.
Mefhum Buhranı muhasebe üst başlığı
ile yayınladığı yazısında Ömer Seyfeddin, münevverlerin kavramlar konusunda
yaşadıkları buhranın değerlendirmesini yapmaktadır.
Hıyanetin Hududu başlıklı yazısında
Ömer Seyfeddin, hıyanet kavramının da sıradanlaştırılmış, içi boşaltılmış bir
kavram haline dönüştüğünü, (…) ifade ediyor.
Münevverler–Fırkacılık, yazısında
Ömer Seyfeddin, siyasî taassubun toplumun düşünce hayatına ve ilerleme haline
vereceği zararı tartışıyor.
Ameli Turan Nasıl Doğabilir?
Başlıklı yazısında (…) toplumun milliyet kavramını idrak ettiğini, lisanı
Türkçe, dini İslâm olan herkesin toplumda kimliğini Türk olarak ifade
edebildiğini belirtir.
Yarınki Turan Devleti başlıklı
kitapçık: Bir devletin tabii hudutları dağlar ve ırmaklar değildir, istinat
ettiği millîyetin lisanî ve dinî sınırlarıdır…
Türkçülük düşüncesi çerçevesinde
kaleme aldığı fikir yazıları da hikâyeleri ile bütünlük içindedir. Millî
kültürün dil ve millî kimlik unsurları etrafında şekillenmesini amaçlayan Yeni
Hayat’ın halkın ortak belleğine yolculuğu Ömer Seyfeddin’in fikir yazılarında
ve hikâyelerinde gözle görünür haldedir (s. 277).
Türklerin Millî Bayramı: Yeni Gün,
Mart 9 adlı makalesinde kültürün ve millî kimliğin inşasında ortak değerlere
vurgu yapmıştır.
Büyük Türklüğü Parçalayan
Kimlerdir? yazısında ise millî ülkünün ve birleşmenin karşısında olan
kuvvetlerin dününe ve bugününe değinir.
Milliyet Aleyhtarlığı yazısında Türkçülüğü
rededen Türkleri samimi ancak kendi milliyetini kabul edip yüceltmek ve
bağımsız kılmak için çalışırken Türk varlığını inkar eden azınlıkları
samimiyetsiz bulur.
Millî Kuvvetimiz başlıklı yazıda
yine Turan ekseninde bu defa Ömer Seyfeddin, dünyada askeri kuvvetin en çabuk
yok olan kuvvet olduğunu belirtir.
Türkçülük Fikri başlıklı yazısında
ise İttihat ve Terakki’nin en başta Tanzimatçı olduğunu, Türkçülük ile
Turancılığı birbirine karıştırmamak gerekir diyerek Turancılığı bir ideal
olarak yorumlar ve siyasî gerçeklikle çok az ilişkisi olduğunu belirtir.
Azerbeycan’ın İstiklâli başlıklı
yazısında gelecekteki edebî Türk dili için İstanbul şivesi esas alınmlıdır
diyen Ömer Seyfeddin, tüm Turan’ın edebiyat dilini İstanbul şivesine
yaklaşmalıdır diyerek dilde birliği vurgular.
Yeni Lisan yazıları olarak adlandırılabilecek
olan yazıların ilki 11 Nisan 1911 yılında Genç kalemler Dergisi’nin ikinci
cildinde “Yeni Lisan” başlığı ile yayımlanmıştır.
Yeni Lisan yazısının ikincisi de
Yeni Lisan (2) olarak Genç Kalemler Dergisi’nde yayımlanır.
Yeni Lisan’ın toplumun gerçeğine
uygun, aynı zamanda halka doğru bir hareket olduğunu ifade ettiği bir diğer
yazı ise Yeni Lisan (3) olup 1911 yılında Dicle Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
Yeni Lisan ve Bir İstimzac adlı
yazıda Ömer Seyfeddin avam ile havası dil konusundaki farklılığına değinir.
Millî Şiirler başlıklı yazısında
yazar, edebiyatta İran, Arap ve Batı tesirinin artmasıyla Türklük şuurunun
yitirildiğini ifade eder.
Türk Sözü başlıklı yazısında da
Ömer Seyfeddin, halkın okuma alışkanlığı olmadığından yakınan muharrirleri
eleştirmektedir.
Halk Nedir? Başlıklı yazısında
Türkler’den kim okumuşsa milletinden kopmuştur diyerek halkı tanımayan
aydınları eleştirmektedir.
Umumi ve Hususi Türkçe başlıklı
yazısında Ömer Seyfeddin, Turan halkları ile Türk halkının İstanbul Türkçesi
ile kaleme alınan bir eseri okumadıklarını, bu lisan ile yazma merakları
olmadığını ifade eder.
Türkçeye Karşı Enderunca başlıklı
yazısında yine Turan ideali ve Türkçülük düşüncesi ile lisan davasının
bütünlüğü içinde düşüncelerini ifade etmiştir.
Güzel Türkçe başlığı ile beş yazı
kaleme alır. Bu yazıların ilkinde asıl lisanın halkın konuştuğu dil olduğunu
(…) Güzel Türkçe -2, başlıklı makalede (…) sosyolojik ve etnografik tanımları
olan kabile, il, millet ve ümmet kavramlarının anlamını Tanzimatçıların ya da
Enderun şairlerinin bozamayacağını (…) Güzel Türkçe-3 başlıklı yazısında (…)
Yeni Lisan Hareketi’nin lisanı iptidai şekline çevirmek ya da ölmüş Türkçe
kelimeleri yeniden kullanmak niyetinde olmadıklarını sadece örfde yaşayan
halkın lisanını yazı dili olarak kullanmak amacında olduklarını belirtir.
Güzel Türkçe-4 başlığı taşıyan
yazıda ise kelimelerin canlı olduğunu ve bir ömrü olduğunu vurgular.
Türkçeye Kimler “Osmanlıca” Der?
başlıklı yazıda da Osmanlılık bir devlet, Türklük bir milliyettir diyen Ömer
Seyfeddin, Türklerin Turan gerçeğine uygun dillerinin Türkçe olduğunu ifade
eder.
Türkçe ve İlim başlıklı yazısında
İstanbul lehçesi ile inşa edilecek edebî lisanın genel ve millî bir lisan
olarak kimliği şekillendireceğini Türk kültürünün ve biliminin bu lisan üzerine
inşa edileceğini vurgular.
Türkçülük görüşü ve Turan idealinin
gerçekleşmesi için dilin İstanbul Türkçesi olarak tüm Türk coğrafyasında kabul
görmesi gereği üzerinde duran Yeni Lisancıların görüşlerini İstanbul Türkçesi
Hangisidir? başlığı ile iki yazı kaleme alarak ifade eder.
İstanbul Türkçesi Hangisidir? II
başlıklı yazı toplumsal sınıfları tasnifle başlar.
Sağlam Zemin, adlı makalede de bir
sanatkâr için vatanın lisan olduğunu ve sanatçıların eserlerini üretebileceği
en sağlam zeminin de kendi kültürel kökleri olduğu konusu ele alınmıştır.
Büyük Bir Şiir, yazısında da “kaç
sene var ki bütün rübapların telleri koptu” diyerek toplumsal değişmenin dilin
Arapça ve Acemce tesiri altına girmesiyle gerçekleştiğini âhenk ve nağmesini
kaybettiğini, gelenekten uzaklaştığın ve özünü halkın belleğinde koruduğunu
anlatır.
Millî edebiyat, millî zeminler,
millî usuller üzerinde yükselirken Edebiyat-ı Cedide lisanı ölecek mi?
diyenlere sosyolojik bakış açısı ile Edebiyatta Artta Kalış (Survivance)
başlıklı yazısında şöyle cevap verir: “İçtimaî temayüle uymayan her tarzın yine
hayatta bir “artta kalış” hakkı vardır ve bu pek tabiîdir.”
Güzellik ve Esatir başlıklı
yazısında güzellik ve estetik algısının coğrafi muhit ile ilişkilendirilmesinin
yanlış olduğu kanaatini belirtir.
Millîyette Lisanın Kıymeti ve
Ehemmiyeti başlıklı yazısında Millî kimliğin inşasında lisanın önemini ele alır.
İskolastik Lisanımızın İflası
başlıklı iki yazı kaleme alan Ömer Seyfeddin, Doğu-Batı çatışması eksenininde
dil ve medeniyet konusunu tartışır.
Tedrisat-ı İptidaiye Levazımatından
Siyah Tahta başlıklı yazısında yazar Feridun ismini kullanmıştır. Siyah
tahtadan yola çıkarak eğitimin yöntem ve metod meselesi olduğunu ve eğitim
malzemeleri ile eğitim ortamının Pedagoji disiplinin önemli meselesi olduğunu
Fransa’daki eğitim ortamını yorumlayarak ve örnekler vererek izah eder.
Jimnastiğe Dair başlığı ile üç yazı
kaleme almıştır.
Millî Jimnastik başlıklı yazıda ise
yazar, Türk çocukların daima fazla hareket ve rekabete ihtiyaç duyduklarını, o
nedenle bu ihtiyaca yönelik sporların olduğu bir program geliştirmek
gerektiğini vurgular.
Mektep Çocuklarında Türklük
Mefkûresi adlı makalesinde Ömer Seyfeddin, mefkûre kavramını şu şekilde tarif
eder; “mensup olduğumuz iki türlü hayat vardır şahsi ve umumi hayat. Millet
hayatı Türklüktür diyen yazar bu umumi hayatı kuvvetlendirmek dünyadaki
galiplerin üstüne çıkarmak ona yıkılmaz bir istikbal hazırlamak Türklük
Mefkûresidir”
Herkes İçin İçtimaiyat-Ticaret ve
Nasip (1914) adlı kitapçığı kaleme alma nedeni Osmanlı Devleti çatısı altında
yaşayan Türkleri özel teşebbüs ve ticarete özendirmek olup bunun temel nedeni
Türklerin askerlik ve memurluğa yönelip kendi topraklarındaki tüm ticarî
faaliyetleri diğer unsurlara bırakmış olmasıdır.
Doğuran Ev adlı hikâyede (…)
Rum, faiz alıp borçlanarak mahallede yirmi kadar eve sahip olmuş ve hepsinin
kirası ile geçinen bir emlak zenginine dönüşmüştür.
Bağımsız ekonominin siyasal
bağımsızlığın temel şartı olduğunu söyleyen yazar, bu konuda millî mefkûrenin
gerektirdiği şekilde yol alınmadığı takdirde Rumeli gibi elimizde kalan diğer
toprakların da kaybedileceğini belirtir.
…
Ömer Seyfeddin’in şiirleri
konusunda en kapsamlı çalışma Fevziye Abdullah Tansel’in olup kendi döneminden
itibaren günümüze kadar yapılan çalışmaların temel kaynağı niteliğindedir.
şair Ömer Seyfeddin’in
vazgeçemediği nazım şekli sonedir
Millî Edebiyat taraftarı şairler,
İstanbul Türk Ocağı binasında 1917 yılında toplanarak Şairler Derneğini
kurarlar. Bu grubun içinde yer alan Ömer Seyfeddin ve diğerleri derneğin
ilkelerini Türk Ocağı’nın yayın organı Türk Yurdu Dergisi’nde duyururlar. Bu
ilkeler Millî Edebiyat’ın şiir anlayışını ortaya koyması bakımından önemlidir
(s. 523).
Şairler, (…) halkın gündelik
hayatında kullandığı Türkçe kelimeleri şiirlerinde kullanacaklarını ilan
ederler.
Hem Gökalp’in hem de Ömer
Seyfeddin’in şiirlerine bakıldığında toplumcu sanatın en duru örnekleri ile
karşılaşmak mümkündür.
Sonuç ve Değerlendirme
Yeni Hayat ve dilde sadeleşme
hareketi olan Yeni Dil Hareketi dönemin koşullarında Türk nüfusu için bir
kurtuluş reçetesi olduğu gibi millî mücadele fikrinin de kıvılcımı olmuştur (s.
341).
Ömer Seyfeddin, yazar şair ve asker
kimliklerinin yanında aslında bir dava adamıdır. Bugün bile mücadelesinin sürdürülmesi
gereken günümüz toplumunun da gerek siyasî gerek kültürel karakterli pek çok
sorunun o dönemde ortaya çıkışını bizlere kadar tüm gerçekliği ile nakleden bir
ayna olmuştur (s. 342).
Bu güzel araştırma için teşekkürler...
YanıtlaSil