23 Nisan 2020 Perşembe

Kuranın Temel Kavramları 1-2

 

Yaşar Nuri Öztürk - Kuranın Temel Kavramları 1

 

ABDEST / (gasl)

…gasl ile Türkçede abdest diye anılan ve Arapçası vudû olan temizlik anlatılır.

…abdest kelimesi Farsçadır.

 

Hz. Peygamber, abdesti, namaz dışında hiçbir şey için gerekli görmemiştir.

 

Kâbeyi tavaf, namaz halinin en ideal şekli olduğundan tavaf için de abdest şart olur.

 

ADALET / (adl, kist)

Arap dilinde kısaca eşlik, uyum ve denge demektir.

 

Tanrısal yaratış ve tasarruf hem isabet hem de adalet yönünden tamdır.

 

Dengeyi ve orta yolu izleme anlamındaki i'tidal de adl kökündendir.

 

Kist ise adaletli davranmak, pay, miktar ve rızık anlamındadır.

Arapça'da teraziye de kist denmiştir.

'kıstas' sözcüğü de kist ile aynı köktendir.

 

ÂDEM

…e-d-m kökünden gelen el-üdme (yakınlık, vesile, karışıklık, esmerlik, pembelik), idam (katık), edîm (cilt, dış yüz), edeme (cildin iç kısmı, günün en parlak zamanı) kelimeleriyle, âdem arasında da anlam bağlantıları düşünülmüştür

 

İslam literatüründe yerini almış bulunan Âdem ve onunla ilintili yaratılış, ilk günah, cennetten çıkarılma hikâyesi maalesef büyük kısmıyla İsrailiyât (Yahudi-Hristiyan mirası) kaynaklıdır.

 

"Allah, Âdem'i kendi sureti üzere yarattı"

Bu bakımdan Âdem, Cenab-ı Hakk'ın celal ve cemalini birlikte taşımaktadır. Böyle bir özellik, İblis de dahil, hiçbir varlıkta yoktur. Halifelik bu yüzden Âdem'e verilmiştir.

 

Kur'an aslî günah (zelle-i asliyye) diye daha varedildiği günden beri insanın yakasını bırakmayan bir suç kabul etmemektedir.

 

AF / (afv)

Affetmek ve ihtiyaçtan fazla mal anlamlarında Kur'an 'afv' sözcüğünü kullanmaktadır.

Allah'ın güzel isimlerinden biri de Afüvv (çok bağışlayıcı) ismidir.

Kur'an bu sıfatı daha çok Gafur (günahları bağışlayıcı) sıfatıyla birlikte kullanır

…affetmek, hakkı çiğnenen kişinin (özel veya tüzel) tekelindedir.

 

AHD

Lügatte bir şeyi korumak ve onun gerektirdiği bakım ve geliştirme şartlarına riayet etmek demektir.

…ahde vefa göstermek hem insanlar arası ilişkilerin, hem de insan-Allah arası ilişkilerin temelidir. Bireyle birey, bireyle toplum ve nihayet insanla Allah arası diyalogun mutlu sonuçlar doğuracak biçimde kurulması ve sürdürülmesi ahde vefaya bağlıdır.

"Ahde vefası olmayanın imanı olamaz."

 

AHİRET

Kelime anlamıyla, sonra, sonradan gelen, daha sonra olacak olan demektir.

Kur'an bu kelimeyi, karşıtı olan ûla (önceki, önce olan) kelimesi ile birlikte de kullanır.

"Şu bir gerçek ki, ahiret senin için ûladan daha hayırlıdır." (Duha, 4)

Bulunduğumuz an ve boyut ne olursa olsun, onun bir sonrası ve üstü vardır.

Her an bir önceki ana göre ahirettir.

Ancak şunu da unutmamak gerekir. Kur'an-ı Kerim, ahiretle insanlığın son hesap gününü de kastetmektedir

 

AKLETMEK / (taakkul)

Kur'an, akıl kelimesinden türeyen fiilleri 46 yerde kullandığı halde akıl kelimesini isim olarak hiç kullanmamıştır.

(Çünkü mücerret akıl değil faal akıldır, işleyen akıldır mühim olan)

 

Akıl, kelime anlamıyla zapt etmek, tutmak ve tutunmak demektir. Deveyi zapt etmek için kullanılan yulara 'ıkal' denir ki aynı köktendir.

 

Kelam, akledilerek okunmazsa tahrife uğrama tehlikesiyle yüz yüze kalır.

 

Akletmek veya aklı işletmek, insanla hayvanın ayırıcı özelliklerinin de ilkidir. Eğer insan, yaradılışının hakkını verip aklını işletmez ise sadece hayvanlaşmakla kalmaz, hayvanların en kötüsü durumuna düşer

 

Akıl komutandır, din asker.

 

Geleneksel söylemin aklı prangalaması önce fıkıh alanında gerçekleşti.

…bu prangaya ilk karşı çıkışta fıkıh bünyesinde gerçekleşmiştir.

 

Akla pranga vurmanın tasavvufun nitelikleri arasına girmesi, İslam tarihinde aklı bloke etmenin öncülüğünü yapmış olan Gazalî'nin, el-Munkızü mine'd-Dalâl (Dalâletten Kurtaran) adlı ünlü ve talihsiz eseriyle gerçekleşti.

 

ALDANMAK-ALDATMAK / (ğurûr)

Aldanma ve aldatma anlamlarında kullanılan sözcüklerin kökü olan ğurûr, türevleriyle birlikte 20 küsur yerde geçer.

 

Gurur ve ğırre, "uyanık halde iken gaflete düşmeye denir."

Hz. Ali der ki, 'Dünya aldatır, zarar verir ve geçip gider.' Aynı kökten gelen ğarar, tehlike anlamındadır.

Hz. Muhammed'e göre, aldanış ve aldatışın ikisinin temelinde de cehalet yatmaktadır.

 

Aldatış, esası itibariyle şeytanın belirgin niteliklerindendir.

Şeytan, aldatış ve aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.

 

Aldatma ve aldanma, bu ikili yapı insanın temel özelliklerinden biridir.

 

Aldatıcılar arasında dikkat çekilenler, küçükten büyüğe doğru şöyle sıralanabilir:

1. Yaldızlı-süslü laflarla aldatma-aldanma.

2. Beldelerde egemenlik kurmak, gezip dolaşmakla aldatma-aldanma.

3. Dine sokulan uydurma ve iftiralarla aldatma-aldanma.

4. Hurafeler, uydurmalar, anlamını bilmeden okuyuşlarla (elemanı) aldatma-aldanma.

5. Sefil-rezil yaşayışla (el-hayat ed-dünya) aldatma-aldanma.

6. Allah ile aldatma-aldanma.

"Sakın, aldatıcı sizi Allah ile aldatmasın!"

Bu aldatmada, Allah fail değil, failler tarafından kullanılan bir araçtır.

En zehirli zulümler de bu aldatıştan doğar. En kalıcı, en yıkıcı bozgunlar, bu aldatışın vücut verdiği bozgunlardır.

 

ALLAH

Allah kelimesinin etimo-filolojik yapısı da tıpkı delâlet ettiği kudret gibi bir sır olarak kalmıştır.

 

İnsanla Allah arasında bir aracı aranacaksa bu, bütün varlıktır. Kur'an bu 'aracıların tümünü ayet diye anmaktadır.

 

Şirkin gereğince tanınmaması halinde, tevhitteki bilgi işe yaramaz halde kalmaktadır.

Kur'an, insan yaradılışının ateizme müsait olmadığını, ancak insanın gerçek Tanrı yerine sahte tanrılara inanabileceğini kabul etmektedir.

 

'Allah'ın isim-sıfatları' (Kur'an'ın deyimiyle el-esmâu'l-hüsna), onun yardımcıları değil, tecellileri ve nitelikleridir.

 

Allah'ın Kur'an'da geçen tek kelimelik isim-sıfatları şunlardır:

1. Allah,

2. Afüv (affeden),

3. Ahad (zatında tek ve biricik olan),

4. Âhir (sonu olmayan),

5. A'la (en yüce),

6. A'lem (en iyi bilen),

7. Âlim (bilen),

8. Alîm (her şeyi bilen),

9. Aliy (yüceliğin kaynağı),

10. Azîm (ululuğun kaynağı),

11. Azîz (güç ve onurun kaynağı),

12. Bâri' (vareden),

13. Basîr (hakkıyla gören),

14. Bâtın (gözle görülemeyen),

15. Bedî' (ahenkli ve güzel yaratan),

16. Berr (cömertliği sınırsız olan),

17. Cami' (zıtları bir araya toplayan, mahşerde insanları bir araya toplayan),

18. Cebbar (dilediğini zorla da yaptırabilen),

19. Ekrem (cömertliği sınırsız, özgürlüğün kaynağı),

20. Evvel (başlangıcına zaman belirlenemeyen),

21. Fâhk (bir şeyi yarıp parçalayarak ortaya yeni bir şey çıkaran),

22. Fâtır (yaratan, mevcut varlıkları yarıp parçalayarak yeni varlıklar yaratan), 23. Fettâh (açan, fetih ve zafer veren),

24. Gaffar (affı, bağışı çok olan),

25. Gâfır (affeden),

26. Gafur (affeden),

27. Gâlib (galip gelen),

28. Gani (zengin),

29. Haalik (yaratan),

30. Habîr (her şeyden haberdar olan),

31. Hâdî (kılavuzluk eden, yol gösteren),

32. Hafiy (lütufkâr),

33. Hafız (her şeyi hafızasında tutan),

34. Hafîz (koruyup gözeten),

35. Hakîm (hikmetlerin kaynağı, her yaptığında bir hikmet bulunan),

36. Hak (gerçeğin kaynağı, yaptığı her şey gerçeğe uygun olan, hak ve hukukun kaynağı),

37. Halim (sertlik ve katılıktan uzak olan),

38. Hallâk (sürekli yaratan, yarattıklarında sürekli yeni boyutlar oluşturan),

39. Hamîd (her türlü övgünün sahibi olan, dilediğini dilediğince öven),

40. Hasîb (en iyi ve en hassas şekilde hesaplayan),

41. Hayy (ölümsüz diri, hayatın kaynağı),

42. İlah (tapılmaya layık),

43. Kaadir (dilediğini yapmaya gücü yeten),

44. Kaahir (egemenlik sahibi, dilediğini kahredecek güce sahip olan),

45. Kadir (gücü her şeyde hissedilen),

46. Kâfi (hem kendine hem de yarattıklarına yeten. Kullarının isteklerine araya başkası girmeksizin cevap veren),

47. Kahhâr (gerektiğinde kahrını çok ağır hissettiren),

48. Karîb (kullarına çok yakın olan),

49. Kavî (güçlü, gücünü kullanmada kimseye muhtaç olmayan),

50. Kayyûm (varlığında bir başkasına ihtiyaç hissetmeyen, gücü her şeye egemen olan),

51. Kebîr (ulu, yüce),

52. Kerîm (cömert, karşılıksız veren),

53. Kuddûs (yüceliklerle donanmış, tüm varlık tarafından kutsanan),

54. Latif (lütufkâr, bağışı bol),

55. Mâlik (mülk ve saltanatın mutlak sahibi),

56. Mecîd (cömert, yüce),

57. Melik (saltanatın mutlak sahibi),

58. Melîk (mülk ve saltanatı dilediği gibi dağıtan),

59. Metîn (güçlü, zorlu, sebat ve kararlılığını asla bozmayan),

60. Mevla (koruyucu, dost),

61. Mucîb (en iyi cevap veren. Aracısız cevap veren),

62. Muhit (her şeyi çepeçevre kuşatan),

63. Muhyî (hayat veren, dirilten),

64. Mukît (besleyen, azık dağıtan),

65. Muktedir (gücünü kullanmada başkasına muhtaç olmayan),

66. Musavvir (şekil veren, suretleri belirleyen),

67. Müheymin (ölçülere uygunluğu denetleyen),

68. Mümin (inanan, güvenen, iman ve güven bahşeden),

69. Müsteân (kendisinden yardım ve destek istenen),

70. Müteâl (aşkın, akıl ve zihin ölçülerinin ulaşamayacağı boyutlarda olan),

71. Mütekebbir (ululuk ve yücelik taslamaya hak sahibi olan),

72. Nasîr (yardım eden),

73. Nûr (ışık, aydınlık),

74. Rab (besleyip terbiye eden),

75. Rahîm (esirgeyip acıyan, hayatını gerçeğe uygun yaşamış olanlara ölüm sonrasında da lütufkâr davranan),

76. Rahman (inanç ve tavrına bakmadan herkese merhametli ve esirgeyici davranan),

77. Rakîb (gözetleyen, kontrol eden),

78. Rauf (acıyan, yumuşak ve koruyucu davranan),

79. Refî' (dereceleri yükselten),

80. Rezzâk (rızkı bol bol veren),

81. Samed (tüm övgüler kendisine yönelen),

82. Selam (esenlik ve barış kaynağı),

83. Semi' (hakkıyla işiten),

84. Şâkir (kendisine şükredenlere teşekkür eden),

85. Şehîd (her şeye tanıklık eden, her şeyi gözetimi altında tutan),

86. Şekûr (tüm şükürler kendisine yönelen),

87. Tevvâb (tövbeleri sınırsızca kabul eden),

88. Vahhâb (bağışı sınırsız olan),

89. Vâhid (sıfatlarında tek ve biricik olan),

90. Vâris (bütün mülk ve saltanatların en son kendisine döneceği kudret, her şeyin son sahibi),

91. Vâsi' (varlığı sürekli genişleten, süreçle birlikte kendisi de büyüyüp genişleyen).

92. Vedûd (seven, sevmek-sevilme ilişkisinin kaynağı olan),

93. Vekîl (her şeyin vekili, kendisine teslim olanlara vekillik eden),

94. Velî (dost, yardımcı, destekçi),

95. Zahir (her şeyde beliren, tüm yaratıklarda kendisinden izler-işaretler bulunan).

 

Kur'an, Allah'ın bileşik isim-sıfatlarına da yer vermektedir:

1. Allâmu'l-Guyûb (gaybları en iyi bilen. 9/78),

2. Şedîdü'1-Ikâb (gerektiğinde şiddetli azap eden. 2/196, 211; 5/ 2, 98; 8/13, 25, 48, 52; 59/4, 7),

3. Şedîdü'l-Azâb (azabı şiddetli olan. 2/165)

4. Zül Kuvveti'il-Metîn (sarsılmaz, bozulmaz kuvvetin sahibi. 51/58),

5. Serîu'l-Hisab (hesabı çabucak gören. 3/19, 5/4; 40/17),

6. Zü'1-Fadl: Bağış ve lütuf sahibi. 2/105; 3/74, 152),

7. Zû intikam: İntikam alıcı. 3/4; 5/95)

 

Allah, insan hayatında, insanın bir biçimde paydaş olmadığı hiçbir şeyi yapmaz

"Yehdî men yeşâu, yudıllü men yeşâu" mucize beyanı, bunun iki kelimeyle ifadesidir.

 

…insan varoluşunda yer alan her fiil tek başına ne Allah'a nispet edilebilir ne de insana. Fiil, Tanrı ile insanın ortak eseridir. Şöyle: İnsan ister, Tanrı yaratır. Yani sonucun doğması için hem Tanrı'nın hem de insanın devreye girmesi kaçınılmazdır. Tanrı'nın devrede olması, Tanrı'nın mutlak kudret olmasının gereğidir; insanın devrede olması ise insanın sorumluluğunun icabıdır.

 

Kur'an'ın Allah'ı, kilisenin tanrısı gibi bir 'logos' (kelime) değildir. Yapıp-eden, sürekli yaratan, sürecin bizzat kendisi olandır.

 

"Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk. Hiç kuşkusuz, biz, genişleticileriz. Yeri de biz döşedik. Ne güzel döşeyicileriz! Her şeyden iki çift yarattık ki düşünüp anlayabilesiniz." (Zâriyât, 47-49)

Yüce Tanrı, bu ayette 'Ben' yerine 'Biz' kelimesini kullanıyor. Böylece evrendeki varlıkların tümünü kendiyle birlikte anarak hem onları onurlandırıyor hem de kendisinin sürecin içinde ve doğayla iç içe olduğuna vurgu yapıyor. Bu demektir ki, doğayı taciz ve tahrip, Allah'ı tacizdir.

 

Allah, Peygamberler dahil, hiç kimseye vekâlet vermez

 

…zaman kelimesi Kur'an'da geçmez.

 

Kur'an, 'harp' kelimesini doğrudan kullanarak, emek karşılığı olmayan mal artışı peşinde olanları Allah ve Peygamberin savaş açtığı kişiler' olarak tanıtmaktadır.

 

…parasında herhangi bir haksız artışa sebebiyet verenler, Allah'a ve Peygamber'e harp açtıklarını bilmelidirler.

 

Kur'an'a göre, insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış bir mukavele (mîsak) vardır ve dünya hayatı bu mukavelenin icra yeridir. Kur'an, insanı bu mukaveleyi unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye çağırmaktadır.

 

"Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez."

 

Allah, şu insanları sevmez:

Başkalarının hakkına tecavüz eden azgınları

fesatçıları

gerçeği örtenleri

inkarcıları

zalimleri

habire övünenleri

hainleri

israfçıları

başkalarını küçük görüp horlayanları

nankörleri

şımarıkları

 

Takva yani dindarlık veya daha dindar olmak, insanlar arasında bir üstünlük ölçüsü değildir. Allah katında bir üstünlük ölçüsüdür.

Ahmed bin Hanbel bize muhteşem bir Kur'an dersi vermektedir.

Ahmed bin Hanbel'e sordular:

"İki adamımız var: Biri takva sahibi ama zayıf, öteki günahkâr ama güçlü. Hangisiyle gazaya çıkalım?"

İmam şöyle dedi:

"Takvası değil, gücü fazla olanla yola çıkın! Takvası fazla olanın takvası kendine, zayıflığı Müslümanlara mal olur. Gücü fazla, takvası az olanın ise günahı kendine, gücü Müslümanlara mal olur!"

 

Takva kavramı istismarının mimarı ve kurumsallaştırıcısı Emevî saltanatıdır.

 

La ilahe ille'l-lah: Allah'tan başta ilah yok.

Hiçbir ilah yok, sadece Allah var.

Allah'ın ilah olduğunu söylemek yetmez; ilahlık sıfatının 'sadece' O'na ait olduğunun kabul ve ikrarı gerekir.

 

İslam, Allah'a teslimiyet demektir.

Allah'a teslim olmak yetmez, teslimiyet sadece Allah'a olacaktır.

 

Allah düşmanları öncelikle din sınıfı içinden çıkar.

Kur'an, Allah düşmanı tabirini mesela, ateistler, deistler vs. için kullanmıyor, din sınıfı için kullanıyor.

 

AMEL

Sadece kasıt ve niyete bağlı olan fiiller amel adını alır.

 

Kur'an hemen her yerde, iman kelimesinin ardından amel kelimesini vermekte

 

İnsanın karşılaştığı bütün sonuçlar, onun amelinin eseridir.

 

Salih kelimesinin kökü sulh'tur.

Sulh ve salahın karşıtı, Arap dilinde fesattır

 

ARAPLAR

…bu kelime, geçtiği bütün ayetlerde (bir yer müstesna) kötülüğün, bozgunculuğun, inadın, ikiyüzlülüğün taşıyıcısı olarak kullanılmaktadır.

Sadece Tevbe suresi 99. ayette, onlardan bazılarının Allah'a ve ahirete iman ettikleri belirtilir (s. 80-81).

 

ARZ / (yerküre)

Kur'an'da 110 küsur yerde geçen dünya kelimesi isim olarak değil, sıfat olarak yer almakta ve daima hayat kelimesini nitelemek için kullanılmaktadır.

Dünya kelimesi adilik, iğretilik anlamındaki denâet kökünden sıfattır.

 

Üzerinde yaşadığımız küre mânâsına Kur'an arz kelimesini kullanır.

 

AYET

Arap dilinde, işaret, iz, belirti, delil anlamlarına gelmektedir.

…ayetin, insanı Allah'a kılavuzlayan, ona Allah'a gidişinde iz ve işaret veren her şey olduğunu söylememiz gerekir.

 

Vahyin Hz. Peygamber'e gelişine aracılık eden Cebrail adlı melek, yine Allah'tan aldığı bir emirle, her ayetin konması gereken yeri de, Hz. Peygamber'e gösteriyordu.

Kur'an'ın tertibi kronolojik veya sistematik değil, diyalektiktir.

Kur'an, insanı Allah'ın zâtı üzerinde değil, O'nun, eserleri üzerinde düşünmeye çağırmaktadır.

Kur'an, nasıl sorusunun cevap alanına girmez; niçin sorusunun cevap alanıyla ilgilenir.

 

Kur'an'ın insandan istediği temel faaliyet işte bu, 'ayetlerin incelenmesi' faaliyetidir.

Ayetleri tetkik dışına itmek, onlara sırt dönmek açık bir küfürdür; bunu yapanlar da kâfirdir.

Sırt dönülen ayetin Kur'an ayeti olmasıyla madde dünyasına ait olması (örneğin fosiller veya tarih kalıntıları olması) arasında hiçbir fark yoktur.

Küfür, Kur'an'a dayanarak, 'bilimin işlerliğine engel olmak' anlamında da tanımlanabilir.

 

Ayetleri incelemek için her şeyden önce iman gerekir.

 

Ayetlerin gereğince tetkikinde lüzumlu olan yetilerden biri de tefekkürdür. Tefekkür sözcüğünün yapısında tekellüf vardır ki bu, yapılan işte didinmek, derine inmek, zoru göğüslemek, çile çekmek gibi olguların varlığına işaret eder.

 

AZAP

Azap kökünden sözcükler Kur'an'da 370 yerde geçer. Yalnız azap kelimesinin geçtiği yer sayısı 320 küsurdur.

Azap kavramının karşıtı olan kavramların başında rahmet kavramı gelmektedir. Bu kavram ve türevlerinin Kur'an'daki kullanım sayısı 320 küsurdur.

 

AZMAK / (tuğyan, gulüv)

Tuğyan, tuğva, tuğvan, tağva kullanımları olan bu tabir "had ve miktarı tecavüz eylemek, azmak, sınır tanımamak, zulüm ve kibre sapmak." anlamlarındadır.

Bu kökten türeyen ve Kur'an'da azmış önder, zorba yönetici, şeytanî kehanetlerle halkı güden kişi anlamlarında kullanılan tâğut sözcüğü 8 yerde geçmekte ve hakka, adalete, Tanrı'ya, iyilik ve güzelliğe musallat kişileri ifade etmektedir.

 

Kur'an, temel yaradılış ilkelerinden biri olarak, şunu ısrarla belirtir: Bütün uygarlık ve saltanatların çöküşü, azmak yüzündendir. Bu, daha çok, madde ve ondan kaynaklanan değerlere aldanarak azmaktır. Her çöküşün altında bu yatar.

 

BAĞY

…bağy, kök anlamıyla, 'başkası aleyhine sınırı aşmak' demektir.

Kur'an terminolojisinde ruhsal zeminini doymazlık, sosyo-ekonomik görünümünü zulüm, saldırı, sömürü, ezme ve bozgunculuk oluşturmaktadır.

 

Kur'an, bağyin azmettirici unsurlarından biri olarak, rızık bolluğu veya nimetle şımarmayı gösteriyor.

 

Râgıb el-Isfahanî, bağyin vücut verdiği sapmanın mahmûd (iyi yönde) ve mezmûm (kötü yönde) olmak üzere iki türü bulunduğunu söylüyor

 

Nitekim teravih sapması, bağy mantığının 'daha sevap olur' söylemiyle büyüdükçe büyümüş ve 'hatimle teravih' diye anılan bitmek bilmez teravih merasimleri başlamıştır.

 

BASİRET

…görmek, görmeyi kolaylaştıran ışık, görme aracı anlamındaki basar kökünden türemiştir.

 

Basiret, kalbin bakış ve görüş gücü olup tanrısal ışıkla aydınlanır ve varlığın iç sırları onunla yakalanır.

 

BENİİSRAİL / (İsrailoğulları, Yahudiler)

Onlara gönderilen en büyük peygamber Hz. Musa da, Kur'an'da serüveni en fazla yer alan peygamberdir.

 

Yahudilere adlarını veren ataları İsrail'dir ki, Kur'an'da iki yer hariç, Yakup adıyla anılan nebinin ta kendisidir.

 

Benisrail kadar kendisine değer verilen, ancak bu değeri ihanet, nankörlük, zulüm ve ihanetle lekeleyen başka bir topluluğa rastlanmıyor. Kur'an'a göre, Allah'ın onları lanetleyip zillete mahkûm etmesi işte bu sebeptendir.

 

Beniisrail'in en tipik vasfı, nankörlüktür.

 

Beniisrail'in, Allah'ı öfkelendiren tavırlarından biri de Allah'a verdikleri sözü bozmaları, ahde vefasızlık etmeleri, mîsaka ters düşmeleridir.

İsrailoğulları'nın ihanet ettikleri misak:

1. Allah'tan gayrısına ibadet ve kulluk etmemek,

2. Ana-babaya saygı ve hizmet göstermek,

3. Akrabaya iyi davranmak,

4. Yetimlere iyi davranmak,

5. Yoksullara iyilik etmek,

6. İnsanlara iyi ve güzel söz söylemek,

7. Namazı/duayı yerine getirmek,

8. Zekât/vergi vermek,

9. Kan dökmemek,

10. İnsanları yurtlarından çıkarıp sürmemek.

 

BERZAH

Esas ahiret hayatıyla dünya hayatının arasını ayıran sürece de berzah denmektedir.

Kur'an'da berzah hayatının niteliğinden bahsedilmez.

 

BESMELE

Besmele, Kur'an'ın 114 suresinin 113'ünde giriş cümlesi olarak yer almaktadır. Ayrıca o, Neml suresinin 30. ayetinin de bir bölümüdür.

Besmeleye vücut veren 4 kelime (isim, Allah, Rahman, Rahîm) den 3'ü Allah'ın isimleri olup bunların ikisi bağış, esirgemek, cömertlik, affetmek anlamlarını taşımaktadır.

 

BEYTİNE / (akla dayalı açık delil)

Arap dilinde delil, belirti, açıklık, kesinlik demektir.

 

BÎAT / (anlaşma, vekâlet verme, ahdleşme)

Satış, satım anlaşması anlamlarındaki bey' kökünden türeyen bîat ve mubayaa, bir konu üzerinde anlaşarak el sıkışmak demektir.

 

Bîat almaya bağlanan konular, nebinin nübüvvet alanına giren konular değildir. Bunlar onun imamet yani yönetici, komuta edici yönüne ilişkindir. Yani bunlar diyanet konusu değil, siyaset konusudur.

 

İdare erkini kutsala, Allah'a dayandırma yetkisi olabilecek tek insan peygamberdir. Ve peygamberlik bitmiştir. O halde, artık insan hayatında Allah'a ve kutsala dayanarak yönetme söz konusu olmayacaktır.

 

BİD'AT / (artırma veya eksiltme yoluyla değiştirme yapmak, dinde türedilik)

Bid'at kelimesinin kökü olan "bed' bir nesneyi yeniden peyda eylemek anlamındadır."

Bid'at, Allah'ın din olarak gönderdiğinde olmayan şeyi var göstermektir.

 

Resul şu mescitlerinizin önünde durup baksa kıble dışında değişmeyen bir şey bulamazdı...!

Allah'ın dininin kaynağı Kur'an'dır. Onun dışındaki kaynaklar dinin değil, örfün kaynağıdır.

 

Ne yazık ki bid'atla ilgili yüzyıllardır yazıp çizenlerin birçoğu, bu kavramı, beşerî-ilahî alan ayrımı yapmadan, 'öncekilerin kabullerine ters düşen şey' olarak değerlendirdiler ve sonuçta bid'atle mücadele adı altında yeni ve daha yıkıcı bid'atlar ürettiler.

 

CAHİLİYE

İlimden nasipsizlik…

Cehalet, insanın yapısındaki genel olumsuzlukların adı ve insanın temel sıfatlarından biri olarak tespit edilmiştir

 

Cehl, en genel çerçevede, peygamberler eliyle insanlığa ulaştırılan mesajlara duyarsızlıktır.

 

Doğrudan doğruya cahiliye tabirini kullanan 4 ayeti dikkate alarak bu temel nitelikleri şöyle sıralayabiliriz:

1. Zatını (sanıyı) belirleyici kılmak,

2. Teberrüc (kadınların ortalıkta kendilerini pazarlamaları),

3. Hamiyyet (taassup, muhafazakârlık, ecdatperestlik),

4. Müşrik yönetim sistemi (yönetimde zorbalık, hukukta gücün ve kişilerin egemenliği, dinde çok ilahlılık, ekonomide köleci kapitalizm).

 

Günümüzde de, kabilelerin birer modern görünümü olan tarikatlar ve cahiliye putlarının bugünkü karşılığı olan siyaset dincisi şefler olmasa dinci kampların bütün elemanları ya aç kalır yahut da refah ve kudretlerini büyük ölçüde yitirirler.

 

CEBRAİL (Cibril)

Kur'an, Cebrail'in getirdiği vahyi tanımlarken kavi, kelam, hadîs' sözcüklerini kullanmaktadır. Kur'an için hiçbir ayette 'kelamullah' (Allah'ın kelamı), 'kavlüllah' (Allah'ın sözü) veya 'hadîsullah' (Allah'ın sözü) nitelemesi yapılmamaktadır.

"O, kerim bir elçinin sözüdür."

O halde, o 'kerim elçi' beşer üstü bir elçidir. Allah, kelam sıfatıyla Kur'an'ı ona vahyetmiş, o da onu söze büründürerek beşer elçiye getirmiştir.

 

CEHD (cihad, içtihad, mücahede)

…bu kelimenin anlamı, kararlı ve şuurlu gayret demektir. İslam literatüründe bu gayretin bedensel olanına cihad, ruhsal olanına mücahede, fikirsel ve bilimsel olanına içtihad denmektedir ki, hepsinin kökü cehddir.

 

Muaviye'nin veraset yoluyla hilafete getirdiği Yezid, Peygamber evladını katlettirip bununla övünecek kadar imansız, baldızlarıyla, hatta kendi kızıyla yatacak kadar ahlaksız, onbinlerce masum insanı katlettirecek kadar zalim bir melundu.

 

CEHENNEM-CENNET

Arapça, Latince ve Grekçeye İbranice ge-Hinnom (Hinnom vadisi) tabirinden geçen cehennem kelimesi,

Ge-Hinnom, İsrail tarihinde bir ceza, işkence, insan kurban etme vadisi olarak şöhret yapmıştır.

 

…cehennemin her tasvir edildiği yerde mal ve servete tapan Karun tiplerin kötülükleri, zulümleri, alçaklıkları anlatılır.

 

Cennet, örtmek anlamındaki cenn kökünden türemiş bir isimdir. Bol bitkili, gür ağaçlı bahçe veya toprak parçası anlamındadır.

 

(Yahudilerin iddia ettiği gibi Yaşar Nuri’de Cennet ve Cehennemin bu dünyada olduğunu düşünmeyi tavsiye ediyor.)

 

CİN

…cin sözcüğü bir cins ismi olup (tekili cinnî) gözle görülemeyen varlık anlamındadır. Bu kökten bir fiil olan 'cenne' de Kur'an'da, örtüp gizlemek, görünmez hale getirmek anlamında kullanılmıştır,

Cin kelimesi, esas anlamıyla gece karanlığı demektir.

 

ÇİFT KUTUPLULUK / (zevciyet, şef)

Şef; teki çift yapmak, bir şeyi, benzeri olan şeye eklemek veya iki şeyi yan yana getirmektir.

Şefaat de bu şef kökünden gelir.

Kur'an'a göre, her şey çift çift yaratılmıştır.

Varlık ve oluşu polarité üzerine oturtan Yaratıcı, işte bu yüzden hem şefe hem de vetre yani hem ikiliğe hem de tekliğe yemin etmektedir.

 

Kendi cinsinden bir diğeriyle bulunana zevç denir.

 

Mâsiva (Allah dışındaki varlıklar) hep çifttir.

 

Hayat, insan için de bir zevciyet olayıdır. İnsan, kendi zevcini, yani benzer zıddını veya karşı kutbunu, kendi benliğinden ayırmış tek varlıktır.

 

ÇİRKİNLİK / (seyyie)

Seyyienin karşıtı olan hasenenin Kur'an'da iki yüze yakın yerde kullanılmış olması da seyyie-hasene zıtlığının oluş bünyesindeki önemine dikkat çeker.

 

ÇOĞUNLUK-ÇOKLUK / (kesret)

İnsanlık tarihi boyunca çoğunluk daima iğretinin, kötünün ve değersizin yanında yer almıştır ve alacaktır.

Çokluk, gücün: çoğunluk gerçeğin ölçüsü değildir.

Kur'an, insan meselesinde niceliğe (sayıya) değil, niteliğe (niteliğe) önem vermektedir.

 

DABBETÜL ARZ

Kur'an, yerkürenin kıyametinin yaklaşmasının alâmetlerinden biri olarak Dabbetül Arz denen bir varlığın çıkışından söz etmektedir.

Kur'an'ın kullandığı şekliyle dabbe, yerine göre, hayvan türünden bir canlı olabileceği gibi, insan da olabilmektedir.

 

Hz. Ali, Neml 82'deki dabbeden söz ederken şöyle diyor:

"O, kuyruğu olan bir dabbe değil, sakalı olan bir dabbedir."

 

Dabbetül arz, yerküreden çıkacaktır

Dabbetül arz, bir insandır

Dabbetül arz, meramını 'teklim' yoluyla anlatır.

Teklimin kökü olan 'kelim', yaralamak anlamındadır.

Allah'ın insanla konuşması da bir teklim olayıdır.

Allah'ın insanla teklîminde doğrudan ve kelimelerle konuşmak söz konusu değildir; daima işaretler ve aracılar kullanılır. Başka bir deyişle, teklimde, kelimeleri, bizzat konuşan değil, konuşanla muhatap arasındaki vasıtalar kullanabilir.

O; bedeniyle değil, beyni, bilgisi ve ruhuyla öne çıkan bir varlıktır.

…fizikçi Stephen Hawking'dir.

 

DANA

Sığır cinsi hayvanlar, çift sürerken toprağı yardıkları için onlara 'Yarmak' anlamındaki 'bakr'dan alınan 'bakar' adı verilmiştir.

İcl ise bakara türü hayvanların erkek yavrularına denir

 

İsrailoğulları'nın, eski Mısır'da, Tanrı'nın sembollerinden biri sayılan danaya tapmak istemeleri.

Yahudi, hiçbir zaman hakikati altının üstüne çıkarmamıştır, çıkarmayacaktır. Lanetlenmesinin sebeplerinden biri de budur.

 

Boğa, sadece eski Mısır'da değil, hemen tüm pagan medeniyetlerde Tanrı sembolü olmuştur. Gücün, bereketin, dokunulmazlığın sembolüdür.

 

DAVET

Kur'an, daveti bir sınıfın işi değil, tüm iman sahiplerinin varoluş borcu, insanlık onuru olarak görür.

 

Daveti yapana, Kur'an'ın da kullandığı bir tabirle, dâî denir.

Allah adına davet yapanların yeryüzündeki başarıları ve rakiplerini susturmaları, dâiyellah olan kudretten destek almalarına, ona boyun eğmelerine bağlıdır. Bu boyun eğme olmaz ise davetçinin Allah'tan yardım alması da mümkün olmaz.

 

DİN

Arap dilinde şu anlamlara gelmektedir: Hükmetmek, yönetmek, galip gelmek, hal ve tavır, ceza ve ödül, boyun eğmek, isyan, hesaba çekmek, hesap vermek, örf, ün, sakınmak, köleleştirmek, yönetici atamak

 

Dinin sahibi ve koyucusu Allah'tır. Kur'an bu noktada hiçbir ortaklığa izin vermez.

Bu din, tıpkı Yaratıcı Kudret gibi tektir; yaradılış kanunları gibi esas ve değişmezdir. Kur'an bu değişmez dine fıtrat, yani yaradılış demektedir.

 

…dinin muhatabı, akıl sahibi varlıklardır.

 

DOMUZ

Domuz etinin yenmesi, Kur'an tarafından kesinlikle yasaklanmıştır.

 

Habîs ve rics, kelime anlamlarıyla pis ve pislik demektir. Şeytanın pislikleri tanıtılırken bu 'rics' sözcüğü kullanılmıştır. Domuz eti, hem tayyibin karşıtı olan habisler içindedir hem de şeytanın pisliklerini ifade etmek için kullanılan rics cümlesinden bir pisliktir.

 

DUA

Kur'ansal bir terim olarak dua Allah'la kul arasında diyalog anlamındadır ki, kuldan Allah'a yakarış ve sığınma, Allah'tan kula merhamet, bağış ve koruma ifade eder.

 

İki türlü zaman vardır: Matematik zaman, ilahî-yaratıcı hür zaman. Dua, bir adı da mutlak zaman olan yaratıcı zamanla temastır.

 

Kur'an, duada samimiyet, boyun büküklük, sessizlik, gizlilik ve ürpertiyi önermektedir. Önerilenlerden biri de duanın kabul edileceğine derinden inanmaktır.

 

Dua, Yaratıcı ile yaratılanın temel ilişkisidir ve bu anlamda tüm varlık ve oluş bir dua faaliyetidir.

 

Duanın her hal ve şartta yaşatılması, Yaratıcı'nın insandan istediği tavırlardan biridir. Sıkıntı ve zorluk zamanlarında dua edip mutluluk ve refah zamanlarında bunu bırakanlar kınanmaktadır.

 

DÜNYA

…dünya kelimesi, esasında isim olarak değil, sıfat olarak kullanılmakta ve yüzde doksandan fazlasıyla, 'hayat' kelimesini nitelemektedir.

Dünya, denâet kökünden bir sıfat olup 'basit, adi, iğreti, ölümlü' anlamlarına gelmektedir.

Kur'an, coğrafî ve astronomik anlamda dünyayı karşılamak için 'arz' kelimesini kullanır.

Allah ile gönlümüz arasına perde olan her şeyi dünya görmek gerekir. Bu; para, karşı cins ve şöhret olabileceği gibi ibadetlerden kaynaklanan gurur da olabilir.

 

EBEVEYN

Kur'an; Türkçede de kullanılan ebeveyn kelimesiyle aynı anlamda vâlideyn sözcüğünü kullanmaktadır.

…ayetlerde ebeveyn hakları Allah'ın haklarından hemen sonra anılmakta ve Allah'a saygının hemen ardından onlara saygı emredilmektedir.

                       

ECDATPERESTLİK

Baba, ata, ecdat anlamındaki eb (çoğulu: abâ')

Kur'an din bahsinde, peygamberlerle onların karşısına dikilen şirk zümreleri arasında tarih bovunca sürüp giden kavganın esasını, ecdatperestlikle akıl ve bilginin mücadelesi olarak tescil etmektedir.

 

Şirkin veya ecdatperestliğin tevhit dininden ve peygamberlerden iki büyük rahatsızlığı var:

1. Ataların dokunulmazlığına karşı çıkılması,

2. Mal ve servetlerle ilgili statükoya karşı çıkılması.

Şirkle tevhidin bütün kavgası budur.

 

EHLİBEYT

Hz. Peygamber'in ev halkı anlamında Ehlibeyt deyiminin de biri geniş, biri dar olmak üzere iki çerçevesi vardır. Geniş anlamda Ehlibeyt, Hz. Peygamberin bütün ev halkını, hatta ev halkına yakın kişileri de içerir.

 

İslam geleneği, geniş anlamda Ehlibeyt'ten Hz. Peygamber'in hanımlarıyla Hz. Ali-Hz. Fâtıma ailesini anlamaktadır.

 

Hz. Muhammed'in ehlibeytini ifade için, 'yakın akraba' anlamındaki 'kurbâ' sözcüğü de kullanılır.

'Kurbâ' kelimesi Kur'an-ı Kerim'de 16 yerde geçmekte ve hepsinde yakın akraba anlamında kullanılmaktadır.

 

EHLİKİTAP

Kur'an, her topluma mutlaka bir peygamber gönderilmiştir diyor.

 

Ehlikitap'ın sapma sebeplerinden biri de dinde gulüv yani aşırılık, ifrat ve azgınlıktır.

Kilise babaları, Allah'ın yerine hüküm vermeye kalkmak ve Yaratıcı'ya ait nitelikleri kula vermek suretiyle de bir bağy sergilemişlerdir.

 

EMANET

Bu kelimenin kökü olan emn (iman da bu köktendir), ruhun sükûnet bulması ve korkudan kurtulmak anlamındadır.

…hayat bir anlamda bir emanet taşıma imtihanıdır.

Kıyamet günü insana adım başı ömrünü nerede geçirdiği, ne yaptığı, malını nerede kazanıp nereye harcadığı, bedenini nerede kullanıp tükettiği konularında soru sorulacaktır.

 

Kur'an, bir devlet şekli önermemekte, her devlet şeklinde egemen olmasını istediği değerlere atıf yapmaktadır. Bunların başında emanet veya emanete riayet ilkesi gelir. Kur'an, kişilerin egemenliğini şirk saydığı için, ilkelerin egemenliği esas olacaktır ve bu da bir hukuk devleti zihniyetini kaçınılmaz kılar.

Kur'an'a göre, işlerin ve emanetlerin ehil olmayanlara teslim edilmesi, imansızlığın en büyük belirtilerinden biridir.

 

ESMAÜL HÜSNA

…kelime anlamıyla en güzel isimler demektir. Ancak Kur'an Esmaül Hüsna ile Allah'ın yalnız isimlerini değil, aynı anda sıfatlarını da vermektedir.

 

EVVÂH / (ah edip inleyen)

Evvâh kelimesinin kökü, keder ve acıma ifade eden 'ah'dır.

Evvâh olan kişi, başkalarının acılarını benliğinde duyar ve onlara duyduğu merhametin bir belirtisi olarak "ah!" eder, inler.

Evvâhlığın babası, Hz. İbrahim'dir. Onun evvâhlığı öylesine büyüktür ki, Kur'an onu 'bir ümmet' olarak nitelendiriyor. Çünkü o, bütün bir ümmete yetecek bir kederi tek başına üstlenmiştir.

 

EZİLENLER / (müstaz'afûn)

…istiz'af, za'f kökünden gelir

 

"Allahümme innî eşkû ileyke za'fe kuvveti ve hevânî ale'n-nas!" (Allahım! İnsanlar nezdindeki za'fımdan ve etkisizliğimden sana sığınırım!)

 

İstiz'afa uğratılanlara Kur'an zaîf (çoğulu zuafa) ve müstaz'af demektedir. Müstaz'aflar için savaş vermemek, insanoğlunu Allah karşısında çetin bir sorgulama ile yüz yüze getirecektir.

 

FESAT / (bozgunculuk, dengesizlik)

…bir şeyi itidal dairesinden az veya çok çıkarmak

Fesadın esasını, varlık ve oluştaki dengeyi bozmak, bozgun ve yozlaşma vücuda getirmek oluşturur.

Fesadın her türü, insanın eseridir.

İnsanın ürettiği fesattan en büyük payı şirk, ikinci olarak münafıklık (ikiyüzlülük), üçüncü olarak da Yahudi toplumu almaktadır.

 

FIRKALAŞMA / (fırka, teferruk, tefrik, teşeyyu', hizip, takattu')

Fırka sözcüğünün kökü olan fark, bölmek, ayırmak, parçalamak, iki taraf arasında hüküm vermek anlamlarındadır.

 

Dinde fırkalaşma, Yaratıcı'nın tek olan yolundan sapıp başka yollara girmenin sonucudur,

Fırkalaşmanın en ağır şekilde itham edildiği yer, dinde fırkalaşmadır.

 

Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!

 

Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın!

 

FITRAT / (yaradılış)

Uzunlamasına yarmak, memeden parmakla süt sağmak, hamuru mayalandırmadan pişirmek, deriyi tabaklamadan işlemek, zuhur (çıkış, fışkırış), hayvanın azı dişi bitmek, yaratmak, örneği olmayan bir şeyi vücuda getirmek...

 

Hz. Peygamber'in beyanına göre, insanın fıtratı temiz ve yücedir. Bozulmalar, insanın dünyaya gelişinden sonra yine insan eliyle vücuda getirilmektedir.

 

Kur'an müfessirlerine göre, Allah'ın Fâtır diye anılışı, yokluğu yarıp varlığı ondan çıkardığı içindir.

 

FİRAVUN

Son Peygamber hariç olmak üzere, hiçbir peygamberin tarihsel kişiliğine ilişkin güvenilir bir bilgimiz yoktur. Hiçbirinin mezarı bile belli değildir. Kur'an isteseydi bu bilgileri de bize kazandırırdı; ama istememiştir. İşin anlamına, idesine, icraat yanına dikkat çekmiştir. Çünkü akıp giden zaman içinde gelecek kuşaklara boyut kazandıracak olan, idelerin tanınması, onlardan ders çıkarılmasıdır.

 

Firavunun hizmetinde çalışanlar, 'âl' sözcüğüyle ifade ediliyor. Râgıb'ın beyanına göre, âl, 'eşraf ve üstünlerden oluşan yakın çevre' demektir,

 

Hâman sözcüğü, Eski Mısır'da din adamlarının unvanı olarak kullanılmıştır.

Amon-Ra'nın hizmetkârı anlamında Hâ-Amon'un Arapçalaşmış şeklidir.

 

Firavun saltanatlarının hegemonyasını bitirmenin Kur'ansal yolu şu iki aşamadan geçer:

1. İsyan,

2. Devrim.

 

FİTNE

Fitne ve fetn, saf altın veya gümüş elde etmek için maden karışımını ateşte yakmaktır. Buna göre fitne, iyi ile kötüyü, arı ile kirliyi, doğru ile yalancıyı seçip ayırmakta, bir fıtrat yöntemi olarak kullanılmaktadır.

…saf altın elde etmek için madeni yakana fettan dendiği gibi, insanın kalbini sevda ateşiyle yakan güzel kadına da fettan denir

 

…insanlık, kirlilik ve kötülük oranı yükseldikçe, fitneye daha çok maruz kalacaktır.

 

"İnsanlar, 'İnandık' demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar!”

 

…fitne imtihanı bazen bir hikmete bağlı olarak Allah'tan gelir, bazen de kulun hatalarının bir eseri olarak vücut bulur.

 

Muhammed ümmetinin en büyük fitnesinin mal fitnesi olduğunu da, Hz. Peygamber haber veriyor.

 

GAYB

Gayb, güneş ve benzeri varlıkların gözden kaybolmalarını ifade için kullanılır

Buradan hareketle, gayb, duyu organlarına saklı kalan ve insanın bilgisinden gizlenen her şey için kullanılır olmuştur.

…gaybın esası mevcut olmamak değil, herhangi bir sebeple fark edilir olmamak, özellikle görünür olmamaktır.

 

Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilmez.

Hiç kimse hangi toprakta öleceğini bilmez.

 

GECE

Kendisine defalarca yemin edilerek söze başlanması da gösterir ki, gece kavramı ontolojik, dinsel ve psikolojik çok derin mânâlar içerir.

Kur'an, gece yürüyüşünü kutsayan bir kitaptır,

 

Gündüzler, insanı şehâdet âlemine (görülen âleme), geceler gayb âlemine bağlar.

 

Gece, yabancı gözlerden gizlenmiştir.

 

Gören göz fazla uyuyamaz. Fazla uyuyanlar, görülmesi gerekenleri göremezler.

 

Sonsuzluk, kaprisli bir bakire gibi dolanır gece karanlıklarında ve kendisi için sevdalanmış, durmadan ağlayan uyanık, yaşlı gözler arar.

 

GIDALAR VE GIDALANMA

Peygamberler de dahil hiçbir insanın haram koyma yetkisi yoktur.

…şüphe halinde haramlığa değil, helalliğe hükmedileceği de temel kurallardan biridir.

 

Haram ve yasaktan söz etmek için Yaratıcı'nın açık bir emirle ve net bir biçimde bir yasaklama getirmiş olması lazımdır.

 

Sınâat (teknoloji), rızkın Allah'ın elinden çıkanını yok edip insanı görünmez bir açlıkla yüz yüze getirmektedir. Bunun en kısa ifadesi, doğal ürünlerden yoksun beslenmedir.

 

Saf bal aynen doğal su gibi, mutluluk ve doğal yaşam yurdunun temel gıdalarındandır.

Saf su ve bal gibi saf süt de mutluluk ve ahenk yurdunun belirgin gıdalarındandır.

İncir

Zeytin

Üzüm

Çöl Hurması

Meyve

Kur'an, 'taze et' tabirini sadece deniz ürünleri için kullanmaktadır.

 

En'am, Kur'an'da da büyük ve küçükbaş hayvanlar için kullanılmaktadır. Mutluluk ve sağlık kaynağı bir doğal hayatın Kur'an tarafından çizilen iç açıcı tablolarında büyük ve küçükbaş hayvanlarla onların otlaklarına da dikkat çekilir.

 

Gıdalarla kişilik ve zihin yapısı arasında kaçınılmaz bir ilişkinin bulunduğu tıp-bilim dünyasının da altını çizdiği bir gerçektir.

 

GIYBET

Hadislerde gıybet, aynı kelimeyle ifadeye konur ve en ağır günahlardan biri olarak tanıtılır.

 

Gıybete doğrudan değinen Hucurât 12. ayet ise "Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bakın, bundan iğrendiniz. Allah'tan sakının!" diyerek gıybet etmenin insan ruhunda ve toplum hayatında vücut verdiği tahribi dile getiriyor. Ve gıybet etmenin, insanın kanı ve eti gibi olan onurunu yaralamak anlamına geldiğini gösteriyor.

 

GİYSİ

Giysi ve giymek anlamında, lübs (giymek) kökünden libas sözcüğü ile siyâb sözcüğü kullanılmaktadır. Lübs kökünden türeyen 'lebûs' da giysi, özellikle zırhlı giysi ve zırh anlamında kullanılmaktadır.

 

Libas, Kur'an'ın açık beyanına göre, Cenabı Hak tarafından insanoğluna şu iki amacı gerçekleştirsin diye verilmiştir:

1. Edep yerlerini (cinsiyet bölgelerini) örtmek,

2. Süs ve gösterişi (rîş ve hilye) sağlamak.

 

Kur'an, libas kavram ve başlığı altında ele alınacak üç temel sözcük daha kullanmıştır: Siyâb, cilbâb, hımar.

 

…siyâb sözcüğü, çoğuldur. Tekili 'sevb' olan bu sözcüğün çoğul şekillerinden biri de 'esvab'dır ki Anadolu'da da elbise anlamında kullanılır.

 

Cilbâb (çoğ. celâbîb), Kaamus'un beyanına göre, 'gömlek, üstlük denen geniş giysi ve bazılarınca da kadınların başlarına örttükleri hımar türü örtü demektir'

 

Humur, hımar sözcüğünün çoğuludur. Hımar (noktalı Hı ile), Âsim Efendi'nin nefis Türkçesiyle, "Mutlak olarak bir şeyi örten şeye denir."

 

Libas (giysi) konusuna değinen ayetler incelendiğinde, örtünme emrinin şu tek amaca yönelik olduğu görülür: Teşhir ve tahriki engellemek. Kur'an'ın kullandığı bir sözcüğü kullanarak bunu 'teberrüce meydan vermemek' diye de ifade edebiliriz.

Teberrüc, Ahzâb 33. ayetin beyanına göre, 'ilk cahiliye döneminin teşhirciliği'dir.

 

…tesettür sözcüğü Kur'an'da geçmez. Allah'ın isim-sıfatları arasında gösterilen ve tesettürle aynı kökten gelen 'settâr' (örten, perdeleyen) sözcüğü de Kur'an'da yoktur.

 

…tesettürün yapısında 'tekellüf vardır. Böyle olunca, tesettür 'zorlayarak, baskı ile veya zorlanarak örtünme' anlamına gelir ki Kur'an'ın din ve insan anlayışına, vahyin ruhuna aykırıdır.

Kur'an'ın örtünme emri vardır ama tesettür emri yoktur.

 

GUSÜL

Boy abdesti veya gusül dediğimiz eylem, Kur'an'da iğtisal sözcüğüyle karşılanmaktadır.

İğtisal (gusül yapmak, gusletmek), vücudu baştan başa yıkamaktır.

 

Cünüplük veya cenabet, cenb kökünden türemiştir. Cenb yan, yanında, yakınında olmaktır. Yakınlığın en ileri hali olan birleşmenin sonunda yıkanmak gerektiren hale cünüplük denmesi bundandır.

 

Cünüp insan, temizlenmedikçe namaz kılamaz, Kabe'yi tavaf edemez.

 

GÜNAH / (cürüm, fahşa, fısk, fücur, seyyie, vizr, zenb)

İnsan, tekâmül etmeye sadece mecbur değil, mahkûm bir varlıktır.

 

…oluş, tekâmül eden varlığın izlediği bir dairedir. Bu dairede çemberin tamamlanması esastır ve zorunludur. Oluş dairesinde, tekâmül etmek üzere bir noktadan yola çıkan varlık, tekâmülünü tamamlayarak başladığı noktaya gelir. Tasavvuf düşüncesinde buna devir denmektedir.

 

Her şey zıddıyla vardır ve tekâmül, zıdların birlikteliği üzerine oturur.

Din dilinde bunu ifade eden ilke, günah-sevap zıtlarının birlikteliği ilkesidir

 

Günahsız insan dayatması olmasaydı belki de riya hiç olmayacaktı.

Kimse, insanlar arasında üstün olacağım diye riyakârlığa tevessül etmesin...

 

Seçenek ve aksini yapma imkânı olmadıkça, ahlak ahlak olamaz.

 

Gerçek tektir ve tevhid (birlik) esastır. Ve günah, gerçeğe ve tevhide az veya çok ters düşmektedir. O halde, her günah, hayatın bütün alanlarında rahatsızlıklara ve yozlaşmalara yol açacaktır.

 

Mefsedin defedilmesi, menfaatin celbedilmesinden evladır.

Bu bir fıtrat kanunudur. Önce tahrip durdurulur, sonra imar ve süsleme işine gidilir.

 

Cürüm (günah, haksızlık, çirkinlik):

Türkçede cürüm diye yerleşen ve genelde suç, günah anlamlarında kullanılan bu kelimenin aslı cerm ve cürmdür. Cerm ve cürmün esas anlamı, henüz olgunlaşmamış meyveyi ağaçtan kopararak veya keserek almaktır. Zaman içinde cerm her türlü haksız ve çirkin kazanım için kullanılır olmuştur.

Cürme bulaşana mücrim denir.

Batacak memleketlerde, çökecek medeniyetlerde mücrimler, özellikle en büyük mücrimler köşe başlarına gelir.

 

Fahşa

Fahşa, fuhş ve fahişe kelimeleri "aşırı derecede çirkin ve iğrenç fiil ve söz anlamındadır.

Fahşa, şeytanın insana sürekli musallat ettiği illetlerden biridir.

 

Fısk:

Fısk ve füsûk, bir yerden çıkmak, ayrılmak anlamındadır.

Tomurcuğun açılıp içinden filizin çıkmasına, küçük farelerin deliklerinden çıkmasına da fısk denir.

…her kâfir fasıktır ama her fasık kâfir değildir.

 

Fücur:

Fücur ve fecr, bir şeyi genişliğine yarıp parçalamaktır.

Fücur, haktan sapıp hak yolunu yarmak ve hak nizamından çıkıp fısk ve isyana düşmektir.

Fücur sergileyenlere fâcir

 

Vizr:

Vizr (çoğulu: evzâr); günah, yük, borç anlamlarında kullanılır.

…sultanın yükünü yüklendiği için padişah yardımcısına da vezir denmiştir. Bu işi yüklenen kuruma da, vizâret veya vezâret denir.

 

Hiçbir günahkâr, bir başkasının günah yükünü taşımaz.

 

Zenb:

Zeneb, canlıların kuyruğuna denir.

…zenb, insanın kazandığı mertebe ve yürüdüğü tekâmül yolundan geriye çekilmesini veya bu yolda geri kalmasını gerektiren fiil ve davranıştır.

 

GÜZELLİK

Allah'ın isim-sıfatlarından biri de Muhsin'dir ve anlamı, güzel yapıp-eden, güzel yaratandır. Ayrıca, Esmâül Hüsna'nın Bedî', Mübdi', Cemil, Nur vs. gibi isimlerinin tümünde güzellikle ilgili bir yan vardır.

 

İhsan üzere olanlara Kur'an Muhsin diyor.

Allah Muhsin'dir ve kulunun da muhsin olmasını istemektedir. Muhsin, güzellikler sergileyen ve güzel işleri, layık oldukları şekilde güzel yapan demektir.

 

Güzeli tasdik, güzelliği hayata sokmak insanın önünde zorlukları eritir ve hayatı daha mutlu ve daha kolay hale getirir. Bunun tersini yapıp güzele sırt dönenler mutsuzluk, zorluk ve yokuşla yüz yüze getirilirler.

 

Güzel ödünç: Bu, Allah'a verilir ve karşılığı, verilenin kat kat fazlasını almak ve bağışlanmaktır.

 

HAC

…bu kelime ziyaret anlamındadır.

Hac, Müslümanı, bireysel şuurdan, toplumsal şuura ulaştırmakla bırakmaz, evrensel şuura yüceltir ve oradan kozmik şuura yükselterek varlıkla birlik sırrını gerçekleştirir.

 

Hac ibadetinin fiilen başlaması ihramla olmaktadır. İhram, esasında helal olan bazı şeyleri, belirli bir süre kendine yasaklamak anlamını taşıyor.

 

Kur'an Bakara 197'ye göre, hac, 'hac ayları' denen üç ay içinde yapılabilir.

Haccın bilinen ayları 'Eşhuru'l-Hac' denen Şevval, Zilkade ve Zilhicce'dir.

 

Kur'an hiçbir ibadette vekâlet imkânı getirmemiştir.

 

HADİS

Hadis, "işitme yahut vahiy yoluyla uykuda veya uyanık halde insana ulaşan her türlü söz demektir."

 

"Bu Kur'an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir." (Yusuf, 111)

Kur'an böylece, mucize bir beyanla, uydurulmuş birtakım hadislerin kendisinin getirdiği dine musallat olacağını, yer yer ve zaman zaman bu hadislerin kendisine rakip gibi sergileneceğini ve algılanacağını haber vermektedir.

 

HÂKİMİYET / (hükm, mülk)

Mutlak hâkim ve Mâlik, Allah'tır.

Yani söz, karar ve tasarruf O'nundur.

Hüküm yetkisi öncelikle peygamberlere verilmiştir.

İnsanın hüküm yetkisi kullanmasından söz eden ayetler üç kavramın altını çizmektedir. Bunlar: 1. Adalet, 2. Allah'ın indirdiği, 3. Allah'ın gösterdiğidir.

Kur'an, egemen gücü, insan olmaktan çıkarmıştır. Egemen güç, Allah'ın indirdiği-gösterdiğidir. Yani ilkeler.

 

Kur'an, Nisa 75, hukuk ve adalet dışı yönetim sergileyenlere karşı savaş istiyor.

 

HAMD

Allah'a hamd, her hal ve şartta, şükürse bize ulaşan nimetler karşılığında yapılır. Ve bu yüzden, fazlalaşmasını istediğimiz şeyler için şükrederiz.

Hamd, Yaratıcı dışında hiçbir şahıs ve kuvvete yöneltilmeyecek bir övgü türüdür. "Hamd, nimetleri sınırsız ve sonsuz olan kudrete yapılır ki, o da Allah'tır."

 

Hamd etmeye, hamdele denir. Bunun en kısa şekli ise "Elhamdü lillah" (Hamd Allah'a özgüdür) demektir.

 

HANÎF

…bu kelime, hem bütün müminlerin hem de Hz. İbrahim'in sıfatı olarak kullanılmaktadır.

İbranice bir kelime olan hanîf, atalar dinine ve atalar geleneğine aykırı davranan zındık, sapık demektir.

(şöyle söylenmelidir, hanif sözcüğü Yahudi lisanında, geleneğe, Yahudilerin eskilerinin, atalarının inancına aykırı hareket eden kişileri nitelemek için kullanılır. İki tanım arasındaki fark şöyle bir yanlışa sebep olmaya çabalar: sözcüğün kökeni, aslı esası Yahudi diline aittir. Hâlbuki Yahudi inancı sapkın, sapıktır. Çünkü onlar, bütün kelimelerin anlamını saptırmış olanlardır. Hal böyleyken hâlâ daha belli bir kelimenin esasını bu sapkınların lisanında aramak hatadır.)

 

HARAMLAŞTIRMA / (tahrîm)

Haramlığı Allah tarafından ilan edilmeyen her şey mubahtır.

Tahrîm, Allah'ın tekelinde olduğuna göre, din adına peygamberlerin bile haramlaştırma yetkisi yoktur.

 

HAŞR

…bu kavram daha çok son hesap günü, kıyamet günü anlamında kullanılmaktadır.

 

HAYVANA DÖNDÜRME / (mesh)

Kur'an, bunun, Allah'ın lanet ve gazabının bir sonucu olduğunu ve en kötü cezalardan biri olarak geldiğini beyan ediyor. Bu dönüştürme, yine Kur'an'ın bildirdiğine göre, domuza, maymuna ve tâğut kullarına çevirme şeklinde oluyor.

 

İbn Hanbel'deki bir hadis "Yılanlar, hayvana dönüştürülmüş cinlerdir" diyor. Bir gün, önüne getirilen dabb adlı kertenkele cinsinden bir hayvana bakan Hz. Peygamber: "Bunlar, hayvana tebdil edilmiş bir insan topluluğudur" buyuruyor.

 

HAYVANLAR

Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir.

 

Kur'an'da Adı Geçen Hayvanlar: Arı, balık, inek, öküz, at, deve, koyun, keçi, eşek, katır, köpek, kuş, sinek, sivrisinek, örümcek, karınca, çekirge, kurbağa, karga, aslan, kurt, yılan-ejderha, maymun, domuz.

Kendisine vahiy gönderildiğinden bahsedilen tek hayvan, arıdır.

 

HESAP SAATİ

Allah'ın koyduğu varlık yasalarını ihlal edenler, doğal dengeleri bozarak sapan toplum ve uygarlıklar şiddetli bir hesaba çekilir, ardından da ağır bir azapla cezalandırılırlar.

 

Yanlış hesap yüzünden gelen ceza ve azap anlamlarında da kullanılan 'hüsban'

…'sanmak' diye çevirdiğimiz sözcüklerin birçoğu bu köktendir. Ve tam karşılığı 'yanlış hesap' veya 'hesabı yanlış yapmak, hesap hatası sonucu varılan sanı' olmaktadır.

Hisban, iki karşıtın her ikisini dikkate almadan sadece biriyle yetinip yapılan parmak hesabı sonucu varılan hükümdür.

 

HIRSIZLIK / (sirkat)

Hırsızlık, Kur'an'ın büyük suçlar arasında gösterdiği ve maddî yaptırım olarak el kesme cezasıyla önlemeye çalıştığı kötülüklerden biridir.

(El kesmeyle ilgili olarak yapılan yorumlar, adaletten ya da hırsızdan yana olmak bakımından çeşitlidir.)

 

HİCRET

Hecr, kişinin başkalarından farklı oluşu, ayrılık, ayrılma anlamlarındadır. Hicret ise kişi veya kişilerin şahıs veya mekânlardan göç yoluyla ayrılmalarına denir

 

Kutsal değerlerin tehlikeye düştüğü sırada, sırf bedensel gayelerle toprağa bağlılığı sürdürmek Kur'an'ın kabullerine aykırıdır. Vatan, ancak bu değerlerle birlikte kutsaldır.

İman erleri sürekli yürüyüşte sükûn bulurlar. Durmak onları öldürür. Mümin, her an hicret halindedir.

Yeryüzünde sürekli dolaşma, Kur'an'ın sık sık tekrarladığı emirlerden biridir.

Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde gidecek-barınacak bir yer de bulur, genişlik de bulur.

 

Hicret insanlığın yeniden kuruluşu

 

HİDAYET

Hidayet ve hüda, göstermek veya görmek, fark etmek, bir hedefe giden yolda yürümek anlamlarındadır.

Hidayetin karşıtı dalâlettir

 

Her fail, faaliyetinin iyi ve güzel olduğuna inanarak çalışır. Faaliyetinde başarılı yürümek, onun için hidayettir.

 

Mutlak'a nispetle her şey, İbn Arabi'nin ifade ettiği gibi, 'sıratı müstakim üzeredir.' Çünkü, varlık, Allah'ın tecellilerinin tümü, toplamıdır

Kur'an'ın bizden istediği, peygamberlerin kişiliğinde örnekleşen hidayeti izlememizdir.

 

Hidayet 4 mertebedir ve bu mertebeler arasında hiyerarşi vardır. Bu mertebelerden birincisinin hakkını verip onu elde edemeyen, ikinciyi hak edemez

1. Aklın hakkını vermek, 2. Zorunlu genel bilimlerin hakkını vermek.

 

HİKMET

Hakim, her söz, iş ve oluşu hikmet sergileyen demektir.

…şeyleri mutlaka bulunmaları gereken yere koymak ve bilginin hakikati

…tüm yaratıcı fark ediş güçlerinin ortak adı

O, bir yaratıcı ve erdirici bakış gücüdür ki, insan ve eşyaya egemen olan ölümsüz sırları fark ettirir. Bu bakımdan salt bilgi hikmet değildir. Bilginin kavrayış derinliğine ulaşması ve sonuçta ortaya bir özgünlük koyması halinde hikmetten söz edilebilir,

Vahiy, hikmetin zirvesidir

 

HRİSTİYANLAR / (nasâra)

Hristiyanlara nasâra denmesinin sebebi,

Kelime, Nasrân adlı köye nispet edilenler anlamındadır ki, Hz. İsa ve havarileri bu köye nispet edilirlerdi.

 

HUŞU

…huşu, Arap dilinde, bakışın yere dikilmesi, gözleri kapamak, sesi alçaltmak, kederli tavır takınmak, boyun bükmek ve tevazu gibi anlamlar taşır.

Allah'a götüren değerlerin zayıflamasının veya ortadan çekilmesinin belirtisi, Hz. Peygamber'e göre şudur: "Ortalıkta huşu sahibi insan göremezsin."

 

HÜCCET / (aksi ispatlanamayan aklî-ilmî delil, burhan, sultan, beyyine)

İki zıddın birinin sağlamlığını gerektiren delil-beyyinedir.

Istırap, hücceti yaratır, besler, egemen kılar. Refah ve rahatlık ise kudreti egemen kılar, şımarıklığı büyütür ve çöküş getirir. Tanrısal kader odur ki, kudretin zebunu olup ezilen mustaripler, içlerindeki yaratıcı volkanı geliştire geliştire egemenlikleri altında ezildikleri kudret sahiplerinin zaman içinde efendisi konumuna gelirler, onları sessiz ve görünmez bir gelişmeyle egemenlikleri altına alırlar.

 

Sultan; hüccet, egemenlik, sulta ve bu niteliklere sahip kişi demektir.

…tarih içinde Kur'anî anlamından çıkarılıp Bizanslı bir anlama büründürüldü ve kudret göstergesi haline getirildi.

 

Burhan: Anlaşılır hale getirmek, açıklığa kavuşturmak anlamındaki bürh ve berha kökünden türemiştir.

Bürhan-ı riyazinin iki türünden söz edilir: 1. Bürhan-ı tahlilî: Genel hükümlerden cüzî hükümlere varılarak elde edilen burhandır. 2. Bürhan-ı terkibi: Cüzî hükümlerden, parçalardan bütüne genel hükümlere varılarak elde edilen burhandır. Bürhan-ı hulfî veya bürhan-ı nakz denen üçüncü bir burhan türü vardır ki bunun Kur'an'da kullanıldığını görmekteyiz. Bu burhan türü, bir fikrin doğruluğunu onun zıddının yanlışlığını ortaya koyarak ispat yoludur.

 

Beyyine, hücceti açıklamada öne çıkarılan unsurlardır

Hüccetin omurgasında ilim vardır. Bunun içindir ki hüccet haline dönüşemeyen kudretler batmaya mahkûmdur.

"Allah, aklını işletmeyenlerin üstüne pislik atar."

Kur'an'a göre, doğruluğun (sıdkın) tek belgesi vardır:

Bilgi ve düşünceden oluşan kanıt. Kur'an buna hüccet veya burhan diyor.

Burhanın karşısına dikilen şeye bühtan denir.

 

İBADET / (iş yapıp değer üretmek, tapınmak)

Kuranın anlayışına göre, Yaratıcı'ya yakarış ve sığınış anlamında ibadet, karşılıklı aşk ve saygı ilişkisidir. Bu ilişkide, taraflardan ikisi de faaldir. Allah, kulunun ibadet alâkası içinde bütün faaliyet ve yakarışlarına karşılık vermektedir.

Salât, geleneksel ritüel dinde namaz diye kayıtlanmıştır. Bildiğimiz şekliyle namaz, salâtın sadece bir şeklidir. En mükemmel şeklidir, çünkü Kur'an'daki bütün niyaz hallerini toplayıcıdır, ama nihayet bir şeklidir.

Tüm yeryüzü mabet, tüm meşru fiiller ibadettir. İbadetin Kur'ansal ruhu, ölümsüzlüğü yakalamak için sürekli iş yapıp değer üretmenin kutsallaştırılmasıdır.

 

İBLİS

Kur'an'da bazen, kullandığı kuvvetin adı olan şeytan kelimesiyle de anılan iblis, esasen şeytan başlıklı tüm karanlık ve çarpıtıcı kuvvet ve oluşların fert halinde sembolü ve temsilcisidir. Bu bakımdan şeytan kelimesi çoğul (şeyâtîn) kullanıldığı halde iblis daima tekildir.

 

İblis, türediği iblâs mastarından, hayır ve mutluluktan ümit kesmiş olmaktan kaynaklanan bir keder ve hırçınlığa düşmek, ümitsizlik ve pişmanlıkla perişan olmak anlamındadır,

…iblis, görünmeyen bir kuvvettir.

Kuran onu melek olarak anmamaktadır.

Allah, Âdem'e secdeyi emrederken, 'kendi ellerimle yarattığım varlık' diyerek Âdem'in Allah'ın özel ilgi ve itinasıyla yaratıldığına dikkat çekmiştir. İblis, gurur ve bencilliğinin gözlerine çektiği perde yüzünden, buradaki varlık ve oluş sırrını da görememiştir.

Âdem'in seçkinliğinin, iblisin de lanetlenişinin temelinde şu birbirinin zıddı beş şey vardır: Âdem; suçunu kabullenmek, pişmanlığını belirtmek, kendini kınamak, tevbeye sarılmak ve Allah'ın rahmetinden ümidini kesmemek suretiyle mutluluğa erdi. İblis ise hatasını kabul etmemek, pişmanlığını itiraftan kaçınmak, kendini kınamamak, aksaklık ve bozukluğu Allah'a nispet etmek ve rahmetten ümidi kesmekle mahvoldu.

 

İblis, Allah'ın değil, insanın düşmanıdır

 

…iblis, neticede bir oluş ve tabiat kuvvetidir. Varlıktaki temel faaliyetlerden birinin adıdır. İblis, varlığın ateş kuvvetidir ve toprak kuvveti olan Âdem'e karşı öne çıkarılmıştır.

 

İFTİRA

İftiranın kökü olan Fery, bir nesneyi herhangi bir maksatla yarmak anlamındadır. Yalan söz peyda eylemeye de fery denir. Tulumu yarıp yeniden dikmeye de fery denmektedir.

 

İHTİLAF

 

İKRAH / (baskı, zorlama)

Dinde baskı-zorlama-tiksindirme yoktur.

 

İLİM

İlmin karşıtı cehalettir.

İlim, bir şeyin hakikatini bilmektir.

İlmin aksine, "irfan, bir şeyi izinden, işaretinden hareketle tedebbür ve tefekkür ederek bilmektir. Allah'ı bilmeye ilim değil de marifet (irfan) denmesi, beşerin onu ancak eserleri üzerinde düşünerek bilebileceği gerçeğine işaret içindir.

…irfan, noksan olan ilim (el-ilmü'l-kaasır) için kullanılır.

Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardına düşme!

İlmine sahip olmadığınız şeyin ardınca gitmek, her şeyden önce ehliyetsizliğe teslim olmaktır ki, ziraattan sanayie, felsefeden ekonomiye, sanattan dine kadar tüm alanlarda felaket getirir.

Kur'an vahyine karşı çıkanların hareket noktası, atalarının kabulleri, yani geleneğin kendilerine ezberlettikleridir.

 

Kur'an'ın ilimler tasnifi

1. Vahyin mahiyetine ilişkin ilim

2. Yaradılışa, özellikle ilk yaradılışa ilişkin ilimler

3. Kıssaları değerlendirmeye ilişkin ilimler

4. Tabiat olaylarının, sünnetullahın (tabiat kanunlarının) incelenmesine ilişkin ilimler

5. Gök cisimlerinin seyrine, gök olaylarının izlenmesine, Ay ve Güneş'in menzillerini takdire, yılların gelip geçişiyle ilgili hesapların yapılmasına yarayan ilimler

6. Silah ve savunma âletlerine ilişkin ilimler

7. Kutsal metinler tarihine ilişkin ilimler

8. Kutsal metinlerin incelenmesine ilişkin ilimler

9. Tanrı'nın koyduğu normları anlamaya yönelik ilimler

10. Eski medeniyetleri ve tarihsel kalıntıları inceleyen ilim

 

İMAN

…imanın kökü olan emn (emânet ve eman)

Dikkat çeken noktalardan biri de imanın fiil halinde kullanımlarının büyük kısmının amel (iş, eylem, hareket) ile birlikte yer almasıdır.

 

İNSAN

Kur'an, biricik muhatabı olan insanı, her şeyden önce bir toplum varlığı, bir sosyolojik varlık olarak görmektedir.

Allah, ayetlerini hep nâsa yani çoğul halinde (toplum halinde) insana açıklamaktadır.

 

…insan sözcüğünün lügat anlamları

1. Görmek, görme gücü: İnsan, bakma ve görme gücü kuvvetli bir varlıktır.

Belki de bunun için olacak, insan sözcüğü 'göz bebeği' anlamına da gelmektedir.

2. Ünsiyet (yakınlık ve kaynaşma) oluşturabilme yetisi: İnsan için iki ünsiyet vardır: Bunların biri insanın iç dünyasıyla Yaratıcı arasındaki ünsiyet, ikincisi de insanın bedeniyle dış dünya arasındaki ünsiyet.

3. Uyuşum, kaynaşma ve medeniyete yatkınlık: insan, doğası itibariyle uygardır

4. Unutkanlık…

 

İnsanın yaratılışı bağlamında suyun değişik şekillerinden söz edilmiştir: Ma-i mehîn, ma-i dâfik, nutfe, alaka.

Tîn: Kil-çamur anlamındadır. İnsanın tîn'den yaratıldığı defalarca dile getirilmiştir.

 

Salsâl: Tıngırdayacak şekilde kurutulmuş çamur veya çamurdan yapılmış olup vurulduğunda tıngırtı çıkaran eşya anlamındadır.

 

Hame-i Mesnûn: Hame', kokuşmuş balçık demektir. Ona sıfat yapılan 'mesnûn' sözcüğü ise sene kelimesinden türeyen ve 'üzerinden yıllar geçmiş' anlamına gelen bir kelimedir.

 

Alak ve alaka sözcüğü, yapışıp ilişmek anlamının maddesel ve ruhsal boyutlarını aynı anda içermektedir.

 

Nuh 14. Ayet: Allah sizi, halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı.

 

Kur'an'ın insanı anlatan ayetleri incelendiğinde, insanın nitelikleri…

Nankör varlık: İnsan için, nankör anlamında bazı ayetlerde 'kefûr' (11 yerde), bazı ayetlerde aynı kökten, aynı anlamda 'keffâr' (5 yerde), bir ayette ise 'ekfer' (Abese, 17) sözcüğü kullanılmıştır.

…bu sözcüklerin üçü de 'çok nankör' demektir.

 

…şeytanın insana ilk emri 'Ükfür!' yani "Nankörleş, inkâr et!" olmaktadır, (bk. Haşr, 16) şeytanın da temel sıfatlarından biri, aynen insan gibi, 'kefûr'dur.

 

Aceleci varlık: İnsan çok acelecidir.

…insanın nankörlüklerine direnç göstermenin temel koşulu, sabırlı olmaktır.

 

Ümidini hemencecik yitiren varlık: Bu anlamda yeûs ve kanût sözcükleri kullanılmaktadır.

Ümitsizlik; küfrün, sapıklığın, karanlığın, şerre yenik düşmenin ve nihayet Allah'a güvensizliğin ürünüdür,

 

İnsanın temel sıfatlarından biri de zalimliktir

…insanın kendine zulmetmesinden söz eden ayetlerde insan tekil değil, daima çoğul (nâs şeklinde) kullanılmıştır.

 

Zayıf yaratılıştı, dayanıksız varlık: İnsanın zayıflığı, sadece gücünün yetersizliği değildir; insan, kolayı ve rahatı tercih gibi bir zaafın da mahkûmudur.

Onur, lezzetin değil, eziyet ve ciddiyetin ödülüdür.

 

Cimrilik, hayatı zorlaştıran ve insanı kendi içinde yokuşa süren büyük bir beladır.

 

Hiçbir varlığın yüklenemediği bir büyük emaneti yüklenen insan, bu emanet taşıyıcılığına denk bir bilgiye asla ulaşamaz. Bu yüzden çok cahildir.

 

İnsan, sahip olduklarıyla bildiklerinin daima çok üstünde şeyler ister.

İnsan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur!

 

İnsan; cahilliği, hayalciliği ve doymazlığı yüzünden aldatılmaya çok müsait bir varlık

 

İnsanın azgınlığını, hak tanımazlığını ifadeye koyan ayetler yüzü aşkındır.

 

İnsanın önünde iki yol vardır: En yukarıya çıkaran yol, en aşağıya yuvarlayan yol.

1. İnsanın onuru dorukta bir onurdur ve bu, onun, yaratılıştan gelen öz hakkıdır; birilerinin lütfu değildir.

2. İnsanın sorumluluğu, öyle "Olsa da olur, olmasa da" türünden bir sorumluluk değildir; ağır ve çok ciddi bir sorumluluktur. Bu yüzden, savsaklanması halinde ödenecek fatura varlığın en ağır faturasıdır.

 

İsyan edebilen varlık: İsyan, hem oluş ve eriş hem de ölüş ve tükeniş getirebilen esrarlı bir kavramdır.

Musa da âsidir (Musa'nın en büyük mucizesi sayılan asa, isyan kelimesinin köküdür) Firavun da...

 

ÎSAR / (başkalarının mutluluğunu kendi çıkarına tercih)

Kur'an 'ezelî günah' anlayışına yer vermez.

Günahı kim işlemişse ceza onundur.

Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.

 

Âdem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na yönelip tövbe etti. O da onun tövbesini kabul etti.

 

1. Başkalarını da düşünmek: İnfak,

2. Önce başkalarını düşünmek: Îsar.

 

…evvâhlık, îsanın bir aşamasını teşkil etmektedir.

Evvâh, teevvühü çok olandır

Hüzne delâlet eden bütün kelime ve seslere teevvüh, denir.

Evvâhlığın özellikleri içinde en önemli yeri ıstıraptan şikâyet etmemek ve insanlara küserek hizmeti aksatmamak tutar

 

İSLAM

Kur'an bünyesinde Allah'a teslim olmak anlamında kullanılan İslam'ın köklerinden biri olan silm; barış, güven ve huzur; selam ise; mutluluk, esenlik, güven demektir.

 

İslam'dan başka din arayanın bu dini kabul edilmez.

İslam'ı benimsemiş kişiye müslim (kadınsa müslime) denmektedir. Türkçe'de kullanılan Müslüman deyimi, kelimenin Farsçadaki şekli olan müselman sözcüğünün bozulmuş şeklidir.

…müslüman şu üç şartı taşıyan kişidir:

1. Allah'a iman,

2. Ahirete iman,

3. Salih amel.

Allah'a teslimiyetin Kur'anî yeterlilik şartları bunlardır. Gerisi mükemmellik şartı olur,

 

Deizm, dine karşı değil, ateizme (tanrıtanımazlığa, Allahsızlığa) karşı ortaya çıktı.

Dinci zorbalar insanları ateizme sığınmaya âdeta mecbur bırakıyorlardı. Din adı altında insanlığı ateizme sürükleyen dinci zorbalığın yıkımını durdurmanın deizmden başka bir yolu yoktu.

Deizm, Allah'a imanda samimi olan ama Allah ile aldatan dinci sınıfa tarifsiz bir kin duyan insanların yoludur.

 

İSRA / (gece yürütmek, gece yürüyüşü)

Kur'an'ın indiği dönemde Kudüs'te Mescid-i Aksa adıyla bir bina olmadığı biliniyor.

Bu tamlamanın anlamı, 'en uzak noktadaki mescit' demektir.

Kudüs'ün bulunduğu Filistin toprağı, bizzat Kur'an'ın beyanıyla, 'edne'l-arz' yani yeryüzünün Kabe'ye en yakın bölgesidir; 'aksa'l-arz' yani yeryüzünün en uzak bölgesi değil…

…insanoğlunun Kur'an dışında kirletmediği hiçbir değer, hiçbir miras kalmamıştır.

…gelecek bir zamanda yapılacak ve adı Mescid-i Aksa konacak bir mescide işaret edildiği de söylenemez. Çünkü ayette kullanılan fiil geçmiş zaman (mâzî) kipidir.

Ayette kastedilen, madde ötesi âlemde bir secdegâhtır ki bunu bizim aklımız ve üç boyutlu âlem şartlarıyla kayıtlı bilgilerimiz açıklayamaz. Kur'an bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır.

 

…bazı kaynaklar Mekke'nin Cîrâne Vadisi diye anılan mevkiinde Mescid-i Aksa adıyla anılan bir binanın bulunduğunu ve Hz. Peygamber'in, Mekke'nin merkezine en uzak mescit olan bu secdegâhta zaman zaman gidip namaz kıldığını haber veriyorlar.

 

İSTİKAMET

Bu kelimenin köklerinden biri olan kıyam, dik ve düzgün durmak, ikincisi olan kıvam ise düzgün, ahenkli, güzel olmak anlamlarındadır. Buna göre istikamet kıvam ve kıyamı korumak ve sürdürmek anlamına gelecektir. Türkçe'de bunu, dosdoğru yürümek, sapmadan, yalpalamadan yol almak diye ifadeye koyabiliriz.

 

İSYAN

İsyan kelimesi, değnek-sopa anlamındaki asa kelimesiyle aynı köktendir. Ve isyan, bir şeyi asa ile engellemek anlamındadır.

 

…duruş, çürüyüştür. İleri geçmek; duranı itmek, onun üstüne basmakla olur. İşte bu, isyandır.

 

KADER / (tabiat kanunları, varlık ve oluşun değişmezleri)

'Kader'; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir.

Kader sözcüğü, Kuranda 11 yerde geçmekte ve tümünde de 'ölçü' anlamında kullanılmaktadır.

 

KADIN / (nisa, imree)

İslam Peygamberi'nin dünyadan ayrılışından sonra hortlayan müşrik Arap şuuraltının, en zalim tahriplerini sergilediği alanlardan biri de kadın haklarıdır

 

Kamusal alanda, halkın görüşüne açık mekânlarda 'takva' tercihini öne çıkarmak, toplumu ve dini ifsat eder.

 

Geleneksel fıkha göre, kadınlar hür ve câriye olarak iki kısma ayrılmaktadır. Cariyelerin örtünmesi tıpkı erkeklerinki gibidir. Yani onlar edep yerlerini örttüklerinde örtünme görevlerini yerine getirmiş olurlar.

 

Kur'an, kadının giyinmesine ilişkin talebini düzenlerken şu iki Cahiliye örfünü dışlamaktadır:

1. Teberrüc yani kendini beğendirmek, erkeklerin dikkatini çekmek için süslü püslü giyinip sokaklara fırlamak,

2. Başın ve yüzün kapatılması.

 

Cumhuri ulema' diye anılan çoğunluk, tarih boyunca hep 'kadına karşı' tezlerin savunucusu olmuştur. Ve bunu çoğu kez, Kur'an ve sünnete açıkça ters düşme pahasına yapmıştır.

 

Harem, tam anlamıyla bir zulüm kurumudur.

…biz bunun bir Emevî uygulaması olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Türklerde bunun tam tersi vardı.

 

Kadınları hür ve câriye diye ikiye ayırmak:

Böyle bir ayrım Kur'an'da yoktur. Câriye sözcüğü bile Kur'an'da yoktur.

 

KALP / (kalb, fuâd)

Arap dilinde 'bir şeyi bir yönden öteki yöne çevirmek' (Râgıb) anlamını taşır. Türkçe'deki kalbetmek (bir halden bir başka hale çevirmek), inkılap (bir halden bir başka hale geçiş veya geçirme) bu köktendir.

…insana yaraşan, Allah'ın, bir göğüste iki kalp yaratmadığını bilmek ve benliği bir hedefe yönelterek varoluşu parçalamamaktır.

Kalp, Allah'ın evi (Beytullah)dir.

Kalbi perişan eden hastalıkların başında samimiyetsizlik ve riyakârlık gelmektedir.

Kalp marazı; kalp kararması (kasvet) getirir.

Kur'an-ı Kerim'de gılzat kelimesi ile de ifadeye konan kasvet, kalp marazının en tehlikeli olanıdır. Kalp katılığı, kalbin kararması demektir.

Kalp marazları, kalbi katılaştırarak paslandırır ve kalbin sonsuzluk yolunu tıkayarak onu Allah'tan koparır. Kuran burada istikbâr kavramına dikkat çekiyor. Kibre saplanma olarak tanıtabileceğimiz istikbâr, insanın kalbini mahvederek onun sonsuz ve ölümsüzle irtibatını kesen büyük bir beladır,

 

Hastalık ve bozukluklardan arınmış bir kalp, Kur'an dilinde selim kalp adını almaktadır.

…kalbe sıfat yapılan selim kelimesi, tevhid yolunun genel adı olan İslam'la aynı köktendir. Yani selam ve selamet kökünden. O halde, selim kalp barış, huzur, güven, sükûnetle dolu olan kalp demektir

Kur'an'a göre kalplerin doyması yalnız ve yalnız Allah'ı zikirle mümkündür.

 

KAMU MALI HIRSIZLIĞI / (gulûl)

…gulûl; emanete, özellikle kamuya ilişkin emanetlere ve kamu haklarına hainlik etmek, harp ganimetlerinden, kamu malından çalmak demektir.

Mâûn, 'yağmur suyu, ödünç alınan eşya, zekât, halkın yararlanacağı şey, istekliden esirgenen şey' gibi anlamlar taşımaktadır,

Kur'an bu sözcükle, toplumun yararına kullanılması gereken şeyleri ifade etmektedir. Zaten zekât da bunu ifade eden temel kavramdır.

Yönetim, yasama, yargı, denetim ve icra mevkiinde bulunanlar bir yığın kamu mal ve imkânının emanetçisi durumundadır.

 

KEFARET

Örtmek, gizlemek, görmezlikten gelmek anlamlarını taşıyan küfr kökünden türeyen kefaret, (özgün şekliyle keffâret) 'günahı örten şey' demektir.

Tekfir günahı örterek hiç yapılmamış gibi davranmaktır.

 

Zıhar Kefareti: Zıhar, bir kimsenin karısının vücudunu kendisine mahrem olan bir kadının vücuduna benzetmesi ve "Sen bana anam gibisin" vs. bir ifadeyle iki kadın arasında bir münasebet kurmasıdır,

Bu bir tür, helal olan bir şeyi haram gösterme yalanı sergilemektir ve cezası, kefaret ödemektir.

 

61 gün art arda oruç tutma şeklinde icra edilen oruç kefareti (kefâret-i savm) Kur'an'da yer almaz; fakihler tarafından sonradan ihdas edilmiştir.

 

KERAMET

Geleneksel anlamıyla, özellikle tarikat literatüründeki şekliyle keramet, peygamberlerin yetkilerini kullanmak için birtakım insanları öne çıkarma ve dokunulmaz kılma aracı yapılan bir kavram olarak dikkat çekiyor.

…kerametin Kur'an ve sünnette hiçbir dayanağı yoktur. Ama tarih boyunca, Allah ile aldatma sektörünün temel baskı ve iğfal aracı olarak devrede tutulmuştur.

Tarikatlar tarihinin, keramet sahibi olarak öne çıkardığı kişilere mal edilen harikaların hiçbirisine peygamberlerde bile rastlanmıyor.

 

Gözünüzü açın! Allah'ın velîleri için hiçbir korku yoktur. Tasaya da düşmezler onlar. Onlar iman edip takvaya sarılmış olan kişilerdir.

 

Keramet sözcüğüyle aynı anlamda bir kök olan 'kerem'in türevleri (kerîm, ikram, tekrîm, mükrim) Kur'an'da 40 civarında yerde kullanılmıştır.

…kerim sözcüğü hem Allah'ın hem Cebrail'in hem Hz. Peygamber'in sıfatlarından biridir.

Arap dili lügatları, kerametin kökü olan keremin şu anlamlarına dikkat çekerler: İzzet, onur, şeref, cömertlik, hürriyet.

İslam dünyasını, özellikle Türkiye'yi kanserojen bir ur gibi saran tarikat dinciliği, Kur'an'ın sözünü ettiği keremi (veya kerameti) yozlaştırmıştır.

 

KISAS

Arap dilinde kısas bir hak ihlalini aynıyla ödetmek, bir hak ihlaline aynıyla karşılık vermektir.

Kur'an-ı Kerim, katilin bağışlanması için gayret ve temennide bulunmakla birlikte, onu af yetkisinin, yalnız ve yalnız maktul tarafına ait olduğunu, doğal bir kanun olarak tespit ediyor.

Toplum ve otorite, ihlal edilen hakkın sahibini korumak zorundadır; hakkı ihlal edeni kurtarmak için bahane aramak durumunda değil.

 

KIYAMET / (kıyamet, saat, tedmîr, helak, din günü)

Kıyamet, kıyam mastarından türemiş olup, ayağa kalkmak, dikilmek, saygıyla beklemek anlamındadır.

Kıyamet, içinde yaşadığımız dünyanın ve evrenin parçalanıp dağılması ve bütün şuurlu varlıkların hesap vermek üzere Yaratıcı'nın huzurunda, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir biçimde kıyam etmesi olarak bilinir.

Kur'an'da kıyamet kavramını üç anlamda bulabilmekteyiz:

1. Evrenin kıyameti.

2. Yerkürenin kıyameti, yani küresel afetler sonucunda yeryüzünde hayatın sona ermesi veya sona yaklaşması.

3. Toplumların kıyameti, yani toplumsal çöküş.

 

KİBİR / (istikbâr, merah, ucb)

Kendini büyük görmek ve bu görüşü, karşısındaki insanları taciz aracı olarak öne çıkarmak,

Kendini büyük görme Kur'an dilinde istikbâr sözcüğüyle karşılanmaktadır.

İstiz'afa uğratılanlar, yani horlanıp ezilenler, istikbâr sergileyenlerin tasallut ve zulmüne maruz kalırlar,

Kibir illetini ifade için meran tabiri de kullanılmaktadır. Zevk, sevinç ve kibirle şımarıp azmak anlamında…

 

KİTAP

Kur'an'a göre varlık ve oluş bütünüyle bir kitap oluşturur. Okunması gereken bir kitap.

 

KOLAYLIK / (yüsr, tahfif)

Ulûhiyetin en belirgin özelliği rahmet olduğundan en belirgin özelliklerinden birinin de kolaylaştırıcılık olması kaçınılmazdır.

 

Cimrilik yolunu seçen, insanlarla hiçbir madde ve gönül alışverişinde bulunmayan, güzelliği yalanlayıp güzele sırt çeviren kişi ve toplumlar ise zora, zorluğa sürülür.

 

KORKU / (havf, haşyet, ru'b, feze')

Haşyet: Tazime mümtezec havf mânâsındadır ki korktuğu nesneye ilimden vaki olur.

…haşyet, yılandan veya jandarmadan korkmak türünden bir korku değil, yüceliği fark edilen nesne karşısında duyulan tazim omurgalı bir ürpertidir.

 

Havf: Emn yani güven karşıtı bir kavram olup 'güvende olmamaktan doğan korku'

 

Ru'b: müşrik veya kâfirlerin yüreklerine atılan korkudur ki ya şirk yüzünden gelir ya da küfür…

 

KUR'AN

Arap dili lügatları Kur'an kelimesi için 2 kök göstermektedir. Bunlardan biri okumak anlamındaki kıraat, ikincisi toplamak anlamındaki 'kam' köküdür.

 

Hz. Peygamber şöyle diyor:

"Bu Kur'an, 7 harf (lehçe, beyan tavrı) üzere indirilmiştir. Her harfin bir zahiri (dışı), bir bâtını (içi), bir haddi (varış yeri), bir matlaı (doğuş yeri) vardır."

Harflerin her birinin zahir, bâtın, had, matla gibi dörder yüzü olduğundan 7 harf 28'e ulaşmış olur. Kur'an dilinde bu 28 harf, 28 müteşâbih kelimeye denk düşmektedir. Bu müteşâbih kelimeler Kur'an'da nebi veya resul adıyla 28 peygamber olarak yer almıştır.

 

Yemin olsun ki biz bu Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık; fakat düşünen mi var?

Kur'an okumak, namazdan önce emredilmiş bir ibadettir,

Kur'an, varlığın en ağır emanetidir

Onu toplamak ve okumak bize düşer.

 

KURBAN

Allah'a yakınlaşmak için yapılan her ibadete, her bağışa kurban denir.

…kurban (korban) kelimesi, 'Allah'a yaklaştıran veya kendisiyle Allah'a yaklaşılan şey' demektir.

Kurban kesme, daha doğrusu 'hayvan kesme' diye bir ibadet Kur'an'da yer almaz.

 

KÜFÜR / (gerçeği örtmek, nankörlük, inkâr)

Küfr ve kefir, örtmek anlamındadır. Kişileri örtüp gizlediği için geceye, tohumu toprakta gizledikleri için çiftçilere, yıldızları örtüp gizlediği için Güneş'e, Güneş'i örttükleri için bulutlara eski Arapçada kâfir (örtüp gizleyen) denirdi.

Kâfir, müminin zıddıdır. Kâfir, gerçeği örten, nimeti saklayıp inkâr eden kişi demektir.

Yeni Boyut Yayınları, 26. Baskı, İstanbul, 2014

...

 

Yaşar Nuri Öztürk - Kuranın Temel Kavramları 2. Cilt

 

MAL

Mal, denge noktasından sağa veya sola sapma anlamındaki meyl (eğilim, eğilmek) kökünden türemiştir.

…sürekli değişen ve ölümsüz olmayan değere mal denmesi bundandır.

…mal, bir fitne olarak gösteriliyor.

Fitne, iyi ile kötüyü belirlemek için bir ayıklama yolu olduğuna göre mal bir imtihan aracıdır. Bu yüzden, tıpkı çocuklarımız gibi, mal da bize bir deneme aracı olarak emanet ediliyor.

 

"İnsanın, Allah karşısında bir tek sıfatı vardır: Fakirlik" (İbn Arabî)

 

MÂRUF / (ortak-evrensel insanlık değerleri)

Mâruf, urf (örf), arife aynı anlamlarda ve aynı kökten kelimelerdir. Hepsi irfan ve ma'rifet kökünden türemiş olup hepsinde irfana uygunluk esastır.

…mâruf, güzelliği ve iyiliği derinden derine düşünülerek anlaşılıp kabul edilmiş fiil, söz veya gelenektir.

 

MÂÛN / (kamu hakkı)

Mâûn suresinde verilmek istenen mesai apayrı bir mesajdır ve gündeme getirilen konu dinin din adı altında saf dışı edilmesidir.

Sureye göre, dini yalan sayan kişi (veya kişiler) veya zihniyetler şu suçları işlerler: Yetimi itip kakmak, yoksul ve açların doyurulmasına destek olmamak, ibadetleri, duaları (özellikle namazı) riya aracı haline getirmek, kamu mal ve haklarının ait oldukları yere ulaşmasına engel olmak.

 

Hicr suresi 87:

"Yemin olsun ki, biz sana ikişerlerden/ikililerden/iç içe kıvrımlar halindeki çift manâlılardan yedi taneyi/yediliyi ve şu büyük Kur'an'ı verdik."

Yedi taneli veya yedilinin, 'Büyük Kur'an' diye anılan Kur'an-ı Kerim'in içindeki yedi ayetli Fatiha suresi olduğu ittifakla kabul edilmektedir.

…bir yedili daha vardır: Mâûn suresi.

Bizim 'kamu hakkı' diye tercüme ettiğimiz Mâûn sözcüğünün esas anlamının zekât olduğu ittifakla kabul edilmektedir.

…zekât, tam resmî bir kamu hakkıdır,

Mâûn suresi iki grup halinde beş suç tanıtıyor.

1. Dini tekzîbden doğan suçlar:

Yetimi itip kakmak, yoksulu doyurmamak, mâûnu engellemek.

2. Veyl (lanet) sebebi olan suçlar:

Namazdan/ibadetten gaflet, namazda/ibadette riya, mâûnu engellemek.

 

Geleneksel kabul, insanların inanç kimliklerini verirken şu dört tipten bahseder:

1. Mümin: İçinden inanan ve bunu dili ile ilan eden kişi.

2. Kâfir: İçinden inanmayan ve bunu dili ile ilan eden kişi.

3. Münafık: İçinden inanmayan ama diliyle bunun aksini söyleyen kişi.

4. Müşrik: Allah'a inanan ama O'nun yanına yedek ilahlar ekleyen kişi.

Kur'an, Mâûn suresinde beşinci bir tip daha belirtiyor: Mürâî...

O tip, dincilik tezgâhının öncüsü ve besleyicisi olan habis tiptir.

 

Müraî. inanç durumu menfaatlerine göre sürekli değişen kahpe tiptir.

Müraî, öylesine pis bir karakterdir ki, onun için ne inanmak diye bir mesele vardır ne de inanmamak; onun için tek mesele vardır: Daha çok dünyalık kazanabilmek. Daha çok dünyalık kazanabilmenin en rahat ve risksiz yolu Allah ile aldatmak olduğundan müraîler çoğunlukla dinciler arasından çıkar.

Riyadan sakının, çünkü riya, Allah'a şirk koşmaktır.

Dincilik, esası itibariyle kılık değiştirmiş bir dinsizlik türüdür.

 

Kapitalizm, aldatılan kitlelerin sandığı gibi, mal-mülk sahibi olmak değildir. Kapitalizm, mala-mülke kul olmak, malı-mülkü ilahlaştırmaktır.

 

MEDENİYET / (karye)

…köy, şehir, toplum, yerleşim merkezi, medeniyet havzası, bir medeniyete vücut veren insan topluluğu anlamlarında kullanılmaktadır.

Kur'an, insanlık tarihini bir karyeler resmigeçidi gibi tanıtıyor. Bu resmigeçitte bir karye çöküp gider, yerine bir başkası gelir.

Medeniyet yurdu karyelerin çöküşlerine sebep olan bir numaralı bela, karye mensuplarının, özellikle yönetici-giidücü kadroların zulme sapmalarıdır.

Hiçbir karye, kendisine uyarıcı gönderilmeden helak edilmez.

 

MELÂMET / (levm ahlakı)

…levm sözcüğü: Serzeniş manasınadır ki, Türkçe'de kınamak tabir olunur.

Kur'an bize gösteriyor ki, yaratıcı benlik, bir anlamda, kendini eleştiren benliktir.

 

MELE' / (kodamanlar ekibi)

Peygamberler mesajının karşısına dikilen şirk gücünün temsilci kadrolarının ortak adı

Mele' sözcüğü / şirk ve zulüm saltanatlarının prototipi ve sembolü olan Firavun saltanatına izafe edilerek kullanılmıştır.

 

Mele' diye anılan kodaman takım üç alt grup oluşturmaktadır:

1. İş ve para ağaları: Karun tip,

2. Yandaş bürokratlar: Hâman tip,

3. Kutsallaştırılmış din adamları: Hâman tip.

 

MESCİT / (secdegâh, cami, mabet)

Boynu büküklük, eğilmek anlamındaki sücûd-secde kökünden gelen mescit (özgün şekli mescid), secde edilen yer demektir.

 

Kur'an'a göre bütün varlıklar ve oluş secde halindedir. Buna, varlığın teshiri veya kerhî (varlık yapısı gereği, zorunlu) secde hali denir. Bir de ihtiyarî yani hür iradeye bağlı secde vardır ki; bu da insanın secdesidir.

 

Zarar mescidi, insanlara zarar verme aracına dönüştürülmüş veya o maksatla inşa edilmiş mescit demektir.

 

MÎSAK / (Allah-insan arası ezelî antlaşma)

…mîsak, güvenmek ve inanmak anlamındaki sika kökündendir.

Yemin ve taahhütle pekiştirilmiş akit.

Kur'an, mîsak kavramıyla her şeyden önce, Allah'la insan arasındaki mukaveleyi kasteder ve insan hayatının bireysel ve toplumsal bütün boyutlarında bu kavramı hareket noktası olarak alır.

Kur'an'a göre, insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış bir mukavele vardır ve dünya hayatı bu mukavelenin icra yeridir. Kur'an, insanı bu mukaveleyi unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye çağırmaktadır. İman, bu ezelî mukavelenin bir kere daha hatırlanması ve itirafı, dinsel hayatsa mukavele şartlarına uygun bir yaşantının sürdürülmesidir.

 

Ahde vefası olmayanın imanı da olamaz.

 

MÎZAN / (vezn, ölçü ve ahenk)

Vezn, insanın el attığı bütün fiillerle sarf ettiği bütün sözlerde adalete yani denge ve ölçüye riayet etmesidir.

 

MUHKEM

…kökü olan h.k.m.'den türeyen kelimeler / hüküm, hükmetmek, tahakküm, ihkâm, tehâküm, hakem, hâkim, hikmet, hakim…

Kur'an, içerdiği ayetleri iki ana kısma ayırıyor: Muhkem, müteşâbih. Bunların ilki; tartışmasız, kesinleşmiş yaradılış kanunları ile din buyruklarını çerçeveleyen alan, diğeri ise henüz çözülmemiş, birden çok anlam boyutları olan, mecazî beyan ve işaretlerle yüklü alandır.

 

Kur'an'ın tümü muhkemdir. Yani Kur'an'ın tümü kuşku, çelişme, tutarsızlık ve abesten uzaktır. Müteşâbihlerin müteşâbihliği, anlamları fark edilinceye kadardır,

 

MÜBÂHELE

İslam tarihinde çok ünlü bir olayın adıdır.

İbtihal, dua etmek üzere çömelmek anlamındadır. Mübâhele ise iki kişi veya grubun birbirleri aleyhinde dua etmek üzere karşılıklı faaliyete girmeleri demektir.

Kur'ansal anlamı Allah'ın lanetini yalancılar üzerine çekmek için dua etmek niyetiyle çömelmektir.

 

MÜELLEFETÜL KULÛB / (kalpleri İslam'a ısındırılanlar)

Müellefe kelimesinin kökü olan 'ilf ve 'ülfet', dostluk, kaynaşma demektir.

 

Müellefetül kulûb, asrısaadetteki münafıkların önde gelenleridir. Onlar, infakın değil, nifakın çocuklarıdır. Din onlar için hep almanın aracıdır. Vermek, fedakârlık söz konusu olduğunda onları ortalarda bulamazsınız. Çok sıkışırlarsa sırtlarını dönüp giderler.

 

Türkiye'deki cami ve cemaat talancısı Mâûn ihlalcileri (Deniz Fenercileri ve benzeri cami içi soygun çeteleri) eğer İslam'la irtibatlarından söz edeceksek, ancak müellefetül kulûb olarak adlandırılabilirler.

Bugünkü dinciliğin, Müslüman halkın kesesinden ve kasasından, çoğunlukla camiyi ve namazı kullanarak milyar dolarlık meblağlar aşıran kodamanları, eğer İslam'la ilişkiden mutlaka söz edeceksek, ancak müellefetül kulûb içinde yer alabirler.

 

MÜLK / (mülkiyet, egemenlik, saltanat)

…mülk gücü taşıyanların insanüstü varlıklardan olanlarına melek, insandan olanlarına melik denir. Anlaşılan o ki, melekler de, kendilerine tasarruf hak ve yetkisi verilmiş kudret sahipleridir. Yetki kullanmaya memur edildikleri alanlar onların mülkleridir.

…mülk, hükm ile bir nesnenin zapt ve tasarrufuna denir.

Mâlik, mülk sahibine denir ki murad, padişahlardır.

Melikin saltanatının egemen olduğu yerlere memleket adı verilir...

 

"Şeytan, kendilerinden gizlenmiş çirkin yerlerini onlara açmak için ikisine de vesvese verdi. Dedi: 'Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek/iki hükümdar olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız diyedir." (A'raf, 20)

…insanoğlu, mülk için yani sahip olmak ve hükmetmek için yasaklar çiğniyor.

Ne var ki, ebedîleşme imkânı insana verilmemiştir. İnsan hayatı fânidir, geçicidir.

…insanoğlunun ilk günden beri sapmalarının temelinde ebedî olma ve mülk sahibi olma tutkusu baş muharrik olagelmiştir.

 

Allah tektir / mülk parçalanamaz

İnsanın kullanacağı egemenlik, ilkelerin egemenliği olacak, kişilerin değil. Kişiler bu egemenliği, vekâleten ve emaneten kullanırlar.

 

Kur'an, özel mülkiyete izin vermiştir.

…evrene, doğaya saygılı olmalı, ona dokunurken, mülkün sahibinden izin almalıdır.

Allah'ın mülkün sahibi olduğuna gerçekten inanan bir benlik, O'nun mülküne saygı gösterir, tecavüz etmez.

 

MÜNAFIK

Münafık sözcüğü, Ankebût'un 11. ayetinde geçiyor. Bu sure, Mekke döneminin son, Medine döneminin ilk süresidir.

Mekke döneminde mal-mülk, para ve servet Müslümanlar için söz konusu değildir.

Medine dönemiyle birlikte, mal ve para, servet ve dünyalık Müslümanların hayatına da girmiş ve artık 'mesele' olmaya başlamıştır.

…münafık, Müslüman kimliği taşıyanların mal ve parayı imanın önüne geçirenlerinin sıfatıdır,

Nifak, dine bir kapıdan girip öteki kapıdan çıkmaktır.

Fâsık kelimesinin çoğulu olan 'fâsıkûn' veya 'fevâsık', küçük deliklerden habire girip çıkan farelere verilen addır.

Münafıklar için İslam sadece 'almanın yolu' olduğu takdirde korunur; vermeyi gerektirecek bir yola dönüştüğü anda terk edilir

Kur'an, münafıklığın belirleyici niteliği:

1. İnfaktan (paylaşımdan) kaçmak,

2. Savaştan kaçmak.

 

Dindar münfıktır, dinci münafık. Ortası yok.

 

"Bedeviler; küfür, nifak/parçalanma/ikiyüzlülük yönünden daha şiddetli; Tanrı'nın elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar." (Tevbe, 97)

 

Bir insanı, haksızlığına rağmen savunmak, islam dışı bir davranıştır.

 

MÜNKER / (insanlığın ortak-evrensel yasakları)

…münkerin kökü olan nekr ve ondan türeyen inkâr, görmezlikten gelmek veya görememektir. İnkârın zıddı irfandır

…her inkârda biraz cehalet vardır.

 

Münker, güzeli ve iyiyi görmezlikten gelmeye dayanan davranış, tutum ve sözdür.

Münkerin zıddı mâruftur ki, irfan kökünden gelir ve esasını bilgi ve aydınlık oluşturur.

münkere karşı çıkmak, mârufu özendirmek... Ve müminin temel vasıflarından biri de budur.

Münkere karşı çıkmak, mutlak insanlık borcudur.

 

MÜŞRİK / (Allah'a ortak koşan, dine riya bulaştıran, Allah'ın yanında alt ilahlar kabul eden)

Şirk kökünden ismi fail

Kelime anlamıyla, şirke saplanmış, şirki temsil eden demektir,

"Müşrikler sizinle nasıl topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın. (Tevbe, 36)

 

Müşrik ruhunun tapınma gayesi kadındır. O, bütün zevkini, bütün ilhamını kadından almak ister.

 

MUT'A / (süreli nikâh)

Kökü olan meta', uzun süreli nimet demektir.

Aynı kökten gelen istimta', yararlanmak, bir işi yarar sağlamak amacıyla yapmak demektir.

Müt'a, fıkıh bünyesinde tartışmalı bir konudur

Kur'an'ın ifadeleri müt'ayı onaylayıcı niteliktedir. Peygamberimiz döneminde böyle bir uygulamanın olduğunda ise hiçbir mezhebin kuşkusu yoktur. Tartışma, bu uygulamanın sonradan kalkıp kalkmadığı noktasındadır.

 

MÜTEŞÂBİH / (yoruma açık, çok boyutlu söz)

…kökü, şibh ve şebeh'tir. Kökünün anlamı benzerlik, benzeme

Arap dilinde iki şeyin birbirine benzemesine teşâbüh, bu iki şeyden her birine müteşâbih denmektedir.

Fakîhlere göre müteşâbih lafız, öz anlamını ilk bakışta ortaya koymayan sözdür.

Müteşâbihler de genel olarak üç kısımdır: Yalnız lafız yönünden müteşâbih olanlar, yalnız anlam yönünden müteşâbih olanlar, hem lafız hem de anlam yönünden müteşâbih olanlar.

Kur'an, insanoğluna sadece belirli bir zaman çerçevesini esas alarak hitap etmiyor.

Her seviyede insan, gerçeği, kendi seviye, yetenek ve bakış açısına hitap edecek şekilde kavrıyor.

…'müteşâbihleri Allah'tan başkası bilemez' iddia ve dayatmasını Kur'an'a maletmek için Ali İmran 7. ayette gerçekleştirdiği kısıtlayıcı noktalama operasyonu, Kur'an'a, kıraat imamlarını araç yapan açık bir müdahaledir.

 

NEFS / (benlik, ruh, benliğin olumsuz kutbu)

Eski Araplarda nefs, kan anlamındaydı.

Doğum sonrası kan sızdıran kadına nüfesa, bu işe nifas denmesinin sebebi de budur.

Kur'an'da nefs; ruh, benlik, kişilik anlamlarında kullanılmaktadır.

…nefs hem çirkin hem de güzel sıfatların taşıyıcısı olabiliyor.

Benlik, yüzünü ölümsüze ve güzele çevirdiğinde ruh, ölümüyle ve kötüye çevirdiğinde nefs adını alıyor.

Benliğin ölümlü ve iğretiden ölümsüze doğru yükselişi, 7 aşama arz eder.

Bunlar, sırasıyla; emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, râzıye, marzıyye ve zekiyye mertebeleridir.

 

Nefsin 'emmâre' sıfatı,

Bedensel hazlara eğilimli, lezzet ve şehvetle emreden, kalbi sefil yönlere çeken mertebe.

 

Nefsin levvâme sıfatı

Levvâme, levm (kınamak) kökünden türemiş bir sıfat olup kendi kendini ısrarlı bir şekilde kınayan anlamını taşır.

Gaflet uykusundan koptuğu ölçüde kalp ışığı ile aydınlanan ve kendi kendini kınayarak tövbe etmeye başlayan nefsin sıfatıdır.

 

Nefsin mülhime sıfatı

…mülhime, ilham alan demektir. Anılan ayetlere göre bu ilham, nefse kötülüğünün ve iyiliğinin fark ettirilmesidir.

 

Nefsin mutmainne sıfatı

Mutmainne; doygunluk, sessizlik ve huzura ulaşan demektir.

Tanrısal ışıkla aydınlanıp 'Rabbine dön!' hitabına müsait hale gelen nefs.

 

Nefsin Râzıye sıfatı

Bu mertebedeki nefs 'Allah'tan razı olma' gerçeğini yakalamıştır.

 

Nefsin Marzıye sıfatı

Kelime anlamı ile, başkalarının kendisinden razı olduğu demektir.

Allah'ın kendisinden razı olduğu nefs anlamında kullanılmıştır,

 

Nefsin Zekiyye sıfatı

Tezkiye; temizlemek demektir.

…nefsi zekiyye ise temizlenmiş, arınmış nefs anlamındadır. Arınmış nefs, fıtratından getirdiği tanrısal temizliği elde etmiş,

Bu duruma gelmiş nefs, parça iradesini Yaratıcı'nın külli iradesinde eritip varlık ve oluşa Tanrı'nın gözüyle bakma noktasına gelmiş olacaktır. Dinin ve ruhsal kemalin doruk noktası işte budur.

 

NUR VE NÂR / (ışık ve ateş)

Yunus suresi 5. ayet güneşi zıya, ayı nur olarak gösterir.

Nur, ateş anlamına gelen nâr ile aynı köktendir.

 

Işık, görmeyi sağlamasına rağmen, şiddetli hale geldiğinde, bizzat kendisi görmeye engel olmaktadır.

Nâr ve nur.

Hepsi yaratılmıştır. Ve hepsi bir ve tek kudretin, Mutlak'ın izniyle faaliyettedir.

Tevhit, ışık ve tek yoldur, bocalatmaz; şirk çokluktur, seçim yapılamayacak giriftlikte yollar kavşağıdır, karmaşadır.

…madde dünyası için güneşin yeri neyse, ruh dünyası için Son Peygamber'in yeri odur.

Vahiy ve peygamber, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiş tanrısal ışıklardır.

 

NÜFUS / (tekâsür, kesret)

Kur'an, çokluk ve çoğunlukla övünmeyi şirkin bir uzantısı olarak görmekte ve kötülemektedir. Çoğunluk ne gerçeğin ne de başarının ölçüsüdür. Ve çokluk ne gerçekçiliğin ne de zaferin göstergesidir. Böyle olduğu için, çoklukta yarış, şirk zihniyetinin habis tutkularından biri olmuştur.

Çoklukta yarışın iki türüne ısrarla karşı çıkılmıştır: Mal çokluğunda yarış, nüfus çokluğunda yarış.

 

Çokluk (kesret) kavramına değinen ayetler, bir gerçeği daha ifadeye koymaktadır: İnsanlık tarihi boyunca çoğunluk daima iğretinin, kötünün ve değersizin yanında yer almıştır ve alacaktır.

"Yemin olsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Huneyn gününde de. Hani, çokluğunuz sizi böbürlendirmişti de bu, hiçbir işinize yaramamıştı. Tüm genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Sonra da sırtınızı dönüp kaçmıştınız." (Tevbe, 25)

…tekâsür, insanın niteliğe karşılık niceliği öne çıkarışını kınamak için kullanılmaktadır.

 

ORUÇ / (savm, siyam)

Lügat itibariyle savm ve siyam, yeme, konuşma ve yürüme gibi fiillerden el çekmektir. Yürümeyen ata, durgun su ve rüzgâra sâim denir. Konuşmamaya da savm dendiği olur.

Oruç tutun, sağlıklı olursunuz!

Oruç, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden bir yıl sonra bir Şaban ayı farz kılınmış ve o günden beri yüzyıllardır bütün İslam âleminin yerine getirdiği kutsal bir ödev olarak yaşatılmıştır.

 

PAYLAŞIM / (infak, îsar)

…infak, pazar kurmak, malı satıp tüketmek anlamlarındaki 'nefak' kökünden bir kelime olup malı harcayıp tüketmek, harcaya harcaya yoksullaşmak demektir.

Yoksullar, Allah'ın zulmüne veya öfkesine uğradıkları için değil, hakları gasp edildiği veya paylaşım işletilmediği için o haldedirler. Yani ortada, Allah'ın insana zulmü değil, insanın insana zulmü vardır. Bu zulmü aşmak da insana düşmektedir. Bunun yolu ise zulme seyirci kalarak pasif zalim konumuna düşme yanlışından kurtulmak, zulme karşı savaşmaktır.

 

İnfak, ihtiyaç fazlasından yapılacaktır

 

PEYGAMBER / (nebi, resul)

…haber anlamındaki peyam sözcüğü ile getiren-taşıyan anlamındaki ber ekinden oluşan ve 'Tanrı'dan haber getiren' anlamında…

Nebi (çoğulu: enbiya, nebiyyûn) haber anlamındaki nebe' kökünden türemiş bir sıfat olup haber getiren demektir.

Nübüvvet (peygamberlik), yani Yaratıcı ile insan arası haber iletişimi

 

Resul (çoğulu: rusül) kelimesinin kökü olan risl, yumuşaklık ve kolaylık üzere göndermek veya kolaylık ve yumuşaklıkla yürümek, yol almaktır. Aynı kökten gelen istirsal, sükûnet, rahatlık ve sebat anlamlarına gelmektedir. Yine aynı kökten gelen teressül de sözü kullanmada sesi yükseltmemek, şiddet ve sertlikten kaçınmak, yumuşak olmak anlamları taşıyor.

 

PİS VE PİSLİK / (habis, rics, ricz)

Yaratıcı düzen, sürekli bir biçimde pisle temizi ayıran bir görünüm arz eder.

Kur'an'a göre, pis-temiz diyalektiğinde, çoğunluk daima birinci lehinedir, (bk. burada, Çokluk mad.) Ancak bu, kemiyet (nicelik) planında böyledir. Keyfiyet (nitelik) planında egemenlik, temizindir.

 

Rics: Pis ve pislik kavramını anlatmada kullanılan bu kelime, pis şey, pis koku anlamındadır.

…din yönünden rics, şarap ve kumardır,

Rics, bir pisliktir ki, bulaşanı da rics haline getirir. İnkârın her türü, inkâra vasıta ve âlet olan her şey rics haline gelir.

En büyük ricslerden biri de aklı işletmemektir,

Allah, aklını işletmeyenler üstüne pislik atar.

 

Rics'in insan elinin ürettiği pislik, yani günah olmasına karşın, ricz insanın ürettiği kötülüğe göklerin verdiği bir tür azaptır.

Rics, yerden insan eliyle yükseltilen karanlık, ricz de gökten Allah eliyle buna verilen kahır cevabıdır.

 

RAHMET / (sevgi, merhamet, şefkat)

Rahman ve Rahîm bu rahmet kökünden türemiştir.

Rahmet, Arap dilinde 'rahmet edilene bağış ve lütfü gerektiren bir kalp yumuşaklığı ve acımadır.'

"Azabımı dilediğime isabet ettiririm, rahmetime gelince o, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır." (A'raf, 156)

Allah'ın âlemle irtibatı, rahmet üzeredir.

Rahman sıfatı, Allah'ın ilk planda ve inanan-inanmayan ayrımı yapmadan bütün insanlara, hatta bütün varlığa uzanan en geniş daireli rahmetini ifade için kullanılmaktadır.

Rahîm sıfatının işaret ettiği merhamet ise varlıklar arasında ayrım yapan bir merhamettir.

Rahîm sıfatı, geçtiği hemen her yerde Tevvâb (tövbeleri kabul eden) ve Gafur (bağışlayan, affeden) sıfatlarıyla birlikte kullanılmaktadır.

"Biz, dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız; güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmeyiz." (Yusuf, 56)

Kur'an, yine esrarlı bir kelam güzelliği sergileyerek, ahlak ile rahmet arası ilişkinin kaçınılmazlığına dikkat çekmiştir.

…rahmet, ontolojik ve ahlaksal sevginin en üstün şeklidir.

 

Kur'an, getirdiği temel ahlak ilkeleri

Yeryüzünde yumuşak, merhametli, hoşgörülü dolaşmak, kasılıp kabarmamak, şunu bunu ezip horlamamak ve bilgisizlere barış ve esenlik ifadeleriyle hitap etmek,

Allah'a secde edip yakarmak,

…israf ve cimrilikten kaçınmak, orta bir yol tutmak,

Allah dışında bir şeye tapmamak,

…boş lakırdıdan kaçmak,

 

Rahman sıfatı Peygamberler de dahil, hiçbir insan için kullanılamaz.

…rahmeti dışlayarak yol alan, sadece karmaşa ve mutsuzluk görür.

 

RIZA

Kelime anlamıyla hoşnutluk ve memnuniyet demek olan rıza (Rıdvan ve merdat), 'kulun Allah'tan, Allah'ın da kulundan hoşnut ve memnun olması'nı ifade eder.

"Allah, rızasının izinden gidenleri barış ve esenlik yollarına kılavuzlayacaktır." (Mâide, 16)

 

RIZIK

Rızık bazen maddî ve manevî edinimler, bazen nasip anlamında, bazen de boğazdan aşağı giden gıdalar için kullanılır.

Allah'ın sıfatlarından biri olan Rezzâk (rızkı yoktan vareden) nitelemesi Allah'tan başka hiçbir varlık için kullanılmaz

…rızık, her şeyden önce helal olmalıdır.

Başkalarının hak ve emeklerine bir biçimde el konmak suretiyle kazanılan gıdalar, hükmen pistir.

"Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Böyle bir şey tam bir sapıklıktır." (En'am, 121)

"Eğer Allah, kulları için rızkı yayıp döşeseydi, yeryüzünde mutlaka azarlardı. Ama O, dilediğince ölçülü olarak indiriyor. Çünkü O, kullarından gereğince haberdardır, onları iyice görmektedir." (Şûra, 27)

İnfak yoksa nifak vardır. İnfak yoksa iman gider, nifak gelir yani müminin yerini münafık alır.

 

RİBA / (mal ve parada haksız artış, faiz)

…riba, kelime anlamıyla, anamal ve anaparaya yapılan ilavedir.

Din dilinde bu, emek karşılığı olmayan artış diye ifade edilir.

 

RİYA / (ikiyüzlülük, münafıklık, gizli şirk)

Riya, görmek anlamındaki ru'yet kökünden türeyen bir kelime olup insanın, görsünler diye bir davranış içine girmesidir.

Riya, Mâûn suresinin açık beyanına göre, örtülü bir din inkârı, yani dinsizliktir.

…riya, güzeli ve iyiyi öldürmekle kalmaz, güzele ve iyiye yönelik ümitleri de mahveder.

 

RUHBANİYET

Ruhbaniyet, korkmak ve titreyip ürpermek anlamındaki rehb, ruhb ve rehbet köklerinden gelir. Aynı kökten gelen rahib (çoğulu: ruhban ve ruhbaniyyûn) Allah'tan korkan kişi demektir.

Ruhbaniyet, vahyin getirdiği buyruklar, ilkeler arasında değildir.

Ruhbanlığın sonu, insanı ilahlaştırmaya çıkar

 

SABIR

Sabır kökünden emirler 29 kez geçer. Bunların 21 tanesi, doğrudan doğruya Hz. Muhammed'e yöneliktir.

İnsanoğlu çoğu zaman, belalar karşısında sabırda başarılı olmaktadır da nimetler karşısında sabırda başarılı olamamaktadır.

Sabrın mânâsı, işin sonunu gözlemek,

Doğası itibariyle aceleci olan insanın bu eksikliğini gideren bir ruhsal yardımdır sabır.

Sabrın zirvesi, musibetin geldiği günle gelmediği günün, insan için aynı olmasıdır.

 

SALÂT / (namaz, dua)

Salât, kelime anlamıyla dua demektir.

Salât, müminler üzerine, vakti belirli bir emir olarak yazılmıştır.

Kur'an, oruçtan farklı olarak, namazın kazasından söz etmez, böyle bir düzenleme yapmaz.

Her varlık, fıtrî tespih ve ibadetini kıyam, rükû, secde hallerinden yalnız biriyle yapar. İnsansa bu üç hali namazda birleştirerek toplayıcı bir ibadet sergiler.

Kur'an okumak, Kur'an'ın emrettiği ibadetlerin hem ilki hem de en büyüğüdür.

Kur'an'ın hiçbir yerinde, namazda Kur'an'ın bir parçası okunacak diyen hiçbir beyan yoktur.

salât için hiçbir özel mekân zarureti yoktur.

…camilerin süslenmesi ve bir nevi ruhsal eksikliği telafi aracı olarak kullanılması yasaklanmıştır. Hz. Peygamber, bunu, 'ümmetlerin en çirkin davranışı' olarak nitelendirmiş ve bundan sakınılmasını ısrarla istemiştir. Onun mescidi, birkaç hurma direği üstüne serpilmiş hurma dallarından ibaretti.

Mescit süsleme hastalığı İslam ümmetine Emevî dünyaperestleri zamanında bulaştırılmış ve o günden beri şiddetlenerek gelmiştir.

Camiler sadece farz namazların icrası için kullanılmalıdır.

Bu farzlar, Kur'an'da adlarıyla anılan şu üç salâttır:

1. Salâtü'l-Fecr (sabah namazı).

2. Salâtü'l-Vüsta (günün ortalarında kılınan namaz).

3. Salâtü'l-İşa (gün batınımdan sonra kılınan namaz).

 

Bir salâtın kâmil şekliyle yerine getirilmiş olması için asgarî 2 rekât şarttır. Bilindiği gibi, hicretten önce tüm namazlar ikişer rekât olarak kılınmaktaydı.

 

SAVAŞ / (kıtal, harp, cihat)

Kıtal, bir hayat ve oluş gerçeğidir ve bu yüzden, hayata kastedenlere karşı, hayatı elinde tutan kudretin bir emri olarak uygulanır.

 

"Bir tek kişiyi öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir." (Mâide, 32)

İlk öldürene karşı çıkarken öldürmek (meşru savunma) ve ilk öldüreni cezalandırmak için öldürmek (kısas) hayata kastetmek değil, hayata hizmettir,

İnsan, hayatı devam ettirmek için her şeyi yapmaya mezun ve memurdur

…savaşı meşrulaştıran temel sebep, zulümdür.

…kıtalden kaçış fitneyi/anarşiyi kökleştirir,

 

SAVURGANLIK / (israf, tebzîr)

İsrafın kökü olan şeref, Arap dilinde 'insan fiillerinde sınırı aşma, aşırılık, zulüm' anlamlarındadır.

İsrafın kelime anlamı, zulümdür.

Kişinin kendi emeğinin karşılığı olmayanı harcaması bir zulüm olduğu içindir ki birilerinin emeğinden üreyen parayı harcamaya da israf denmiştir.

 

Tebzîr: kendi parasından savurganlık

Allah bütün güzellikleri ve nimetleri kulları için yaratmıştır.

Bunu engelleyen, Allah'a isyan halindedir.

…israf ekonomilerinin fikir kaynağı olan kapitalizm, Kur'an nazarında tam bir zulüm düzenidir. Kapitalizmin saçıp savuran harcama psikolojisi, başkalarının emek ve alın terlerine tasalluttan beslenmektedir.

 

İsraf geliştikçe konfora düşkünlük artmaktadır. Veya tersi…

 

SECDE

Kur'an, secdenin Yaratan-yaratılan arası hür diyalogu kurma ve yaşatma niteliğine sık sık değinir,

 

SERVET AZGINLIĞI / (teref, itraf)

…en büyük zulüm, refahtan kaynaklanan azmadır. Yani itraf...

 

SEVGİ

Sevgiyi ifade eden temel sözcük, daha birkaç temel kavramı ifade eden rahmet kelimesidir.

Bu kelimenin temel üç anlamı vardır: Sevgi, merhamet, şefkat.

Sevgide paylaşım vardır.

İnsanların iş ve yönetimlerinin düzenini sağlayan sebeplerden biri sevgi, ikincisi adalettir. İnsanlar, karşılıklı sevmeyi gerçekleştirebilseler adalet istemeye ihtiyaçları asla kalmazdı. Bu böyle olduğu içindir ki adalet, sevginin vekilidir; sevginin olmadığı yerde işi o üstlenir.

 

Kur'an, hubbu Allah ve insan dışında herhangi bir varlığa izafe etmez.

Hubb karşılığı mahabbet kelimesi de kullanılır. Kur'an da hubb ve mahabbeti aynı anlamda kullanmaktadır.

Hubbun karşıtı adavettir ki anlamı düşmanlık, uzak ve ters düşme, karşı çıkmadır.

 

Sevgi, hayatın ve oluşun esası olduğundan hayat ve oluş bir sır olarak kaldıkça, sevgi de bir sır olmaya devam edecektir. Sevgi, bilinmez, fakat sürekli iş görür bir yaratıcı kuvvet olarak yaşamaya devam edecektir.

 

Allah, güzel düşünüp güzel işler yapanları sever

Allah, muttakileri yani takva sahiplerini de sevmektedir.

Adaleti koruma ve yerine getirmede titiz ve kararlı davrananlar

Allah, tövbeyi çok sevenleri (tevvâbîn) de sevmektedir.

Sabırlı insanlar ile tevekküle sarılanlar da sevilenler arasındadır.

Allah, kendi yolunda savaşmak için saf bağlamış olanları da sever.

 

Şirkin esası, gönle Allah dışında bir sevgilinin egemen olmasıdır.

 

SINÂAT / (sanayi, teknoloji)

Türkçedeki san'at, günümüz Arapçasındaki fabrika demek olan masna' (çoğulu: masaani') bu köklerdendir.

Sun, özgün bir fiil sergilemektir. Her sun' fiil olduğu halde, her fiil sun' değildir.

…sun' ve sınâat, yeni bir şey vücuda getirmek, yaratıcılık ifade eden eylemler sergileyip eserler üretmektir. Ancak Kur'an, bu sözcük ve türevlerini, eşya üzerindeki yaratıcı faaliyetleri ifade için kullanır

Sınâatın hâkim özelliği, olumsuzluğudur.

Sınâat, doğal fıtrî hayatı bozar

Her teknolojik üretimde bir biçimde büyü özelliği vardır. İnsanların gözünü boyar, aklını çeler.

…sanayiin insanı yıkan yanı, aldanışa sürüklemesidir. Allah ve insanın üstünde bir kudret olarak düşünülen sanayi, sonunda sahiplerini korkunç bir hüsranla yüz yüze bırakmaktadır.

Sınâatin musallat edeceği en büyük belanın sembol adı, Kur'an'da Kaaria olarak geçiyor.

Kaaria, bir şeyi bir şeye çarpmak, vurmak anlamındaki kar' kökünden türemiş bir isimdir.

Kılıç, sopa, tokmak, gülle vs.'nin çarpmasında daima kar' kelimesi kullanılır.

 

SÜNNET

Kelime anlamıyla sünnet; yol, tavır, tarz, yöntem, mizaç demektir.

 

İslam ilahiyatçıları, sünnetin üç tipinden bahsederler: Fiil halinde sünnet (es-sünnetu'l-fi'liyye), sözlü sünnet (es-sünnetü'l kavliyye) ve takrir halinde sünnet (es-sünnetü't-takrîriyye). Bu üç tipin birincisinde, Hz. Peygamberin bizzat davranışı, ikincisinde söylediği sözler, yani hadisleri, üçüncüsünde ise yapılışını görüp de yasaklamadığı davranışlar söz konusudur.

Dinde temel ve şaşmaz kaynak Kur'an'dır. Sünnet, bir yol gösterici tavır ve tarzdır.

 

Fıkıhta sünnetin iki tipinden bahsedilir:

1. Müekked (pekiştirilmiş) sünnet: Sünnetin bu türü, Hz. Peygamber'in genelde devam edip pek az terk ettikleri tavır ve fiildir. Sabah, öğle, akşam namazlarının sünnet olarak kılınan kısımları bu cümledendir. Ezan, kaamet, farz namazı cemaatle kılmak da bu türdendir.

2. Müekked olmayan (pekiştirilmemiş) sünnet: Hz. Peygamber'in ara sıra yapmış olduğu şeye denir. Yatsı ve ikindi namazlarının ilk sünneti olarak kılınan namazlar bu cümledendir.

Peygamberimizin yiyip içmeye, oturup kalkmaya giyinip kuşanmaya ilişkin sünnetlerine zevâid sünnetler (ilave sünnetler) denir.

Peygamberler, Allah'ın elçileridir, ortakları değil.

 

…senedinde sahabî adı gördüğümüz her söz, güvenilir değildir.

Abdullah bin Zübeyr’in Hz. Peygamber'den tüm rivayeti 20'yi geçmiyor. Cennetle müjdelendiği bildirilen Saîd bin Zeyd adlı sahabînin tüm rivayeti 10 sözdür

Hz. Aişe ve Hz. Ali tarafından 'aşırı yalancı' diye tanıtılan, Hz. Ömer tarafından ise 'Allah ve Kur'an düşmanı' nitelemesiyle tehdit edilen Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği söz, binlerle ifade ediliyor.

 

SÜNNETULLAH / (Allah'ın varlık ve oluşa egemen kıldığı değişmez ilkeler, kader)

Sünnetullah yani Allah'ın sünneti, Yaratıcı'nın varlık ve oluşa egemen kıldığı ilkelerdir.

Sünnetullah, kısa bir ifadeyle, tabiat kanunlarıdır.

"Senden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan yöntem de buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın." (İsra, 77)

 

ŞECERE-İ MUL'ÛNE / (lanetli soy ağacı)

Şecere ve şecer ağaç demektir. Şecere şeklinde dişili kullanıldığında soy veya soy ağacı anlamına da gelmektedir.

Adem ile eşine uzak kalmaları emredilen ağaç ifadeye konurken de şecere kelimesi kullanılmıştır,

Hz. Muhammed'e, sahabîleri tarafından en zorlu günlerinde ölüm pahasına da olsa sadık kalacakları yolunda bir ağaç altında verilen biatin ölümsüz hatırasına yollama yapılırken de 'şecere' sözcüğü kullanılmıştır (Rıdvan Bîatı).

 

“Rabbi, İbrahim'i bazı kelimelerle imtihana çekmiş, o da onların hakkını vermişti” (Bakara, 124)

 

Hz. İbrahim, hem Beniisrail'in hem de Arapların atası sayılmaktadır. Ve, Hz. İbrahim'in soyundan hem temiz bir şecere gelecektir hem de pis bir şecereler. Pis şecerenin, Yahudilerle Emevîler olduğunu Kur'an bize bildiriyor.

 

Taberî'den Elmalılı'ya, Süleyman Ateş'e kadar bütün Emevî hamisi müfessirler…

Hz. Peygamber'in, eşi Hz. Âişe ve müfessirlerin babası İbn Abbas'ın bildirdiğine göre, Hz. Peygamber, İsra 60. ayetin Emevî soyunu lanetlediğini haber vermiştir. Evet, Kur'an, iki soyu lanetlemektedir: Yahudiler, Emevîler.

 

ŞEFAAT

Şef kökünden gelir. Anlamı, bir kişinin, yardım etmek veya yardım dilemek gayesiyle, bir başka kişiye izafe ve nispet edilmesi, onunla birlikteliğinden söz edilmesidir.

Bu ilişkide yüksek olana 'şâfî' veya 'şefi' (şefaatçi), düşük olana 'meşfû' (şefaat bekleyen) denir.

 

Tüm dualar birer şefaattir. Ve bu anlamda herkes şefaat edebilir. Allah kabul eder veya etmez.

Bir aracılık kavram ve kurumu olarak işletilen şefaat, Allah'ın yanına yedek ilahlar koymayı dinin esaslarından biri yapan şirkte son derece önemlidir.

"Şefaat tümden ve yalnız Allah'ın elindedir." (Zümer, 44),

Kur'an, hiçbir peygambere açık bir biçimde şefaatçilik payesi vermemektedir.

 

ŞEHÂDET / (şehitlik, kozmik ve dünyasal tanıklık)

…şehâdet, isim-sıfat olarak şâhid (tanık, gözleyen), meşhûd (gözlenen, izlenen), şehîd (izleyen, izlenen, tanık olan, gözeten) ve mastar olarak istişhâd (tanıklık, gözleme, görerek öğrenme) şeklinde de kullanılmaktadır.


Hakikat tektir. Bunu kafa gözüyle izleyenle, kalp gözüyle izleyenin farklı şeyler görmeleri mümkün değildir. Farklı olan, sadece ifade tarzıdır.

İnsan, "Ben" derken bile, bağlı olduğu o bütüne nispetini ifade etmektedir. Çünkü 'ben' sözüne ilişkin şuur da Allah'tan geliyor. Başka bir deyişle, insanın "Ben' sözü, parçanın bütüne bir şehâdeti olmaktadır.

 

Allah'ın, 'gaybın ve şehâdetin âlimi' olması, varlık ve oluştaki bu, 'gaybdan şehâdete akış'ı çok güzel anlatmaktadır,

 

"Tanıklığı gizlemeyin. Onu gizleyen, kalbi günaha batmış/kendi kalbine kötülük etmiş biridir." (2/283; 65/2)

Kur'an; şehâdetin biri matematik zaman öncesi, ikincisi dünya planında ve üçüncüsü de dünya sonrası planlarda olmak üzre üç temel belirişinden söz eder. Şehâdetin zaman öncesi olanı Allah ile insan ruhu arasındaki ezelî mukavele (mîsak) sırasında insanın şehâdetidir.

…bu ezelî şehâdet, insanın 'ben' şuuruna ulaşmasının da başlangıcı

Kur'an bu ezelî şehâdetin, dünyanın aldatışı yüzünden unutulabileceğini beyan ederek insanı dikkatli olmaya çağırır.

Kur'an, insanı ezelî mukaveleyi unutmamaya, Allah'ı unutmamaya çağırmaktadır. Allah'ı unutmak, benliği unutmak ve yaratıcı şuur ve oluşun dışına atılmak anlamına gelecektir

Son hesap günü 'öyle bir gündür ki dilleri, elleri, ayakları insanlar hakkında şehâdette bulunur.'

 

ŞEHVET / (şehvet, iştiha, heva)

Şehvet, nefsin, istediği şeyi derinden özleyip arzu etmesidir.

Kur'an, şehveti kötülememiş, onu önder edinip hayatı ona uydurmayı kınamıştır.

Şehveti normal ölçüler içinde tutmaya İslam ahlakında iffet denmiştir.

Heva, benliğin şehvete meyli ve keyfiliği tercih etmesidir.

Hevanın varlığı bir düşüş ifadesidir, insanın yücelikten basitliğe düşmesidir.

Heva daima zan, kibir ve bilgisizlikle beraberdir.

 

ŞERİAT

Geniş su yolu, yöntem, tavır, kural gibi anlamları olan bu kelime

Şeriat, İslam veya Kur'an ile eşitlenemez. Şeriat mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir.

 

ŞEYTAN

İblisin kuvvetine, faaliyetine verilen ad

Kelimenin kökü meselesi

Birinci kök uzaklık, uzaklaşmak anlamındaki ş.t.n.'dir. Buna göre, şeytan; uzaklaşan, uzak düşen demektir ki, Allah'tan uzak düşmüş bulunan bir varlık için uygun bir isimdir. İkinci kök, ş.y.t. olup öfkeden yanıp tutuşmak, işe yaramaz hale gelmek (butlan) anlamındadır

Şeytan, her şeyden önce, insanın düşmanıdır; Allah'ın düşmanı değil.

 

Şeytanın Kur'an'da geçen sıfatlarının başında recîm (taşlanmış, kovulmuş) sıfatı gelmektedir. Bu sıfat ona, Âdem'e secdeden kaçındığında, bizzat Allah tarafından verilmiştir.

Şeytan sizi fakirlikle korkutur,

…içki ve kumarı kullanarak düşmanlık ve kin yayar.

 

…din bir teslimiyeti gerekli kılar. Kur'an'ın dini Allah'a teslimiyeti, Budizm Buda'ya teslimiyeti, Pavlus Hristiyanlığı Pavlus'a teslimiyeti gerektirir.

Şeytanın dini de şeytana teslimiyeti gerektirir.

 

Bir adı da 'ğerûr" (aldatan) olan şeytanın aldatma oyunu, daha çok Allah ile aldatma şeklinde tezgâhlanır.

Davarlaşmış bir kitle, şeytana teslimiyet malzemesi olmaya hazır haldedir. Bunun içindir ki şeytan, kitleyi teslim alma stratejisinin ilk faaliyeti olarak kitleyi davarlaştırır. Yani aklını işletemez, sorgulayamaz, soramaz hale getirir.

 

"İnsanlardan bazısı vardır, Allah konusunda ilimsiz bir biçimde mücadele eder de her inatçı şeytanın ardı sıra gider." (Hac, 3)

Şeytancılığın hizmetindeki tüm kadrolar, tarih boyunca ilim düşmanlığıyla tanınmış şer kadrolarıdır.

 

Kur'an'ın adı olan 'kur'an' kelimesi 'okunacak şeyleri toplayan kitap' demektir. Bu da gösterir ki bu kitap, okumaktan yani ilimden ayrı düşünülemez.

 

Şeytan, insanoğlunu ümniyelerle yıkacağını Tanrı'nın huzurunda ilan etmiştir. Ümniye'nin bir anlamı da okuduğunu anlamadan okumaktır ki Kur'an, Mâûn suresinde bunu yapanları lanetlemiştir.

 

ŞİİR

Şiir, Arapça'daki anlamak, kavramak, fark etmek anlamlarındaki şuur kelimesiyle aynı köktendir. Araplar; ince anlayışlı, kavrayış gücü yüksek ve çoğu kez gelecekten haber veren kişilere şair, bunların düzenledikleri sözlere de şiir demişlerdir.

 

ŞİRK

Şirk, şirket ve müşareket, Arap dilinde mülk ve saltanatta ortaklık anlamındadır. Bir şeyin, birden fazla kişiye aidiyetine de şirk veya müşareket denmektedir.

Din dilinde şirk, Allah'a, yani tek olan Yaratıcı Kudret'e zatında (sayı olarak) veya tasarrufunda (yapıp-etmelerinde) ortak tanımaktır.

"Allah birdir" diyen nice insan, rızkını elde etmek için şunun bunun hakkına tecavüzde bir beis görmez ve böylece, Allah'ın Rezzâk (rızık veren) sıfatının sergilediği tasarrufa kafa tutarak, farkında olmadan şirke düşer.

 

ŞÛRA

Şûranın kök anlamı, arı kovanından bal almak ve satılacak hayvanı pazarda dolaştırıp görüşe sunmaktır. Göstermek, tanıtmak, belirtmek anlamlarındaki işaret de aynı kökten gelir. Dilimizdeki müşavere, meşveret, istişare ve işaret kelimeleri de aynı köktendir.

Kur'an'ın insanında ve onun oluşturduğu toplum ve dünyada düzen, şûra üzere yürür.

Hz. Peygamber, vahiyle belirlenmeyen hususlarda içtihat ederek fikir yürütüp bir karara varmaya memur idi.

 

ŞÜKÜR

Kur'an, Allah'ın sayısız nimetlerini kullanan insanın bu nimetlerin sahibini düşünmesini ve hizmetine verilen nimetlerden duyduğu mutluluğu birtakım davranışlarla ortaya koymasını şükür olarak anıyor. Türkçedeki teşekkür ve şükran kelimeleri de şükür kökünden gelmektedir. Kur'an terminolojisinde şükrün karşıtı küfürdür ki, nimeti örtmek, unutmak ve görmezlikten gelmektir,

Hz. Peygamber, "Allah, kuluna bir nimet verdiğinde onun eserini kulu üzerinde görmek ister" diyerek, şükrün bir söz ve düşünce olmaktan çok bir fiil olması gerektiğine dikkat çekmiştir.

…hamd yalnız dille yapıldığı halde, şükür fiille yerine getirilir. Ayrıca şükür mutlaka elde edilen bir nimet karşılığında yapılır. Oysaki hamd nimetin sahibine, nimet bize ulaşmasa da yapılmaktadır. Bunun içindir ki, hamdi, nimetin varlığına bakmaksızın, her hal ve şartta yaparız.

 

TAFSİL

Fasl ve fisal, aralarında mesafe oluşturmak üzere, iki şeyi birbirinden uzaklaştırmaktır.

"Allah size kitabı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım?” (En'am, 114)

Mufassal Kitap, muhataplarına meramını öylesine güzel anlatabilen bir kelam harikasıdır ki, onun hükümlerini anlamak için başka bir hakem arayanlar kınanmaktadır.

 

"Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var!" (Kamer, 17, 22, 32, 40)

 

TÂĞUT

İlahlaştırılmış azgın, kâhin, büyücü, sapıklık öncüsü, Hristiyan kodamanı, saldırgan, zalim.

Tâğuta 'Hristiyan kodamanı' (onunla yan yana kullanılan cibt sözcüğünü ise Yahudi kodamanı) anlamı veren, İbnül-A'rabî'dir.

Zemahşerî, Nisa 51'de geçen cibt ile Yahudilikteki kutsal gün sebt (Cumartesi günü) arasında irtibat görmektedir,

Tuğyan, insanın tabiatında vardır.

Bütün tâğutlar, paranın kulu, mülk ve saltanatın uşağıdır.

 

TAĞYİR / (yaratılışı ve yaratılmışı değiştirme, bir halden başka bir hale geçirme)

Kur'an, tağyiri öncelikle doğal yapıyı, doğal dengeleri bozup hayatın ve insanın ahengine zarar vermek anlamında kullanmaktadır. Bu anlamda tağyir, şeytanî bir faaliyet türüdür.

Cennetin özelliklerinden biri de gıdaların, özellikle su ve balın tağayyürden uzak kalması yani 'âsin' olmamasıdır.

Allah'ın isim-sıfatlarından biri de Fâtır olduğuna göre, fıtrat üzerinde oynamak. Allah'ın kudretine ortaklığa kalkmak gibi vahim bir cürettir. Bu demektir ki, tabiatın dengeleriyle oynamak, doğayı taciz ve tahribe uğratmak en vahim dinsizlik ve imansızlıklardan biridir.

 

TAHRİF / (bozup değiştirme, yozlaştırma)

Tahrif sözcüğünün kökü olan harf, 'uç, kenar, kıyı' anlamındadır.

Tahrif, bir şeyi, bir uçtan öteki uca eğmek, bir şeydeki kutupları değiştirmektir ki bunun sonuç anlamı, bir şeyin istikametini bozup gayesini saptırmaktır.

 

Kur'an'da tahrif yapılamadı, yapılamaz. Din tahrifçiliği geleneği, bunu bildiği için İslam'daki tahrifatı rahatça yapmak üzere, İslam'ı Kur'an'ın elinden aldı.

 

TAKVA

Takva ve akrabası kelimelerin türediği kök olan 'vikaaye, bir nesneyi sakınmak, ondan türeyen 'ittika' ise bir nesneden sakınmak demektir.

'Korkulacak şeyden sakınmak' başkadır, 'korkmak' başkadır.

Takva (veya ittika), tanrısal iradeye ters düşen şeylerden sakınmak, korunmak ve diğer insanları sakındırıp korumaktır.

İnsan için en değerli azık da sakınma duygusudur.

 

TEÂRUF / (örfler yoluyla değer üretme yarışı)

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi kabilelere ve milletlere ayırdık ki, teârufa gidesiniz. Şu bir gerçek ki, Allah katında en soylu ve yüce olanınız takvada en ileri olanınızdır." Hucurât 13

 

TEBDİL / (değiştirme, tersyüz etme)

 

TEBERRÜC / (kadınların kendilerini ortalıkta teşhir etmeleri)

Kur'an'ın libas (giysi) konusuna değinen ayetleri incelendiğinde, örtünme emrinin şu tek amaca yönelik olduğu görülür: Teşhir ve tahriki engellemek.

…teberrüc, kadının kendini süsleyip püsledikten sonra boyunu-bosunu, süslerini erkeklere göstermek üzere ev dışına çıkmasıdır.

 

TEBLİĞ

Kur'an tebliğ ve belağ kelimelerini aynı anlamda kullanmaktadır. Bunların hepsinde ortak anlam, vahyin mesajını insana ulaştırmaktır.

Tebliğ, mesajın muhataba ulaştırılmasıyla olur.

…tebligatın insanlığa ulaştırılması en ileri anlamda sabır, fedakârlık, feragat, hoşgörü, yumuşaklık, merhamet ve kaynaşmayı gerekli kılmaktadır.

 

TEBYÎN / (ayrıntıları ve kanıtlarıyla bildirmek, sözü tam anlaşılır şekilde söylemek)

Beyan: bir şeyi apaçık kılmak, bir şeyin üstündeki örtüyü kaldırmak, iyice anlaşılır hale getirmek demektir.

Tebeyyün: Beyan edilmiş olma durumu. Apaçıklık.

Tibyan: kuşku bırakmayacak şekilde açıklayan demektir.

Istibâne: Beyan edilmesini istemek, beyan edilmiş olduğunu görmek.

Beyyine: Akıl veya duygu açısından apaçık kanıt demektir.

Mübeyyin-mübeyyine: Beyana bağlanmış olan şey, beyyine ile belgelenmiş söz ve iddia.

Mübîn: Kur'an'ın, peygamberlerin tebliğin temel sıfatlarından biridir.

Bu kitap, söylemek istediğini muhatabı rahat ve tam anlayacağı şekilde söyler

 

1.Takrîr Beyanı: Sözün, mecaz anlamda kullanılması ihtimalini ortadan kaldıran beyandır.

2. Tağyir Beyanı: Genellik ifade eden sözlerde, istisna edilmesi gereken noktaları açıklayan beyanlardır.

3. Tefsir Beyanı: Kur'an'ın herhangi bir yerinde geçen bir ifade veya kelimenin, bir başka yerdeki ifade veya kelimeyle açıklanmasıdır.

4. Zaruret Beyanı: Sözde, açıklanan kısımlardaki verilerden açıklanmayan noktaların zorunlu olarak ortaya çıkması.

5. Tebdil Beyanı: Bu tür beyanın terimsel adı nesihtir. Yani önceki bir beyanla getirilen hükmün daha sonraki bir beyanla geçersiz kılınması.

 

Tebyîn, beyanda bulunmak demektir.

 

TEFVİZ / (sonucun takdirini Allah'a havale etmek)

Tefviz, yapılması gerekeni yaptıktan sonra gerisini Allah'a bırakmaktır.

 

İnsan, Allah'tan zenginlik, sağlık, mevki ister ve en güzel dua ile yakardığını sanır. Oysaki, Allah'tan hayırlı olanı istemek gerekir. Onun adı afiyettir.

 

TEHECCÜD / (Kur'an'la meşgul olmak için uykuyu bölmek)

…teheccüd kelimesi, uyku anlamına gelen hücûd kökünden türemiştir. Kelime anlamıyla, uykuyu gidermek, birini uyandırmak demektir.

 

…teheccüd sadece namaz kılmak değildir. Kur'an'la meşgul olmaktır. Gece kılınan namaz, içinde Kur'an okunduğu için teheccüd adını almaktadır. Esas teheccüd, Kur'an'la meşgul olmak, yani Kur'an'la ilgili araştırma ve okuma faaliyeti sergilemektir.

 

TEKLİF

Teklifin kökü olan 'kelef bir şeyi sevmek, bir şeye düşkünlük anlamındadır. Teklif ise, bir insanı, sevdiği şeyi elde etmede bazı zorlukları göğüslemekle yükümlü tutmaktır.

Aynı kökten gelen külfet, zorluk anlamında, tekellüf ise külfete meydan verme, bir işin olmasını külfete bağlama anlamında kullanılır.

"Güç yetirilemeyen şeyle yükümlü kılmak yoktur."

 

TESLİM

Teslim ve islam kelimelerinin üç kökü vardır: Selamet-selm, silm, selam. Birincisi, görünür ve görünmez âfetlerden arınmışlık, ikincisi barış, üçüncüsü ise barış, huzur ve esenlik anlamındadır.

 

Kur'an'ın aradığı dindarlığın esası 'fazla ibadet' değil, sadece Allah'a ibadettir. Sadece Allah'a teslim olmak, sadece O'na ibadet etmek, sadece O'ndan yardım dilemek, sadece O'na güvenmek... Akla gelebilecek tüm alanlarda omurgayı bu 'sadece' oluşturur.

…günahkârın Allah'ın merhametine sığınma hak ve ümidi açıktır. Ama riyakârın böyle bir hakkı ve ümidi olamaz. Çünkü riya şirktir ve şirke sapanın kurtuluşu yoktur.

 

TESPİH

…tespih (özgün şekli 'b' ile tesbîh), yüzmek, bir işi bitirip başka bir işe koyulmak, koşuşturmak, iş yapmak, tasarrufta bulunmak, anlamlarındaki 'sibâha' kökündendir.

…tespih, bir kavramdan çok bir fiil ve eylemdir.

 

TEVEKKÜL

Eğer birini vekil edinecekseniz, bu sadece ve sadece Allah olmalıdır

Kur'an mümininin iki dayanağı olacaktır: 1. Kendi gayreti, 2. Allah.

 

TEYEMMÜM

"Tamamı elde edilemeyen şeyin tamamı terk edilmez."

Teyemmüm, su ile temizlik yapma imkânını yitiren bir kişinin vücudundaki artık-olumsuz elektriği toprağa veya o cinsten bir şeye boşaltması olayıdır.

Abdesti bozan şey, teyemmümü de bozar. Teyemmüm ayrıca suya ulaşmakla da bozulur.

 

TÖVBE

Allah'ın sıfatlarından biri Tevvâb olduğu gibi, kulun sıfatlarından biri de tâib yani tövbe edendir.

"Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Kuşkunuz olmasın ki, Allah bütün günahları bağışlar." (Zümer, 53)

Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez ve bir başkasının günahından sorumlu tutulamaz. Böyle olunca, hiç kimse bir başkası adına tövbe edemez. Son Peygamber'e bile böyle bir hak tanınmamıştır,

 

UĞURSUZLUK / (tayere)

Uğursuzluğu ifade için Kur'an'da tayr kökünden sözcükler kullanılır. Aynı kökten gelen tayere kelimesi de uğursuzluk demektir.

Tayere veya tıyere Arapça'daki tayr kökünden gelir. Tayr ve tâir, havada uçan her şeye denir.

Tayere, Hz. Peygamber tarafından şirk olarak nitelendirilmiştir,

 

UNUTMAK / (nisyan)

Kur'an'daki nisyan, sıradan unutmak değildir. Bu, daha çok, ihmal ve umursamazlığın sonucu olan yan kasıtlı bir unutmadır

Nisyanın karşıtı (ve nisyandan kurtulmanın yolu) zikirdir ki o da hatırda tutmak için anmak demektir.

 

UYARI / (inzâr)

İnzârın kökü olan 'nezr'; esasında bağlayıcı olmayan bir şeyi kişinin, kendi nefsi için bağlayıcı kılmasıdır.

İnzâr yapana nezir veya münzir denir.

 

Hz. Muhammed'e, dünyaya ilişkin ilk faaliyet emri "Kalk ve uyar!" şeklinde gelmiştir.

"En yakın akraba ve soydaşlarını uyar!" (Şuara, 214)

Anlaşılıyor ki, gerçek bir uyarıcının belirgin alâmetlerinden biri de uyarıya en yakınlarından başlamasıdır.

Kısacası, uyarı, Kur'an mümininin temel iman borçlarından biridir.

 

UYUŞTURUCU

Her türlü uyuşturucuyu ifade için 'hamr' sözcüğü kullanılmıştır. Hamrın kelime anlamı, örtmektir. İnsanın düşünme ve akıl yürütme yeteneğini örten uyuşturuculara, özellikle şaraba hamr denmesi bundandır.

…hamr, düşünme yetisinde aksaklık yaratan şey demektir. Bunun sıvı veya kuru olması, ağızdan veya başka bir yolla alınması hiçbir fark yaratmaz.

 

ÜMİTSİZLİK / (yeis, kunût)

Yeis; istek ve arzunun tükenmesi, ümitsizlik, anlamlarındadır.

İnsan, kendine dokunan en küçük bir terslik, sıkıntı, zorluk ve çıkar zedelenmesi halinde derhal ümitsizliğe düşer. Bu durum, insanın nankörlüğünün, bencilliğinin bir uzantısıdır.

Tüm kötülükler insanın kendi elinin ürünüdür.

İlahî rahmet sürekli, sonsuz ve sınırsızdır.

 

ÜMMET

Ümmet, insan nesli demektir. Her nebinin ümmeti, kâfir veya mümin ayrımı olmaksızın, tebliğ için gönderildiği tüm insanlardır. Muhammed ümmeti denince de Hz. Peygamber'e inanan ve inanmayan bütün insanlar kastedilir.

 

ÜMMÎ

Ümmî, okuma yazma bilmeyen değil, okuma yazma yoluyla elde edilen bilgileri bilmeyen, özellikle Ehlikitap'ın elindeki bilgileri öğrenmeyen ve doğal hali üzere kalmış olan kişiyi ifade eder.

 

ÜMNİYE / (kuruntu, anlamadan okumak, sanı, yalan)

Ümniye, takdir etmek (ölçü tutturmak) anlamındaki meny kökünden türemiştir. Meny sözcüğündeki takdir, daha çok sanı, hayal ve kuruntuya dayanarak yapılan tahminler için kullanılır.

Kitap'a (yani bilgi ve kanıta) karşı konmuş bulunan ümniye, aslı-esası olmayan şey, yalan, sanı, ne dediğini anlamadan okumak demektir.

…ümniye üç başlı bir belayı aynı anda barındıran şeytanî bir hastalıktır:

1. Anlamını bilmeden, ne dediğini anlamadan yani tedebbürsüz bir biçimde okumak,

2. Hurafelere bel bağlayıp yapay kutsallıklardan, uydurma yasaklardan oluşan sahte bir din geliştirmek,

3. Uydurmaları din yapmak.

 

Kur'an okumak, bizzat Kur'an'ın ifadesiyle 'tedebbür'dür, yani anlamı düşünmek.

 

VAHY

…vahiy, bir yaratıcı-tanrısal faaliyettir.

Vahiy; bir bilgiyi, bir işareti muhataba en hızlı ve en kestirme yoldan ulaştırmak anlamını taşır.

 

Kur'an-ı Kerim, Allah'ın insana vahyinden genel anlamda bahsederken ilâ edatını kullanır. Vahyin Hz. Peygamber'e gelişi, özellikle geliş şekli söz konusu edildiğinde ise alâ (üzerine, üstüne) edatı seçilmektedir. Bu ikinci edat Arap dilinde istila (kuşatma, kaplama) ifade eder. O halde, Hz. Peygamber'e gelen vahiy sıradan bir bilgi ulaşımı değil, onun tüm benliğini kuşatan bir erdirme ve doldurma olayıdır. Vahiy, nebide bir küllî değişme vücuda getiriyor. …bu, bir tür melekelendirme olgusudur ki, nebide yapı sal-kozmik değişmeler vücuda getirir ve nebi, aldığı vahyin canlı mümessili haline gelir.

 

VELÎ

Velî sözcüğünün esas kökü, 'vela' kelimesidir. Vela ve velayet mekân, zaman, din, inanç ve nispette yakınlık anlamındadır. Etimolojik gelişimi içinde bu kelime yardım, işini üstlenme, destek verme anlamlarını kazanmıştır.

Aynı kökten gelen mevla (çoğulu: mevâlî), köle âzadlayan ve âzadlanan köle anlamlarına geldiği gibi velî ve efendi anlamlarına da gelir.

Kur'an, velî kelimesini Allah ve kulun ortak sıfatı olarak kullanmasına karşın, mevla sıfatını yalnız Allah için kullanır.

Velayetin zıddı adavet (düşmanlık-uzaklık), velînin zıddı da adüvv yani düşmandır.

Kur'an hangi gerekçeyle olursa olsun zalimlere velî olmaya, yani onlara dostluk ve yardıma onay vermemektedir.

 

VESİLE

Allah'a yaklaşmada kendisinden yararlanılan kişi, metod, eşya ve imkân anlamındadır.

Vesile edinmeye tevessül denir.

 

YALAN / (kizb)

…kizb, insan hayatının temel sürçmeleri arasında gösterilmekte ve Yaratıcı'yı en çok öfkelendiren kötülüklerden biri olarak lanetlenmektedir.

“Yalanlamış olanların vay haline…”

 

Kizb, ya hiç aslı olmayan bir hikâye uydurmak yahut bir hikâyeye ekleme yapmak yahut anlamı değiştirecek bir eksiltmeye gitmek yahut da yazılı metinde tahrif sayılacak bir değiştirme yapmak şeklinde sergilenir. Tümden uydurmacılığa ise iftira ve ihtilak denir. Yalanın en kötüsü, hakkında konuşulan kişinin huzurunda söylenen yalandır ki buna bühtan denir.

 

YARATILIŞ / (fatk, faik, fatr, su)

…yaradılış bir 'fatk-falk-fatr olayı'dır. Ama bu olay, olup bitmiş bir olay değil, olmakta olan bir süreçtir.

Cenabı Hakk'ın Esmaül Hüsna'sı içinde 'Fâtır' ve 'Fâlik' isimleri de vardır.

 

YARDIMLAŞMA / (teâvün, îsar)

Yardımlaşma anlamında 'teâvün', başkalarına karşılıksız yardım anlamında 'îsar' sözcükleri kullanılmaktadır.

…îsar, kelime anlamıyla bir şeyi diğerine tercih etmektir.

 

YEMİN

Sağ yan, kuvvet ve Türkçedeki yemin anlamında olup çoğulu eymân'dır.

Kur'an, Türkçedeki yemin etmek anlamında kasem, helîf ve hilf kökünden türeyen fiilleri de kullanmaktadır. Buna ilaveten, bir yerde de çok yemin eden anlamında bir isim-sıfat olan hallâf kelimesi geçmektedir.

Hilf, geçtiği hemen tüm ayetlerde münafıkların bir alâmeti olarak veriliyor. Münafıklık illeti, bir görünümüyle de, çok yemin etme illetidir. Çok yemin etme ihtiyacını duyanlar çok yalan söyleyenlerdir.

 

Yemin, kişilik ifade eden kararlı söz halinde ağızdan çıktığında onun korunması, gereğinin yerine getirilmesi, insan olmanın onur borcudur. Yeminini basit menfaatler yüzünden bozan, sonsuzluk nasibi olmayan bedbahttır.

 

Kur'an'ın yeminle ilgili ayetlerinden üç tür yemin olduğu anlaşılıyor:

1. Mün'akide yemin: Bir şeyi yapmaya veya yapmamaya söz vermek şeklinde olan yemin. Bu, bir tür şarta talik edilmiş akit olmaktadır ki bunun icrası zorunludur.

2. Gamûs yemini: Bu, bilerek yalan yere yemin etmektir ki, bundan kefaret ödeyerek de kurtulmak mümkün olmaz. Böyle bir yemini yapan, eğer kul hakkı altına girmişse o hakkı ödeyip ayrıca Allah'tan af diler, Allah onu dilerse bağışlar, dilerse cezalandırır.

3. Lağv yemini: Bu yemin yalan kastı olmaksızın yapılmış, boşboğazlık veya alışkanlık sonucu, bazı yemin lafızlarını kullanmaktır. Bundan kefaret gerekmez.

Yeminin kefareti nasıl ödenir?

a) On fakire yemek yedirmek, yahut onları giydirmek,

b) Özgürlüğüne kavuşmak isteyen birini (bir köleyi) özgürlüğüne kavuşturmak,

c) Oruç tutmak.

 

Allah'ın yeminleri

Harflere yemin: bir kısmı tek harftedir. Bunlar: Sâd (Sâd suresinin ilk harf-ayeti), Kaaf (Kaaf suresinin ilk harf-ayeti), Nûn (Kalem suresinin ilk harf-ayeti).

…iki harfle: Tâ-Ha (Tâha suresinin ilk ayeti olan iki harf), Tâsîn (Nemi suresinin ilk ayeti olan iki harf,) Yâsîn (Yasın suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Mümin suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Fussılet suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Zühruf suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Dühan suresinin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Câsiye suresi'nin ilk ayeti olan iki harf), Ha-Mîm (Ahkaf suresi'nin ilk ayeti olan iki harf)

Üç harfe yemin şunlardır: Elif-Lâm-Mîm (Bakara suresi'nin ilk ayeti olan üç harf), Elif-Lâm-Râ (Yunus suresi'nin ilk ayeti), Etif-Lâm-Râ (Hûd suresi'nin ilk ayeti), Elif-Lâm-Râ (İbrahim suresinin ilk ayeti) Elif-Lâm-Râ (Hicr suresi'nin ilk ayeti), Tâ-Sîn-Mîm (Şûara suresinin ilk ayeti), Tâ-Sîn-Mîm (Kasas suresinin ilk ayeti) Elif-Lâm-Mîm (Ankebût suresinin ilk ayeti) Elif-Lâm-Mîm (Rum suresinin ilk ayeti), Elif-Lâm-Mîm (Lukman suresinin ilk ayeti) Elif-Lâm-Mîm (Secde suresinin ilk ayeti)

Dört harfe yemin iki yerdedir. Elif-Lâm-Mîm-Sad (A'raf suresi'nin ilk ayeti), Elif-Lâm-Mîm-Ra (Ra'd suresi'nin ilk ayeti)

Beş harfe yemin iki yerdedir. Bunlar: Kâf-Ha-Yâ-Ayn-Sâd (Meryem suresinin ilk ayeti) Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kaf (Şûra suresinin ilk iki ayeti)

 

Eşyaya yeminler: büyük kısmı doğal, ontolojik kuvvetlerle, tabiat varlıklarınadır.

 

YETİM

Yetim, küçük canlının annesinden ve çocuğun babasından yoksun kalması anlamındaki yütm ve yetm kökünden sıfattır.

Kocasından yoksun kalan kadına da yetim denir. Hukuksal anlamda yetimlik, buluğ çağında sona erer.

Yetim kelimesinin 'Ta' ile yapılan şekli (yetime) tek, biricik, yalnız gibi anlamlara gelmektedir.

Yetime ihsan, Allah'ın temel buyruklarından biridir.

 

YOL / (sebîl, sırat, tarîk, şeriat, cüdde)

Kur'an'a göre, insanın yöneleceği iki yön vardır: Şükran yani Yaratıcı ile kaynaşma yönü, küfran yani Yaratıcı'ya nankörlük yönü.

Kur'an, insana, cehenneme gitme özgürlüğü de vermektedir. Özgürlüğün verilmiş olması başlı başına ve peşin bir cennetin ta kendisidir. Esasen, dinden ikrahı çıkaran bir kitap için, özgürlük dışında bir yolla gidilen yerin cennet olması söz konusu edilemez.

 

Yol anlamında en çok kullanılan kelime olan sebil (çoğulu: sübüt) kelimesi, kullanıldığı 170 küsur yerin 70 küsurunda Allah'a izafe edilmiştir.

Allah'ın dışında bir kudret veya kişiye izafe edilen bütün yollar şeytana ve cehenneme çıkar.

 

Kur'an'ın, hedefe götürücü ve erdirici yol olarak gördüğü yol, sırat'tır.

Tarîki müstakim, hakka götüren yolun adıdır.

Hakka götüren yolun rehberi Kur'an'dır.

 

ZEKÂT

…zekât, infakın en çarpıcı görünümü ve müeyyideli bir uygulanışıdır.

…tezkiye, temizleme, arıtma anlamındadır ve zekâtla aynı köktendir.

Zekât, infak ve sadakanın yaptırımlı-resmî kısmıdır. Bu demektir ki, her zekât aynı anda bir infak ve sadakadır ama, her infak ve sadaka zekât değildir.

Servet belli ellerde toplanırsa, kitleyi ezen bir araç, bir tahakküm ve sömürü unsuru olur.

Kur'an, servet sahibinin malında, fakirin hakkı bulunduğunu, bu hakkın fakire mutlaka ulaştırılması gerektiğini açıkça belirtir.

"İnsanların malları içinde, artsın diye riba olarak verdiğiniz, Allah katında artmaz. Allah'ın yüzünü isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte onu verenler kat kat artıranların ta kendileridir." (Rum, 39)

Nihaî ölçü şudur: İhtiyaçtan fazlasını vermek,

 

ZİKİR

Kelime anlamıyla zikir, 'unutulan bir şeyi hatırlamak ve bir şeyi unutmamak için sürekli hatırda tutmak, şeref, öğüt, düşündürücü' demektir.

 

'Allah'ı zikretmek' anlamında zikir, tasavvuf ve tarikatların asırlık şartlandırmaları yüzünden, belli tarikat virdlerini tekrar tekrar okumak anlamında dondurulmuştur. Oysaki Kur'an'ın söylediği bunun tam tersidir. Allah'ı zikrin en yüksek ve etkili şekli, hatta Kur'an'a göre tek şekli, Allah'ı Kur'an'la zikretmektir. Dahası, zikretmek, Kur'an okumakla eşanlamlıdır.

 

"Kim Rahmanın Zikri'ni/Kur'an'ı görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Bunlar onları yoldan tamamen saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar." (Zühruf, 36-38)

 

ZİNA

Geçerli bir nikâh olmaksızın cinsler arasında kurulan cinsel ilişkiye zina denir.

Kur'an'a göre zina, insanlığı fert ve toplum olarak yozlaştıran bir illettir.

Kur'an bünyesinde recm (taşlama) cezası yoktur.

Recm cezası, esasında Tevrat kaynaklıdır

Zinanın ispatı, 4 görgü tanığı ile yapılabilir.

Fahşa, fuhş ve fahişe kelimeleri 'aşırı derecede çirkin ve iğrenç fiil ve söz demektir.'

 

ZÎNET / (süs, aldatmak için süsleyip püsleme)

…zînetin hakikisi ve aldatıcısı vardır. Hakiki zînet, insanı dünya ve âhirette hiçbir şekilde utanmak durumunda bırakmayan zînettir. Aldatıcı zînet ise insanı dünyada veya âhirette bir biçimde utandıracak olan zînettir.

 

Gerçek zînetin üç türü vardır:

1. İlim, tutarlı inanç gibi insanın benliğinde varolan zînet,

2. Güçlülük, uzun boyluluk gibi insanın bedeninde belirgin olan zînet,

3. Mal, şöhret gibi insanın dışında olan zînet.

 

Kur'an, zînet kavramına olumlu bakmamaktadır.

…zînetin şerri hayrından daima çoktur.

 

Şeytan, insanı saptırmada kullanacağı temel unsurlar: birisi ümniye yani anlamını bilmeden okuyuş, ikincisi de zînettir.

 

ZORUNLULUK HALİ / (ıztırar)

Kök kelime olan zarar (ve bunun mimli masdarı mazarrat), yarar ve uygunluğun zıddıdır. Bu kökten olan zurr; yarara dokunan, ters gelen, rahatsız eden anlamlarındadır.

Iztırar; bir şeyi istenen şeklinin dışında bir biçimde veya beklenen tavrın dışında bir tavırla icra etmek durumuna düşmektir.

 

ZULÜM

Işıksızlık anlamındaki zulmetle aynı kökten gelen zulüm kelimesi Kur'an bünyesinde küfür, şirk, kötülük, baskı, işkence, zorbalık, hukuksuzluk, haksızlık anlamlarında kullanılmıştır.

Bir şeyi ait olduğu yerin dışında bir yere koymak.

…zulüm, varlık düzeninde yozlaşma ve yabancılaşmaya sebep olmaktadır.

…bütün zulümler insan elinin ürünüdür.

Zulüm, hangi türden olursa olsun, göklerden öfke ve mutsuzluk inmesine yol açar.

Ülke ve uygarlıkların yıkımına sebep olan zulüm, daima servet ve nimet şımarıklığı ile yan yana olmuştur,

 

Kur'an'daki zulüm kavramı aynı anda üç olumsuzluk ifade etmektedir.

1.Yönetimde despotizm,

2. Emperyalizm (sömürü ve istila),

3. Cehalet (akıl ve ilim düşmanlığı).

 

Zulme rıza göstermek, zalime karşı çıkmamak da bir zulümdür.

 

Sen, inci imal ediyor, inci satıyorsun. Bu toplumsa domuzlanmış. Domuzların boynuna inci takmak için uğraşma; çık git bu domuzlar yurdundan; huzur ve güveni başka topraklarda ara. Allah sana yardımcı olacaktır

 

Yeni Boyut Yayınları, 25. Baskı, İstanbul, 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder