Yaşar Nuri Öztürk - Kuranın Temel Kavramları 1
ABDEST / (gasl)
…gasl ile Türkçede abdest diye anılan ve Arapçası vudû olan temizlik anlatılır.
…abdest kelimesi Farsçadır.
Hz. Peygamber, abdesti, namaz dışında hiçbir şey için
gerekli görmemiştir.
Kâbeyi tavaf, namaz halinin en ideal şekli olduğundan tavaf
için de abdest şart olur.
ADALET / (adl, kist)
Arap dilinde kısaca eşlik, uyum ve denge demektir.
Tanrısal yaratış ve tasarruf hem isabet hem de adalet
yönünden tamdır.
Dengeyi ve orta yolu izleme anlamındaki i'tidal de adl
kökündendir.
Kist ise adaletli davranmak, pay, miktar ve rızık
anlamındadır.
Arapça'da teraziye de kist denmiştir.
'kıstas' sözcüğü de kist ile aynı köktendir.
ÂDEM
…e-d-m kökünden gelen el-üdme (yakınlık, vesile, karışıklık,
esmerlik, pembelik), idam (katık), edîm (cilt, dış yüz), edeme (cildin iç
kısmı, günün en parlak zamanı) kelimeleriyle, âdem arasında da anlam
bağlantıları düşünülmüştür
İslam literatüründe yerini almış bulunan Âdem ve onunla
ilintili yaratılış, ilk günah, cennetten çıkarılma hikâyesi maalesef büyük
kısmıyla İsrailiyât (Yahudi-Hristiyan mirası) kaynaklıdır.
"Allah, Âdem'i kendi sureti üzere yarattı"
Bu bakımdan Âdem, Cenab-ı Hakk'ın celal ve cemalini birlikte
taşımaktadır. Böyle bir özellik, İblis de dahil, hiçbir varlıkta yoktur.
Halifelik bu yüzden Âdem'e verilmiştir.
Kur'an aslî günah (zelle-i asliyye) diye daha varedildiği
günden beri insanın yakasını bırakmayan bir suç kabul etmemektedir.
AF / (afv)
Affetmek ve ihtiyaçtan fazla mal anlamlarında Kur'an 'afv'
sözcüğünü kullanmaktadır.
Allah'ın güzel isimlerinden biri de Afüvv (çok bağışlayıcı)
ismidir.
Kur'an bu sıfatı daha çok Gafur (günahları bağışlayıcı)
sıfatıyla birlikte kullanır
…affetmek, hakkı çiğnenen kişinin
(özel veya tüzel) tekelindedir.
AHD
Lügatte bir şeyi korumak ve onun gerektirdiği bakım ve
geliştirme şartlarına riayet etmek demektir.
…ahde vefa göstermek hem insanlar arası ilişkilerin, hem de
insan-Allah arası ilişkilerin temelidir. Bireyle birey, bireyle toplum ve
nihayet insanla Allah arası diyalogun mutlu sonuçlar doğuracak biçimde
kurulması ve sürdürülmesi ahde vefaya bağlıdır.
"Ahde vefası olmayanın imanı olamaz."
AHİRET
Kelime anlamıyla, sonra, sonradan gelen, daha sonra olacak
olan demektir.
Kur'an bu kelimeyi, karşıtı olan ûla (önceki, önce olan)
kelimesi ile birlikte de kullanır.
"Şu bir gerçek ki, ahiret senin için ûladan daha
hayırlıdır." (Duha, 4)
Bulunduğumuz an ve boyut ne olursa olsun, onun bir sonrası
ve üstü vardır.
Her an bir önceki ana göre ahirettir.
Ancak şunu da unutmamak gerekir. Kur'an-ı Kerim, ahiretle
insanlığın son hesap gününü de kastetmektedir
AKLETMEK / (taakkul)
Kur'an, akıl kelimesinden türeyen fiilleri 46 yerde
kullandığı halde akıl kelimesini isim olarak hiç kullanmamıştır.
(Çünkü mücerret akıl değil faal akıldır, işleyen akıldır
mühim olan)
Akıl, kelime anlamıyla zapt etmek, tutmak ve tutunmak
demektir. Deveyi zapt etmek için kullanılan yulara 'ıkal' denir ki aynı
köktendir.
Kelam, akledilerek okunmazsa tahrife uğrama tehlikesiyle yüz
yüze kalır.
Akletmek veya aklı işletmek, insanla hayvanın ayırıcı
özelliklerinin de ilkidir. Eğer insan, yaradılışının hakkını verip aklını
işletmez ise sadece hayvanlaşmakla kalmaz, hayvanların en kötüsü durumuna düşer
Akıl komutandır, din asker.
Geleneksel söylemin aklı prangalaması önce fıkıh alanında
gerçekleşti.
…bu prangaya ilk karşı çıkışta fıkıh bünyesinde
gerçekleşmiştir.
Akla pranga vurmanın tasavvufun nitelikleri arasına girmesi,
İslam tarihinde aklı bloke etmenin öncülüğünü yapmış olan Gazalî'nin,
el-Munkızü mine'd-Dalâl (Dalâletten Kurtaran) adlı ünlü ve talihsiz eseriyle
gerçekleşti.
ALDANMAK-ALDATMAK / (ğurûr)
Aldanma ve aldatma anlamlarında kullanılan sözcüklerin kökü
olan ğurûr, türevleriyle birlikte 20 küsur yerde geçer.
Gurur ve ğırre, "uyanık halde iken gaflete düşmeye
denir."
Hz. Ali der ki, 'Dünya aldatır, zarar verir ve geçip gider.'
Aynı kökten gelen ğarar, tehlike anlamındadır.
Hz. Muhammed'e göre, aldanış ve aldatışın ikisinin temelinde
de cehalet yatmaktadır.
Aldatış, esası itibariyle şeytanın belirgin
niteliklerindendir.
Şeytan, aldatış ve aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.
Aldatma ve aldanma, bu ikili yapı insanın temel
özelliklerinden biridir.
Aldatıcılar arasında dikkat çekilenler, küçükten büyüğe
doğru şöyle sıralanabilir:
1. Yaldızlı-süslü laflarla aldatma-aldanma.
2. Beldelerde egemenlik kurmak, gezip dolaşmakla
aldatma-aldanma.
3. Dine sokulan uydurma ve iftiralarla aldatma-aldanma.
4. Hurafeler, uydurmalar, anlamını bilmeden okuyuşlarla
(elemanı) aldatma-aldanma.
5. Sefil-rezil yaşayışla (el-hayat ed-dünya)
aldatma-aldanma.
6. Allah ile aldatma-aldanma.
"Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!"
Bu aldatmada, Allah fail değil, failler tarafından
kullanılan bir araçtır.
En zehirli zulümler de bu aldatıştan doğar. En kalıcı, en yıkıcı
bozgunlar, bu aldatışın vücut verdiği bozgunlardır.
ALLAH
Allah kelimesinin etimo-filolojik yapısı da tıpkı delâlet
ettiği kudret gibi bir sır olarak kalmıştır.
İnsanla Allah arasında bir aracı aranacaksa bu, bütün
varlıktır. Kur'an bu 'aracıların tümünü ayet diye anmaktadır.
Şirkin gereğince tanınmaması halinde, tevhitteki bilgi işe
yaramaz halde kalmaktadır.
Kur'an, insan yaradılışının ateizme müsait olmadığını, ancak
insanın gerçek Tanrı yerine sahte tanrılara inanabileceğini kabul etmektedir.
'Allah'ın isim-sıfatları' (Kur'an'ın deyimiyle
el-esmâu'l-hüsna), onun yardımcıları değil, tecellileri ve nitelikleridir.
Allah'ın Kur'an'da geçen tek kelimelik isim-sıfatları
şunlardır:
1. Allah,
2. Afüv (affeden),
3. Ahad (zatında tek ve biricik olan),
4. Âhir (sonu olmayan),
5. A'la (en yüce),
6. A'lem (en iyi bilen),
7. Âlim (bilen),
8. Alîm (her şeyi bilen),
9. Aliy (yüceliğin kaynağı),
10. Azîm (ululuğun kaynağı),
11. Azîz (güç ve onurun kaynağı),
12. Bâri' (vareden),
13. Basîr (hakkıyla gören),
14. Bâtın (gözle görülemeyen),
15. Bedî' (ahenkli ve güzel yaratan),
16. Berr (cömertliği sınırsız olan),
17. Cami' (zıtları bir araya toplayan, mahşerde insanları
bir araya toplayan),
18. Cebbar (dilediğini zorla da yaptırabilen),
19. Ekrem (cömertliği sınırsız, özgürlüğün kaynağı),
20. Evvel (başlangıcına zaman belirlenemeyen),
21. Fâhk (bir şeyi yarıp parçalayarak ortaya yeni bir şey
çıkaran),
22. Fâtır (yaratan, mevcut varlıkları yarıp parçalayarak
yeni varlıklar yaratan), 23. Fettâh (açan, fetih ve zafer veren),
24. Gaffar (affı, bağışı çok olan),
25. Gâfır (affeden),
26. Gafur (affeden),
27. Gâlib (galip gelen),
28. Gani (zengin),
29. Haalik (yaratan),
30. Habîr (her şeyden haberdar olan),
31. Hâdî (kılavuzluk eden, yol gösteren),
32. Hafiy (lütufkâr),
33. Hafız (her şeyi hafızasında tutan),
34. Hafîz (koruyup gözeten),
35. Hakîm (hikmetlerin kaynağı, her yaptığında bir hikmet
bulunan),
36. Hak (gerçeğin kaynağı, yaptığı her şey gerçeğe uygun
olan, hak ve hukukun kaynağı),
37. Halim (sertlik ve katılıktan uzak olan),
38. Hallâk (sürekli yaratan, yarattıklarında sürekli yeni
boyutlar oluşturan),
39. Hamîd (her türlü övgünün sahibi olan, dilediğini
dilediğince öven),
40. Hasîb (en iyi ve en hassas şekilde hesaplayan),
41. Hayy (ölümsüz diri, hayatın kaynağı),
42. İlah (tapılmaya layık),
43. Kaadir (dilediğini yapmaya gücü yeten),
44. Kaahir (egemenlik sahibi, dilediğini kahredecek güce
sahip olan),
45. Kadir (gücü her şeyde hissedilen),
46. Kâfi (hem kendine hem de yarattıklarına yeten.
Kullarının isteklerine araya başkası girmeksizin cevap veren),
47. Kahhâr (gerektiğinde kahrını çok ağır hissettiren),
48. Karîb (kullarına çok yakın olan),
49. Kavî (güçlü, gücünü kullanmada kimseye muhtaç olmayan),
50. Kayyûm (varlığında bir başkasına ihtiyaç hissetmeyen,
gücü her şeye egemen olan),
51. Kebîr (ulu, yüce),
52. Kerîm (cömert, karşılıksız veren),
53. Kuddûs (yüceliklerle donanmış, tüm varlık tarafından
kutsanan),
54. Latif (lütufkâr, bağışı bol),
55. Mâlik (mülk ve saltanatın mutlak sahibi),
56. Mecîd (cömert, yüce),
57. Melik (saltanatın mutlak sahibi),
58. Melîk (mülk ve saltanatı dilediği gibi dağıtan),
59. Metîn (güçlü, zorlu, sebat ve kararlılığını asla
bozmayan),
60. Mevla (koruyucu, dost),
61. Mucîb (en iyi cevap veren. Aracısız cevap veren),
62. Muhit (her şeyi çepeçevre kuşatan),
63. Muhyî (hayat veren, dirilten),
64. Mukît (besleyen, azık dağıtan),
65. Muktedir (gücünü kullanmada başkasına muhtaç olmayan),
66. Musavvir (şekil veren, suretleri belirleyen),
67. Müheymin (ölçülere uygunluğu denetleyen),
68. Mümin (inanan, güvenen, iman ve güven bahşeden),
69. Müsteân (kendisinden yardım ve destek istenen),
70. Müteâl (aşkın, akıl ve zihin ölçülerinin ulaşamayacağı
boyutlarda olan),
71. Mütekebbir (ululuk ve yücelik taslamaya hak sahibi
olan),
72. Nasîr (yardım eden),
73. Nûr (ışık, aydınlık),
74. Rab (besleyip terbiye eden),
75. Rahîm (esirgeyip acıyan, hayatını gerçeğe uygun yaşamış
olanlara ölüm sonrasında da lütufkâr davranan),
76. Rahman (inanç ve tavrına bakmadan herkese merhametli ve
esirgeyici davranan),
77. Rakîb (gözetleyen, kontrol eden),
78. Rauf (acıyan, yumuşak ve koruyucu davranan),
79. Refî' (dereceleri yükselten),
80. Rezzâk (rızkı bol bol veren),
81. Samed (tüm övgüler kendisine yönelen),
82. Selam (esenlik ve barış kaynağı),
83. Semi' (hakkıyla işiten),
84. Şâkir (kendisine şükredenlere teşekkür eden),
85. Şehîd (her şeye tanıklık eden, her şeyi gözetimi altında
tutan),
86. Şekûr (tüm şükürler kendisine yönelen),
87. Tevvâb (tövbeleri sınırsızca kabul eden),
88. Vahhâb (bağışı sınırsız olan),
89. Vâhid (sıfatlarında tek ve biricik olan),
90. Vâris (bütün mülk ve saltanatların en son kendisine
döneceği kudret, her şeyin son sahibi),
91. Vâsi' (varlığı sürekli genişleten, süreçle birlikte
kendisi de büyüyüp genişleyen).
92. Vedûd (seven, sevmek-sevilme ilişkisinin kaynağı olan),
93. Vekîl (her şeyin vekili, kendisine teslim olanlara
vekillik eden),
94. Velî (dost, yardımcı, destekçi),
95. Zahir (her şeyde beliren, tüm yaratıklarda kendisinden
izler-işaretler bulunan).
Kur'an, Allah'ın bileşik isim-sıfatlarına da yer
vermektedir:
1. Allâmu'l-Guyûb (gaybları en iyi bilen. 9/78),
2. Şedîdü'1-Ikâb (gerektiğinde şiddetli azap eden. 2/196,
211; 5/ 2, 98; 8/13, 25, 48, 52; 59/4, 7),
3. Şedîdü'l-Azâb (azabı şiddetli olan. 2/165)
4. Zül Kuvveti'il-Metîn (sarsılmaz, bozulmaz kuvvetin
sahibi. 51/58),
5. Serîu'l-Hisab (hesabı çabucak gören. 3/19, 5/4; 40/17),
6. Zü'1-Fadl: Bağış ve lütuf sahibi. 2/105; 3/74, 152),
7. Zû intikam: İntikam alıcı. 3/4; 5/95)
Allah, insan hayatında, insanın bir biçimde paydaş olmadığı
hiçbir şeyi yapmaz
"Yehdî men yeşâu, yudıllü men yeşâu" mucize
beyanı, bunun iki kelimeyle ifadesidir.
…insan varoluşunda yer alan her fiil tek başına ne Allah'a
nispet edilebilir ne de insana. Fiil, Tanrı ile insanın ortak eseridir. Şöyle:
İnsan ister, Tanrı yaratır. Yani sonucun doğması için hem Tanrı'nın hem de
insanın devreye girmesi kaçınılmazdır. Tanrı'nın devrede olması, Tanrı'nın
mutlak kudret olmasının gereğidir; insanın devrede olması ise insanın
sorumluluğunun icabıdır.
Kur'an'ın Allah'ı, kilisenin tanrısı gibi bir 'logos'
(kelime) değildir. Yapıp-eden, sürekli yaratan, sürecin bizzat kendisi olandır.
"Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz,
biz, genişleticileriz. Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz! Her şeyden
iki çift yarattık ki düşünüp anlayabilesiniz." (Zâriyât, 47-49)
Yüce Tanrı, bu ayette 'Ben' yerine 'Biz' kelimesini
kullanıyor. Böylece evrendeki varlıkların tümünü kendiyle birlikte anarak hem
onları onurlandırıyor hem de kendisinin sürecin içinde ve doğayla iç içe
olduğuna vurgu yapıyor. Bu demektir ki, doğayı taciz ve tahrip, Allah'ı
tacizdir.
Allah, Peygamberler dahil, hiç kimseye vekâlet vermez
…zaman kelimesi Kur'an'da geçmez.
Kur'an, 'harp' kelimesini doğrudan kullanarak, emek
karşılığı olmayan mal artışı peşinde olanları Allah ve Peygamberin savaş açtığı
kişiler' olarak tanıtmaktadır.
…parasında herhangi bir haksız artışa sebebiyet verenler,
Allah'a ve Peygamber'e harp açtıklarını bilmelidirler.
Kur'an'a göre, insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış
bir mukavele (mîsak) vardır ve dünya hayatı bu mukavelenin icra yeridir.
Kur'an, insanı bu mukaveleyi unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye
çağırmaktadır.
"Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk
istemez."
Allah, şu insanları sevmez:
Başkalarının hakkına tecavüz eden azgınları
fesatçıları
gerçeği örtenleri
inkarcıları
zalimleri
habire övünenleri
hainleri
israfçıları
başkalarını küçük görüp horlayanları
nankörleri
şımarıkları
Takva yani dindarlık veya daha dindar olmak, insanlar
arasında bir üstünlük ölçüsü değildir. Allah katında bir üstünlük ölçüsüdür.
Ahmed bin Hanbel bize muhteşem bir Kur'an dersi vermektedir.
Ahmed bin Hanbel'e sordular:
"İki adamımız var: Biri takva sahibi ama zayıf, öteki
günahkâr ama güçlü. Hangisiyle gazaya çıkalım?"
İmam şöyle dedi:
"Takvası değil, gücü fazla olanla yola çıkın! Takvası
fazla olanın takvası kendine, zayıflığı Müslümanlara mal olur. Gücü fazla,
takvası az olanın ise günahı kendine, gücü Müslümanlara mal olur!"
Takva kavramı istismarının mimarı ve kurumsallaştırıcısı
Emevî saltanatıdır.
La ilahe ille'l-lah: Allah'tan başta ilah yok.
Hiçbir ilah yok, sadece Allah var.
Allah'ın ilah olduğunu söylemek
yetmez; ilahlık sıfatının 'sadece' O'na ait olduğunun kabul ve ikrarı gerekir.
İslam, Allah'a teslimiyet demektir.
Allah'a teslim olmak yetmez, teslimiyet sadece Allah'a
olacaktır.
Allah düşmanları öncelikle din sınıfı içinden çıkar.
Kur'an, Allah düşmanı tabirini mesela, ateistler, deistler
vs. için kullanmıyor, din sınıfı için kullanıyor.
AMEL
Sadece kasıt ve niyete bağlı olan fiiller amel adını alır.
Kur'an hemen her yerde, iman kelimesinin ardından amel
kelimesini vermekte
İnsanın karşılaştığı bütün sonuçlar, onun amelinin eseridir.
Salih kelimesinin kökü sulh'tur.
Sulh ve salahın karşıtı, Arap dilinde fesattır
ARAPLAR
…bu kelime, geçtiği bütün ayetlerde (bir yer müstesna)
kötülüğün, bozgunculuğun, inadın, ikiyüzlülüğün taşıyıcısı olarak
kullanılmaktadır.
Sadece Tevbe suresi 99. ayette, onlardan bazılarının Allah'a
ve ahirete iman ettikleri belirtilir (s. 80-81).
ARZ / (yerküre)
Kur'an'da 110 küsur yerde geçen dünya kelimesi isim olarak
değil, sıfat olarak yer almakta ve daima hayat kelimesini nitelemek için
kullanılmaktadır.
Dünya kelimesi adilik, iğretilik anlamındaki denâet kökünden
sıfattır.
Üzerinde yaşadığımız küre mânâsına Kur'an arz kelimesini
kullanır.
AYET
Arap dilinde, işaret, iz, belirti, delil anlamlarına
gelmektedir.
…ayetin, insanı Allah'a kılavuzlayan, ona Allah'a gidişinde
iz ve işaret veren her şey olduğunu söylememiz gerekir.
Vahyin Hz. Peygamber'e gelişine aracılık eden Cebrail adlı
melek, yine Allah'tan aldığı bir emirle, her ayetin konması gereken yeri de,
Hz. Peygamber'e gösteriyordu.
Kur'an'ın tertibi kronolojik veya sistematik değil,
diyalektiktir.
Kur'an, insanı Allah'ın zâtı üzerinde değil, O'nun, eserleri
üzerinde düşünmeye çağırmaktadır.
Kur'an, nasıl sorusunun cevap alanına girmez; niçin
sorusunun cevap alanıyla ilgilenir.
Kur'an'ın insandan istediği temel faaliyet işte bu,
'ayetlerin incelenmesi' faaliyetidir.
Ayetleri tetkik dışına itmek, onlara sırt dönmek açık bir
küfürdür; bunu yapanlar da kâfirdir.
Sırt dönülen ayetin Kur'an ayeti olmasıyla madde dünyasına
ait olması (örneğin fosiller veya tarih kalıntıları olması) arasında hiçbir
fark yoktur.
Küfür, Kur'an'a dayanarak, 'bilimin işlerliğine engel olmak'
anlamında da tanımlanabilir.
Ayetleri incelemek için her şeyden önce iman gerekir.
Ayetlerin gereğince tetkikinde lüzumlu olan yetilerden biri
de tefekkürdür. Tefekkür sözcüğünün yapısında tekellüf vardır ki bu, yapılan
işte didinmek, derine inmek, zoru göğüslemek, çile çekmek gibi olguların
varlığına işaret eder.
AZAP
Azap kökünden sözcükler Kur'an'da 370 yerde geçer. Yalnız
azap kelimesinin geçtiği yer sayısı 320 küsurdur.
Azap kavramının karşıtı olan kavramların başında rahmet
kavramı gelmektedir. Bu kavram ve türevlerinin Kur'an'daki kullanım sayısı 320
küsurdur.
AZMAK / (tuğyan, gulüv)
Tuğyan, tuğva, tuğvan, tağva kullanımları olan bu tabir
"had ve miktarı tecavüz eylemek, azmak, sınır tanımamak, zulüm ve kibre
sapmak." anlamlarındadır.
Bu kökten türeyen ve Kur'an'da azmış önder, zorba yönetici,
şeytanî kehanetlerle halkı güden kişi anlamlarında kullanılan tâğut sözcüğü 8
yerde geçmekte ve hakka, adalete, Tanrı'ya, iyilik ve güzelliğe musallat
kişileri ifade etmektedir.
Kur'an, temel yaradılış ilkelerinden biri olarak, şunu
ısrarla belirtir: Bütün uygarlık ve saltanatların çöküşü, azmak yüzündendir.
Bu, daha çok, madde ve ondan kaynaklanan değerlere aldanarak azmaktır. Her
çöküşün altında bu yatar.
BAĞY
…bağy, kök anlamıyla, 'başkası aleyhine sınırı aşmak'
demektir.
Kur'an terminolojisinde ruhsal zeminini doymazlık,
sosyo-ekonomik görünümünü zulüm, saldırı, sömürü, ezme ve bozgunculuk
oluşturmaktadır.
Kur'an, bağyin azmettirici unsurlarından biri olarak, rızık
bolluğu veya nimetle şımarmayı gösteriyor.
Râgıb el-Isfahanî, bağyin vücut verdiği sapmanın mahmûd (iyi
yönde) ve mezmûm (kötü yönde) olmak üzere iki türü bulunduğunu söylüyor
Nitekim teravih sapması, bağy mantığının 'daha sevap olur'
söylemiyle büyüdükçe büyümüş ve 'hatimle teravih' diye anılan bitmek bilmez
teravih merasimleri başlamıştır.
BASİRET
…görmek, görmeyi kolaylaştıran ışık, görme aracı anlamındaki
basar kökünden türemiştir.
Basiret, kalbin bakış ve görüş gücü olup tanrısal ışıkla
aydınlanır ve varlığın iç sırları onunla yakalanır.
BENİİSRAİL / (İsrailoğulları, Yahudiler)
Onlara gönderilen en büyük peygamber Hz. Musa da, Kur'an'da
serüveni en fazla yer alan peygamberdir.
Yahudilere adlarını veren ataları İsrail'dir ki, Kur'an'da
iki yer hariç, Yakup adıyla anılan nebinin ta kendisidir.
Benisrail kadar kendisine değer verilen, ancak bu değeri
ihanet, nankörlük, zulüm ve ihanetle lekeleyen başka bir topluluğa
rastlanmıyor. Kur'an'a göre, Allah'ın onları lanetleyip zillete mahkûm etmesi
işte bu sebeptendir.
Beniisrail'in en tipik vasfı, nankörlüktür.
Beniisrail'in, Allah'ı öfkelendiren tavırlarından biri de
Allah'a verdikleri sözü bozmaları, ahde vefasızlık etmeleri, mîsaka ters
düşmeleridir.
İsrailoğulları'nın ihanet ettikleri misak:
1. Allah'tan gayrısına ibadet ve kulluk etmemek,
2. Ana-babaya saygı ve hizmet göstermek,
3. Akrabaya iyi davranmak,
4. Yetimlere iyi davranmak,
5. Yoksullara iyilik etmek,
6. İnsanlara iyi ve güzel söz söylemek,
7. Namazı/duayı yerine getirmek,
8. Zekât/vergi vermek,
9. Kan dökmemek,
10. İnsanları yurtlarından çıkarıp sürmemek.
BERZAH
Esas ahiret hayatıyla dünya hayatının arasını ayıran sürece
de berzah denmektedir.
Kur'an'da berzah hayatının niteliğinden bahsedilmez.
BESMELE
Besmele, Kur'an'ın 114 suresinin 113'ünde giriş cümlesi
olarak yer almaktadır. Ayrıca o, Neml suresinin 30. ayetinin de bir bölümüdür.
Besmeleye vücut veren 4 kelime (isim, Allah, Rahman, Rahîm)
den 3'ü Allah'ın isimleri olup bunların ikisi bağış, esirgemek, cömertlik,
affetmek anlamlarını taşımaktadır.
BEYTİNE / (akla dayalı açık delil)
Arap dilinde delil, belirti, açıklık, kesinlik demektir.
BÎAT / (anlaşma, vekâlet verme, ahdleşme)
Satış, satım anlaşması anlamlarındaki bey' kökünden türeyen
bîat ve mubayaa, bir konu üzerinde anlaşarak el sıkışmak demektir.
Bîat almaya bağlanan konular, nebinin nübüvvet alanına giren
konular değildir. Bunlar onun imamet yani yönetici, komuta edici yönüne
ilişkindir. Yani bunlar diyanet konusu değil, siyaset konusudur.
İdare erkini kutsala, Allah'a dayandırma yetkisi olabilecek
tek insan peygamberdir. Ve peygamberlik bitmiştir. O halde, artık insan
hayatında Allah'a ve kutsala dayanarak yönetme söz konusu olmayacaktır.
BİD'AT / (artırma veya eksiltme yoluyla değiştirme
yapmak, dinde türedilik)
Bid'at kelimesinin kökü olan "bed' bir nesneyi yeniden
peyda eylemek anlamındadır."
Bid'at, Allah'ın din olarak gönderdiğinde olmayan şeyi var
göstermektir.
Resul şu mescitlerinizin önünde durup baksa kıble dışında
değişmeyen bir şey bulamazdı...!
Allah'ın dininin kaynağı Kur'an'dır. Onun dışındaki
kaynaklar dinin değil, örfün kaynağıdır.
Ne yazık ki bid'atla ilgili yüzyıllardır yazıp çizenlerin
birçoğu, bu kavramı, beşerî-ilahî alan ayrımı yapmadan, 'öncekilerin
kabullerine ters düşen şey' olarak değerlendirdiler ve sonuçta bid'atle
mücadele adı altında yeni ve daha yıkıcı bid'atlar ürettiler.
CAHİLİYE
İlimden nasipsizlik…
Cehalet, insanın yapısındaki genel olumsuzlukların adı ve
insanın temel sıfatlarından biri olarak tespit edilmiştir
Cehl, en genel çerçevede, peygamberler eliyle insanlığa
ulaştırılan mesajlara duyarsızlıktır.
Doğrudan doğruya cahiliye tabirini kullanan 4 ayeti dikkate
alarak bu temel nitelikleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Zatını (sanıyı) belirleyici kılmak,
2. Teberrüc (kadınların ortalıkta kendilerini
pazarlamaları),
3. Hamiyyet (taassup, muhafazakârlık, ecdatperestlik),
4. Müşrik yönetim sistemi (yönetimde zorbalık, hukukta gücün
ve kişilerin egemenliği, dinde çok ilahlılık, ekonomide köleci kapitalizm).
Günümüzde de, kabilelerin birer modern görünümü olan
tarikatlar ve cahiliye putlarının bugünkü karşılığı olan siyaset dincisi şefler
olmasa dinci kampların bütün elemanları ya aç kalır yahut da refah ve
kudretlerini büyük ölçüde yitirirler.
CEBRAİL (Cibril)
Kur'an, Cebrail'in getirdiği vahyi tanımlarken kavi, kelam,
hadîs' sözcüklerini kullanmaktadır. Kur'an için hiçbir ayette 'kelamullah'
(Allah'ın kelamı), 'kavlüllah' (Allah'ın sözü) veya 'hadîsullah' (Allah'ın
sözü) nitelemesi yapılmamaktadır.
"O, kerim bir elçinin sözüdür."
O halde, o 'kerim elçi' beşer üstü bir elçidir. Allah, kelam
sıfatıyla Kur'an'ı ona vahyetmiş, o da onu söze büründürerek beşer elçiye
getirmiştir.
CEHD (cihad, içtihad, mücahede)
…bu kelimenin anlamı, kararlı ve şuurlu gayret demektir.
İslam literatüründe bu gayretin bedensel olanına cihad, ruhsal olanına
mücahede, fikirsel ve bilimsel olanına içtihad denmektedir ki, hepsinin kökü
cehddir.
Muaviye'nin veraset yoluyla hilafete getirdiği Yezid,
Peygamber evladını katlettirip bununla övünecek kadar imansız, baldızlarıyla,
hatta kendi kızıyla yatacak kadar ahlaksız, onbinlerce masum insanı
katlettirecek kadar zalim bir melundu.
CEHENNEM-CENNET
Arapça, Latince ve Grekçeye İbranice ge-Hinnom (Hinnom
vadisi) tabirinden geçen cehennem kelimesi,
Ge-Hinnom, İsrail tarihinde bir ceza, işkence, insan kurban
etme vadisi olarak şöhret yapmıştır.
…cehennemin her tasvir edildiği yerde mal ve servete tapan
Karun tiplerin kötülükleri, zulümleri, alçaklıkları anlatılır.
Cennet, örtmek anlamındaki cenn kökünden türemiş bir
isimdir. Bol bitkili, gür ağaçlı bahçe veya toprak parçası anlamındadır.
(Yahudilerin iddia ettiği gibi Yaşar Nuri’de Cennet ve
Cehennemin bu dünyada olduğunu düşünmeyi tavsiye ediyor.)
CİN
…cin sözcüğü bir cins ismi olup (tekili cinnî) gözle
görülemeyen varlık anlamındadır. Bu kökten bir fiil olan 'cenne' de Kur'an'da,
örtüp gizlemek, görünmez hale getirmek anlamında kullanılmıştır,
Cin kelimesi, esas anlamıyla gece karanlığı demektir.
ÇİFT KUTUPLULUK / (zevciyet, şef)
Şef; teki çift yapmak, bir şeyi, benzeri olan şeye eklemek
veya iki şeyi yan yana getirmektir.
Şefaat de bu şef kökünden gelir.
Kur'an'a göre, her şey çift çift yaratılmıştır.
Varlık ve oluşu polarité üzerine oturtan Yaratıcı, işte bu
yüzden hem şefe hem de vetre yani hem ikiliğe hem de tekliğe yemin etmektedir.
Kendi cinsinden bir diğeriyle bulunana zevç denir.
Mâsiva (Allah dışındaki varlıklar) hep çifttir.
Hayat, insan için de bir zevciyet olayıdır. İnsan, kendi
zevcini, yani benzer zıddını veya karşı kutbunu, kendi benliğinden ayırmış tek
varlıktır.
ÇİRKİNLİK / (seyyie)
Seyyienin karşıtı olan hasenenin Kur'an'da iki yüze yakın
yerde kullanılmış olması da seyyie-hasene zıtlığının oluş bünyesindeki önemine
dikkat çeker.
ÇOĞUNLUK-ÇOKLUK / (kesret)
İnsanlık tarihi boyunca çoğunluk daima iğretinin, kötünün ve
değersizin yanında yer almıştır ve alacaktır.
Çokluk, gücün: çoğunluk gerçeğin ölçüsü değildir.
Kur'an, insan meselesinde niceliğe (sayıya) değil, niteliğe
(niteliğe) önem vermektedir.
DABBETÜL ARZ
Kur'an, yerkürenin kıyametinin yaklaşmasının alâmetlerinden
biri olarak Dabbetül Arz denen bir varlığın çıkışından söz etmektedir.
Kur'an'ın kullandığı şekliyle dabbe, yerine göre, hayvan
türünden bir canlı olabileceği gibi, insan da olabilmektedir.
Hz. Ali, Neml 82'deki dabbeden söz ederken şöyle diyor:
"O, kuyruğu olan bir dabbe değil, sakalı olan bir
dabbedir."
Dabbetül arz, yerküreden çıkacaktır
Dabbetül arz, bir insandır
Dabbetül arz, meramını 'teklim' yoluyla anlatır.
Teklimin kökü olan 'kelim', yaralamak anlamındadır.
Allah'ın insanla konuşması da bir teklim olayıdır.
Allah'ın insanla teklîminde doğrudan ve kelimelerle konuşmak
söz konusu değildir; daima işaretler ve aracılar kullanılır. Başka bir deyişle,
teklimde, kelimeleri, bizzat konuşan değil, konuşanla muhatap arasındaki
vasıtalar kullanabilir.
O; bedeniyle değil, beyni, bilgisi ve ruhuyla öne çıkan bir
varlıktır.
…fizikçi Stephen Hawking'dir.
DANA
Sığır cinsi hayvanlar, çift sürerken toprağı yardıkları için
onlara 'Yarmak' anlamındaki 'bakr'dan alınan 'bakar' adı verilmiştir.
İcl ise bakara türü hayvanların erkek yavrularına denir
İsrailoğulları'nın, eski Mısır'da, Tanrı'nın sembollerinden
biri sayılan danaya tapmak istemeleri.
Yahudi, hiçbir zaman hakikati altının üstüne çıkarmamıştır,
çıkarmayacaktır. Lanetlenmesinin sebeplerinden biri de budur.
Boğa, sadece eski Mısır'da değil, hemen tüm pagan
medeniyetlerde Tanrı sembolü olmuştur. Gücün, bereketin, dokunulmazlığın
sembolüdür.
DAVET
Kur'an, daveti bir sınıfın işi değil, tüm iman sahiplerinin
varoluş borcu, insanlık onuru olarak görür.
Daveti yapana, Kur'an'ın da kullandığı bir tabirle, dâî
denir.
Allah adına davet yapanların yeryüzündeki başarıları ve
rakiplerini susturmaları, dâiyellah olan kudretten destek almalarına, ona boyun
eğmelerine bağlıdır. Bu boyun eğme olmaz ise davetçinin Allah'tan yardım alması
da mümkün olmaz.
DİN
Arap dilinde şu anlamlara gelmektedir: Hükmetmek, yönetmek,
galip gelmek, hal ve tavır, ceza ve ödül, boyun eğmek, isyan, hesaba çekmek,
hesap vermek, örf, ün, sakınmak, köleleştirmek, yönetici atamak
Dinin sahibi ve koyucusu Allah'tır. Kur'an bu noktada hiçbir
ortaklığa izin vermez.
Bu din, tıpkı Yaratıcı Kudret gibi tektir; yaradılış
kanunları gibi esas ve değişmezdir. Kur'an bu değişmez dine fıtrat, yani
yaradılış demektedir.
…dinin muhatabı, akıl sahibi varlıklardır.
DOMUZ
Domuz etinin yenmesi, Kur'an tarafından kesinlikle
yasaklanmıştır.
Habîs ve rics, kelime anlamlarıyla pis ve pislik demektir. Şeytanın
pislikleri tanıtılırken bu 'rics' sözcüğü kullanılmıştır. Domuz eti, hem
tayyibin karşıtı olan habisler içindedir hem de şeytanın pisliklerini ifade
etmek için kullanılan rics cümlesinden bir pisliktir.
DUA
Kur'ansal bir terim olarak dua Allah'la kul arasında diyalog
anlamındadır ki, kuldan Allah'a yakarış ve sığınma, Allah'tan kula merhamet,
bağış ve koruma ifade eder.
İki türlü zaman vardır: Matematik zaman, ilahî-yaratıcı hür
zaman. Dua, bir adı da mutlak zaman olan yaratıcı zamanla temastır.
Kur'an, duada samimiyet, boyun büküklük, sessizlik, gizlilik
ve ürpertiyi önermektedir. Önerilenlerden biri de duanın kabul edileceğine
derinden inanmaktır.
Dua, Yaratıcı ile yaratılanın temel ilişkisidir ve bu
anlamda tüm varlık ve oluş bir dua faaliyetidir.
Duanın her hal ve şartta yaşatılması, Yaratıcı'nın insandan
istediği tavırlardan biridir. Sıkıntı ve zorluk zamanlarında dua edip mutluluk
ve refah zamanlarında bunu bırakanlar kınanmaktadır.
DÜNYA
…dünya kelimesi, esasında isim olarak değil, sıfat olarak
kullanılmakta ve yüzde doksandan fazlasıyla, 'hayat' kelimesini nitelemektedir.
Dünya, denâet kökünden bir sıfat olup 'basit, adi, iğreti,
ölümlü' anlamlarına gelmektedir.
Kur'an, coğrafî ve astronomik anlamda dünyayı karşılamak
için 'arz' kelimesini kullanır.
Allah ile gönlümüz arasına perde olan her şeyi dünya görmek
gerekir. Bu; para, karşı cins ve şöhret olabileceği gibi ibadetlerden
kaynaklanan gurur da olabilir.
EBEVEYN
Kur'an; Türkçede de kullanılan ebeveyn kelimesiyle aynı
anlamda vâlideyn sözcüğünü kullanmaktadır.
…ayetlerde ebeveyn hakları Allah'ın haklarından hemen sonra
anılmakta ve Allah'a saygının hemen ardından onlara saygı emredilmektedir.
ECDATPERESTLİK
Baba, ata, ecdat anlamındaki eb (çoğulu: abâ')
Kur'an din bahsinde, peygamberlerle onların karşısına
dikilen şirk zümreleri arasında tarih bovunca sürüp giden kavganın esasını,
ecdatperestlikle akıl ve bilginin mücadelesi olarak tescil etmektedir.
Şirkin veya ecdatperestliğin tevhit dininden ve
peygamberlerden iki büyük rahatsızlığı var:
1. Ataların dokunulmazlığına karşı çıkılması,
2. Mal ve servetlerle ilgili statükoya karşı çıkılması.
Şirkle tevhidin bütün kavgası budur.
EHLİBEYT
Hz. Peygamber'in ev halkı anlamında Ehlibeyt deyiminin de
biri geniş, biri dar olmak üzere iki çerçevesi vardır. Geniş anlamda Ehlibeyt,
Hz. Peygamberin bütün ev halkını, hatta ev halkına yakın kişileri de içerir.
İslam geleneği, geniş anlamda Ehlibeyt'ten Hz. Peygamber'in
hanımlarıyla Hz. Ali-Hz. Fâtıma ailesini anlamaktadır.
Hz. Muhammed'in ehlibeytini ifade için, 'yakın akraba'
anlamındaki 'kurbâ' sözcüğü de kullanılır.
'Kurbâ' kelimesi Kur'an-ı Kerim'de 16 yerde geçmekte ve
hepsinde yakın akraba anlamında kullanılmaktadır.
EHLİKİTAP
Kur'an, her topluma mutlaka bir peygamber gönderilmiştir
diyor.
Ehlikitap'ın sapma sebeplerinden biri de dinde gulüv yani
aşırılık, ifrat ve azgınlıktır.
Kilise babaları, Allah'ın yerine hüküm vermeye kalkmak ve
Yaratıcı'ya ait nitelikleri kula vermek suretiyle de bir bağy sergilemişlerdir.
EMANET
Bu kelimenin kökü olan emn (iman da bu köktendir), ruhun
sükûnet bulması ve korkudan kurtulmak anlamındadır.
…hayat bir anlamda bir emanet taşıma imtihanıdır.
Kıyamet günü insana adım başı ömrünü nerede geçirdiği, ne
yaptığı, malını nerede kazanıp nereye harcadığı, bedenini nerede kullanıp
tükettiği konularında soru sorulacaktır.
Kur'an, bir devlet şekli önermemekte, her devlet şeklinde
egemen olmasını istediği değerlere atıf yapmaktadır. Bunların başında emanet
veya emanete riayet ilkesi gelir. Kur'an, kişilerin egemenliğini şirk saydığı
için, ilkelerin egemenliği esas olacaktır ve bu da bir hukuk devleti
zihniyetini kaçınılmaz kılar.
Kur'an'a göre, işlerin ve emanetlerin ehil olmayanlara
teslim edilmesi, imansızlığın en büyük belirtilerinden biridir.
ESMAÜL HÜSNA
…kelime anlamıyla en güzel isimler demektir. Ancak Kur'an
Esmaül Hüsna ile Allah'ın yalnız isimlerini değil, aynı anda sıfatlarını da
vermektedir.
EVVÂH / (ah edip inleyen)
Evvâh kelimesinin kökü, keder ve acıma ifade eden 'ah'dır.
Evvâh olan kişi, başkalarının acılarını benliğinde duyar ve
onlara duyduğu merhametin bir belirtisi olarak "ah!" eder, inler.
Evvâhlığın babası, Hz. İbrahim'dir. Onun evvâhlığı öylesine
büyüktür ki, Kur'an onu 'bir ümmet' olarak nitelendiriyor. Çünkü o, bütün bir
ümmete yetecek bir kederi tek başına üstlenmiştir.
EZİLENLER / (müstaz'afûn)
…istiz'af, za'f kökünden gelir
"Allahümme innî eşkû ileyke za'fe kuvveti ve hevânî
ale'n-nas!" (Allahım! İnsanlar nezdindeki za'fımdan ve etkisizliğimden
sana sığınırım!)
İstiz'afa uğratılanlara Kur'an zaîf (çoğulu zuafa) ve
müstaz'af demektedir. Müstaz'aflar için savaş vermemek, insanoğlunu Allah
karşısında çetin bir sorgulama ile yüz yüze getirecektir.
FESAT / (bozgunculuk, dengesizlik)
…bir şeyi itidal dairesinden az veya çok çıkarmak
Fesadın esasını, varlık ve oluştaki dengeyi bozmak, bozgun
ve yozlaşma vücuda getirmek oluşturur.
Fesadın her türü, insanın eseridir.
İnsanın ürettiği fesattan en büyük payı şirk, ikinci olarak
münafıklık (ikiyüzlülük), üçüncü olarak da Yahudi toplumu almaktadır.
FIRKALAŞMA / (fırka, teferruk, tefrik, teşeyyu',
hizip, takattu')
Fırka sözcüğünün kökü olan fark, bölmek, ayırmak,
parçalamak, iki taraf arasında hüküm vermek anlamlarındadır.
Dinde fırkalaşma, Yaratıcı'nın tek olan yolundan sapıp başka
yollara girmenin sonucudur,
Fırkalaşmanın en ağır şekilde itham edildiği yer, dinde
fırkalaşmadır.
Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!
Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp
parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın!
FITRAT / (yaradılış)
Uzunlamasına yarmak, memeden parmakla süt sağmak, hamuru
mayalandırmadan pişirmek, deriyi tabaklamadan işlemek, zuhur (çıkış, fışkırış),
hayvanın azı dişi bitmek, yaratmak, örneği olmayan bir şeyi vücuda getirmek...
Hz. Peygamber'in beyanına göre, insanın fıtratı temiz ve
yücedir. Bozulmalar, insanın dünyaya gelişinden sonra yine insan eliyle vücuda
getirilmektedir.
Kur'an müfessirlerine göre, Allah'ın Fâtır diye anılışı,
yokluğu yarıp varlığı ondan çıkardığı içindir.
FİRAVUN
Son Peygamber hariç olmak üzere, hiçbir peygamberin tarihsel
kişiliğine ilişkin güvenilir bir bilgimiz yoktur. Hiçbirinin mezarı bile belli
değildir. Kur'an isteseydi bu bilgileri de bize kazandırırdı; ama istememiştir.
İşin anlamına, idesine, icraat yanına dikkat çekmiştir. Çünkü akıp giden zaman
içinde gelecek kuşaklara boyut kazandıracak olan, idelerin tanınması, onlardan
ders çıkarılmasıdır.
Firavunun hizmetinde çalışanlar, 'âl' sözcüğüyle ifade
ediliyor. Râgıb'ın beyanına göre, âl, 'eşraf ve üstünlerden oluşan yakın çevre'
demektir,
Hâman sözcüğü, Eski Mısır'da din adamlarının unvanı olarak
kullanılmıştır.
Amon-Ra'nın hizmetkârı anlamında Hâ-Amon'un Arapçalaşmış
şeklidir.
Firavun saltanatlarının hegemonyasını bitirmenin Kur'ansal
yolu şu iki aşamadan geçer:
1. İsyan,
2. Devrim.
FİTNE
Fitne ve fetn, saf altın veya gümüş elde etmek için maden
karışımını ateşte yakmaktır. Buna göre fitne, iyi ile kötüyü, arı ile kirliyi,
doğru ile yalancıyı seçip ayırmakta, bir fıtrat yöntemi olarak
kullanılmaktadır.
…saf altın elde etmek için madeni yakana fettan dendiği
gibi, insanın kalbini sevda ateşiyle yakan güzel kadına da fettan denir
…insanlık, kirlilik ve kötülük oranı yükseldikçe, fitneye
daha çok maruz kalacaktır.
"İnsanlar, 'İnandık' demeleriyle kendi hallerine
bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar!”
…fitne imtihanı bazen bir hikmete bağlı olarak Allah'tan
gelir, bazen de kulun hatalarının bir eseri olarak vücut bulur.
Muhammed ümmetinin en büyük fitnesinin mal fitnesi olduğunu
da, Hz. Peygamber haber veriyor.
GAYB
Gayb, güneş ve benzeri varlıkların gözden kaybolmalarını
ifade için kullanılır
Buradan hareketle, gayb, duyu organlarına saklı kalan ve
insanın bilgisinden gizlenen her şey için kullanılır olmuştur.
…gaybın esası mevcut olmamak değil, herhangi bir sebeple
fark edilir olmamak, özellikle görünür olmamaktır.
Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilmez.
Hiç kimse hangi toprakta öleceğini bilmez.
GECE
Kendisine defalarca yemin edilerek söze başlanması da
gösterir ki, gece kavramı ontolojik, dinsel ve psikolojik çok derin mânâlar
içerir.
Kur'an, gece yürüyüşünü kutsayan bir kitaptır,
Gündüzler, insanı şehâdet âlemine (görülen âleme), geceler
gayb âlemine bağlar.
Gece, yabancı gözlerden gizlenmiştir.
Gören göz fazla uyuyamaz. Fazla uyuyanlar, görülmesi
gerekenleri göremezler.
Sonsuzluk, kaprisli bir bakire gibi
dolanır gece karanlıklarında ve kendisi için sevdalanmış, durmadan ağlayan
uyanık, yaşlı gözler arar.
GIDALAR VE GIDALANMA
Peygamberler de dahil hiçbir insanın haram koyma yetkisi
yoktur.
…şüphe halinde haramlığa değil, helalliğe hükmedileceği de
temel kurallardan biridir.
Haram ve yasaktan söz etmek için Yaratıcı'nın açık bir
emirle ve net bir biçimde bir yasaklama getirmiş olması lazımdır.
Sınâat (teknoloji), rızkın Allah'ın elinden çıkanını yok
edip insanı görünmez bir açlıkla yüz yüze getirmektedir. Bunun en kısa ifadesi,
doğal ürünlerden yoksun beslenmedir.
Saf bal aynen doğal su gibi, mutluluk ve doğal yaşam
yurdunun temel gıdalarındandır.
Saf su ve bal gibi saf süt de mutluluk ve ahenk yurdunun
belirgin gıdalarındandır.
İncir
Zeytin
Üzüm
Çöl Hurması
Meyve
Kur'an, 'taze et' tabirini sadece deniz ürünleri için
kullanmaktadır.
En'am, Kur'an'da da büyük ve küçükbaş hayvanlar için
kullanılmaktadır. Mutluluk ve sağlık kaynağı bir doğal hayatın Kur'an
tarafından çizilen iç açıcı tablolarında büyük ve küçükbaş hayvanlarla onların
otlaklarına da dikkat çekilir.
Gıdalarla kişilik ve zihin yapısı arasında kaçınılmaz bir
ilişkinin bulunduğu tıp-bilim dünyasının da altını çizdiği bir gerçektir.
GIYBET
Hadislerde gıybet, aynı kelimeyle ifadeye konur ve en ağır
günahlardan biri olarak tanıtılır.
Gıybete doğrudan değinen Hucurât 12. ayet ise "Gıybet
ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin
etini yemek ister mi? Bakın, bundan iğrendiniz. Allah'tan sakının!"
diyerek gıybet etmenin insan ruhunda ve toplum hayatında vücut verdiği tahribi
dile getiriyor. Ve gıybet etmenin, insanın kanı ve eti gibi olan onurunu
yaralamak anlamına geldiğini gösteriyor.
GİYSİ
Giysi ve giymek anlamında, lübs (giymek) kökünden libas
sözcüğü ile siyâb sözcüğü kullanılmaktadır. Lübs kökünden türeyen 'lebûs' da
giysi, özellikle zırhlı giysi ve zırh anlamında kullanılmaktadır.
Libas, Kur'an'ın açık beyanına göre, Cenabı Hak tarafından
insanoğluna şu iki amacı gerçekleştirsin diye verilmiştir:
1. Edep yerlerini (cinsiyet bölgelerini) örtmek,
2. Süs ve gösterişi (rîş ve hilye) sağlamak.
Kur'an, libas kavram ve başlığı altında ele alınacak üç
temel sözcük daha kullanmıştır: Siyâb, cilbâb, hımar.
…siyâb sözcüğü, çoğuldur. Tekili 'sevb' olan bu sözcüğün
çoğul şekillerinden biri de 'esvab'dır ki Anadolu'da da elbise anlamında
kullanılır.
Cilbâb (çoğ. celâbîb), Kaamus'un beyanına göre, 'gömlek,
üstlük denen geniş giysi ve bazılarınca da kadınların başlarına örttükleri
hımar türü örtü demektir'
Humur, hımar sözcüğünün çoğuludur. Hımar (noktalı Hı ile),
Âsim Efendi'nin nefis Türkçesiyle, "Mutlak olarak bir şeyi örten şeye
denir."
Libas (giysi) konusuna değinen ayetler incelendiğinde, örtünme
emrinin şu tek amaca yönelik olduğu görülür: Teşhir ve tahriki engellemek.
Kur'an'ın kullandığı bir sözcüğü kullanarak bunu 'teberrüce meydan vermemek'
diye de ifade edebiliriz.
Teberrüc, Ahzâb 33. ayetin beyanına göre, 'ilk cahiliye
döneminin teşhirciliği'dir.
…tesettür sözcüğü Kur'an'da geçmez. Allah'ın isim-sıfatları
arasında gösterilen ve tesettürle aynı kökten gelen 'settâr' (örten,
perdeleyen) sözcüğü de Kur'an'da yoktur.
…tesettürün yapısında 'tekellüf vardır. Böyle olunca,
tesettür 'zorlayarak, baskı ile veya zorlanarak örtünme' anlamına gelir ki
Kur'an'ın din ve insan anlayışına, vahyin ruhuna aykırıdır.
Kur'an'ın örtünme emri vardır ama tesettür emri yoktur.
GUSÜL
Boy abdesti veya gusül dediğimiz eylem, Kur'an'da iğtisal
sözcüğüyle karşılanmaktadır.
İğtisal (gusül yapmak, gusletmek), vücudu baştan başa
yıkamaktır.
Cünüplük veya cenabet, cenb kökünden türemiştir. Cenb yan,
yanında, yakınında olmaktır. Yakınlığın en ileri hali olan birleşmenin sonunda
yıkanmak gerektiren hale cünüplük denmesi bundandır.
Cünüp insan, temizlenmedikçe namaz kılamaz, Kabe'yi tavaf
edemez.
GÜNAH / (cürüm, fahşa, fısk, fücur, seyyie, vizr,
zenb)
İnsan, tekâmül etmeye sadece mecbur değil, mahkûm bir
varlıktır.
…oluş, tekâmül eden varlığın izlediği bir dairedir. Bu
dairede çemberin tamamlanması esastır ve zorunludur. Oluş dairesinde, tekâmül
etmek üzere bir noktadan yola çıkan varlık, tekâmülünü tamamlayarak başladığı
noktaya gelir. Tasavvuf düşüncesinde buna devir denmektedir.
Her şey zıddıyla vardır ve tekâmül, zıdların birlikteliği
üzerine oturur.
Din dilinde bunu ifade eden ilke, günah-sevap zıtlarının
birlikteliği ilkesidir
Günahsız insan dayatması olmasaydı belki de riya hiç
olmayacaktı.
Kimse, insanlar arasında üstün olacağım diye riyakârlığa
tevessül etmesin...
Seçenek ve aksini yapma imkânı olmadıkça, ahlak ahlak
olamaz.
Gerçek tektir ve tevhid (birlik) esastır. Ve günah, gerçeğe
ve tevhide az veya çok ters düşmektedir. O halde, her günah, hayatın bütün
alanlarında rahatsızlıklara ve yozlaşmalara yol açacaktır.
Mefsedin defedilmesi, menfaatin celbedilmesinden evladır.
Bu bir fıtrat kanunudur. Önce tahrip durdurulur, sonra imar
ve süsleme işine gidilir.
Cürüm (günah, haksızlık, çirkinlik):
Türkçede cürüm diye yerleşen ve genelde suç, günah
anlamlarında kullanılan bu kelimenin aslı cerm ve cürmdür. Cerm ve cürmün esas
anlamı, henüz olgunlaşmamış meyveyi ağaçtan kopararak veya keserek almaktır.
Zaman içinde cerm her türlü haksız ve çirkin kazanım için kullanılır olmuştur.
Cürme bulaşana mücrim denir.
Batacak memleketlerde, çökecek medeniyetlerde mücrimler,
özellikle en büyük mücrimler köşe başlarına gelir.
Fahşa
Fahşa, fuhş ve fahişe kelimeleri "aşırı derecede çirkin
ve iğrenç fiil ve söz anlamındadır.
Fahşa, şeytanın insana sürekli musallat ettiği illetlerden
biridir.
Fısk:
Fısk ve füsûk, bir yerden çıkmak, ayrılmak anlamındadır.
Tomurcuğun açılıp içinden filizin çıkmasına, küçük farelerin
deliklerinden çıkmasına da fısk denir.
…her kâfir fasıktır ama her fasık kâfir değildir.
Fücur:
Fücur ve fecr, bir şeyi genişliğine yarıp parçalamaktır.
Fücur, haktan sapıp hak yolunu yarmak ve hak nizamından
çıkıp fısk ve isyana düşmektir.
Fücur sergileyenlere fâcir
Vizr:
Vizr (çoğulu: evzâr); günah, yük, borç anlamlarında
kullanılır.
…sultanın yükünü yüklendiği için padişah yardımcısına da
vezir denmiştir. Bu işi yüklenen kuruma da, vizâret veya vezâret denir.
Hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü taşımaz.
Zenb:
Zeneb, canlıların kuyruğuna denir.
…zenb, insanın kazandığı mertebe ve yürüdüğü tekâmül
yolundan geriye çekilmesini veya bu yolda geri kalmasını gerektiren fiil ve
davranıştır.
GÜZELLİK
Allah'ın isim-sıfatlarından biri de Muhsin'dir ve anlamı,
güzel yapıp-eden, güzel yaratandır. Ayrıca, Esmâül Hüsna'nın Bedî', Mübdi',
Cemil, Nur vs. gibi isimlerinin tümünde güzellikle ilgili bir yan vardır.
İhsan üzere olanlara Kur'an Muhsin diyor.
Allah Muhsin'dir ve kulunun da muhsin olmasını istemektedir.
Muhsin, güzellikler sergileyen ve güzel işleri, layık oldukları şekilde güzel
yapan demektir.
Güzeli tasdik, güzelliği hayata sokmak insanın önünde
zorlukları eritir ve hayatı daha mutlu ve daha kolay hale getirir. Bunun
tersini yapıp güzele sırt dönenler mutsuzluk, zorluk ve yokuşla yüz yüze
getirilirler.
Güzel ödünç: Bu, Allah'a verilir ve karşılığı, verilenin kat
kat fazlasını almak ve bağışlanmaktır.
HAC
…bu kelime ziyaret anlamındadır.
Hac, Müslümanı, bireysel şuurdan, toplumsal şuura
ulaştırmakla bırakmaz, evrensel şuura yüceltir ve oradan kozmik şuura
yükselterek varlıkla birlik sırrını gerçekleştirir.
Hac ibadetinin fiilen başlaması ihramla olmaktadır. İhram,
esasında helal olan bazı şeyleri, belirli bir süre kendine yasaklamak anlamını
taşıyor.
Kur'an Bakara 197'ye göre, hac, 'hac ayları' denen üç ay
içinde yapılabilir.
Haccın bilinen ayları 'Eşhuru'l-Hac' denen Şevval, Zilkade
ve Zilhicce'dir.
Kur'an hiçbir ibadette vekâlet imkânı getirmemiştir.
HADİS
Hadis, "işitme yahut vahiy yoluyla uykuda veya uyanık
halde insana ulaşan her türlü söz demektir."
"Bu Kur'an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine
o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk
için de bir kılavuz ve bir rahmettir." (Yusuf, 111)
Kur'an böylece, mucize bir beyanla, uydurulmuş birtakım
hadislerin kendisinin getirdiği dine musallat olacağını, yer yer ve zaman zaman
bu hadislerin kendisine rakip gibi sergileneceğini ve algılanacağını haber
vermektedir.
HÂKİMİYET / (hükm, mülk)
Mutlak hâkim ve Mâlik, Allah'tır.
Yani söz, karar ve tasarruf O'nundur.
Hüküm yetkisi öncelikle peygamberlere verilmiştir.
İnsanın hüküm yetkisi kullanmasından söz eden ayetler üç
kavramın altını çizmektedir. Bunlar: 1. Adalet, 2. Allah'ın indirdiği, 3.
Allah'ın gösterdiğidir.
Kur'an, egemen gücü, insan olmaktan çıkarmıştır. Egemen güç,
Allah'ın indirdiği-gösterdiğidir. Yani ilkeler.
Kur'an, Nisa 75, hukuk ve adalet dışı yönetim sergileyenlere
karşı savaş istiyor.
HAMD
Allah'a hamd, her hal ve şartta, şükürse bize ulaşan
nimetler karşılığında yapılır. Ve bu yüzden, fazlalaşmasını istediğimiz şeyler
için şükrederiz.
Hamd, Yaratıcı dışında hiçbir şahıs ve kuvvete
yöneltilmeyecek bir övgü türüdür. "Hamd, nimetleri sınırsız ve sonsuz olan
kudrete yapılır ki, o da Allah'tır."
Hamd etmeye, hamdele denir. Bunun en kısa şekli ise
"Elhamdü lillah" (Hamd Allah'a özgüdür) demektir.
HANÎF
…bu kelime, hem bütün müminlerin hem de Hz. İbrahim'in
sıfatı olarak kullanılmaktadır.
İbranice bir kelime olan hanîf, atalar dinine ve atalar
geleneğine aykırı davranan zındık, sapık demektir.
(şöyle söylenmelidir, hanif sözcüğü Yahudi lisanında,
geleneğe, Yahudilerin eskilerinin, atalarının inancına aykırı hareket eden
kişileri nitelemek için kullanılır. İki tanım arasındaki fark şöyle bir yanlışa
sebep olmaya çabalar: sözcüğün kökeni, aslı esası Yahudi diline aittir. Hâlbuki
Yahudi inancı sapkın, sapıktır. Çünkü onlar, bütün kelimelerin anlamını
saptırmış olanlardır. Hal böyleyken hâlâ daha belli bir kelimenin esasını bu
sapkınların lisanında aramak hatadır.)
HARAMLAŞTIRMA / (tahrîm)
Haramlığı Allah tarafından ilan edilmeyen her şey mubahtır.
Tahrîm, Allah'ın tekelinde olduğuna göre, din adına
peygamberlerin bile haramlaştırma yetkisi yoktur.
HAŞR
…bu kavram daha çok son hesap günü, kıyamet günü anlamında
kullanılmaktadır.
HAYVANA DÖNDÜRME / (mesh)
Kur'an, bunun, Allah'ın lanet ve gazabının bir sonucu
olduğunu ve en kötü cezalardan biri olarak geldiğini beyan ediyor. Bu
dönüştürme, yine Kur'an'ın bildirdiğine göre, domuza, maymuna ve tâğut
kullarına çevirme şeklinde oluyor.
İbn Hanbel'deki bir hadis "Yılanlar, hayvana
dönüştürülmüş cinlerdir" diyor. Bir gün, önüne getirilen dabb adlı
kertenkele cinsinden bir hayvana bakan Hz. Peygamber: "Bunlar, hayvana
tebdil edilmiş bir insan topluluğudur" buyuruyor.
HAYVANLAR
Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir
kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir.
Kur'an'da Adı Geçen Hayvanlar: Arı, balık, inek, öküz, at,
deve, koyun, keçi, eşek, katır, köpek, kuş, sinek, sivrisinek, örümcek,
karınca, çekirge, kurbağa, karga, aslan, kurt, yılan-ejderha, maymun, domuz.
Kendisine vahiy gönderildiğinden bahsedilen tek hayvan,
arıdır.
HESAP SAATİ
Allah'ın koyduğu varlık yasalarını ihlal edenler, doğal
dengeleri bozarak sapan toplum ve uygarlıklar şiddetli bir hesaba çekilir,
ardından da ağır bir azapla cezalandırılırlar.
Yanlış hesap yüzünden gelen ceza ve azap anlamlarında da
kullanılan 'hüsban'
…'sanmak' diye çevirdiğimiz sözcüklerin birçoğu bu
köktendir. Ve tam karşılığı 'yanlış hesap' veya 'hesabı yanlış yapmak, hesap
hatası sonucu varılan sanı' olmaktadır.
Hisban, iki karşıtın her ikisini dikkate almadan sadece
biriyle yetinip yapılan parmak hesabı sonucu varılan hükümdür.
HIRSIZLIK / (sirkat)
Hırsızlık, Kur'an'ın büyük suçlar arasında gösterdiği ve
maddî yaptırım olarak el kesme cezasıyla önlemeye çalıştığı kötülüklerden
biridir.
(El kesmeyle ilgili olarak yapılan yorumlar, adaletten ya
da hırsızdan yana olmak bakımından çeşitlidir.)
HİCRET
Hecr, kişinin başkalarından farklı oluşu, ayrılık, ayrılma
anlamlarındadır. Hicret ise kişi veya kişilerin şahıs veya mekânlardan göç
yoluyla ayrılmalarına denir
Kutsal değerlerin tehlikeye düştüğü sırada, sırf bedensel
gayelerle toprağa bağlılığı sürdürmek Kur'an'ın kabullerine aykırıdır. Vatan,
ancak bu değerlerle birlikte kutsaldır.
İman erleri sürekli yürüyüşte sükûn bulurlar. Durmak onları
öldürür. Mümin, her an hicret halindedir.
Yeryüzünde sürekli dolaşma, Kur'an'ın sık sık tekrarladığı
emirlerden biridir.
Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde gidecek-barınacak bir
yer de bulur, genişlik de bulur.
Hicret insanlığın yeniden kuruluşu
HİDAYET
Hidayet ve hüda, göstermek veya görmek, fark etmek, bir
hedefe giden yolda yürümek anlamlarındadır.
Hidayetin karşıtı dalâlettir
Her fail, faaliyetinin iyi ve güzel olduğuna inanarak
çalışır. Faaliyetinde başarılı yürümek, onun için hidayettir.
Mutlak'a nispetle her şey, İbn Arabi'nin ifade ettiği gibi,
'sıratı müstakim üzeredir.' Çünkü, varlık, Allah'ın tecellilerinin tümü,
toplamıdır
Kur'an'ın bizden istediği, peygamberlerin kişiliğinde
örnekleşen hidayeti izlememizdir.
Hidayet 4 mertebedir ve bu mertebeler arasında hiyerarşi
vardır. Bu mertebelerden birincisinin hakkını verip onu elde edemeyen, ikinciyi
hak edemez
1. Aklın hakkını vermek, 2. Zorunlu genel bilimlerin hakkını
vermek.
HİKMET
Hakim, her söz, iş ve oluşu hikmet sergileyen demektir.
…şeyleri mutlaka bulunmaları gereken yere koymak ve bilginin
hakikati
…tüm yaratıcı fark ediş güçlerinin ortak adı
O, bir yaratıcı ve erdirici bakış gücüdür ki, insan ve
eşyaya egemen olan ölümsüz sırları fark ettirir. Bu bakımdan salt bilgi hikmet
değildir. Bilginin kavrayış derinliğine ulaşması ve sonuçta ortaya bir özgünlük
koyması halinde hikmetten söz edilebilir,
Vahiy, hikmetin zirvesidir
HRİSTİYANLAR / (nasâra)
Hristiyanlara nasâra denmesinin sebebi,
Kelime, Nasrân adlı köye nispet edilenler anlamındadır ki,
Hz. İsa ve havarileri bu köye nispet edilirlerdi.
HUŞU
…huşu, Arap dilinde, bakışın yere dikilmesi, gözleri
kapamak, sesi alçaltmak, kederli tavır takınmak, boyun bükmek ve tevazu gibi
anlamlar taşır.
Allah'a götüren değerlerin zayıflamasının veya ortadan
çekilmesinin belirtisi, Hz. Peygamber'e göre şudur: "Ortalıkta huşu sahibi
insan göremezsin."
HÜCCET / (aksi ispatlanamayan aklî-ilmî delil,
burhan, sultan, beyyine)
İki zıddın birinin sağlamlığını gerektiren delil-beyyinedir.
Istırap, hücceti yaratır, besler, egemen kılar. Refah ve
rahatlık ise kudreti egemen kılar, şımarıklığı büyütür ve çöküş getirir.
Tanrısal kader odur ki, kudretin zebunu olup ezilen mustaripler, içlerindeki
yaratıcı volkanı geliştire geliştire egemenlikleri altında ezildikleri kudret
sahiplerinin zaman içinde efendisi konumuna gelirler, onları sessiz ve görünmez
bir gelişmeyle egemenlikleri altına alırlar.
Sultan; hüccet, egemenlik, sulta ve bu niteliklere sahip
kişi demektir.
…tarih içinde Kur'anî anlamından çıkarılıp Bizanslı bir
anlama büründürüldü ve kudret göstergesi haline getirildi.
Burhan: Anlaşılır hale getirmek, açıklığa kavuşturmak
anlamındaki bürh ve berha kökünden türemiştir.
Bürhan-ı riyazinin iki türünden söz edilir: 1. Bürhan-ı
tahlilî: Genel hükümlerden cüzî hükümlere varılarak elde edilen burhandır. 2.
Bürhan-ı terkibi: Cüzî hükümlerden, parçalardan bütüne genel hükümlere
varılarak elde edilen burhandır. Bürhan-ı hulfî veya bürhan-ı nakz denen üçüncü
bir burhan türü vardır ki bunun Kur'an'da kullanıldığını görmekteyiz. Bu burhan
türü, bir fikrin doğruluğunu onun zıddının yanlışlığını ortaya koyarak ispat
yoludur.
Beyyine, hücceti açıklamada öne çıkarılan unsurlardır
Hüccetin omurgasında ilim vardır. Bunun içindir ki hüccet
haline dönüşemeyen kudretler batmaya mahkûmdur.
"Allah, aklını işletmeyenlerin üstüne pislik
atar."
Kur'an'a göre, doğruluğun (sıdkın) tek belgesi vardır:
Bilgi ve düşünceden oluşan kanıt. Kur'an buna hüccet veya
burhan diyor.
Burhanın karşısına dikilen şeye bühtan denir.
İBADET / (iş yapıp değer üretmek, tapınmak)
Kuranın anlayışına göre, Yaratıcı'ya yakarış ve sığınış
anlamında ibadet, karşılıklı aşk ve saygı ilişkisidir. Bu ilişkide, taraflardan
ikisi de faaldir. Allah, kulunun ibadet alâkası içinde bütün faaliyet ve
yakarışlarına karşılık vermektedir.
Salât, geleneksel ritüel dinde
namaz diye kayıtlanmıştır. Bildiğimiz şekliyle namaz, salâtın sadece bir
şeklidir. En mükemmel şeklidir, çünkü Kur'an'daki bütün niyaz hallerini
toplayıcıdır, ama nihayet bir şeklidir.
Tüm yeryüzü mabet, tüm meşru fiiller ibadettir. İbadetin
Kur'ansal ruhu, ölümsüzlüğü yakalamak için sürekli iş yapıp değer üretmenin
kutsallaştırılmasıdır.
İBLİS
Kur'an'da bazen, kullandığı kuvvetin adı olan şeytan
kelimesiyle de anılan iblis, esasen şeytan başlıklı tüm karanlık ve çarpıtıcı
kuvvet ve oluşların fert halinde sembolü ve temsilcisidir. Bu bakımdan şeytan
kelimesi çoğul (şeyâtîn) kullanıldığı halde iblis daima tekildir.
İblis, türediği iblâs mastarından, hayır ve mutluluktan ümit
kesmiş olmaktan kaynaklanan bir keder ve hırçınlığa düşmek, ümitsizlik ve
pişmanlıkla perişan olmak anlamındadır,
…iblis, görünmeyen bir kuvvettir.
Kuran onu melek olarak anmamaktadır.
Allah, Âdem'e secdeyi emrederken, 'kendi ellerimle
yarattığım varlık' diyerek Âdem'in Allah'ın özel ilgi ve itinasıyla
yaratıldığına dikkat çekmiştir. İblis, gurur ve bencilliğinin gözlerine çektiği
perde yüzünden, buradaki varlık ve oluş sırrını da görememiştir.
Âdem'in seçkinliğinin, iblisin de lanetlenişinin temelinde
şu birbirinin zıddı beş şey vardır: Âdem; suçunu kabullenmek, pişmanlığını
belirtmek, kendini kınamak, tevbeye sarılmak ve Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmemek suretiyle mutluluğa erdi. İblis ise hatasını kabul etmemek,
pişmanlığını itiraftan kaçınmak, kendini kınamamak, aksaklık ve bozukluğu
Allah'a nispet etmek ve rahmetten ümidi kesmekle mahvoldu.
İblis, Allah'ın değil, insanın düşmanıdır
…iblis, neticede bir oluş ve tabiat kuvvetidir. Varlıktaki
temel faaliyetlerden birinin adıdır. İblis, varlığın ateş kuvvetidir ve toprak
kuvveti olan Âdem'e karşı öne çıkarılmıştır.
İFTİRA
İftiranın kökü olan Fery, bir nesneyi herhangi bir maksatla
yarmak anlamındadır. Yalan söz peyda eylemeye de fery denir. Tulumu yarıp
yeniden dikmeye de fery denmektedir.
İHTİLAF
İKRAH / (baskı, zorlama)
Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur.
İLİM
İlmin karşıtı cehalettir.
İlim, bir şeyin hakikatini bilmektir.
İlmin aksine, "irfan, bir şeyi izinden, işaretinden
hareketle tedebbür ve tefekkür ederek bilmektir. Allah'ı bilmeye ilim değil de
marifet (irfan) denmesi, beşerin onu ancak eserleri üzerinde düşünerek
bilebileceği gerçeğine işaret içindir.
…irfan, noksan olan ilim (el-ilmü'l-kaasır) için kullanılır.
Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardına düşme!
İlmine sahip olmadığınız şeyin ardınca gitmek, her şeyden
önce ehliyetsizliğe teslim olmaktır ki, ziraattan sanayie, felsefeden
ekonomiye, sanattan dine kadar tüm alanlarda felaket getirir.
Kur'an vahyine karşı çıkanların hareket noktası, atalarının
kabulleri, yani geleneğin kendilerine ezberlettikleridir.
Kur'an'ın ilimler tasnifi
1. Vahyin mahiyetine ilişkin ilim
2. Yaradılışa, özellikle ilk yaradılışa ilişkin ilimler
3. Kıssaları değerlendirmeye ilişkin ilimler
4. Tabiat olaylarının, sünnetullahın (tabiat kanunlarının)
incelenmesine ilişkin ilimler
5. Gök cisimlerinin seyrine, gök olaylarının izlenmesine, Ay
ve Güneş'in menzillerini takdire, yılların gelip geçişiyle ilgili hesapların
yapılmasına yarayan ilimler
6. Silah ve savunma âletlerine ilişkin ilimler
7. Kutsal metinler tarihine ilişkin ilimler
8. Kutsal metinlerin incelenmesine ilişkin ilimler
9. Tanrı'nın koyduğu normları anlamaya yönelik ilimler
10. Eski medeniyetleri ve tarihsel kalıntıları inceleyen
ilim
İMAN
…imanın kökü olan emn (emânet ve eman)
Dikkat çeken noktalardan biri de imanın fiil halinde
kullanımlarının büyük kısmının amel (iş, eylem, hareket) ile birlikte yer
almasıdır.
İNSAN
Kur'an, biricik muhatabı olan insanı, her şeyden önce bir
toplum varlığı, bir sosyolojik varlık olarak görmektedir.
Allah, ayetlerini hep nâsa yani çoğul halinde (toplum halinde)
insana açıklamaktadır.
…insan sözcüğünün lügat anlamları
1. Görmek, görme gücü: İnsan, bakma ve görme gücü kuvvetli
bir varlıktır.
Belki de bunun için olacak, insan sözcüğü 'göz bebeği'
anlamına da gelmektedir.
2. Ünsiyet (yakınlık ve kaynaşma) oluşturabilme yetisi: İnsan
için iki ünsiyet vardır: Bunların biri insanın iç dünyasıyla Yaratıcı
arasındaki ünsiyet, ikincisi de insanın bedeniyle dış dünya arasındaki ünsiyet.
3. Uyuşum, kaynaşma ve medeniyete yatkınlık: insan, doğası
itibariyle uygardır
4. Unutkanlık…
İnsanın yaratılışı bağlamında suyun değişik şekillerinden
söz edilmiştir: Ma-i mehîn, ma-i dâfik, nutfe, alaka.
Tîn: Kil-çamur anlamındadır. İnsanın tîn'den yaratıldığı
defalarca dile getirilmiştir.
Salsâl: Tıngırdayacak şekilde kurutulmuş çamur veya çamurdan
yapılmış olup vurulduğunda tıngırtı çıkaran eşya anlamındadır.
Hame-i Mesnûn: Hame', kokuşmuş balçık demektir. Ona sıfat
yapılan 'mesnûn' sözcüğü ise sene kelimesinden türeyen ve 'üzerinden yıllar
geçmiş' anlamına gelen bir kelimedir.
Alak ve alaka sözcüğü, yapışıp ilişmek anlamının maddesel ve
ruhsal boyutlarını aynı anda içermektedir.
Nuh 14. Ayet: Allah sizi, halden hale/evreden evreye
geçirerek yarattı.
Kur'an'ın insanı anlatan ayetleri incelendiğinde, insanın
nitelikleri…
Nankör varlık: İnsan için, nankör anlamında bazı
ayetlerde 'kefûr' (11 yerde), bazı ayetlerde aynı kökten, aynı anlamda 'keffâr'
(5 yerde), bir ayette ise 'ekfer' (Abese, 17) sözcüğü kullanılmıştır.
…bu sözcüklerin üçü de 'çok nankör' demektir.
…şeytanın insana ilk emri 'Ükfür!' yani "Nankörleş,
inkâr et!" olmaktadır, (bk. Haşr, 16) şeytanın da temel sıfatlarından
biri, aynen insan gibi, 'kefûr'dur.
Aceleci varlık: İnsan çok acelecidir.
…insanın nankörlüklerine direnç göstermenin temel koşulu,
sabırlı olmaktır.
Ümidini hemencecik yitiren varlık: Bu anlamda yeûs ve kanût
sözcükleri kullanılmaktadır.
Ümitsizlik; küfrün, sapıklığın, karanlığın, şerre
yenik düşmenin ve nihayet Allah'a güvensizliğin ürünüdür,
İnsanın temel sıfatlarından biri de zalimliktir
…insanın kendine zulmetmesinden söz eden ayetlerde insan
tekil değil, daima çoğul (nâs şeklinde) kullanılmıştır.
Zayıf yaratılıştı, dayanıksız varlık: İnsanın
zayıflığı, sadece gücünün yetersizliği değildir; insan, kolayı ve rahatı tercih
gibi bir zaafın da mahkûmudur.
Onur, lezzetin değil, eziyet ve ciddiyetin ödülüdür.
Cimrilik, hayatı zorlaştıran ve insanı kendi içinde
yokuşa süren büyük bir beladır.
Hiçbir varlığın yüklenemediği bir büyük emaneti yüklenen
insan, bu emanet taşıyıcılığına denk bir bilgiye asla ulaşamaz. Bu yüzden çok cahildir.
İnsan, sahip olduklarıyla bildiklerinin daima çok üstünde
şeyler ister.
İnsan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur!
İnsan; cahilliği, hayalciliği ve doymazlığı yüzünden
aldatılmaya çok müsait bir varlık
İnsanın azgınlığını, hak tanımazlığını ifadeye koyan
ayetler yüzü aşkındır.
İnsanın önünde iki yol vardır: En yukarıya çıkaran yol, en
aşağıya yuvarlayan yol.
1. İnsanın onuru dorukta bir onurdur ve bu, onun,
yaratılıştan gelen öz hakkıdır; birilerinin lütfu değildir.
2. İnsanın sorumluluğu, öyle "Olsa da olur, olmasa
da" türünden bir sorumluluk değildir; ağır ve çok ciddi bir sorumluluktur.
Bu yüzden, savsaklanması halinde ödenecek fatura varlığın en ağır faturasıdır.
İsyan edebilen varlık: İsyan, hem oluş ve eriş hem de
ölüş ve tükeniş getirebilen esrarlı bir kavramdır.
Musa da âsidir (Musa'nın en büyük mucizesi sayılan asa,
isyan kelimesinin köküdür) Firavun da...
ÎSAR / (başkalarının mutluluğunu kendi çıkarına
tercih)
Kur'an 'ezelî günah' anlayışına yer vermez.
Günahı kim işlemişse ceza onundur.
Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.
Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na
yönelip tövbe etti. O da onun tövbesini kabul etti.
1. Başkalarını da düşünmek: İnfak,
2. Önce başkalarını düşünmek: Îsar.
…evvâhlık, îsanın bir aşamasını teşkil etmektedir.
Evvâh, teevvühü çok olandır
Hüzne delâlet eden bütün kelime ve seslere teevvüh, denir.
Evvâhlığın özellikleri içinde en önemli yeri ıstıraptan
şikâyet etmemek ve insanlara küserek hizmeti aksatmamak tutar
İSLAM
Kur'an bünyesinde Allah'a teslim olmak anlamında kullanılan
İslam'ın köklerinden biri olan silm; barış, güven ve huzur; selam ise;
mutluluk, esenlik, güven demektir.
İslam'dan başka din arayanın bu dini kabul edilmez.
İslam'ı benimsemiş kişiye müslim (kadınsa müslime)
denmektedir. Türkçe'de kullanılan Müslüman deyimi, kelimenin Farsçadaki şekli
olan müselman sözcüğünün bozulmuş şeklidir.
…müslüman şu üç şartı taşıyan kişidir:
1. Allah'a iman,
2. Ahirete iman,
3. Salih amel.
Allah'a teslimiyetin Kur'anî yeterlilik şartları bunlardır.
Gerisi mükemmellik şartı olur,
Deizm, dine karşı değil, ateizme (tanrıtanımazlığa,
Allahsızlığa) karşı ortaya çıktı.
Dinci zorbalar insanları ateizme sığınmaya âdeta mecbur
bırakıyorlardı. Din adı altında insanlığı ateizme sürükleyen dinci zorbalığın
yıkımını durdurmanın deizmden başka bir yolu yoktu.
Deizm, Allah'a imanda samimi olan ama Allah ile aldatan
dinci sınıfa tarifsiz bir kin duyan insanların yoludur.
İSRA / (gece yürütmek, gece yürüyüşü)
Kur'an'ın indiği dönemde Kudüs'te Mescid-i Aksa adıyla bir
bina olmadığı biliniyor.
Bu tamlamanın anlamı, 'en uzak noktadaki mescit' demektir.
Kudüs'ün bulunduğu Filistin toprağı, bizzat Kur'an'ın
beyanıyla, 'edne'l-arz' yani yeryüzünün Kabe'ye en yakın bölgesidir; 'aksa'l-arz'
yani yeryüzünün en uzak bölgesi değil…
…insanoğlunun Kur'an dışında kirletmediği hiçbir değer,
hiçbir miras kalmamıştır.
…gelecek bir zamanda yapılacak ve adı Mescid-i Aksa konacak
bir mescide işaret edildiği de söylenemez. Çünkü ayette kullanılan fiil geçmiş
zaman (mâzî) kipidir.
Ayette kastedilen, madde ötesi âlemde bir secdegâhtır ki
bunu bizim aklımız ve üç boyutlu âlem şartlarıyla kayıtlı bilgilerimiz
açıklayamaz. Kur'an bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır.
…bazı kaynaklar Mekke'nin Cîrâne Vadisi diye anılan
mevkiinde Mescid-i Aksa adıyla anılan bir binanın bulunduğunu ve Hz.
Peygamber'in, Mekke'nin merkezine en uzak mescit olan bu secdegâhta zaman zaman
gidip namaz kıldığını haber veriyorlar.
İSTİKAMET
Bu kelimenin köklerinden biri olan kıyam, dik ve düzgün
durmak, ikincisi olan kıvam ise düzgün, ahenkli, güzel olmak anlamlarındadır.
Buna göre istikamet kıvam ve kıyamı korumak ve sürdürmek anlamına gelecektir.
Türkçe'de bunu, dosdoğru yürümek, sapmadan, yalpalamadan yol almak diye ifadeye
koyabiliriz.
İSYAN
İsyan kelimesi, değnek-sopa anlamındaki asa kelimesiyle aynı
köktendir. Ve isyan, bir şeyi asa ile engellemek anlamındadır.
…duruş, çürüyüştür. İleri geçmek; duranı itmek, onun üstüne
basmakla olur. İşte bu, isyandır.
KADER / (tabiat kanunları, varlık ve oluşun
değişmezleri)
'Kader'; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir.
Kader sözcüğü, Kuranda 11 yerde geçmekte ve tümünde de
'ölçü' anlamında kullanılmaktadır.
KADIN / (nisa, imree)
İslam Peygamberi'nin dünyadan ayrılışından sonra hortlayan
müşrik Arap şuuraltının, en zalim tahriplerini sergilediği alanlardan biri de
kadın haklarıdır
Kamusal alanda, halkın görüşüne açık mekânlarda 'takva'
tercihini öne çıkarmak, toplumu ve dini ifsat eder.
Geleneksel fıkha göre, kadınlar hür ve câriye olarak iki
kısma ayrılmaktadır. Cariyelerin örtünmesi tıpkı erkeklerinki gibidir. Yani
onlar edep yerlerini örttüklerinde örtünme görevlerini yerine getirmiş olurlar.
Kur'an, kadının giyinmesine ilişkin talebini düzenlerken şu
iki Cahiliye örfünü dışlamaktadır:
1. Teberrüc yani kendini beğendirmek, erkeklerin dikkatini
çekmek için süslü püslü giyinip sokaklara fırlamak,
2. Başın ve yüzün kapatılması.
Cumhuri ulema' diye anılan çoğunluk, tarih boyunca hep
'kadına karşı' tezlerin savunucusu olmuştur. Ve bunu çoğu kez, Kur'an ve
sünnete açıkça ters düşme pahasına yapmıştır.
Harem, tam anlamıyla bir zulüm kurumudur.
…biz bunun bir Emevî uygulaması olduğunu çok iyi
bilmekteyiz. Türklerde bunun tam tersi vardı.
Kadınları hür ve câriye diye ikiye ayırmak:
Böyle bir ayrım Kur'an'da yoktur. Câriye sözcüğü bile
Kur'an'da yoktur.
KALP / (kalb, fuâd)
Arap dilinde 'bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek'
(Râgıb) anlamını taşır. Türkçe'deki kalbetmek (bir halden bir başka hale
çevirmek), inkılap (bir halden bir başka hale geçiş veya geçirme) bu köktendir.
…insana yaraşan, Allah'ın, bir göğüste iki kalp
yaratmadığını bilmek ve benliği bir hedefe yönelterek varoluşu parçalamamaktır.
Kalp, Allah'ın evi (Beytullah)dir.
Kalbi perişan eden hastalıkların başında samimiyetsizlik ve
riyakârlık gelmektedir.
Kalp marazı; kalp kararması (kasvet) getirir.
Kur'an-ı Kerim'de gılzat kelimesi ile de ifadeye konan
kasvet, kalp marazının en tehlikeli olanıdır. Kalp katılığı, kalbin kararması
demektir.
Kalp marazları, kalbi katılaştırarak paslandırır ve kalbin
sonsuzluk yolunu tıkayarak onu Allah'tan koparır. Kuran burada istikbâr
kavramına dikkat çekiyor. Kibre saplanma olarak tanıtabileceğimiz istikbâr,
insanın kalbini mahvederek onun sonsuz ve ölümsüzle irtibatını kesen büyük bir
beladır,
Hastalık ve bozukluklardan arınmış bir kalp, Kur'an dilinde
selim kalp adını almaktadır.
…kalbe sıfat yapılan selim kelimesi, tevhid yolunun genel
adı olan İslam'la aynı köktendir. Yani selam ve selamet kökünden. O halde,
selim kalp barış, huzur, güven, sükûnetle dolu olan kalp demektir
Kur'an'a göre kalplerin doyması yalnız ve yalnız Allah'ı zikirle
mümkündür.
KAMU MALI HIRSIZLIĞI / (gulûl)
…gulûl; emanete, özellikle kamuya ilişkin emanetlere ve kamu
haklarına hainlik etmek, harp ganimetlerinden, kamu malından çalmak demektir.
Mâûn, 'yağmur suyu, ödünç alınan eşya, zekât, halkın
yararlanacağı şey, istekliden esirgenen şey' gibi anlamlar taşımaktadır,
Kur'an bu sözcükle, toplumun yararına kullanılması gereken
şeyleri ifade etmektedir. Zaten zekât da bunu ifade eden temel kavramdır.
Yönetim, yasama, yargı, denetim ve icra mevkiinde bulunanlar
bir yığın kamu mal ve imkânının emanetçisi durumundadır.
KEFARET
Örtmek, gizlemek, görmezlikten gelmek anlamlarını taşıyan
küfr kökünden türeyen kefaret, (özgün şekliyle keffâret) 'günahı örten şey'
demektir.
Tekfir günahı örterek hiç yapılmamış gibi davranmaktır.
Zıhar Kefareti: Zıhar, bir kimsenin karısının vücudunu kendisine
mahrem olan bir kadının vücuduna benzetmesi ve "Sen bana anam
gibisin" vs. bir ifadeyle iki kadın arasında bir münasebet kurmasıdır,
Bu bir tür, helal olan bir şeyi haram gösterme yalanı
sergilemektir ve cezası, kefaret ödemektir.
61 gün art arda oruç tutma şeklinde icra edilen oruç
kefareti (kefâret-i savm) Kur'an'da yer almaz; fakihler tarafından sonradan
ihdas edilmiştir.
KERAMET
Geleneksel anlamıyla, özellikle tarikat literatüründeki
şekliyle keramet, peygamberlerin yetkilerini kullanmak için birtakım insanları
öne çıkarma ve dokunulmaz kılma aracı yapılan bir kavram olarak dikkat çekiyor.
…kerametin Kur'an ve sünnette hiçbir dayanağı yoktur. Ama
tarih boyunca, Allah ile aldatma sektörünün temel baskı ve iğfal aracı olarak
devrede tutulmuştur.
Tarikatlar tarihinin, keramet sahibi olarak öne çıkardığı
kişilere mal edilen harikaların hiçbirisine peygamberlerde bile rastlanmıyor.
Gözünüzü açın! Allah'ın velîleri için hiçbir korku yoktur.
Tasaya da düşmezler onlar. Onlar iman edip takvaya sarılmış olan kişilerdir.
Keramet sözcüğüyle aynı anlamda bir kök olan 'kerem'in
türevleri (kerîm, ikram, tekrîm, mükrim) Kur'an'da 40 civarında yerde
kullanılmıştır.
…kerim sözcüğü hem Allah'ın hem Cebrail'in hem Hz.
Peygamber'in sıfatlarından biridir.
Arap dili lügatları, kerametin kökü olan keremin şu
anlamlarına dikkat çekerler: İzzet, onur, şeref, cömertlik, hürriyet.
İslam dünyasını, özellikle Türkiye'yi kanserojen bir ur gibi
saran tarikat dinciliği, Kur'an'ın sözünü ettiği keremi (veya kerameti)
yozlaştırmıştır.
KISAS
Arap dilinde kısas bir hak ihlalini aynıyla ödetmek, bir hak
ihlaline aynıyla karşılık vermektir.
Kur'an-ı Kerim, katilin bağışlanması için gayret ve
temennide bulunmakla birlikte, onu af yetkisinin, yalnız ve yalnız maktul
tarafına ait olduğunu, doğal bir kanun olarak tespit ediyor.
Toplum ve otorite, ihlal edilen hakkın sahibini korumak
zorundadır; hakkı ihlal edeni kurtarmak için bahane aramak durumunda değil.
KIYAMET / (kıyamet, saat, tedmîr, helak, din günü)
Kıyamet, kıyam mastarından türemiş olup, ayağa kalkmak,
dikilmek, saygıyla beklemek anlamındadır.
Kıyamet, içinde yaşadığımız dünyanın ve evrenin parçalanıp
dağılması ve bütün şuurlu varlıkların hesap vermek üzere Yaratıcı'nın
huzurunda, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde kıyam etmesi olarak bilinir.
Kur'an'da kıyamet kavramını üç anlamda bulabilmekteyiz:
1. Evrenin kıyameti.
2. Yerkürenin kıyameti, yani küresel afetler sonucunda
yeryüzünde hayatın sona ermesi veya sona yaklaşması.
3. Toplumların kıyameti, yani toplumsal çöküş.
KİBİR / (istikbâr, merah, ucb)
Kendini büyük görmek ve bu görüşü, karşısındaki insanları
taciz aracı olarak öne çıkarmak,
Kendini büyük görme Kur'an dilinde istikbâr sözcüğüyle
karşılanmaktadır.
İstiz'afa uğratılanlar, yani horlanıp ezilenler, istikbâr
sergileyenlerin tasallut ve zulmüne maruz kalırlar,
Kibir illetini ifade için meran tabiri de kullanılmaktadır.
Zevk, sevinç ve kibirle şımarıp azmak anlamında…
KİTAP
Kur'an'a göre varlık ve oluş bütünüyle bir kitap oluşturur.
Okunması gereken bir kitap.
KOLAYLIK / (yüsr, tahfif)
Ulûhiyetin en belirgin özelliği rahmet olduğundan en
belirgin özelliklerinden birinin de kolaylaştırıcılık olması kaçınılmazdır.
Cimrilik yolunu seçen, insanlarla hiçbir madde ve gönül
alışverişinde bulunmayan, güzelliği yalanlayıp güzele sırt çeviren kişi ve
toplumlar ise zora, zorluğa sürülür.
KORKU / (havf, haşyet, ru'b, feze')
Haşyet: Tazime mümtezec havf mânâsındadır ki korktuğu
nesneye ilimden vaki olur.
…haşyet, yılandan veya jandarmadan korkmak türünden bir
korku değil, yüceliği fark edilen nesne karşısında duyulan tazim omurgalı bir
ürpertidir.
Havf: Emn yani güven karşıtı bir kavram olup 'güvende
olmamaktan doğan korku'
Ru'b: müşrik veya kâfirlerin yüreklerine atılan korkudur ki
ya şirk yüzünden gelir ya da küfür…
KUR'AN
Arap dili lügatları Kur'an kelimesi için 2 kök
göstermektedir. Bunlardan biri okumak anlamındaki kıraat, ikincisi toplamak
anlamındaki 'kam' köküdür.
Hz. Peygamber şöyle diyor:
"Bu Kur'an, 7 harf (lehçe, beyan tavrı) üzere
indirilmiştir. Her harfin bir zahiri (dışı), bir bâtını (içi), bir haddi (varış
yeri), bir matlaı (doğuş yeri) vardır."
Harflerin her birinin zahir, bâtın, had, matla gibi dörder
yüzü olduğundan 7 harf 28'e ulaşmış olur. Kur'an dilinde bu 28 harf, 28
müteşâbih kelimeye denk düşmektedir. Bu müteşâbih kelimeler Kur'an'da nebi veya
resul adıyla 28 peygamber olarak yer almıştır.
Yemin olsun ki biz bu Kur'an'ı öğüt ve ibret için
kolaylaştırdık; fakat düşünen mi var?
Kur'an okumak, namazdan önce emredilmiş bir ibadettir,
Kur'an, varlığın en ağır emanetidir
Onu toplamak ve okumak bize düşer.
KURBAN
Allah'a yakınlaşmak için yapılan her ibadete, her bağışa
kurban denir.
…kurban (korban) kelimesi, 'Allah'a yaklaştıran veya
kendisiyle Allah'a yaklaşılan şey' demektir.
Kurban kesme, daha doğrusu 'hayvan kesme' diye bir ibadet
Kur'an'da yer almaz.
KÜFÜR / (gerçeği örtmek, nankörlük, inkâr)
Küfr ve kefir, örtmek anlamındadır. Kişileri örtüp gizlediği
için geceye, tohumu toprakta gizledikleri için çiftçilere, yıldızları örtüp
gizlediği için Güneş'e, Güneş'i örttükleri için bulutlara eski Arapçada kâfir
(örtüp gizleyen) denirdi.
Kâfir, müminin zıddıdır. Kâfir, gerçeği örten, nimeti
saklayıp inkâr eden kişi demektir.
…
Yeni Boyut Yayınları, 26. Baskı, İstanbul, 2014
...
Yaşar
Nuri Öztürk - Kuranın Temel Kavramları 2. Cilt
MAL
Mal, denge noktasından sağa veya sola sapma anlamındaki meyl
(eğilim, eğilmek) kökünden türemiştir.
…sürekli değişen ve ölümsüz olmayan değere mal denmesi
bundandır.
…mal, bir fitne olarak gösteriliyor.
Fitne, iyi ile kötüyü belirlemek için bir ayıklama yolu
olduğuna göre mal bir imtihan aracıdır. Bu yüzden, tıpkı çocuklarımız gibi, mal
da bize bir deneme aracı olarak emanet ediliyor.
"İnsanın, Allah karşısında bir tek sıfatı vardır:
Fakirlik" (İbn Arabî)
MÂRUF / (ortak-evrensel insanlık değerleri)
Mâruf, urf (örf), arife aynı anlamlarda ve aynı kökten
kelimelerdir. Hepsi irfan ve ma'rifet kökünden türemiş olup hepsinde irfana
uygunluk esastır.
…mâruf, güzelliği ve iyiliği derinden derine düşünülerek
anlaşılıp kabul edilmiş fiil, söz veya gelenektir.
MÂÛN / (kamu hakkı)
Mâûn suresinde verilmek istenen mesai apayrı bir mesajdır ve
gündeme getirilen konu dinin din adı altında saf dışı edilmesidir.
Sureye göre, dini yalan sayan kişi (veya kişiler) veya
zihniyetler şu suçları işlerler: Yetimi itip kakmak, yoksul ve açların
doyurulmasına destek olmamak, ibadetleri, duaları (özellikle namazı) riya aracı
haline getirmek, kamu mal ve haklarının ait oldukları yere ulaşmasına engel
olmak.
Hicr suresi 87:
"Yemin olsun ki, biz sana ikişerlerden/ikililerden/iç
içe kıvrımlar halindeki çift manâlılardan yedi taneyi/yediliyi ve şu büyük
Kur'an'ı verdik."
Yedi taneli veya yedilinin, 'Büyük Kur'an' diye anılan
Kur'an-ı Kerim'in içindeki yedi ayetli Fatiha suresi olduğu ittifakla kabul
edilmektedir.
…bir yedili daha vardır: Mâûn suresi.
Bizim 'kamu hakkı' diye tercüme ettiğimiz Mâûn sözcüğünün
esas anlamının zekât olduğu ittifakla kabul edilmektedir.
…zekât, tam resmî bir kamu hakkıdır,
Mâûn suresi iki grup halinde beş suç tanıtıyor.
1. Dini tekzîbden doğan suçlar:
Yetimi itip kakmak, yoksulu doyurmamak, mâûnu engellemek.
2. Veyl (lanet) sebebi olan suçlar:
Namazdan/ibadetten gaflet, namazda/ibadette riya, mâûnu
engellemek.
Geleneksel kabul, insanların inanç kimliklerini verirken şu
dört tipten bahseder:
1. Mümin: İçinden inanan ve bunu dili ile ilan eden kişi.
2. Kâfir: İçinden inanmayan ve bunu dili ile ilan eden kişi.
3. Münafık: İçinden inanmayan ama diliyle bunun aksini
söyleyen kişi.
4. Müşrik: Allah'a inanan ama O'nun yanına yedek ilahlar
ekleyen kişi.
Kur'an, Mâûn suresinde beşinci bir tip daha belirtiyor:
Mürâî...
O tip, dincilik tezgâhının öncüsü ve besleyicisi olan habis
tiptir.
Müraî. inanç durumu menfaatlerine göre sürekli değişen kahpe
tiptir.
Müraî, öylesine pis bir karakterdir ki, onun için ne inanmak
diye bir mesele vardır ne de inanmamak; onun için tek mesele vardır: Daha çok
dünyalık kazanabilmek. Daha çok dünyalık kazanabilmenin en rahat ve risksiz
yolu Allah ile aldatmak olduğundan müraîler çoğunlukla dinciler arasından
çıkar.
Riyadan sakının, çünkü riya, Allah'a şirk koşmaktır.
Dincilik, esası itibariyle kılık değiştirmiş bir dinsizlik
türüdür.
Kapitalizm, aldatılan kitlelerin sandığı gibi, mal-mülk
sahibi olmak değildir. Kapitalizm, mala-mülke kul olmak, malı-mülkü
ilahlaştırmaktır.
MEDENİYET / (karye)
…köy, şehir, toplum, yerleşim merkezi, medeniyet havzası,
bir medeniyete vücut veren insan topluluğu anlamlarında kullanılmaktadır.
Kur'an, insanlık tarihini bir karyeler resmigeçidi gibi
tanıtıyor. Bu resmigeçitte bir karye çöküp gider, yerine bir başkası gelir.
Medeniyet yurdu karyelerin çöküşlerine sebep olan bir
numaralı bela, karye mensuplarının, özellikle yönetici-giidücü kadroların zulme
sapmalarıdır.
Hiçbir karye, kendisine uyarıcı gönderilmeden helak edilmez.
MELÂMET / (levm ahlakı)
…levm sözcüğü: Serzeniş manasınadır ki, Türkçe'de kınamak
tabir olunur.
Kur'an bize gösteriyor ki, yaratıcı benlik, bir anlamda,
kendini eleştiren benliktir.
MELE' / (kodamanlar ekibi)
Peygamberler mesajının karşısına dikilen şirk gücünün
temsilci kadrolarının ortak adı
Mele' sözcüğü / şirk ve zulüm saltanatlarının prototipi ve
sembolü olan Firavun saltanatına izafe edilerek kullanılmıştır.
Mele' diye anılan kodaman takım üç alt grup oluşturmaktadır:
1. İş ve para ağaları: Karun tip,
2. Yandaş bürokratlar: Hâman tip,
3. Kutsallaştırılmış din adamları: Hâman tip.
MESCİT / (secdegâh, cami, mabet)
Boynu büküklük, eğilmek anlamındaki sücûd-secde kökünden
gelen mescit (özgün şekli mescid), secde edilen yer demektir.
Kur'an'a göre bütün varlıklar ve oluş secde halindedir.
Buna, varlığın teshiri veya kerhî (varlık yapısı gereği, zorunlu) secde hali
denir. Bir de ihtiyarî yani hür iradeye bağlı secde vardır ki; bu da insanın
secdesidir.
Zarar mescidi, insanlara zarar verme aracına dönüştürülmüş
veya o maksatla inşa edilmiş mescit demektir.
MÎSAK / (Allah-insan arası ezelî antlaşma)
…mîsak, güvenmek ve inanmak anlamındaki sika kökündendir.
Yemin ve taahhütle pekiştirilmiş akit.
Kur'an, mîsak kavramıyla her şeyden önce, Allah'la insan
arasındaki mukaveleyi kasteder ve insan hayatının bireysel ve toplumsal bütün
boyutlarında bu kavramı hareket noktası olarak alır.
Kur'an'a göre, insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış
bir mukavele vardır ve dünya hayatı bu mukavelenin icra yeridir. Kur'an, insanı
bu mukaveleyi unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye çağırmaktadır. İman, bu
ezelî mukavelenin bir kere daha hatırlanması ve itirafı, dinsel hayatsa
mukavele şartlarına uygun bir yaşantının sürdürülmesidir.
Ahde vefası olmayanın imanı da olamaz.
MÎZAN / (vezn, ölçü ve ahenk)
Vezn, insanın el attığı bütün fiillerle sarf ettiği bütün
sözlerde adalete yani denge ve ölçüye riayet etmesidir.
MUHKEM
…kökü olan h.k.m.'den türeyen kelimeler / hüküm, hükmetmek,
tahakküm, ihkâm, tehâküm, hakem, hâkim, hikmet, hakim…
Kur'an, içerdiği ayetleri iki ana kısma ayırıyor: Muhkem,
müteşâbih. Bunların ilki; tartışmasız, kesinleşmiş yaradılış kanunları ile din
buyruklarını çerçeveleyen alan, diğeri ise henüz çözülmemiş, birden çok anlam
boyutları olan, mecazî beyan ve işaretlerle yüklü alandır.
Kur'an'ın tümü muhkemdir. Yani Kur'an'ın tümü kuşku,
çelişme, tutarsızlık ve abesten uzaktır. Müteşâbihlerin müteşâbihliği,
anlamları fark edilinceye kadardır,
MÜBÂHELE
İslam tarihinde çok ünlü bir olayın adıdır.
İbtihal, dua etmek üzere çömelmek anlamındadır. Mübâhele ise
iki kişi veya grubun birbirleri aleyhinde dua etmek üzere karşılıklı faaliyete
girmeleri demektir.
Kur'ansal anlamı Allah'ın lanetini yalancılar üzerine çekmek
için dua etmek niyetiyle çömelmektir.
MÜELLEFETÜL KULÛB / (kalpleri İslam'a ısındırılanlar)
Müellefe kelimesinin kökü olan 'ilf ve 'ülfet', dostluk,
kaynaşma demektir.
Müellefetül kulûb, asrısaadetteki münafıkların önde
gelenleridir. Onlar, infakın değil, nifakın çocuklarıdır. Din onlar için hep
almanın aracıdır. Vermek, fedakârlık söz konusu olduğunda onları ortalarda
bulamazsınız. Çok sıkışırlarsa sırtlarını dönüp giderler.
Türkiye'deki cami ve cemaat talancısı Mâûn ihlalcileri
(Deniz Fenercileri ve benzeri cami içi soygun çeteleri) eğer İslam'la
irtibatlarından söz edeceksek, ancak müellefetül kulûb olarak
adlandırılabilirler.
Bugünkü dinciliğin, Müslüman halkın kesesinden ve
kasasından, çoğunlukla camiyi ve namazı kullanarak milyar dolarlık meblağlar
aşıran kodamanları, eğer İslam'la ilişkiden mutlaka söz edeceksek, ancak
müellefetül kulûb içinde yer alabirler.
MÜLK / (mülkiyet, egemenlik, saltanat)
…mülk gücü taşıyanların insanüstü varlıklardan olanlarına
melek, insandan olanlarına melik denir. Anlaşılan o ki, melekler de,
kendilerine tasarruf hak ve yetkisi verilmiş kudret sahipleridir. Yetki
kullanmaya memur edildikleri alanlar onların mülkleridir.
…mülk, hükm ile bir nesnenin zapt ve tasarrufuna denir.
Mâlik, mülk sahibine denir ki murad, padişahlardır.
Melikin saltanatının egemen olduğu yerlere memleket adı
verilir...
"Şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini
onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: 'Rabbinizin sizi şu ağaçtan
uzak tutması, iki melek/iki hükümdar olmayasınız yahut ölümsüzler arasına
katılmayasınız diyedir." (A'raf, 20)
…insanoğlu, mülk için yani sahip olmak ve hükmetmek için
yasaklar çiğniyor.
Ne var ki, ebedîleşme imkânı insana verilmemiştir. İnsan
hayatı fânidir, geçicidir.
…insanoğlunun ilk günden beri sapmalarının temelinde ebedî
olma ve mülk sahibi olma tutkusu baş muharrik olagelmiştir.
Allah tektir / mülk parçalanamaz
İnsanın kullanacağı egemenlik, ilkelerin egemenliği olacak,
kişilerin değil. Kişiler bu egemenliği, vekâleten ve emaneten kullanırlar.
Kur'an, özel mülkiyete izin vermiştir.
…evrene, doğaya saygılı olmalı, ona dokunurken, mülkün
sahibinden izin almalıdır.
Allah'ın mülkün sahibi olduğuna gerçekten inanan bir benlik,
O'nun mülküne saygı gösterir, tecavüz etmez.
MÜNAFIK
Münafık sözcüğü, Ankebût'un 11. ayetinde geçiyor. Bu sure,
Mekke döneminin son, Medine döneminin ilk süresidir.
Mekke döneminde mal-mülk, para ve servet Müslümanlar için
söz konusu değildir.
Medine dönemiyle birlikte, mal ve para, servet ve dünyalık
Müslümanların hayatına da girmiş ve artık 'mesele' olmaya başlamıştır.
…münafık, Müslüman kimliği taşıyanların mal ve parayı imanın
önüne geçirenlerinin sıfatıdır,
Nifak, dine bir kapıdan girip öteki kapıdan çıkmaktır.
Fâsık kelimesinin çoğulu olan 'fâsıkûn' veya 'fevâsık', küçük
deliklerden habire girip çıkan farelere verilen addır.
Münafıklar için İslam sadece 'almanın yolu' olduğu takdirde
korunur; vermeyi gerektirecek bir yola dönüştüğü anda terk edilir
Kur'an, münafıklığın belirleyici niteliği:
1. İnfaktan (paylaşımdan) kaçmak,
2. Savaştan kaçmak.
Dindar münfıktır, dinci münafık. Ortası yok.
"Bedeviler; küfür, nifak/parçalanma/ikiyüzlülük
yönünden daha şiddetli; Tanrı'nın elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını
tanımamaya daha yatkındırlar." (Tevbe, 97)
Bir insanı, haksızlığına rağmen savunmak, islam dışı bir
davranıştır.
MÜNKER / (insanlığın ortak-evrensel yasakları)
…münkerin kökü olan nekr ve ondan türeyen inkâr,
görmezlikten gelmek veya görememektir. İnkârın zıddı irfandır
…her inkârda biraz cehalet vardır.
Münker, güzeli ve iyiyi görmezlikten gelmeye dayanan
davranış, tutum ve sözdür.
Münkerin zıddı mâruftur ki, irfan kökünden gelir ve esasını
bilgi ve aydınlık oluşturur.
münkere karşı çıkmak, mârufu özendirmek... Ve müminin temel
vasıflarından biri de budur.
Münkere karşı çıkmak, mutlak insanlık borcudur.
MÜŞRİK / (Allah'a ortak koşan, dine riya bulaştıran,
Allah'ın yanında alt ilahlar kabul eden)
Şirk kökünden ismi fail
Kelime anlamıyla, şirke saplanmış, şirki temsil eden
demektir,
"Müşrikler sizinle nasıl topyekün savaşıyorlarsa siz de
onlarla topyekün savaşın. (Tevbe, 36)
Müşrik ruhunun tapınma gayesi kadındır. O, bütün zevkini,
bütün ilhamını kadından almak ister.
MUT'A / (süreli nikâh)
Kökü olan meta', uzun süreli nimet demektir.
Aynı kökten gelen istimta', yararlanmak, bir işi yarar
sağlamak amacıyla yapmak demektir.
Müt'a, fıkıh bünyesinde tartışmalı bir konudur
Kur'an'ın ifadeleri müt'ayı onaylayıcı niteliktedir.
Peygamberimiz döneminde böyle bir uygulamanın olduğunda ise hiçbir mezhebin
kuşkusu yoktur. Tartışma, bu uygulamanın sonradan kalkıp kalkmadığı
noktasındadır.
MÜTEŞÂBİH / (yoruma açık, çok boyutlu söz)
…kökü, şibh ve şebeh'tir. Kökünün anlamı benzerlik, benzeme
Arap dilinde iki şeyin birbirine benzemesine teşâbüh, bu iki
şeyden her birine müteşâbih denmektedir.
Fakîhlere göre müteşâbih lafız, öz anlamını ilk bakışta
ortaya koymayan sözdür.
Müteşâbihler de genel olarak üç kısımdır: Yalnız lafız
yönünden müteşâbih olanlar, yalnız anlam yönünden müteşâbih olanlar, hem lafız
hem de anlam yönünden müteşâbih olanlar.
Kur'an, insanoğluna sadece belirli bir zaman çerçevesini
esas alarak hitap etmiyor.
Her seviyede insan, gerçeği, kendi seviye, yetenek ve bakış
açısına hitap edecek şekilde kavrıyor.
…'müteşâbihleri Allah'tan başkası bilemez' iddia ve
dayatmasını Kur'an'a maletmek için Ali İmran 7. ayette gerçekleştirdiği
kısıtlayıcı noktalama operasyonu, Kur'an'a, kıraat imamlarını araç yapan açık
bir müdahaledir.
NEFS / (benlik, ruh, benliğin olumsuz kutbu)
Eski Araplarda nefs, kan anlamındaydı.
Doğum sonrası kan sızdıran kadına nüfesa, bu işe nifas
denmesinin sebebi de budur.
Kur'an'da nefs; ruh, benlik, kişilik anlamlarında
kullanılmaktadır.
…nefs hem çirkin hem de güzel sıfatların taşıyıcısı
olabiliyor.
Benlik, yüzünü ölümsüze ve güzele çevirdiğinde ruh, ölümüyle
ve kötüye çevirdiğinde nefs adını alıyor.
Benliğin ölümlü ve iğretiden ölümsüze doğru yükselişi, 7
aşama arz eder.
Bunlar, sırasıyla; emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne,
râzıye, marzıyye ve zekiyye mertebeleridir.
Nefsin 'emmâre' sıfatı,
Bedensel hazlara eğilimli, lezzet ve şehvetle emreden, kalbi
sefil yönlere çeken mertebe.
Nefsin levvâme sıfatı
Levvâme, levm (kınamak) kökünden türemiş bir sıfat olup
kendi kendini ısrarlı bir şekilde kınayan anlamını taşır.
Gaflet uykusundan koptuğu ölçüde kalp ışığı ile aydınlanan
ve kendi kendini kınayarak tövbe etmeye başlayan nefsin sıfatıdır.
Nefsin mülhime sıfatı
…mülhime, ilham alan demektir. Anılan ayetlere göre bu
ilham, nefse kötülüğünün ve iyiliğinin fark ettirilmesidir.
Nefsin mutmainne sıfatı
Mutmainne; doygunluk, sessizlik ve huzura ulaşan demektir.
Tanrısal ışıkla aydınlanıp 'Rabbine dön!' hitabına müsait
hale gelen nefs.
Nefsin Râzıye sıfatı
Bu mertebedeki nefs 'Allah'tan razı olma' gerçeğini
yakalamıştır.
Nefsin Marzıye sıfatı
Kelime anlamı ile, başkalarının kendisinden razı olduğu
demektir.
Allah'ın kendisinden razı olduğu nefs anlamında
kullanılmıştır,
Nefsin Zekiyye sıfatı
Tezkiye; temizlemek demektir.
…nefsi zekiyye ise temizlenmiş, arınmış nefs anlamındadır.
Arınmış nefs, fıtratından getirdiği tanrısal temizliği elde etmiş,
Bu duruma gelmiş nefs, parça iradesini Yaratıcı'nın külli
iradesinde eritip varlık ve oluşa Tanrı'nın gözüyle bakma noktasına gelmiş
olacaktır. Dinin ve ruhsal kemalin doruk noktası işte budur.
NUR VE NÂR / (ışık ve ateş)
Yunus suresi 5. ayet güneşi zıya, ayı nur olarak gösterir.
Nur, ateş anlamına gelen nâr ile aynı köktendir.
Işık, görmeyi sağlamasına rağmen, şiddetli hale geldiğinde,
bizzat kendisi görmeye engel olmaktadır.
Nâr ve nur.
Hepsi yaratılmıştır. Ve hepsi bir ve tek kudretin, Mutlak'ın
izniyle faaliyettedir.
Tevhit, ışık ve tek yoldur, bocalatmaz; şirk çokluktur,
seçim yapılamayacak giriftlikte yollar kavşağıdır, karmaşadır.
…madde dünyası için güneşin yeri neyse, ruh dünyası için Son
Peygamber'in yeri odur.
Vahiy ve peygamber, insanları karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak için gönderilmiş tanrısal ışıklardır.
NÜFUS / (tekâsür, kesret)
Kur'an, çokluk ve çoğunlukla övünmeyi şirkin bir uzantısı
olarak görmekte ve kötülemektedir. Çoğunluk ne gerçeğin ne de başarının
ölçüsüdür. Ve çokluk ne gerçekçiliğin ne de zaferin göstergesidir. Böyle olduğu
için, çoklukta yarış, şirk zihniyetinin habis tutkularından biri olmuştur.
Çoklukta yarışın iki türüne ısrarla karşı çıkılmıştır: Mal
çokluğunda yarış, nüfus çokluğunda yarış.
Çokluk (kesret) kavramına değinen ayetler, bir gerçeği daha
ifadeye koymaktadır: İnsanlık tarihi boyunca çoğunluk daima iğretinin, kötünün
ve değersizin yanında yer almıştır ve alacaktır.
"Yemin olsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti.
Huneyn gününde de. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de bu, hiçbir işinize
yaramamıştı. Tüm genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da
sırtınızı dönüp kaçmıştınız." (Tevbe, 25)
…tekâsür, insanın niteliğe karşılık niceliği öne çıkarışını
kınamak için kullanılmaktadır.
ORUÇ / (savm, siyam)
Lügat itibariyle savm ve siyam, yeme, konuşma ve yürüme gibi
fiillerden el çekmektir. Yürümeyen ata, durgun su ve rüzgâra sâim denir.
Konuşmamaya da savm dendiği olur.
Oruç tutun, sağlıklı olursunuz!
Oruç, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden bir yıl sonra
bir Şaban ayı farz kılınmış ve o günden beri yüzyıllardır bütün İslam âleminin
yerine getirdiği kutsal bir ödev olarak yaşatılmıştır.
PAYLAŞIM / (infak, îsar)
…infak, pazar kurmak, malı satıp tüketmek anlamlarındaki
'nefak' kökünden bir kelime olup malı harcayıp tüketmek, harcaya harcaya
yoksullaşmak demektir.
Yoksullar, Allah'ın zulmüne veya öfkesine uğradıkları için
değil, hakları gasp edildiği veya paylaşım işletilmediği için o haldedirler.
Yani ortada, Allah'ın insana zulmü değil, insanın insana zulmü vardır. Bu zulmü
aşmak da insana düşmektedir. Bunun yolu ise zulme seyirci kalarak pasif zalim
konumuna düşme yanlışından kurtulmak, zulme karşı savaşmaktır.
İnfak, ihtiyaç fazlasından yapılacaktır
PEYGAMBER / (nebi, resul)
…haber anlamındaki peyam sözcüğü ile getiren-taşıyan
anlamındaki ber ekinden oluşan ve 'Tanrı'dan haber getiren' anlamında…
Nebi (çoğulu: enbiya, nebiyyûn) haber anlamındaki nebe'
kökünden türemiş bir sıfat olup haber getiren demektir.
Nübüvvet (peygamberlik), yani Yaratıcı ile insan arası haber
iletişimi
Resul (çoğulu: rusül) kelimesinin kökü olan risl, yumuşaklık
ve kolaylık üzere göndermek veya kolaylık ve yumuşaklıkla yürümek, yol
almaktır. Aynı kökten gelen istirsal, sükûnet, rahatlık ve sebat anlamlarına
gelmektedir. Yine aynı kökten gelen teressül de sözü kullanmada sesi
yükseltmemek, şiddet ve sertlikten kaçınmak, yumuşak olmak anlamları taşıyor.
PİS VE PİSLİK / (habis, rics, ricz)
Yaratıcı düzen, sürekli bir biçimde pisle temizi ayıran bir
görünüm arz eder.
Kur'an'a göre, pis-temiz diyalektiğinde, çoğunluk daima
birinci lehinedir, (bk. burada, Çokluk mad.) Ancak bu, kemiyet (nicelik)
planında böyledir. Keyfiyet (nitelik) planında egemenlik, temizindir.
Rics: Pis ve pislik kavramını anlatmada kullanılan bu
kelime, pis şey, pis koku anlamındadır.
…din yönünden rics, şarap ve kumardır,
Rics, bir pisliktir ki, bulaşanı da rics haline getirir.
İnkârın her türü, inkâra vasıta ve âlet olan her şey rics haline gelir.
En büyük ricslerden biri de aklı işletmemektir,
Allah, aklını işletmeyenler üstüne pislik atar.
Rics'in insan elinin ürettiği pislik, yani günah olmasına
karşın, ricz insanın ürettiği kötülüğe göklerin verdiği bir tür azaptır.
Rics, yerden insan eliyle yükseltilen karanlık, ricz de
gökten Allah eliyle buna verilen kahır cevabıdır.
RAHMET / (sevgi, merhamet, şefkat)
Rahman ve Rahîm bu rahmet kökünden türemiştir.
Rahmet, Arap dilinde 'rahmet edilene bağış ve lütfü
gerektiren bir kalp yumuşaklığı ve acımadır.'
"Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetime gelince
o, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır." (A'raf, 156)
Allah'ın âlemle irtibatı, rahmet üzeredir.
Rahman sıfatı, Allah'ın ilk planda ve inanan-inanmayan
ayrımı yapmadan bütün insanlara, hatta bütün varlığa uzanan en geniş daireli
rahmetini ifade için kullanılmaktadır.
Rahîm sıfatının işaret ettiği merhamet ise varlıklar
arasında ayrım yapan bir merhamettir.
Rahîm sıfatı, geçtiği hemen her yerde Tevvâb (tövbeleri
kabul eden) ve Gafur (bağışlayan, affeden) sıfatlarıyla birlikte
kullanılmaktadır.
"Biz, dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız;
güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmeyiz." (Yusuf, 56)
Kur'an, yine esrarlı bir kelam güzelliği sergileyerek, ahlak
ile rahmet arası ilişkinin kaçınılmazlığına dikkat çekmiştir.
…rahmet, ontolojik ve ahlaksal sevginin en üstün şeklidir.
Kur'an, getirdiği temel ahlak ilkeleri
Yeryüzünde yumuşak, merhametli, hoşgörülü dolaşmak, kasılıp
kabarmamak, şunu bunu ezip horlamamak ve bilgisizlere barış ve esenlik
ifadeleriyle hitap etmek,
Allah'a secde edip yakarmak,
…israf ve cimrilikten kaçınmak, orta bir yol tutmak,
Allah dışında bir şeye tapmamak,
…boş lakırdıdan kaçmak,
Rahman sıfatı Peygamberler de dahil, hiçbir insan için
kullanılamaz.
…rahmeti dışlayarak yol alan, sadece karmaşa ve mutsuzluk
görür.
RIZA
Kelime anlamıyla hoşnutluk ve memnuniyet demek olan rıza
(Rıdvan ve merdat), 'kulun Allah'tan, Allah'ın da kulundan hoşnut ve memnun
olması'nı ifade eder.
"Allah, rızasının izinden gidenleri barış ve esenlik
yollarına kılavuzlayacaktır." (Mâide, 16)
RIZIK
Rızık bazen maddî ve manevî edinimler, bazen nasip
anlamında, bazen de boğazdan aşağı giden gıdalar için kullanılır.
Allah'ın sıfatlarından biri olan Rezzâk (rızkı yoktan
vareden) nitelemesi Allah'tan başka hiçbir varlık için kullanılmaz
…rızık, her şeyden önce helal olmalıdır.
Başkalarının hak ve emeklerine bir biçimde el konmak
suretiyle kazanılan gıdalar, hükmen pistir.
"Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Böyle
bir şey tam bir sapıklıktır." (En'am, 121)
"Eğer Allah, kulları için rızkı yayıp döşeseydi,
yeryüzünde mutlaka azarlardı. Ama O, dilediğince ölçülü olarak indiriyor. Çünkü
O, kullarından gereğince haberdardır, onları iyice görmektedir." (Şûra,
27)
İnfak yoksa nifak vardır. İnfak yoksa iman gider, nifak
gelir yani müminin yerini münafık alır.
RİBA / (mal ve parada haksız artış, faiz)
…riba, kelime anlamıyla, anamal ve anaparaya yapılan
ilavedir.
Din dilinde bu, emek karşılığı olmayan artış diye ifade
edilir.
RİYA / (ikiyüzlülük, münafıklık, gizli şirk)
Riya, görmek anlamındaki ru'yet kökünden türeyen bir kelime
olup insanın, görsünler diye bir davranış içine girmesidir.
Riya, Mâûn suresinin açık beyanına göre, örtülü bir din
inkârı, yani dinsizliktir.
…riya, güzeli ve iyiyi öldürmekle kalmaz, güzele ve iyiye yönelik
ümitleri de mahveder.
RUHBANİYET
Ruhbaniyet, korkmak ve titreyip ürpermek anlamındaki rehb,
ruhb ve rehbet köklerinden gelir. Aynı kökten gelen rahib (çoğulu: ruhban ve
ruhbaniyyûn) Allah'tan korkan kişi demektir.
Ruhbaniyet, vahyin getirdiği buyruklar, ilkeler arasında
değildir.
Ruhbanlığın sonu, insanı ilahlaştırmaya çıkar
SABIR
Sabır kökünden emirler 29 kez geçer. Bunların 21 tanesi,
doğrudan doğruya Hz. Muhammed'e yöneliktir.
İnsanoğlu çoğu zaman, belalar karşısında sabırda başarılı
olmaktadır da nimetler karşısında sabırda başarılı olamamaktadır.
Sabrın mânâsı, işin sonunu gözlemek,
Doğası itibariyle aceleci olan insanın bu eksikliğini
gideren bir ruhsal yardımdır sabır.
Sabrın zirvesi, musibetin geldiği günle gelmediği günün,
insan için aynı olmasıdır.
SALÂT / (namaz, dua)
Salât, kelime anlamıyla dua demektir.
Salât, müminler üzerine, vakti belirli bir emir olarak
yazılmıştır.
Kur'an, oruçtan farklı olarak, namazın kazasından söz etmez,
böyle bir düzenleme yapmaz.
Her varlık, fıtrî tespih ve ibadetini kıyam, rükû, secde
hallerinden yalnız biriyle yapar. İnsansa bu üç hali namazda birleştirerek
toplayıcı bir ibadet sergiler.
Kur'an okumak, Kur'an'ın emrettiği ibadetlerin hem ilki hem
de en büyüğüdür.
Kur'an'ın hiçbir yerinde, namazda Kur'an'ın bir parçası
okunacak diyen hiçbir beyan yoktur.
salât için hiçbir özel mekân zarureti yoktur.
…camilerin süslenmesi ve bir nevi ruhsal eksikliği telafi
aracı olarak kullanılması yasaklanmıştır. Hz. Peygamber, bunu, 'ümmetlerin en
çirkin davranışı' olarak nitelendirmiş ve bundan sakınılmasını ısrarla
istemiştir. Onun mescidi, birkaç hurma direği üstüne serpilmiş hurma
dallarından ibaretti.
Mescit süsleme hastalığı İslam ümmetine Emevî
dünyaperestleri zamanında bulaştırılmış ve o günden beri şiddetlenerek gelmiştir.
Camiler sadece farz namazların icrası için kullanılmalıdır.
Bu farzlar, Kur'an'da adlarıyla anılan şu üç salâttır:
1. Salâtü'l-Fecr (sabah namazı).
2. Salâtü'l-Vüsta (günün ortalarında kılınan namaz).
3. Salâtü'l-İşa (gün batınımdan sonra kılınan namaz).
Bir salâtın kâmil şekliyle yerine getirilmiş olması için
asgarî 2 rekât şarttır. Bilindiği gibi, hicretten önce tüm namazlar ikişer
rekât olarak kılınmaktaydı.
SAVAŞ / (kıtal, harp, cihat)
Kıtal, bir hayat ve oluş gerçeğidir ve bu yüzden, hayata kastedenlere
karşı, hayatı elinde tutan kudretin bir emri olarak uygulanır.
"Bir tek kişiyi öldüren, bütün insanlığı öldürmüş
gibidir." (Mâide, 32)
İlk öldürene karşı çıkarken öldürmek (meşru savunma) ve ilk
öldüreni cezalandırmak için öldürmek (kısas) hayata kastetmek değil, hayata
hizmettir,
İnsan, hayatı devam ettirmek için her şeyi yapmaya mezun ve
memurdur
…savaşı meşrulaştıran temel sebep, zulümdür.
…kıtalden kaçış fitneyi/anarşiyi kökleştirir,
SAVURGANLIK / (israf, tebzîr)
İsrafın kökü olan şeref, Arap dilinde 'insan fiillerinde
sınırı aşma, aşırılık, zulüm' anlamlarındadır.
İsrafın kelime anlamı, zulümdür.
Kişinin kendi emeğinin karşılığı olmayanı harcaması bir
zulüm olduğu içindir ki birilerinin emeğinden üreyen parayı harcamaya da israf
denmiştir.
Tebzîr: kendi parasından savurganlık
Allah bütün güzellikleri ve nimetleri kulları için
yaratmıştır.
Bunu engelleyen, Allah'a isyan halindedir.
…israf ekonomilerinin fikir kaynağı olan kapitalizm, Kur'an
nazarında tam bir zulüm düzenidir. Kapitalizmin saçıp savuran harcama
psikolojisi, başkalarının emek ve alın terlerine tasalluttan beslenmektedir.
İsraf geliştikçe konfora düşkünlük artmaktadır. Veya tersi…
SECDE
Kur'an, secdenin Yaratan-yaratılan arası hür diyalogu kurma
ve yaşatma niteliğine sık sık değinir,
SERVET AZGINLIĞI / (teref, itraf)
…en büyük zulüm, refahtan kaynaklanan azmadır. Yani itraf...
SEVGİ
Sevgiyi ifade eden temel sözcük, daha birkaç temel kavramı
ifade eden rahmet kelimesidir.
Bu kelimenin temel üç anlamı vardır: Sevgi, merhamet, şefkat.
Sevgide paylaşım vardır.
İnsanların iş ve yönetimlerinin düzenini sağlayan
sebeplerden biri sevgi, ikincisi adalettir. İnsanlar, karşılıklı sevmeyi
gerçekleştirebilseler adalet istemeye ihtiyaçları asla kalmazdı. Bu böyle
olduğu içindir ki adalet, sevginin vekilidir; sevginin olmadığı yerde işi o
üstlenir.
Kur'an, hubbu Allah ve insan dışında herhangi bir varlığa
izafe etmez.
Hubb karşılığı mahabbet kelimesi de kullanılır. Kur'an da
hubb ve mahabbeti aynı anlamda kullanmaktadır.
Hubbun karşıtı adavettir ki anlamı düşmanlık, uzak ve ters
düşme, karşı çıkmadır.
Sevgi, hayatın ve oluşun esası olduğundan hayat ve oluş bir
sır olarak kaldıkça, sevgi de bir sır olmaya devam edecektir. Sevgi, bilinmez,
fakat sürekli iş görür bir yaratıcı kuvvet olarak yaşamaya devam edecektir.
Allah, güzel düşünüp güzel işler yapanları sever
Allah, muttakileri yani takva sahiplerini de sevmektedir.
Adaleti koruma ve yerine getirmede titiz ve kararlı
davrananlar
Allah, tövbeyi çok sevenleri (tevvâbîn) de sevmektedir.
Sabırlı insanlar ile tevekküle sarılanlar da sevilenler
arasındadır.
Allah, kendi yolunda savaşmak için saf bağlamış olanları da
sever.
Şirkin esası, gönle Allah dışında bir sevgilinin egemen
olmasıdır.
SINÂAT / (sanayi, teknoloji)
Türkçedeki san'at, günümüz Arapçasındaki fabrika demek olan
masna' (çoğulu: masaani') bu köklerdendir.
Sun, özgün bir fiil sergilemektir. Her sun' fiil olduğu
halde, her fiil sun' değildir.
…sun' ve sınâat, yeni bir şey vücuda getirmek, yaratıcılık
ifade eden eylemler sergileyip eserler üretmektir. Ancak Kur'an, bu sözcük ve
türevlerini, eşya üzerindeki yaratıcı faaliyetleri ifade için kullanır
Sınâatın hâkim özelliği, olumsuzluğudur.
Sınâat, doğal fıtrî hayatı bozar
Her teknolojik üretimde bir biçimde büyü özelliği vardır.
İnsanların gözünü boyar, aklını çeler.
…sanayiin insanı yıkan yanı, aldanışa sürüklemesidir. Allah
ve insanın üstünde bir kudret olarak düşünülen sanayi, sonunda sahiplerini
korkunç bir hüsranla yüz yüze bırakmaktadır.
Sınâatin musallat edeceği en büyük belanın sembol adı,
Kur'an'da Kaaria olarak geçiyor.
Kaaria, bir şeyi bir şeye çarpmak, vurmak anlamındaki kar'
kökünden türemiş bir isimdir.
Kılıç, sopa, tokmak, gülle vs.'nin çarpmasında daima kar'
kelimesi kullanılır.
SÜNNET
Kelime anlamıyla sünnet; yol, tavır, tarz, yöntem, mizaç
demektir.
İslam ilahiyatçıları, sünnetin üç tipinden bahsederler: Fiil
halinde sünnet (es-sünnetu'l-fi'liyye), sözlü sünnet (es-sünnetü'l kavliyye) ve
takrir halinde sünnet (es-sünnetü't-takrîriyye). Bu üç tipin birincisinde, Hz.
Peygamberin bizzat davranışı, ikincisinde söylediği sözler, yani hadisleri,
üçüncüsünde ise yapılışını görüp de yasaklamadığı davranışlar söz konusudur.
Dinde temel ve şaşmaz kaynak Kur'an'dır. Sünnet, bir yol
gösterici tavır ve tarzdır.
Fıkıhta sünnetin iki tipinden bahsedilir:
1. Müekked (pekiştirilmiş) sünnet: Sünnetin bu türü, Hz.
Peygamber'in genelde devam edip pek az terk ettikleri tavır ve fiildir. Sabah,
öğle, akşam namazlarının sünnet olarak kılınan kısımları bu cümledendir. Ezan,
kaamet, farz namazı cemaatle kılmak da bu türdendir.
2. Müekked olmayan (pekiştirilmemiş) sünnet: Hz.
Peygamber'in ara sıra yapmış olduğu şeye denir. Yatsı ve ikindi namazlarının
ilk sünneti olarak kılınan namazlar bu cümledendir.
Peygamberimizin yiyip içmeye, oturup kalkmaya giyinip
kuşanmaya ilişkin sünnetlerine zevâid sünnetler (ilave sünnetler) denir.
Peygamberler, Allah'ın elçileridir, ortakları değil.
…senedinde sahabî adı gördüğümüz her söz, güvenilir
değildir.
Abdullah bin Zübeyr’in Hz. Peygamber'den tüm rivayeti 20'yi
geçmiyor. Cennetle müjdelendiği bildirilen Saîd bin Zeyd adlı sahabînin tüm
rivayeti 10 sözdür
Hz. Aişe ve Hz. Ali tarafından 'aşırı yalancı' diye
tanıtılan, Hz. Ömer tarafından ise 'Allah ve Kur'an düşmanı' nitelemesiyle
tehdit edilen Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği söz, binlerle ifade ediliyor.
SÜNNETULLAH / (Allah'ın varlık ve oluşa egemen
kıldığı değişmez ilkeler, kader)
Sünnetullah yani Allah'ın sünneti, Yaratıcı'nın varlık ve
oluşa egemen kıldığı ilkelerdir.
Sünnetullah, kısa bir ifadeyle, tabiat kanunlarıdır.
"Senden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan
yöntem de buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın." (İsra,
77)
ŞECERE-İ MUL'ÛNE / (lanetli soy ağacı)
Şecere ve şecer ağaç demektir. Şecere şeklinde dişili
kullanıldığında soy veya soy ağacı anlamına da gelmektedir.
Adem ile eşine uzak kalmaları emredilen ağaç ifadeye
konurken de şecere kelimesi kullanılmıştır,
Hz. Muhammed'e, sahabîleri tarafından en zorlu günlerinde
ölüm pahasına da olsa sadık kalacakları yolunda bir ağaç altında verilen biatin
ölümsüz hatırasına yollama yapılırken de 'şecere' sözcüğü kullanılmıştır (Rıdvan
Bîatı).
“Rabbi, İbrahim'i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da
onların hakkını vermişti” (Bakara, 124)
Hz. İbrahim, hem Beniisrail'in hem de Arapların atası
sayılmaktadır. Ve, Hz. İbrahim'in soyundan hem temiz bir şecere gelecektir hem
de pis bir şecereler. Pis şecerenin, Yahudilerle Emevîler olduğunu Kur'an bize
bildiriyor.
Taberî'den Elmalılı'ya, Süleyman Ateş'e kadar bütün Emevî
hamisi müfessirler…
Hz. Peygamber'in, eşi Hz. Âişe ve müfessirlerin babası İbn
Abbas'ın bildirdiğine göre, Hz. Peygamber, İsra 60. ayetin Emevî soyunu
lanetlediğini haber vermiştir. Evet, Kur'an, iki soyu lanetlemektedir:
Yahudiler, Emevîler.
ŞEFAAT
Şef kökünden gelir. Anlamı, bir kişinin, yardım etmek veya
yardım dilemek gayesiyle, bir başka kişiye izafe ve nispet edilmesi, onunla
birlikteliğinden söz edilmesidir.
Bu ilişkide yüksek olana 'şâfî' veya 'şefi' (şefaatçi),
düşük olana 'meşfû' (şefaat bekleyen) denir.
Tüm dualar birer şefaattir. Ve bu anlamda herkes şefaat
edebilir. Allah kabul eder veya etmez.
Bir aracılık kavram ve kurumu olarak işletilen şefaat,
Allah'ın yanına yedek ilahlar koymayı dinin esaslarından biri yapan şirkte son
derece önemlidir.
"Şefaat tümden ve yalnız Allah'ın elindedir."
(Zümer, 44),
Kur'an, hiçbir peygambere açık bir biçimde şefaatçilik
payesi vermemektedir.
ŞEHÂDET / (şehitlik, kozmik ve dünyasal tanıklık)
…şehâdet, isim-sıfat olarak şâhid (tanık, gözleyen), meşhûd
(gözlenen, izlenen), şehîd (izleyen, izlenen, tanık olan, gözeten) ve mastar
olarak istişhâd (tanıklık, gözleme, görerek öğrenme) şeklinde de
kullanılmaktadır.
Hakikat tektir. Bunu kafa gözüyle izleyenle, kalp gözüyle izleyenin farklı
şeyler görmeleri mümkün değildir. Farklı olan, sadece ifade tarzıdır.
İnsan, "Ben" derken bile, bağlı olduğu o bütüne
nispetini ifade etmektedir. Çünkü 'ben' sözüne ilişkin şuur da Allah'tan
geliyor. Başka bir deyişle, insanın "Ben' sözü, parçanın bütüne bir
şehâdeti olmaktadır.
Allah'ın, 'gaybın ve şehâdetin âlimi' olması, varlık ve
oluştaki bu, 'gaybdan şehâdete akış'ı çok güzel anlatmaktadır,
"Tanıklığı gizlemeyin. Onu gizleyen, kalbi günaha
batmış/kendi kalbine kötülük etmiş biridir." (2/283; 65/2)
Kur'an; şehâdetin biri matematik zaman öncesi, ikincisi
dünya planında ve üçüncüsü de dünya sonrası planlarda olmak üzre üç temel
belirişinden söz eder. Şehâdetin zaman öncesi olanı Allah ile insan ruhu
arasındaki ezelî mukavele (mîsak) sırasında insanın şehâdetidir.
…bu ezelî şehâdet, insanın 'ben' şuuruna ulaşmasının da
başlangıcı
Kur'an bu ezelî şehâdetin, dünyanın aldatışı yüzünden
unutulabileceğini beyan ederek insanı dikkatli olmaya çağırır.
Kur'an, insanı ezelî mukaveleyi unutmamaya, Allah'ı
unutmamaya çağırmaktadır. Allah'ı unutmak, benliği unutmak ve yaratıcı şuur ve
oluşun dışına atılmak anlamına gelecektir
Son hesap günü 'öyle bir gündür ki dilleri, elleri, ayakları
insanlar hakkında şehâdette bulunur.'
ŞEHVET / (şehvet, iştiha, heva)
Şehvet, nefsin, istediği şeyi derinden özleyip arzu
etmesidir.
Kur'an, şehveti kötülememiş, onu önder edinip hayatı ona
uydurmayı kınamıştır.
Şehveti normal ölçüler içinde tutmaya İslam ahlakında iffet
denmiştir.
Heva, benliğin şehvete meyli ve keyfiliği tercih etmesidir.
Hevanın varlığı bir düşüş ifadesidir, insanın yücelikten
basitliğe düşmesidir.
Heva daima zan, kibir ve bilgisizlikle beraberdir.
ŞERİAT
Geniş su yolu, yöntem, tavır, kural gibi anlamları olan bu
kelime
Şeriat, İslam veya Kur'an ile eşitlenemez. Şeriat mezhep
kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir.
ŞEYTAN
İblisin kuvvetine, faaliyetine verilen ad
Kelimenin kökü meselesi
Birinci kök uzaklık, uzaklaşmak anlamındaki ş.t.n.'dir. Buna
göre, şeytan; uzaklaşan, uzak düşen demektir ki, Allah'tan uzak düşmüş bulunan
bir varlık için uygun bir isimdir. İkinci kök, ş.y.t. olup öfkeden yanıp
tutuşmak, işe yaramaz hale gelmek (butlan) anlamındadır
Şeytan, her şeyden önce, insanın düşmanıdır; Allah'ın
düşmanı değil.
Şeytanın Kur'an'da geçen sıfatlarının başında recîm
(taşlanmış, kovulmuş) sıfatı gelmektedir. Bu sıfat ona, Âdem'e secdeden
kaçındığında, bizzat Allah tarafından verilmiştir.
Şeytan sizi fakirlikle korkutur,
…içki ve kumarı kullanarak düşmanlık ve kin yayar.
…din bir teslimiyeti gerekli kılar. Kur'an'ın dini Allah'a
teslimiyeti, Budizm Buda'ya teslimiyeti, Pavlus Hristiyanlığı Pavlus'a
teslimiyeti gerektirir.
Şeytanın dini de şeytana teslimiyeti gerektirir.
Bir adı da 'ğerûr" (aldatan) olan şeytanın aldatma
oyunu, daha çok Allah ile aldatma şeklinde tezgâhlanır.
Davarlaşmış bir kitle, şeytana teslimiyet malzemesi olmaya
hazır haldedir. Bunun içindir ki şeytan, kitleyi teslim alma stratejisinin ilk
faaliyeti olarak kitleyi davarlaştırır. Yani aklını işletemez, sorgulayamaz,
soramaz hale getirir.
"İnsanlardan bazısı vardır, Allah konusunda ilimsiz bir
biçimde mücadele eder de her inatçı şeytanın ardı sıra gider." (Hac, 3)
Şeytancılığın hizmetindeki tüm kadrolar, tarih boyunca ilim
düşmanlığıyla tanınmış şer kadrolarıdır.
Kur'an'ın adı olan 'kur'an' kelimesi 'okunacak şeyleri
toplayan kitap' demektir. Bu da gösterir ki bu kitap, okumaktan yani ilimden
ayrı düşünülemez.
Şeytan, insanoğlunu ümniyelerle yıkacağını Tanrı'nın
huzurunda ilan etmiştir. Ümniye'nin bir anlamı da okuduğunu anlamadan okumaktır
ki Kur'an, Mâûn suresinde bunu yapanları lanetlemiştir.
ŞİİR
Şiir, Arapça'daki anlamak, kavramak, fark etmek
anlamlarındaki şuur kelimesiyle aynı köktendir. Araplar; ince anlayışlı,
kavrayış gücü yüksek ve çoğu kez gelecekten haber veren kişilere şair, bunların
düzenledikleri sözlere de şiir demişlerdir.
ŞİRK
Şirk, şirket ve müşareket, Arap dilinde mülk ve saltanatta
ortaklık anlamındadır. Bir şeyin, birden fazla kişiye aidiyetine de şirk veya
müşareket denmektedir.
Din dilinde şirk, Allah'a, yani tek olan Yaratıcı Kudret'e
zatında (sayı olarak) veya tasarrufunda (yapıp-etmelerinde) ortak tanımaktır.
"Allah birdir" diyen nice insan, rızkını elde
etmek için şunun bunun hakkına tecavüzde bir beis görmez ve böylece, Allah'ın
Rezzâk (rızık veren) sıfatının sergilediği tasarrufa kafa tutarak, farkında
olmadan şirke düşer.
ŞÛRA
Şûranın kök anlamı, arı kovanından bal almak ve satılacak
hayvanı pazarda dolaştırıp görüşe sunmaktır. Göstermek, tanıtmak, belirtmek
anlamlarındaki işaret de aynı kökten gelir. Dilimizdeki müşavere, meşveret,
istişare ve işaret kelimeleri de aynı köktendir.
Kur'an'ın insanında ve onun oluşturduğu toplum ve dünyada
düzen, şûra üzere yürür.
Hz. Peygamber, vahiyle belirlenmeyen hususlarda içtihat
ederek fikir yürütüp bir karara varmaya memur idi.
ŞÜKÜR
Kur'an, Allah'ın sayısız nimetlerini kullanan insanın bu
nimetlerin sahibini düşünmesini ve hizmetine verilen nimetlerden duyduğu
mutluluğu birtakım davranışlarla ortaya koymasını şükür olarak anıyor.
Türkçedeki teşekkür ve şükran kelimeleri de şükür kökünden gelmektedir. Kur'an
terminolojisinde şükrün karşıtı küfürdür ki, nimeti örtmek, unutmak ve
görmezlikten gelmektir,
Hz. Peygamber, "Allah, kuluna bir nimet verdiğinde onun
eserini kulu üzerinde görmek ister" diyerek, şükrün bir söz ve düşünce
olmaktan çok bir fiil olması gerektiğine dikkat çekmiştir.
…hamd yalnız dille yapıldığı halde, şükür fiille yerine
getirilir. Ayrıca şükür mutlaka elde edilen bir nimet karşılığında yapılır.
Oysaki hamd nimetin sahibine, nimet bize ulaşmasa da yapılmaktadır. Bunun
içindir ki, hamdi, nimetin varlığına bakmaksızın, her hal ve şartta yaparız.
TAFSİL
Fasl ve fisal, aralarında mesafe oluşturmak üzere, iki şeyi
birbirinden uzaklaştırmaktır.
"Allah size kitabı ayrıntılı kılınmış bir halde
indirmişken, Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım?” (En'am, 114)
Mufassal Kitap, muhataplarına meramını öylesine güzel
anlatabilen bir kelam harikasıdır ki, onun hükümlerini anlamak için başka bir
hakem arayanlar kınanmaktadır.
"Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için
kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var!" (Kamer, 17, 22, 32, 40)
TÂĞUT
İlahlaştırılmış azgın, kâhin, büyücü, sapıklık öncüsü,
Hristiyan kodamanı, saldırgan, zalim.
Tâğuta 'Hristiyan kodamanı' (onunla yan yana kullanılan cibt
sözcüğünü ise Yahudi kodamanı) anlamı veren, İbnül-A'rabî'dir.
Zemahşerî, Nisa 51'de geçen cibt ile Yahudilikteki kutsal
gün sebt (Cumartesi günü) arasında irtibat görmektedir,
Tuğyan, insanın tabiatında vardır.
Bütün tâğutlar, paranın kulu, mülk ve saltanatın uşağıdır.
TAĞYİR / (yaratılışı ve yaratılmışı değiştirme, bir
halden başka bir hale geçirme)
Kur'an, tağyiri öncelikle doğal yapıyı, doğal dengeleri
bozup hayatın ve insanın ahengine zarar vermek anlamında kullanmaktadır. Bu
anlamda tağyir, şeytanî bir faaliyet türüdür.
Cennetin özelliklerinden biri de gıdaların, özellikle su ve
balın tağayyürden uzak kalması yani 'âsin' olmamasıdır.
Allah'ın isim-sıfatlarından biri de Fâtır olduğuna göre,
fıtrat üzerinde oynamak. Allah'ın kudretine ortaklığa kalkmak gibi vahim bir
cürettir. Bu demektir ki, tabiatın dengeleriyle oynamak, doğayı taciz ve
tahribe uğratmak en vahim dinsizlik ve imansızlıklardan biridir.
TAHRİF / (bozup değiştirme, yozlaştırma)
Tahrif sözcüğünün kökü olan harf, 'uç, kenar, kıyı'
anlamındadır.
Tahrif, bir şeyi, bir uçtan öteki uca eğmek, bir şeydeki
kutupları değiştirmektir ki bunun sonuç anlamı, bir şeyin istikametini bozup
gayesini saptırmaktır.
Kur'an'da tahrif yapılamadı, yapılamaz. Din tahrifçiliği
geleneği, bunu bildiği için İslam'daki tahrifatı rahatça yapmak üzere, İslam'ı
Kur'an'ın elinden aldı.
TAKVA
Takva ve akrabası kelimelerin türediği kök olan 'vikaaye,
bir nesneyi sakınmak, ondan türeyen 'ittika' ise bir nesneden sakınmak
demektir.
'Korkulacak şeyden sakınmak' başkadır, 'korkmak' başkadır.
Takva (veya ittika), tanrısal iradeye ters düşen şeylerden
sakınmak, korunmak ve diğer insanları sakındırıp korumaktır.
İnsan için en değerli azık da sakınma duygusudur.
TEÂRUF / (örfler yoluyla değer üretme yarışı)
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık
ve sizi kabilelere ve milletlere ayırdık ki, teârufa gidesiniz. Şu bir gerçek
ki, Allah katında en soylu ve yüce olanınız takvada en ileri olanınızdır."
Hucurât 13
TEBDİL / (değiştirme, tersyüz etme)
TEBERRÜC / (kadınların kendilerini ortalıkta teşhir etmeleri)
Kur'an'ın libas (giysi) konusuna değinen ayetleri
incelendiğinde, örtünme emrinin şu tek amaca yönelik olduğu görülür: Teşhir ve
tahriki engellemek.
…teberrüc, kadının kendini süsleyip püsledikten sonra
boyunu-bosunu, süslerini erkeklere göstermek üzere ev dışına çıkmasıdır.
TEBLİĞ
Kur'an tebliğ ve belağ kelimelerini aynı anlamda
kullanmaktadır. Bunların hepsinde ortak anlam, vahyin mesajını insana
ulaştırmaktır.
Tebliğ, mesajın muhataba ulaştırılmasıyla olur.
…tebligatın insanlığa ulaştırılması en ileri anlamda sabır,
fedakârlık, feragat, hoşgörü, yumuşaklık, merhamet ve kaynaşmayı gerekli
kılmaktadır.
TEBYÎN / (ayrıntıları ve kanıtlarıyla bildirmek, sözü
tam anlaşılır şekilde söylemek)
Beyan: bir şeyi apaçık kılmak, bir şeyin üstündeki örtüyü
kaldırmak, iyice anlaşılır hale getirmek demektir.
Tebeyyün: Beyan edilmiş olma durumu. Apaçıklık.
Tibyan: kuşku bırakmayacak şekilde açıklayan demektir.
Istibâne: Beyan edilmesini istemek, beyan edilmiş olduğunu
görmek.
Beyyine: Akıl veya duygu açısından apaçık kanıt demektir.
Mübeyyin-mübeyyine: Beyana bağlanmış olan şey, beyyine ile
belgelenmiş söz ve iddia.
Mübîn: Kur'an'ın, peygamberlerin tebliğin temel
sıfatlarından biridir.
Bu kitap, söylemek istediğini muhatabı rahat ve tam
anlayacağı şekilde söyler
1.Takrîr Beyanı: Sözün, mecaz anlamda kullanılması
ihtimalini ortadan kaldıran beyandır.
2. Tağyir Beyanı: Genellik ifade eden sözlerde, istisna
edilmesi gereken noktaları açıklayan beyanlardır.
3. Tefsir Beyanı: Kur'an'ın herhangi bir yerinde geçen bir
ifade veya kelimenin, bir başka yerdeki ifade veya kelimeyle açıklanmasıdır.
4. Zaruret Beyanı: Sözde, açıklanan kısımlardaki verilerden
açıklanmayan noktaların zorunlu olarak ortaya çıkması.
5. Tebdil Beyanı: Bu tür beyanın terimsel adı nesihtir. Yani
önceki bir beyanla getirilen hükmün daha sonraki bir beyanla geçersiz
kılınması.
Tebyîn, beyanda bulunmak demektir.
TEFVİZ / (sonucun takdirini Allah'a havale etmek)
Tefviz, yapılması gerekeni yaptıktan sonra gerisini Allah'a
bırakmaktır.
İnsan, Allah'tan zenginlik, sağlık, mevki ister ve en güzel
dua ile yakardığını sanır. Oysaki, Allah'tan hayırlı olanı istemek gerekir.
Onun adı afiyettir.
TEHECCÜD / (Kur'an'la meşgul olmak için uykuyu
bölmek)
…teheccüd kelimesi, uyku anlamına gelen hücûd kökünden
türemiştir. Kelime anlamıyla, uykuyu gidermek, birini uyandırmak demektir.
…teheccüd sadece namaz kılmak değildir. Kur'an'la meşgul
olmaktır. Gece kılınan namaz, içinde Kur'an okunduğu için teheccüd adını
almaktadır. Esas teheccüd, Kur'an'la meşgul olmak, yani Kur'an'la ilgili
araştırma ve okuma faaliyeti sergilemektir.
TEKLİF
Teklifin kökü olan 'kelef bir şeyi sevmek, bir şeye
düşkünlük anlamındadır. Teklif ise, bir insanı, sevdiği şeyi elde etmede bazı
zorlukları göğüslemekle yükümlü tutmaktır.
Aynı kökten gelen külfet, zorluk anlamında, tekellüf ise
külfete meydan verme, bir işin olmasını külfete bağlama anlamında kullanılır.
"Güç yetirilemeyen şeyle yükümlü kılmak yoktur."
TESLİM
Teslim ve islam kelimelerinin üç kökü vardır: Selamet-selm,
silm, selam. Birincisi, görünür ve görünmez âfetlerden arınmışlık, ikincisi
barış, üçüncüsü ise barış, huzur ve esenlik anlamındadır.
Kur'an'ın aradığı dindarlığın esası 'fazla ibadet' değil,
sadece Allah'a ibadettir. Sadece Allah'a teslim olmak, sadece O'na ibadet
etmek, sadece O'ndan yardım dilemek, sadece O'na güvenmek... Akla gelebilecek
tüm alanlarda omurgayı bu 'sadece' oluşturur.
…günahkârın Allah'ın merhametine sığınma hak ve ümidi
açıktır. Ama riyakârın böyle bir hakkı ve ümidi olamaz. Çünkü riya şirktir ve
şirke sapanın kurtuluşu yoktur.
TESPİH
…tespih (özgün şekli 'b' ile tesbîh), yüzmek, bir işi
bitirip başka bir işe koyulmak, koşuşturmak, iş yapmak, tasarrufta bulunmak, anlamlarındaki
'sibâha' kökündendir.
…tespih, bir kavramdan çok bir fiil ve eylemdir.
TEVEKKÜL
Eğer birini vekil edinecekseniz, bu sadece ve sadece Allah
olmalıdır
Kur'an mümininin iki dayanağı olacaktır: 1. Kendi gayreti,
2. Allah.
TEYEMMÜM
"Tamamı elde edilemeyen şeyin tamamı terk
edilmez."
Teyemmüm, su ile temizlik yapma imkânını yitiren bir kişinin
vücudundaki artık-olumsuz elektriği toprağa veya o cinsten bir şeye boşaltması
olayıdır.
Abdesti bozan şey, teyemmümü de bozar. Teyemmüm ayrıca suya
ulaşmakla da bozulur.
TÖVBE
Allah'ın sıfatlarından biri Tevvâb olduğu gibi, kulun
sıfatlarından biri de tâib yani tövbe edendir.
"Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Kuşkunuz olmasın
ki, Allah bütün günahları bağışlar." (Zümer, 53)
Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez ve bir
başkasının günahından sorumlu tutulamaz. Böyle olunca, hiç kimse bir başkası
adına tövbe edemez. Son Peygamber'e bile böyle bir hak tanınmamıştır,
UĞURSUZLUK / (tayere)
Uğursuzluğu ifade için Kur'an'da tayr kökünden sözcükler
kullanılır. Aynı kökten gelen tayere kelimesi de uğursuzluk demektir.
Tayere veya tıyere Arapça'daki tayr kökünden gelir. Tayr ve
tâir, havada uçan her şeye denir.
Tayere, Hz. Peygamber tarafından şirk olarak
nitelendirilmiştir,
UNUTMAK / (nisyan)
Kur'an'daki nisyan, sıradan unutmak değildir. Bu, daha çok,
ihmal ve umursamazlığın sonucu olan yan kasıtlı bir unutmadır
Nisyanın karşıtı (ve nisyandan kurtulmanın yolu) zikirdir ki
o da hatırda tutmak için anmak demektir.
UYARI / (inzâr)
İnzârın kökü olan 'nezr'; esasında bağlayıcı olmayan bir
şeyi kişinin, kendi nefsi için bağlayıcı kılmasıdır.
İnzâr yapana nezir veya münzir denir.
Hz. Muhammed'e, dünyaya ilişkin ilk faaliyet emri "Kalk
ve uyar!" şeklinde gelmiştir.
"En yakın akraba ve soydaşlarını uyar!" (Şuara,
214)
Anlaşılıyor ki, gerçek bir uyarıcının belirgin
alâmetlerinden biri de uyarıya en yakınlarından başlamasıdır.
Kısacası, uyarı, Kur'an mümininin temel iman borçlarından
biridir.
UYUŞTURUCU
Her türlü uyuşturucuyu ifade için 'hamr' sözcüğü
kullanılmıştır. Hamrın kelime anlamı, örtmektir. İnsanın düşünme ve akıl
yürütme yeteneğini örten uyuşturuculara, özellikle şaraba hamr denmesi
bundandır.
…hamr, düşünme yetisinde aksaklık yaratan şey demektir.
Bunun sıvı veya kuru olması, ağızdan veya başka bir yolla alınması hiçbir fark
yaratmaz.
ÜMİTSİZLİK / (yeis, kunût)
Yeis; istek ve arzunun tükenmesi, ümitsizlik,
anlamlarındadır.
İnsan, kendine dokunan en küçük bir terslik, sıkıntı, zorluk
ve çıkar zedelenmesi halinde derhal ümitsizliğe düşer. Bu durum, insanın
nankörlüğünün, bencilliğinin bir uzantısıdır.
Tüm kötülükler insanın kendi elinin ürünüdür.
İlahî rahmet sürekli, sonsuz ve sınırsızdır.
ÜMMET
Ümmet, insan nesli demektir. Her nebinin ümmeti, kâfir veya
mümin ayrımı olmaksızın, tebliğ için gönderildiği tüm insanlardır. Muhammed
ümmeti denince de Hz. Peygamber'e inanan ve inanmayan bütün insanlar
kastedilir.
ÜMMÎ
Ümmî, okuma yazma bilmeyen değil, okuma yazma yoluyla elde
edilen bilgileri bilmeyen, özellikle Ehlikitap'ın elindeki bilgileri öğrenmeyen
ve doğal hali üzere kalmış olan kişiyi ifade eder.
ÜMNİYE / (kuruntu, anlamadan okumak, sanı, yalan)
Ümniye, takdir etmek (ölçü tutturmak) anlamındaki meny
kökünden türemiştir. Meny sözcüğündeki takdir, daha çok sanı, hayal ve
kuruntuya dayanarak yapılan tahminler için kullanılır.
Kitap'a (yani bilgi ve kanıta) karşı konmuş bulunan ümniye,
aslı-esası olmayan şey, yalan, sanı, ne dediğini anlamadan okumak demektir.
…ümniye üç başlı bir belayı aynı anda barındıran şeytanî bir
hastalıktır:
1. Anlamını bilmeden, ne dediğini anlamadan yani tedebbürsüz
bir biçimde okumak,
2. Hurafelere bel bağlayıp yapay kutsallıklardan, uydurma
yasaklardan oluşan sahte bir din geliştirmek,
3. Uydurmaları din yapmak.
Kur'an okumak, bizzat Kur'an'ın ifadesiyle 'tedebbür'dür,
yani anlamı düşünmek.
VAHY
…vahiy, bir yaratıcı-tanrısal faaliyettir.
Vahiy; bir bilgiyi, bir işareti muhataba en hızlı ve en
kestirme yoldan ulaştırmak anlamını taşır.
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın insana vahyinden genel anlamda
bahsederken ilâ edatını kullanır. Vahyin Hz. Peygamber'e gelişi, özellikle
geliş şekli söz konusu edildiğinde ise alâ (üzerine, üstüne) edatı
seçilmektedir. Bu ikinci edat Arap dilinde istila (kuşatma, kaplama) ifade
eder. O halde, Hz. Peygamber'e gelen vahiy sıradan bir bilgi ulaşımı değil,
onun tüm benliğini kuşatan bir erdirme ve doldurma olayıdır. Vahiy, nebide bir
küllî değişme vücuda getiriyor. …bu, bir tür melekelendirme olgusudur ki,
nebide yapı sal-kozmik değişmeler vücuda getirir ve nebi, aldığı vahyin canlı
mümessili haline gelir.
VELÎ
Velî sözcüğünün esas kökü, 'vela' kelimesidir. Vela ve
velayet mekân, zaman, din, inanç ve nispette yakınlık anlamındadır. Etimolojik
gelişimi içinde bu kelime yardım, işini üstlenme, destek verme anlamlarını
kazanmıştır.
Aynı kökten gelen mevla (çoğulu: mevâlî), köle âzadlayan ve
âzadlanan köle anlamlarına geldiği gibi velî ve efendi anlamlarına da gelir.
Kur'an, velî kelimesini Allah ve kulun ortak sıfatı olarak
kullanmasına karşın, mevla sıfatını yalnız Allah için kullanır.
Velayetin zıddı adavet (düşmanlık-uzaklık), velînin zıddı da
adüvv yani düşmandır.
Kur'an hangi gerekçeyle olursa olsun zalimlere velî olmaya,
yani onlara dostluk ve yardıma onay vermemektedir.
VESİLE
Allah'a yaklaşmada kendisinden yararlanılan kişi, metod,
eşya ve imkân anlamındadır.
Vesile edinmeye tevessül denir.
YALAN / (kizb)
…kizb, insan hayatının temel sürçmeleri arasında
gösterilmekte ve Yaratıcı'yı en çok öfkelendiren kötülüklerden biri olarak
lanetlenmektedir.
“Yalanlamış olanların vay haline…”
Kizb, ya hiç aslı olmayan bir hikâye uydurmak yahut bir
hikâyeye ekleme yapmak yahut anlamı değiştirecek bir eksiltmeye gitmek yahut da
yazılı metinde tahrif sayılacak bir değiştirme yapmak şeklinde sergilenir.
Tümden uydurmacılığa ise iftira ve ihtilak denir. Yalanın en kötüsü, hakkında
konuşulan kişinin huzurunda söylenen yalandır ki buna bühtan denir.
YARATILIŞ / (fatk, faik, fatr, su)
…yaradılış bir 'fatk-falk-fatr olayı'dır. Ama bu olay, olup
bitmiş bir olay değil, olmakta olan bir süreçtir.
Cenabı Hakk'ın Esmaül Hüsna'sı içinde 'Fâtır' ve 'Fâlik'
isimleri de vardır.
YARDIMLAŞMA / (teâvün, îsar)
Yardımlaşma anlamında 'teâvün', başkalarına karşılıksız
yardım anlamında 'îsar' sözcükleri kullanılmaktadır.
…îsar, kelime anlamıyla bir şeyi diğerine tercih etmektir.
YEMİN
Sağ yan, kuvvet ve Türkçedeki yemin anlamında olup çoğulu
eymân'dır.
Kur'an, Türkçedeki yemin etmek anlamında kasem, helîf ve
hilf kökünden türeyen fiilleri de kullanmaktadır. Buna ilaveten, bir yerde de
çok yemin eden anlamında bir isim-sıfat olan hallâf kelimesi geçmektedir.
Hilf, geçtiği hemen tüm ayetlerde münafıkların bir alâmeti
olarak veriliyor. Münafıklık illeti, bir görünümüyle de, çok yemin etme
illetidir. Çok yemin etme ihtiyacını duyanlar çok yalan söyleyenlerdir.
Yemin, kişilik ifade eden kararlı söz halinde ağızdan
çıktığında onun korunması, gereğinin yerine getirilmesi, insan olmanın onur
borcudur. Yeminini basit menfaatler yüzünden bozan, sonsuzluk nasibi olmayan
bedbahttır.
Kur'an'ın yeminle ilgili ayetlerinden üç tür yemin olduğu
anlaşılıyor:
1. Mün'akide yemin: Bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz
vermek şeklinde olan yemin. Bu, bir tür şarta talik edilmiş akit olmaktadır ki
bunun icrası zorunludur.
2. Gamûs yemini: Bu, bilerek yalan yere yemin etmektir ki,
bundan kefaret ödeyerek de kurtulmak mümkün olmaz. Böyle bir yemini yapan, eğer
kul hakkı altına girmişse o hakkı ödeyip ayrıca Allah'tan af diler, Allah onu
dilerse bağışlar, dilerse cezalandırır.
3. Lağv yemini: Bu yemin yalan kastı olmaksızın yapılmış,
boşboğazlık veya alışkanlık sonucu, bazı yemin lafızlarını kullanmaktır. Bundan
kefaret gerekmez.
Yeminin kefareti nasıl ödenir?
a) On fakire yemek yedirmek, yahut onları giydirmek,
b) Özgürlüğüne kavuşmak isteyen birini (bir köleyi)
özgürlüğüne kavuşturmak,
c) Oruç tutmak.
Allah'ın yeminleri
Harflere yemin: bir kısmı tek harftedir. Bunlar: Sâd (Sâd
suresinin ilk harf-ayeti), Kaaf (Kaaf suresinin ilk harf-ayeti), Nûn (Kalem
suresinin ilk harf-ayeti).
…iki harfle: Tâ-Ha (Tâha suresinin ilk ayeti olan iki harf),
Tâsîn (Nemi suresinin ilk ayeti olan iki harf,) Yâsîn (Yasın suresinin ilk
ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Mümin suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm
(Fussılet suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Zühruf suresinin ilk
ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Dühan suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm
(Câsiye suresi'nin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Ahkaf suresi'nin ilk ayeti
olan iki harf)
Üç harfe yemin şunlardır: Elif-Lâm-Mîm (Bakara suresi'nin
ilk ayeti olan üç harf), Elif-Lâm-Râ (Yunus suresi'nin ilk ayeti), Etif-Lâm-Râ
(Hûd suresi'nin ilk ayeti), Elif-Lâm-Râ (İbrahim suresinin ilk ayeti)
Elif-Lâm-Râ (Hicr suresi'nin ilk ayeti), Tâ-Sîn-Mîm (Şûara suresinin ilk ayeti),
Tâ-Sîn-Mîm (Kasas suresinin ilk ayeti) Elif-Lâm-Mîm (Ankebût suresinin ilk
ayeti) Elif-Lâm-Mîm (Rum suresinin ilk ayeti), Elif-Lâm-Mîm (Lukman suresinin
ilk ayeti) Elif-Lâm-Mîm (Secde suresinin ilk ayeti)
Dört harfe yemin iki yerdedir. Elif-Lâm-Mîm-Sad (A'raf
suresi'nin ilk ayeti), Elif-Lâm-Mîm-Ra (Ra'd suresi'nin ilk ayeti)
Beş harfe yemin iki yerdedir. Bunlar: Kâf-Ha-Yâ-Ayn-Sâd
(Meryem suresinin ilk ayeti) Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kaf (Şûra suresinin ilk iki ayeti)
Eşyaya yeminler: büyük kısmı doğal, ontolojik kuvvetlerle,
tabiat varlıklarınadır.
…
YETİM
Yetim, küçük canlının annesinden ve çocuğun babasından
yoksun kalması anlamındaki yütm ve yetm kökünden sıfattır.
Kocasından yoksun kalan kadına da yetim denir. Hukuksal
anlamda yetimlik, buluğ çağında sona erer.
Yetim kelimesinin 'Ta' ile yapılan şekli (yetime) tek,
biricik, yalnız gibi anlamlara gelmektedir.
Yetime ihsan, Allah'ın temel buyruklarından biridir.
YOL / (sebîl, sırat, tarîk, şeriat, cüdde)
Kur'an'a göre, insanın yöneleceği iki yön vardır: Şükran
yani Yaratıcı ile kaynaşma yönü, küfran yani Yaratıcı'ya nankörlük yönü.
Kur'an, insana, cehenneme gitme özgürlüğü de vermektedir.
Özgürlüğün verilmiş olması başlı başına ve peşin bir cennetin ta kendisidir.
Esasen, dinden ikrahı çıkaran bir kitap için, özgürlük dışında bir yolla
gidilen yerin cennet olması söz konusu edilemez.
Yol anlamında en çok kullanılan kelime olan sebil (çoğulu:
sübüt) kelimesi, kullanıldığı 170 küsur yerin 70 küsurunda Allah'a izafe
edilmiştir.
Allah'ın dışında bir kudret veya kişiye izafe edilen bütün
yollar şeytana ve cehenneme çıkar.
Kur'an'ın, hedefe götürücü ve erdirici yol olarak gördüğü
yol, sırat'tır.
Tarîki müstakim, hakka götüren yolun adıdır.
Hakka götüren yolun rehberi Kur'an'dır.
ZEKÂT
…zekât, infakın en çarpıcı görünümü ve müeyyideli bir
uygulanışıdır.
…tezkiye, temizleme, arıtma anlamındadır ve zekâtla aynı
köktendir.
Zekât, infak ve sadakanın yaptırımlı-resmî kısmıdır. Bu
demektir ki, her zekât aynı anda bir infak ve sadakadır ama, her infak ve
sadaka zekât değildir.
Servet belli ellerde toplanırsa, kitleyi ezen bir araç, bir
tahakküm ve sömürü unsuru olur.
Kur'an, servet sahibinin malında, fakirin hakkı bulunduğunu,
bu hakkın fakire mutlaka ulaştırılması gerektiğini açıkça belirtir.
"İnsanların malları içinde, artsın diye riba olarak
verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah'ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta
gelince, işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir." (Rum, 39)
Nihaî ölçü şudur: İhtiyaçtan fazlasını vermek,
ZİKİR
Kelime anlamıyla zikir, 'unutulan bir şeyi hatırlamak ve bir
şeyi unutmamak için sürekli hatırda tutmak, şeref, öğüt, düşündürücü' demektir.
'Allah'ı zikretmek' anlamında zikir, tasavvuf ve
tarikatların asırlık şartlandırmaları yüzünden, belli tarikat virdlerini tekrar
tekrar okumak anlamında dondurulmuştur. Oysaki Kur'an'ın söylediği bunun tam
tersidir. Allah'ı zikrin en yüksek ve etkili şekli, hatta Kur'an'a göre tek
şekli, Allah'ı Kur'an'la zikretmektir. Dahası, zikretmek, Kur'an okumakla
eşanlamlıdır.
"Kim Rahmanın Zikri'ni/Kur'an'ı görmezlikten gelip
ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı
olur. Bunlar onları yoldan tamamen saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ
hidayet üzere olduklarını sanırlar." (Zühruf, 36-38)
ZİNA
Geçerli bir nikâh olmaksızın cinsler arasında kurulan cinsel
ilişkiye zina denir.
Kur'an'a göre zina, insanlığı fert ve toplum olarak
yozlaştıran bir illettir.
Kur'an bünyesinde recm (taşlama) cezası yoktur.
Recm cezası, esasında Tevrat kaynaklıdır
Zinanın ispatı, 4 görgü tanığı ile yapılabilir.
Fahşa, fuhş ve fahişe kelimeleri 'aşırı derecede çirkin ve
iğrenç fiil ve söz demektir.'
ZÎNET / (süs, aldatmak için süsleyip püsleme)
…zînetin hakikisi ve aldatıcısı vardır. Hakiki zînet, insanı
dünya ve âhirette hiçbir şekilde utanmak durumunda bırakmayan zînettir.
Aldatıcı zînet ise insanı dünyada veya âhirette bir biçimde utandıracak olan
zînettir.
Gerçek zînetin üç türü vardır:
1. İlim, tutarlı inanç gibi insanın benliğinde varolan
zînet,
2. Güçlülük, uzun boyluluk gibi insanın bedeninde belirgin
olan zînet,
3. Mal, şöhret gibi insanın dışında olan zînet.
Kur'an, zînet kavramına olumlu bakmamaktadır.
…zînetin şerri hayrından daima çoktur.
Şeytan, insanı saptırmada kullanacağı temel unsurlar: birisi
ümniye yani anlamını bilmeden okuyuş, ikincisi de zînettir.
ZORUNLULUK HALİ / (ıztırar)
Kök kelime olan zarar (ve bunun mimli masdarı mazarrat),
yarar ve uygunluğun zıddıdır. Bu kökten olan zurr; yarara dokunan, ters gelen,
rahatsız eden anlamlarındadır.
Iztırar; bir şeyi istenen şeklinin dışında bir biçimde veya
beklenen tavrın dışında bir tavırla icra etmek durumuna düşmektir.
ZULÜM
Işıksızlık anlamındaki zulmetle aynı kökten gelen zulüm
kelimesi Kur'an bünyesinde küfür, şirk, kötülük, baskı, işkence, zorbalık,
hukuksuzluk, haksızlık anlamlarında kullanılmıştır.
Bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymak.
…zulüm, varlık düzeninde yozlaşma ve yabancılaşmaya sebep
olmaktadır.
…bütün zulümler insan elinin ürünüdür.
Zulüm, hangi türden olursa olsun, göklerden öfke ve
mutsuzluk inmesine yol açar.
Ülke ve uygarlıkların yıkımına sebep olan zulüm, daima
servet ve nimet şımarıklığı ile yan yana olmuştur,
Kur'an'daki zulüm kavramı aynı anda üç olumsuzluk ifade
etmektedir.
1.Yönetimde despotizm,
2. Emperyalizm (sömürü ve istila),
3. Cehalet (akıl ve ilim düşmanlığı).
Zulme rıza göstermek, zalime karşı çıkmamak da bir zulümdür.
Sen, inci imal ediyor, inci satıyorsun. Bu toplumsa
domuzlanmış. Domuzların boynuna inci takmak için uğraşma; çık git bu domuzlar
yurdundan; huzur ve güveni başka topraklarda ara. Allah sana yardımcı olacaktır
…
Yeni Boyut Yayınları, 25. Baskı, İstanbul, 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder