28 Eylül 2014 Pazar

Jacques Derrida

Post-Yapısalcılık

Hayatı
Derrida [hiçbir şey söyle(ye)meyen eleman], Yahudi ailenin çocuğu olarak 1930 yılında, Cezayir’in El Biar kentinde doğdu.
1952’de École Normale Supérieure’e kabul edilir. 1964-1984 yılları arasında burada öğretim görevlisi olarak çalıştı.
1960’ların başında Sorbonne’da dersler vermiştir.
1983’te François Châtelet ile birlikte Collège International de Philosophie (CIPH) kurmuştur.
Felsefesi Amerika’da Fransa’da olduğundan daha büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. 1970’ten itibaren Yale Üniversitesi’nde düzenli bir biçimde ders verdi.
1992’de Cambridge Üniversitesi Derrida’ya fahri doktora vermek istedi. Çeşitli üniversitelerden on dokuz filozof bu ödüle The Times’da Derrida’yı şarlatanlıkla suçlayan bir metni imzalamak suretiyle itiraz ettiler.
Derrida, metinlerin çoklu yorumlarını ortaya çıkaracak bir teknik olarak yapısöküm tekniğini geliştirmiştir. Derrida’nın bu bağlamda ortaya attığı temel araçsal teknik kavramları; metin, iz, varlık, fark, oyun ve yapısökümüdür.
Derrida, Batı felsefesinin metafiziğini eleştirel analize tabi tutarak yapısöküm olarak bilinen metodu geliştiren ve hem yapısalcı hem de post-yapısalcı olarak anılan bir Fransız sosyal felsefecidir.
Post-modern toplum bilgisi oluşturma sorununu çözmeye çalışmıştır.

Derrida’nın Felsefesi
Derrida ilk eserlerini Husserl yorumcusu olarak vermiştir.
Yazı ve Fark 1967’den önceki son on yılda edebiyat ve felsefe alanında öne çıkmış isimler hakkında yazdığı makalelerden oluşan bir derleme kitaptır.
Grammatolojiye Dair modernliğin logos merkezci olduğunu gösteren dekonstrüksiyonlar içerir.
Ses ve Fenomen ise Husserl fenomenolojisi üzerine yazılmış bir denemedir.

Derrrida’nın çalışmalarının belli bir odağı yoktur, dağınıktır. 80’lerden kısmen siyaset ve etik merkezli yazılar yazdığını söyleyebiliriz.
1993 tarihli Marx’ın Hayaletleri, Derrida’nın Marx’la felsefi ilişkisini göz önüne serer. Bu eserde Derrida, Marx’ın söyleminde metafiziğin ötesine giden ögeler bulunduğunu göstermeye çalışır.
1994’te “Yasa’nın Gücü: Ototitenin Mistik Temeli” ulus devleti temellendiren ve varlıkta tutan şiddeti sorgular.
Ölmeden önce verdiği son dersleri “egemenlik” sorununu tartışır.

Dekonstrüksiyon
Heidegger’in varlık tarihine ilişkin saptamaları, 1930’larda metafiziği destrüksiyona tabi tutma gereğinden söz etmesi Derrida’nın dekonstrüksiyonu icadına ilham kaynağı olmuştur.

Dekonstrüksiyon, metafiziğin gizli varsayımlarını açık hâle getirir ve sorgular. Bunu yaparken bu varsayımların denetlemeye ve durdurmaya çalıştığı anlam üreten hareketin ta kendisine işaret eder. Söz konusu hareket dinamiktir.

Derrida bu hareketi farkların bir oyunu olarak düşünür, ona différance adını verir. Yalnızca konuşmanın değil, dünyanın anlamlılığını da kuran bu oyundur.
O hâlde burada “oyun” yarı-transandantal bir kavramdır, mevcudiyeti ve yokluğu, özneyi ve nesneyi önceler. Derrida, “Metnin dışı yoktur” önermesini bu yüzden kurar.

Derrida’ya göre metafizik, varlığı “mevcudiyet” (présence) olarak anlar. Metafizik argümantasyonlar ve kurgular, nihayetinde bir mevcudiyet tecrübesine veya iddiasına dayanır.

Bir şeyin mevcut olması burada, önümüzde hazır ve nazır olarak bulunuyor olması veya bilincimize olduğu gibi veriliyor olmasıdır.
Fenomenolojik açıdan bakıldığında ise mevcudiyet ilkin görüdedir (intuition). O hâlde özne ile nesne arasındaki metafizik karşıtlık, öznenin de nesnenin de mevcudiyet olarak kavrandığı bir karşıtlıktır.

Metafizik, varlığa özgü olanı bilgi nesnesi olarak ele alır. Derrida’nın Grammatolojiye Dair’de vurguladığı şey metafiziğin varlığı bilme arzusunun her zaman logos’a geri döndüğüdür. Metafiziğe göre dil de yazı da mevcudiyeti temsil ederler.

Söz mevcudiyeti toparlama ve gösterme, yani temsil etme işlevini yazıdan çok daha mükemmel bir biçimde yerine getirir. Bu yüzden metafizik yazıyı yetersiz ve tehlikeli ilân eder. Derrida bu tavra “logosmerkezcilik” adını verir.

Derrida’ya göre, onto-teoloji çağı logos’un çağıdır. Bu büyük çağı yazının aşağılanmasının ve “konuşmanın doluluğunun” yüceltilmesinin işaretini taşır.
Derrida’nın bu dönemde söylediği şeyler “post-yapısalcılık” olarak anılan şeyin de temelini oluşturur.

Derrida Grammatoloji’ye Dair’de Lévi-Strauss ve Saussure gibi yapısalcıları dili statik bir kurallar bütünü olarak düşünmelerinden dolayı eleştirir. Dil her zaman yazarın niyetlerinden fazlasını söyler.
Derrida, göstergeleri yorumlamak suretiyle yeni değerler ve imkânlar bulmanın veya yaratmanın mümkün olduğuna inanır.

Derrida’nın ilk dönem dekonstrüksiyon girişimi, dili “différance, “iz” ve ilâvesellik olarak yeniden düşünmektir. Différance, anlamı oluşturan ve diyalektik olmayan harekete ilişkin bir kavramdır. Basitçe, anlamın farkların mekânsal ve zamansal hareketi içinde oluştuğunu savlar, kapanış, yani tek-anlamlılık imkânını ortadan kaldırır.

Grammatoloji’ye Dair’deki ilâve mantığı ve Dağılım’daki pharmakon yapısı différance’ın hareketine gönderme yaparlar. Bu yapılar, hareketin kaynağında karar verilemezliğin bulunduğunu ortaya koyarlar.

Dekonstrüksiyonun işleyişinin üç basamağı: İlk adımda metafizik karşıtlıklar işaretlenir, ikinci adımda bunlar arasındaki hiyerarşi sorgulanır ve dönüştürülür, üçüncü adımda çok anlamlılığa açılan bir karar verilemezliğin metafizik karşıtları öncelediği ve ürettiği ortaya koyulur.
Dil, gösterenlerin birbirine ilâve olduğu, birbirinin yerine geçtiği bir harekettir ve bu oyunu durdurabilecek bir aşkın gösterilen de yoktur. Derrida’nın felsefesi bu transandantal dil anlayışı yüzünden çok eleştirilmiştir.

Dekonstrüksiyon Etik ve Siyaset
Bağımsızlık Bildirgeleri” adlı makalesinde siyasete genel çerçevesini çizen, hukukun dayandığı temelin, kurucu bir edimin performansından başka bir şey olmadığını ileri sürer.

Toplum sözleşmesini bilfiil meydana getiren edimler, tarihsel olarak hiçbir zaman gerçekleşmemiş olayları belirtirler. Olmamış olanın bu beyanı sayesinde, olanı meşrulaştırabilecek bir düzen, dil düzleminde ortaya çıkar.

Hegel’e göre modern toplumsal sözleşme kuramları devletin ne olduğunu anlayamamışlardır. Devleti anlamak için onu tarihin içine yerleştirmek gerekir. Devlet tinin tarihte somutlaşmış halidir. Ulus devlet kurmak için halka tarihsel bir kimlik veren mitik bir anlatı inşa etmek lâzımdır.

Yasanın Gücü: Otoritenin Mistik Temeli, yasanın da kökeninde bulunan différance’ı; yasa olarak différance’ı bir adalet tartışmasıyla ilişkilendirir. Adalet fikriyle birlikte “koşulsuz” olan da sahneye çıkar.
Derrida adalet fikrine kararcı (decisionist) bir bağlamda başvurur. Özgür karar veya egemen karar bir açmaz içinde verilir, açmazı oluşturan şey, yürürlükte olan yasa ve tarihsel normların hem hesaba katılması gereği hem de bunların tekillikle ilişkide askıya alınması gereğidir.
Derrida siyasetin imkânını, klasik siyaset felsefesi geleneğine uygun bir biçimde yasanın varlığıyla ilişkilendirir.

Dekonstrüksiyon, çok geniş çevrelerce rağbet gören moda bir akım haline geldi. Post-modernlerin aradığı kural dışı birçok imkânı dekonstüksiyonda bulabilmeleri bu akımın rağbet görmesini kolaylaştırdı.

Dekonstrüksiyon; kalıplaşmış, durağan, bütünselleştiren, karşıtlıklara dayanan tarihsel düşünme biçimlerinin değerini sorgular ve böylelikle değerleri yeniden değerlendirmenin imkânını arar. Dekonstrüksiyon, metafiziğe içerden bir eleştiri getirir. Son kertede metafiziğin dekonstrüksiyonu bize dünyanın anlamlandığı hareketin farkların çoğulluna dayandığını, bu farkların birbiriyle diyalektik olmayan bir dinamizm içinde ilişkilenerek ürediklerini gösterir. Bu radikal deneyim tekilliğe karşı sonsuz sorumluluk üstlenmenin koşuludur.

Yapısöküm Yöntemi ve Metin
Derrida’ya göre dünya bir metindir, metnin dışında hiçbir şey yoktur ve bütün metinlerin birden fazla anlamı vardır. Bu yüzden bir metnin tam ve en son yorumunun yapılması imkânsızdır. Metinler, bizim dünyayı nasıl yorumlayacağımızı yapılandırır. Kısaca Heidegger’i takip ederek Derrida da dilin bizi biçimlendirdiğini düşünmüştür.

Derrida’ya göre Batı düşünce yapısı zıtlıklara dayanır.
Birbirine zıt olan terimler eşit değerde değildir.
Derrida’nın temel amacı yapı söküm yöntemiyle klasik Avrupa düşünce yapısını (construction) söküp (de-construction) ondaki malzemeyle yeni, daha kullanışlı bir yapı kurmak (re-construction) üzere tarihsel anlam evrelerine geri dönüşler yapmaktır.
Derrida, kuramsal yapılarını ikili karşıtlıklar üzerine oluşturan Batı düşüncesindeki metinlerin yapısökümünü yapar.

Derrida, işe yapısökümde başı çeken figür olarak yapı ve yapının kaynağı olan merkez fikrini irdelemeyle başlamıştır.
Batı felsefesinde bu merkezi aramıştır.
Batı metafiziğinde bu merkezin bazen bir Tanrı, bazen madde, bazen zihin vs. olarak karşısına çıkar.
Derrida’ya göre idea, Tanrı, akıl ya da madde gibi merkezlerin başka nosyonlara dayanak olmaları söz konusu olamaz. Çünkü “aşkın bir göstergenin yokluğu” söz konusudur.

Onun yapısöküm fikrinin iki anahtar noktası bulunmaktadır. İlki, bireysel somut pratiklerden ziyade yapısökümcüde de sistemlere ya da yapılara bakmaya devam eder ve ikincisi bütün sistemlerin veya yapıların bir merkezi, kök noktası yani sistemin yaratanı var olduğuna göre bu yapının kaynağını araştırır.

Derrida’ya göre sistemler, temel birimlerden oluşur (zıt-çiftler). Zıt çiftlerin bir tarafı daima diğerinden daha önemlidir.

Derrida en ünlü çalışmasında özellikle konuşma/yazma karşıtlığına bakmış ve konuşmanın daima yazıdan daha önemli görüldüğünü söylemiştir.

Batı felsefesinin en temelinde, söz (logos) ile yazı ayrımının yer aldığını söyler.
Varlık, yokluğun diğer zıt tarafıdır ve varlık daima yok oluşun üstündedir. Var oluşun yokluğa olan üstünlüğü yüzünden her sistem, bütün bir sistemin çıktığı ve anlamını garanti ettiği bir merkez oluşturur ki bu merkez, varlığın var oluşunu garanti eder.

Derrida’ya göre Batı düşünce sisteminde söz/konuşma (logos) var oluş ile birleşir ve her ikisi de hem yazmadan hem de yokluktan üstündür. Konuşma ve var oluşun bu imtiyazını ise Derrida logocentrism olarak kavramlaştırır ve Batı felsefesinde hem söz hem de akıl anlamına gelen bu ayrıcalıklı logos anlayışına karşı bir duruş sergiler.

Derrida için “dil”in bir yapı ya da bir sistem olarak bir merkezi yoktur, sistemin unsurlarını bir yerde bir arada tutan bir merkez olmadığından mutlak veya kesin bir gerçek veya anlam da yoktur.

Batı toplumunun en temel sorunlarından biri, merkeze hep “ben”i alıp farklı olanı, yani ötekini “ben”in kategorileriyle değerlendirmesidir.

Yapısalcılık, doğruluğu metnin “arkasında” ya da “içinde” görürken post-yapısalcılık okuyucunun ve metnin karşılıklı etkileşimini üretkenlik olarak görmektedir.

Yapısöküm üç aşama içerir:
1) tersine çevirme,
2) yer değiştirme ve son olarak da
3) yeni bir kavramın yaratılması

Yeni bir kavramın yaratılması; Derrida bunu dayanak sözcük olarak adlandırır. Örneğin, “iz” kavramı böyle bir kavramdır. “Bulunuş/bulunmayış” ikili karşılığının yapısökümünden ortaya çıkar. Zira “iz” aynı zamanda hem bulunuştur hem de bulunmayıştır.

İz
Yapısöküm, herhangi bir dilsel gösterge setlerinin birbirinden farklı pek çok anlam dizisi meydana getirebileceğini (ki bu anlam dizilerinin çoğu gayri ihtiyaridir) göstermeye çalışır. En tarafsız olduğu düşünülen yazarlar bile, farkında olmadan, düşüncelerini meydana getiren gösterge sisteminin zihinlerindeki karşılığı olan bilişsel şemalarına yansıyan izlerini kaçınılmaz olarak eserlerine taşırlar.

Fark ve Erteleme (Differance)
Derrida’ya göre okuma dönüşümcüdür ve metinler çoklu yorumlara açıktırlar. Anlamlar kaygandır. Bu bağlamda Derrida, tüm metnin “differance” (fark) sergilediğine işaret eder. Yani anlamlar, istikrarsızdır. İşte Derrida, bir düşünsel hareket olarak yapısökümü ile temelde dikkatimizi bu dilsel istikrarsızlıklara çekmek istemektedir.

Metinsellik (Textuality), daima çoklu olasılıklar sunar ve biz de nesnelliği bulma çabası içinde iken bile aslında bu metinselliğin dışında kalamayız. Yani yapı sökümün en temel iddiası metinsel analizlerde kesinliğin/mutlak anlamların imkânsız oluşudur.

Yapı sökümü, bir tür yıkma ya da tahrip etme işlemi değildir.
Bu metot, sadece yapılaşmanın temel unsurları arasındaki karşıtlığın kendi öz mantığına ne kadar ters olduğunu göstererek eski sistemi sökmektir. Yani kavramsal hiyerarşilerin ürettiği metafizikleri deşifre edip yapılandığı tarzı çözmektir. Yapısöküm, bir anlama gayretidir ve anlama çabası ister istemez yapıyı unsurlarına ayırma (sökme) ve tekrar bağlayıp birleştirmeyi gerektirir.

Silme
Derrida, yapı sökümü metodunda önce bir sözcük yazmayı, sonra onu karalamayı ve sonra hem sözcüğe hem de karalamasına metinde yer vermeyi önermektedir.
Derrida; bu tarz bir yazın tekniğiyle herhangi bir göstergeyi okuduğumuzda o kavramın, terimin anlamının bizim için net olmadığını söylemektedir.
[Derrida’nın da önerdiği biçimde; düşünce tarihi okumalarına Derrida’nın ismini çizerek/silerek devam etmeyi öneririm]

Yapısöküm ve Oyun
Zıt çiftleri bulmak ve her terimin bu terim çiftinin zıt kutup olarak diğerinin karşıtı olmasından ziyade onun bir parçası olduğunu göstermek... Böylece bu terimleri birbirinden uzak tutan yapı ya da zıtlık çöker.

Yapısökümünün temel varsayımları
1. Dil, anlam tutarsızlığı ve kaymalarının silinemez izlerini taşır.
2. Böyle bir çelişki karşısında hiçbir analiz yöntemi metnin yorumu açısından herhangi bir otorite iddiasında bulunamaz.
3. Bu nedenle yorum, alışıldık anlamıyla “analiz”e benzemeyip bir tür oyunu andıran serbest bir alandır

---
Çağdaş Felsefe II
Yazar: Prof. Dr. Zeynep Direk
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2247
Nisan 2012, Eskişehir

Çağdaş Sosyoloji Kuramları
Editör: Prof.Dr. Aylin Görgün Baran & Prof. Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2012

Modern Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof. Dr. Serap Suğur

Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304, Eskişehir, Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder