Ekin Erdem - Ömer Seyfettin Hikâyelerinde Siyasal İdeoloji ve Toplumsal Temalar II. Meşrutiyet'in Türkçü Eleştirisi
Birinci Bölüm
1. Liberalizm ve Milliyetçilik
Çağında Bir Osmanlı Aydını
Osmanlı İmparatorluğu'nda siyasal
liberalizmin ilk izleri 19. Yüzyıl'ın ilk yarısında görülmeye başlandı (3 Kasım
1839 tarihli Tanzimat Fermanı).
(19. asır boyunca gözlenen
liberal hareketlerin amacı açıktır ki imparatorluğun parçalanma sürecinin önüne
geçmekti.)
Jön Türklerin iki baskın fraksiyonu
olan Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin gruplarının her ikisi de, Tanzimat ve
Birinci Meşrutiyet'ten devralınan Osmanlıcılık idealini benimsemiştiler.
Comte'un pozitivizminden esinlenen Ahmet Rıza, düşünürün sosyal statiğe vurgu
yapan Ordre (Düzen) ilkesini, Osmanlı halklarının birliğini öne çıkaran Union
(İttihat) terimiyle değiştiriyor, sosyal dinamiği ifade eden Progres (Terakki)
prensibini ise olduğu gibi bırakarak, başında bulunduğu cemiyete "İttihat
ve Terakki" adını kazandırıyordu (s. 14-15).
Günümüzde daha çok Servet-i Fünun
edebiyatındaki yeriyle anılan, ancak belki bu özelliğinden daha baskın olmak
üzere, 1908 Devrimi'nin ilk birkaç yılının ideolojik söylemini hazırlayan kişi
olarak değerlendirilmesi gereken Tevfik Fikret, tıpkı daha önce yazdığı “Sis”,
“Tarih-i Kadîm” ve “Sabah Olursa” adlı politik manzumelerinde olduğu gibi,
isyanın başlamasından birkaç gün sonra kaleme aldığı "Millet Şarkısı"
adlı şiirinde, o döneme kadarki Türk edebiyatında hemen hiç rastlanmayan
biçimde doğrudan "devlet" kavramını sorgulamaya açmış ve
"Haksızlığın envaını gördük, bu mu kanun? En gamlı sefaletlere düştük, bu
mu devlet? Devletse de kanunsa da artık yeter olsun, yeter olsun bu denî zulm ü
cehalet" gibi mısralara yer vermiştir (s. 17-18)
10 Ekim 1908'den itibaren Avusturya'da
üretilen feslere karşı boykot ilân edilmesi ve bir asker başlığı olan kalpağın
takılmaya başlanması, Türkler arasında iktisadi ve kültürel bir milliyetçiliğin
doğuşunun ilk belirtileri olarak görülebilir (s. 19).
Ömer Seyfettin'in de "İrtica
Haberi" adlı öyküsünde tasvir ettiği üzere, Selanik'te Meşrutiyet'i
kurtarma amacıyla toplanan Hareket Ordusu, 24-25 Nisan'daki çarpışmaların
ardından İstanbul'a girer ve 27 Nisan'da II. Abdülhamid tahttan indirilir (s.
21).
1864 yılı / sürgünle Anadolu'ya gelenlerden
biri de Ömer Seyfettin'in çocuk yaştaki babası Ömer Şevki Efendi idi.
Ömer Seyfettin, 12 Mart 1884'te
Gönen’de dünyaya geldi. Kendisinden on yaş büyük bir ablası ve
"Kaşağı" hikâyesinde kuşpalazından ölüşünü anlattığı Hasan adında bir
kardeşi vardı.
Ömer Seyfettin İstanbul Harp Okulu
ile devam eden kariyerinde ilk ilgi gösterdiği edebiyatçı liberal ve hümanist
Tevfik Fikret oldu.
Kuşadası Redif Taburu'nda askerlik
kariyerine başladığı yıllarda Tevfik Fikret, "Tarih-i Kadîm" şiirini
yazmıştı.
1905 tarihli Sahir'e Karşı
Öyküde 21 yaşındaki yazar, büyük
ölçüde kendini anlatmaktadır.
…yazarın zihninde askerlik
karşısında edebiyatın, avcı karşısında entelektüelin, bedenini çalıştıran
karşısında aklını işletenin nasıl konumlandığını açıkça gösterir (s. 26-27).
Ömer Seyfettin, Genç Kalemler
Dergisi'nin 18 Aralık 1911'de yayımlanan yeni sayısında yer alan "Primo:
Türk Çocuğu" başlıklı hikâyesinde, Meşrutiyet'in ilânından beri hemen hiç
anmadığı İttihatçıları "Genç Türkler" adıyla selamlayacak ve
"Kenan" karakterinin dilinden, Türk Milleti için kurtuluşun sadece
onlardan gelebileceğini ileri sürer (s. 29).
1914 / makaleleri ve hikâyeleriyle
Ömer Seyfettin’i iktidardaki İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin en öndeki savunucuları
ve propagandistlerinden biri hâline getirmiştir.
(İlerleyen tarihlerde)
Meşrutiyet ilkelerinden ne kadar koparsa İttihat ve Terakki’ye o kadar
yaklaşmış görünmektedir (s. 33).
İkinci Bölüm
2. "Hürriyete Karşı
Milliyet": 1908 Devrimi'nin Siyasal Eleştirisi
Ömer Seyfettin’in öyküleri kronolojik
bir sınıflandırmayla ele alınırsa birinci dönemi II. Meşrutiyet’in ilânıyla,
ikinci dönemi Balkan Savaşı sırasında düştüğü Yunan esaretinden dönüşüyle,
üçüncü dönemi üç yıllık bir aradan sonra hikâyeciliğe yeniden başladığı Yeni
Mecmua yazarlığıyla, son dönemi ise Mondros Mütarekesi’nin imzalanışıyla
başlatmak mümkündür (s. 34).
…basitçe “devrim aleyhtarlığı” (1908
Devrimi) olarak tanımlanabilecek bu tutumu, yazara şimdiye kadar pek az
işlenmiş olan özgün siyasal kimliğini kazandırmış, aynı zamanda toplumsal ve
kültürel alanlardaki görüşlerinin biçimlenmesinde de rol oynamış görünmektedir.
Osmanlı parlamentosunun yeniden
açıldığı 17 Aralık 1908’den iki gün sonra Aşiyan Mecmuası’nda yayımlanan “İki
Mebus” adlı hikâyesi
Bütün İstanbul’un, hatta bütün
Türkiye’nin “feylesof” adıyla tanıdığı, dokuz lisan bildiği ve “bir milyona
yakın kitap okuduğu” iddia edilen eski vekil -ki her hâlinden Ömer Seyfettin’in
hayatı boyunca hiç hoşlanmadığı Rıza Tevfik (Bölükbaşı) olduğu bellidir- genç
parlamentere kendi dönemleriyle şimdiki zamanın farkı üzerine uzun bir söylev
çekmektedir (s. 35-36).
1908 Devrimi’nin bütün başarısı,
tanısı belli bir hastalık karşısında batının sayısız dehası tarafından
hazırlanmış bir hapı “şüphelenmeden, tiksinmeden” yutmaktır.
“Gayet Büyük Bir Adam” adlı
hikâyede ana tema, bu kez daha baskın olarak, dönemin başıboşluğu ve “millî
mefkûre”lerden yoksunluğudur.
Hürriyet Gecesi, adından da
anlaşılabileceği gibi İkinci Meşrutiyet’in ilân edildiği günün gecesine
ilişkindir.
Hürriyet’in ilân edildiği gün (…)
yazar herkes gibi kendini kaybetmiştir.
…kendini tekrar sokağa atar.
…birdenbire “Yaşasın hürriyet!”
çığlığını basar ve elinde savurduğu bastonla bir havagazı fenerini parçalar.
Mütareke’den sonra yayımlattığı, (…)
“Efruz Bey”le temsil ettiği Meşrutiyet rejimini, artık doğrudan doğruya
budalalıkla tanımlamakta ve giderek bir tür “hıyanet” bağlamında
değerlendirmektedir (s. 39).
“Küçük Hikâye”, bir mehtap
sefasından dönen Niyazi Bey’in, yalısının penceresinden Boğaz’ı izleyerek,
dünyadaki bütün insanların kendileri gibi iyi bir eğitim görmesi durumunda
savaşların ve ayrılıkların yeryüzünden silineceğini düşlediği bir sahneyle
başlar.
Niyazi Bey, Hürriyet’in ilânından
sonra imparatorluğun bütün unsurlarını tek bir siyasal ve toplumsal kimlik
altında birleştirme amacıyla açılan “Osmanlı Kaynaşma Kulübü”nün kurucuları
arasındadır. Kulübün başında bulunan kimseler, Tevfik Fikret’i simgeleyen Şair
Sait Bey ve Rıza Tevfik’i (Bölükbaşı) temsil eden Eserullah Nâtık’tır.
Niyazi Bey “Tanzimat dâhileri”
tarafından kurgulanan Osmanlılığın henüz bir tohum hâlinde bulunduğunu, kendi
emellerinin bu kitleyi “tıpkı Amerikalılar gibi ayrısız gayrısız bir millet
yapmak” olduğunu söylemektir (s. 48).
Münif Paşa’dan beri zaman zaman
gündeme gelen Lâtin alfabesini benimseme fikri, 1909’da Arnavutların bu
alfabeyi kabul etmeleri üzerine Türkler arasında da konuşulmaya başlanmıştır.
…kendisini bir “mefkûreci”
(idealist) olarak tanımlayan Ömer Seyfettin’in, siyaset ve kültür alanındaki
hemen bütün ölçütlerini idea ya da kavram yerine bu şekilde maddeden ve doğadan
çıkarması paradoksal olduğu kadar, yazarın ideolojik yönelimlerinin 19. yüzyıl
sonundaki reaksiyoner Fransız sağı ve özelikle Charles Maurras ile olan
benzerliğini vurgulaması bakımından dikkat çekicidir (s. 49).
“Ashab-ı Kehfimiz”de “Osmanlı
Kaynaşma Kulübü” projesini bu kez Dikran Hayikyan adında bir Ermeni üyenin
tuttuğu anı defteri üzerinden ele alır.
Metnin ilk mesajı, İttihat ve
Terakki'nin resmi görüşünün aksine, Ömer Seyfettin için 31 Mart'ın rejime
ilişkin boyutunun -meşrutiyete karşı mutlakıyeti ya da inkılâba karşı irticayı
temsil etmesinin- neredeyse hiç bir önemi olmamasıdır.
…bir çarpıcı unsur ise Tanzimat
yönetiminin Türk ve Türkiye tabirlerini resmi evraklardan ya da ders
kitaplarından kaldırdıklarına yönelik iddiadır.
Ömer Seyfettin'in iddiasının tam
karşıtı olarak, Türk, Türkiye ve Türkistan terimlerinin siyasal ve toplumsal
alanlarda kullanıma girmeleri de ilk kez Tanzimat döneminde gerçekleşmiştir (s.
55-56).
(Devrimin ilkelerinden kardeşlik
(uhuvvet)'in eleştirildiği ilk öyküsü, “Bomba”dır.
Ömer Seyfettin’in Boris
tiplemesinde çizdiği sosyalist imajı, insaniyetçilik (hümanizm) ve savaş
aleyhtarlığı (pasifizm) gibi fikirlerle, birkaç yıl sonra Efruz Bey, Niyazi Bey
ve Dikran Hayikyan’da hicvedeceği Osmanlıcı aydın tiplemesinin hemen hemen
aynısıdır.
Gece yarısı çiftin kapısı,
komşuları Melina tarafından çalınır.
Boris çetelerin kendisinin
kaçacağını anlayarak baskın yaptıklarını anlar, kalpağını başına alarak evden
çıkar.
Bir sonraki sahnede çete mensupları
Baba İstoyan’a Boris’le anlaştıklarını, bütün paralarının kendilerine verilmesi
şartıyla oğlunun serbest bırakılacağını söyler.
Anlatının bundan sonraki bölümü,
Ömer Seyfettin öykülerinde insan doğasının önlenemez ve değiştirilemez bir unsuru
olarak kodlanan “itisaf” (zulmetme) arzusuna odaklanır.
Şafak sökerken Magda’ya ve Baba
İstoyan’a aldıkları sekiz yüz lira için teşekkür eden komitacılar, anlaşma
gereğince Boris’i serbest bırakmak vaadiyle evden ayrılırlar.
Gözden uzaklaşırlarken içlerinden
birinin, “Hey Magda, dikkat et, bomban patlayacak!” diye haykırması üzerine can
havliyle odaya koşan genç kadının paketi açtığında karşısında bulduğu şey,
Boris’in kanlar içindeki kesilmiş kafasıdır (s. 61-62).
Primo Türk Çocuğu, s. 63 vd.
Beyaz Lâle, s. 72 vd.
Üçüncü Bölüm
3. “Medeniyete Karşı Tabiat”:
Meşrutiyet Türkiyesinin Toplumsal Eleştirisi
…yazarın nihai ve temel yargısı
“milliyeti Allah’ın yaptığı” yönündedir.
Ömer Seyfettin, her ne kadar –kendisini
de ikna etmek istercesine- sürekli milletle ırkın farklı kavramlar olduğunu
ileri sürüyorsa da benimsediği kuram doğaya dayalı olduğu için en küçük kriz
anında milliyetçiliği yeniden ırkçılığa doğru savrulacaktır. Çünkü ırktan (ya
da kavimden/ ethnie'den) ayrı olan bir milliyet tanımlamanın tek yolu, kavramı
doğa yerine kültürel ya da siyasal bir zeminde temellendirmektir (s. 110).
Sonuç ve Değerlendirme
Ömer Seyfettin, tutarlı ve bütünlüklü
bir düşünce sistemine sahiptir.
Modern-öncesi değerlere dayanan bir
milliyetçiliğin, Sosyal Darwinizm'in savaşçı ve ayıklanmacı temalarıyla
birleştirilmesinden oluşan bu sistem, keskin çizgilerle belirtilmiş iki temel
karşıtlık üzerine oturmuştur. Bu karşıtlıklardan biri birey ve toplum, diğeri
ise kültür ve doğa arasındadır.
Böyle bir şablonda bireyin önünde
sadece iki seçenek sunulur. …uzvî arzularını ve kaprislerini izlemek ya da kendini
transandantal bir varlık olarak tanımlanan millete ve onun siyasal görünümü
olan devlete adamak, hatta kişiliğini bu unsurların içinde eritmek (s. 111).
Ömer Seyfettin hikâyeleri, İkinci
Meşrutiyet Dönemi'ni neredeyse bütün yönleriyle yansıtan ve yine bütün
yönleriyle eleştiren yoğun sosyo-politik içerikli anlatılardır (s. 114).
…
Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa - 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder