Hermeneutik Bir Deneyim II
Önsöz
Kur’an’ı Anlama’nın Anlamı adlı ilk kitabımızın bir devamı
niteliğindedir.
…her yorum eleştirisi, bir süre sonra “yorumlardan bir
yorum” hâlini alacak ve tabiatıyla hâkim söylem yine yaşamaya devam edecektir.
Arap diline uygunluğu gösterilmedikçe, hiçbir yorum Allah’ın
muradını temsil edemez, zira Allah Teâlâ muradını bu dil de, bu dil vasıtasıyla
beyan etmiştir.
Arap dilini önemseme, Emevilerle başlayan süreçle birlikte Arap
dilini kutsallaştırmaya dönüşmüş, Arap dili kutsanınca, Arap kavmi de bu
kutsallıktan payını almıştır.
1. Bölüm
Kur’an’ı Anlama’nın Mahiyeti Üzerine Felsefî Bir
Çözümleme
1. Kur'an’ı Anlamak
Bir Kur’an ayetinin hangi anlama geldiğini bilmek isteyeceklerin
öncelikle ayetin nasıl ve niçin o anlama geldiğini bilmeleri gerekir.
Kesinliğin olmadığı yerde, doğru ya da yanlış anlam’dan söz
edilemez. Dolayısıyla da anlamdan söz edilemez.
“Kur’an'ı anlamak" ne demektir?
İslâm Mantıkçıları, Mantık'ın konularını tasavvurat ve
tasdikat olmak üzere iki bölümde incelemişler, kavramları ve tanımları
tasavvurlar kısmına dahil edip hüküm ve önermeler ile akılyürütmeleri ise
tasdikat kısmında ele almışlardır.
Otoriter Yorum ya da Otoritelerin Yorumu
Safsata vehimlere dayanır, bedihî değildir, aldatıcıdır ve
en nihayet insanı heyecanlandırır, duygulandırır ama ona bir bilgi vermez, bir
şey öğretmez; onu sadece oyalamış olur. Safsatayı kendisine sanat edinmiş
popülizm ise tüm gücünü, halkın safsatayla yetinebilen bir yapıda oluşundan
alır (s. 19-20).
Anlama’nın nesnel koşullan bulunmadığında, bulunamadığında,
anlam’tn kendisini de bulamayız; anlam'ı bulamadığımızda ise metne anlam'ı biz
vermek zorunda kalırız. "Bizce verilen anlam”, tabiatı gereği ilzam edici
olamayacağından, son tahlilde ikna edici de olmaz ve gücünü, meselâ “yorumun
sonu yoktur!”
Mahiyet-Muhteva Ayrımı
Kur'an’da Kur’an’ın kendisiyle ilgili olarak, meselâ, vahiy,
tenzil, kelâm, kur’an, kitab, ilim, hikmet, huden, şifa, rahmet, nûr, ruh,
tebyin, furkan, zikr, nezir şeklinde birçok sıfat geçmektedir
…hepsi de Kur'an'ın farklı yönlerine işaret etmektedirler.
Tenzil
Kelâm
Vahiy
(Hz. Muhammet) Furkan, Zikr, Şifa. Nûr, Rahmet – İnsanlar…
Mahiyet Soruşturması
Kur’an’ı anlamak demek, bir dili (lisanı), dilde, dille
ifade edilmiş bir sözü (kelâmı) anlamak demektir.
Lisan’ı ve Kelâm’ı Anlamak
“Bir dili (lisanı), dilde, dille ifade edilmiş bir sözü
(kelâmı) anlamak” ile kastedilen nedir?
Lisan ve Kelâm
İslâm düşüncesi geleneğinde de lisanullah diye bir kavram mevcut
değildir. Kuran Arap diliyle, Arapça'yla nâzil olmuştur ve fakat Allah’ın
Lisanı şeklinde değil, Allah'ın Kelâmı olarak tesmiye edilir.
Muvâdaa ve Kasd-ı Mütekellim
Kur’an’ı anlamanın ilk şartı, bu lisanı (Arap dilinde
kullanılan kelimelerin ve ibarelerin delâlet ettikleri mânâyı) bilmektir.
Murad-ı İlahî
Metin ve Muhatab
Muhatabın, metnin anlamını çözmesi, genellikle ‘metne anlam
vermesi’ şeklinde anlaşılır. Nitekim anlama faaliyetinin ‘yorumlama’ terimiyle
ifade edilmesi de bu yüzdendir.
Sonuç
2. Bolum
“Kur An Dili” Üzerine Bir Soruşturma
Giriş
…ne denmek istendiğini bilmek için, önce ne dendiğini
anlamak lâzımdır.
1. Nomos ve Physis
Dildeki sözcükler ile bu sözcüklerin delâlet edip
gösterdikleri nesneler ve kavramlar arasındaki bağlantı doğal mıdır, doğuştan
mıdır, aralarında sahici bir bağ var mıdır…
1/a. Doğanın Dili’nden Dilin Doğasına
Herakleitos’a göre tabiatta zıdlar arasında bir düzen, bir
ahenk vardır. Lirde ve yayda görülen ahenk büyük düzenin örnekleridir.
Ruh tabiattaki nizamı görür ve onu diliyle ifade eder;
gördüğü düzenle ifade ettiği düzen aynıdır, yani bu düzen insan dilinde de
bulunmaktadır. Her ikisi de Logos’tur. Bu Logos bütün insanlar için aynıdır.
Tabiat daima değişir, fakat bu Logos aynı kalır.
Logos, oluş
Ferdinand de Saussure’un (öl. 1913) asırlar sonra, “olguları
tanımlamak için sözcüklerden yola çıkmak kötü bir yöntemdir” şeklindeki şikayetinin
aksine, Yunanlılar sözcüklerin kaynağına inip sözcüklerin asıl anlamını açığa
çıkarmayı (etimoloji yapmayı), doğanın gerçeklerinden birini ortaya çıkarmanın
en heyecan verici yöntemlerinden biri olarak kullandılar. Çünkü köke, kökene
inmek, doğruya ve gerçeğe ulaşmanın en müessir yoluydu (s. 79).
1/b. Doğa’dan İnsan’a
(Aristoteles) sözlerin veya söylenen kelimelerin ruhtaki intibaların
sembolü ve işareti olduğunu, yazı ve sözün bütün insanlar arasında aynı
olmadığını ve fakat etraftaki varlıkların ve bunların zihindeki intihalarının
aynı olduğunu, seslerin ve işaretlerin kendiliklerinden bir anlama gelmediğini
(…) kelimelerin insanlar arasındaki bir anlaşmadan doğduğunu, yani ‘doğal’
olmadığını söylemiştir.
2. Dillerin Menşei
Ehl-i Sünnet uleması (özellikle Eş‘ariler) dil’in, özellikle
Arap dili'nin tevkifî olduğunu söylemekte, buna karşın Mutezilî âlimler bu
görüşün aksini savunmakta ve dilin menşeinin ıstılahı olduğunu öne
sürmektedirler.
2/a. Beyan: Dil Yetisi
…dil yetisi, düşünebilme ve konuşabilme melekesi
insanoğlunun kendisinde doğuştan olarak vardır…
2/b. Lingua Sacra
3. Söylem ve Dil
Türk lisânı Arapça lisânı gibidir, Arapça'nın Türkçe'den
farkı Kur’an-ı Kerim’in Arapça nâzil olmasıdır" diyor Gazzâlî
3/a. Cennet Ehli’nin Dili
3/b. Söylem’in Düzeni
Arap kavmiyetçiliği, birtakım siyasî gelişmelerin de
tesiriyle yayılmış, Arap olmayan müslümanlar, toplumun âdeta ikinci sınıf vatandaşları
konumuna itilmişti. Hz. Peygamber döneminin hiçbir ırka, hiç bir sınıf ve
zümreye ayrıcalık tanımayan o eşitlikçi zihniyeti zamanla çözülerek, onun
yerine —Hz. Hüseyin’in de dediği gibi— Cahilî duygular geçmişti.
3/c. Söylem’in Gücü
İşin doğrusu, Allah Teâlâ, kendi dillerinde konuşan
kimselerin sözlerinin mânâlarını bize bizim anlayabileceğimiz bir dille
(Arapça) nakl ve beyan etmektedir, o kadar.
3/d. Söylem ve Yorum
Kimse, dilin kutsallaştırılmasının metnin muradını
gölgeleyeceğini, ‘gölgelemek’ ne kelime, bizatihi örteceğini ve bu nedenle de
anlamın buharlaşacağını düşünemedi.
Anlam lafzın kendisine delâlet ettiği, murad’ın kendisinde
tecelli ettiği, muradın kendisiyle ifşa olduğu bir ‘şey’ olmaktan çıkmış, bunun
yerine lafız daha da önem kazanmıştı.
Anlam kelâm’da değil, salt lisan’da arandı ve kelâm bir
kenara itilince, dileyenler diledikleri gibi diledikleri lafızlara diledikleri
anlamlan yakıştırmak amacıyla lisan’ı istismar ettiler.
4. Varlık ve Dil
4/a. Ehl-i Sünnet’in Görüşü
Eş'arî mezhebinin ünlü Kelâm bilginlerinden Bâkıllanî (öl.
403/1013) et-Temhîd adlı eserinde isimle müsemmâ'nın aynı olduğunu söyler
Mâturidî âlimlerinden Ebu Muîn en-Nesefî (öl. 508/1114),
Eş'arî âlimler gibi isimle müsemmâ’nın aynı olduğunu söyleyenlerdendir.
İsmin müsemmâ ile aynı olduğunu söyleyenlerin böyle bir
görüşe zâhib olmalarının ardındaki sebep, Allah’ın sıfatlan konusunda takındıkları
tavırla ilgilidir.
4/b. Mu‘tezile’nin Görüşü
Buna mukabil Mutezile, ismin müsemmâ’dan ayrı olduğunu iddia
etmekle sıfatların kıdemi konusundaki görüşüne uygun bir tavır almış
olmaktadır.
4/c. Varlığın Mertebeleri
Gazâlî’nin İlcâm’ul-Avâm adlı eserindeki varlığın
mertebeleri
1. Hariçteki varlığı (uücud fî'l-a'yân)
2. Zihindeki varlığı (vücud fî’l-ezhân)
3. Dildeki varlığı (vücud fî’l-lisan)
4. Yazıdaki varlığı (uücud fî’l-beyaz’il-mektub)
“Ateş yakıcıdır" denirse, evet’ deriz. Eğer “Ateş
kelimesi yakıcıdır" denirse, bu sefer ‘hayır’ deriz. Eğer “Bu kelimeyi
oluşturan sesler yakıcıdır” denirse, yine ‘hayır’ deriz. Eğer “Kâğıt üzerine
yazılı harfler yakıcıdır” denirse, yine ‘hayır’ deriz. Ancak bize denirse ki
“Sesle veya yazıyla zikredilen ateşin kendisi yakıcıdır", işte o zaman
‘evet’ deriz.
4/d. Dilin Gerçekliği, Gerçekliğin Dili
Sözü, sözcükleri anlamlı kılan, onlara canlılık kazandıran,
hayatiyet veren, sözün, sözcüklerin delâlet ettikleri, karşılık geldikleri
varlıktır, varlıklardır; ne ki söz olmadan, sözcük olmadan da varlık
suskunluğa, sessizliğe, anlamsızlığa gömülürdü, hatta var olamazdı, çünkü
varlığını ifade edemezdi.
Sonuç
Doğada hiçbir nesne tek başına değildir ve hiçbir şey tek
başına varolmamaktadır.
Bu bakımdan varlığı anlamaya çalışmak, aslında, değişik
varlık mertebelerinden meydana gelen bu bütünlüğü anlamaya, bu bütünlüğe
ulaşmaya çalışmak demektir.
Bu bakımdan Kur'an-ı Kerim'in dile getirdiği gerçekleri
anlamak istediğimiz kadar, dile getirilen gerçekliğin mahiyetini de bilmemiz
gerekmektedir. Çünkü dil’e getirilen (dil’de temsil olunan), aslında
gerçekliğin kendisi değil, onun bir temsilidir.
…
6 Basım, Kapı Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder