27 Eylül 2014 Cumartesi

Küreselleşme

Küreselleşme
Küreselleşme; modernleşme, endüstriyel gelişme ve kitle iletişim araçlarındaki yaygınlaşmaya paralel olarak, toplumsal ilişkilerin karşılıklı etkileşim içerisinde yerel ve ulusal sınırların ötesine geçerek dünya çapında yaygınlaşmasıdır.
1970’li yıllardan sonra siyasal ve sosyal gelişmeler ülke sınırı tanımadan bütün toplumları etkisi altına almaktadır. Kitle iletişim araçları ve yaygınlaşan teknoloji kullanımı toplumların değişim dinamiklerini kökünden değiştirmiştir. McLuhan bu durumu küresel köy tabiriyle ifade eder.
Küreselleşmeyi bir ABD programı olarak sunan fraksiyonlar mevcut olmakla beraber aslında olan şudur; ABD küreselleşmeyi bir fırsata dönüştürüp, kendi lehine kullanma becerisi göstermektedir. Küreselleşme, tarihsel bir vakıadır.
Günümüzde baskın ve etkili olan kültür, Batı tarzı yaşam biçimi olduğu için küreselleşmenin Batı tarzı yaşam biçimini dünyaya pazarladığı söylenebilir. Bu noktada da ABD merkezli Batı medeniyetinin(!) küreselleşmeyi kendi lehinde kullandığını kabul etmek gerekir. Amacı kâr etmek olan ve insanlara para olarak bakan bir yapının dünyadaki kültürel çeşitliliğe değer vermesini beklemek ahmaklık olur.
Küreselleşmeyi diyalektik perspektiften değerlendirmek yararlı olacaktır; buna göre yerel unsurları tez, yerel olmayan unsurları anti-tez olarak değerlendirmek gerekir. Bunun sonucunda içinde yaşadığımız karma kültüre de sentez olarak bakmalıyız.

Anthony Giddens
Zamansal ve Mekânsal Boyutta Küreselleşme
Giddens’a göre toplumsal ilişkiler 17. ve 18. yüzyıllara kadar ki dönemde zaman ve mekân ile sınırlıdır. Olaylar yereldir.
17. ve 18. yüzyıllarda teknoloji gelişmeye başlar. Buna paralel olarak olaylar yerel ölçeğin dışına taşmaya başlar. Küresel takvimin kullanılmasıyla birlikte zaman olgusu yerellikten çıkmıştır.
Giddens modernleşmeyle birlikte insanların geleneksel normlardan kurtulduğunu, özgürleştiğini söyler. Ancak risksiz bir süreç değildir. İletişim olanaklarının artması insanların çevrelerinde olan olayları öğrenebilmesini ve bu sorunlar karşısında aktif bireylere dönüşmesini sağlamıştır (en azından imkâan olarak). Giddens buna düşünümsel modernite der.
Modern bireylerin modern oluşumları sorguladıkları bu döneme de geç modernite demektedir.

Giddens küreselleşmeyi dünya ölçeğindeki ilişkilerin giderek yoğunlaşması, zaman ve mekân olarak sıkışması olarak tanımlamaktadır. Bu yoğunlaşma belli gerginlikleri de beraberinde getirmektedir. Ulus-devlet gibi güç merkezlerinin ve ulusalcılık gibi siyasal ideolojilerin bu dönemde önemini yitireceğini belirtir. Bun karşılık mikro ulusalcılığım ortaya çıkacağını öne sürer (AKP dönemi boyunca Türkiye için yapılan mozaik vurgusu bu çerçevede değerlendirilmelidir).

Giddens küreselleşmenin dört boyutta ele alınması gerektiğini belirtir:
1) Kapitalist dünya ekonomisi
2) Ulus-devlet sistemi
3) Dünya askeri düzeni
4) Uluslararası iş bölümü

Kapitalist Dünya Ekonomisi
Kapitalizmle birlikte otoritenin dayanağı artık siyasi değil ekonomiktir. Wallerstein gibi Giddens da kapitalist ekonominin eşitsizliğe neden olduğunu söyler.

Ulus-Devlet Sistemi
Kapitalist sistemde ulus-devletlerin etkinliği ve önemi, o devletin refah düzeyi ve askeri gücüyle sınırlıdır. Bu devletler konumlarını korumak ve geliştirmek için küresel ortak arayışına girebilirler (AB örneğinde olduğu gibi). Giddens bu oluşumlara “ulus-devletlerin uluslararası güç arayışı” demektedir.

Dünya Askeri Düzeni
Ortak güvenlik ve savunma politikaları çeşitli ülkeleri NATO gibi örgütlenmelere götürür. Böylece belli bir bölgedeki çatışma riski minimize edilmiş olur. Ekonomik dolaşım için güvenlik her zaman öncelikli meseledir.

Uluslararası İş Bölümü
Modern endüstri yapılması gereken işler için küresel ölçekte avantajlı bölgeleri tercih edebilmektedir. Bunun sonucunda belli bölgeler üretim merkezi olarak öne çıkabilmektedir. İş gücünün ucuz olduğu yerler üretim için kullanılırken nitelikli eleman gerektiren işler merkez ülkelerde üretilmeye devam eder.

Giddens, küreselleşmenin dört boyutu arasındaki ilişkileri yeterince açıklamamıştır. Örneğin; ekonomisi geri kalmış olmasına rağmen askeri bakımdan küresel güç odağı olan bir ülkenin rolü cevapsız bir soru olarak kalmaktadır. Azgelişmişlik sorunu da Giddens’ın çözümlemelerinde değinilmeyen konulardan biridir. Küresel çağda ortaya çıkan din kaynaklı gerilimler de Giddens’ın kaçtığı konulardan biridir.

Roland Robertson
Küreselleşmenin Tarihsel Aşamaları
Robertson’a göre küreselleşme toplumsal ve kültürel süreçlerin işleyişine bağlıdır. Dünyanın bir bütün olarak yapılanmasıyla ilgili bir kavramsallaştırmadır.
Küreselleşme sürecinde yerel ile evrensel sürekli olarak etkileşim halindedir. Bu süreçte yerel olan tikel, küresel olan evrensel sözcüğüyle karşılanır. Bu etkileşimin sonucunda melez bir kültürle karşılaşırız. Bu melez yapıyı Roberson, küyerelleşme sözcüğüyle kavramsallaştırır.

Robertson küreselleşmeyi 15. yüzyıldan itibaren başlatır ve beş aşamalı bir model çerçevesinde ele alır:
1) Oluşum aşaması (1400-1750) Hümanizm ve Rönesans küresel etkileşimin ilk örnekleridir.
2) Başlangıç aşaması (1750-1875) Ulus-devletlerin ve uluslararası ilişkilerin ortaya çıktığı dönemdir.
3) Kalkış aşaması (1875-1925) Küresel iletişimin hızlandığı bir dönemdir. Kültürel anlamda uluslararası etkinlikle bu dönemde ortaya çıkar.
4) Hâkimiyet için mücadele aşaması (1925-1960) Kapitalizmin dünyaya egemen olduğu dönemdir.
5) Belirsizlik aşaması (1960-) Küresel sorunların tartışıldığı ancak çözüm üretilmeyen belirsizlik dönemi…

Robertson’un modeli Avrupa merkezcidir. Tarihsel dönemler arasındaki geçiş dinamiklerini açıklamamıştır.

Immanuel Wallerstein
Kapitalist Dünya Sistemi
Kapitalist ekonominin tüm dünyaya yayılarak tek bir kapitalist dünya toplumuna gidileceğini öne sürer.
Küreselleşme sürecini kapitalist dünya sistemi kavramıyla incelerken gelişmişlik ve azgelişmişlik kavramlarını ele alır.
Günümüz toplumunun geleneksel toplumlardan en önemli farkı tek merkezli olmasıdır. Bu merkez kapitalist dünya ekonomisidir.
Wallerstein küreselleşme olgusunu kapitalist ekonomik sistemin işleyişine göre açıklar. Küreselleşmeyi kapitalist sistemin yayılmacılığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan uluslararası işbölümü olarak görmektedir.
Wallerstein kapitalist dünya sistemini merkez ülkeler, çevre ülkeler ve yarı çevre ülkeler modeli çerçevesinde incelemektedir.
Merkez Ülkeler: ABD başta olmak üzere gelişmiş Batılı ülkeler bu merkezi oluşturur. Sisteme yön veren kararlar merkezde alınır.
Çevre Ülkeler: Başta Afrika olmak üzere gelişimini tamamlayamamış ülkeler bu kategoridedir. Bu ülkelerin sistemdeki rolü sömürülmektir. Wallerstein, Türkiye’yi de bu kategoride değerlendirir.
Yarı Çevre Ülkeler: Diğer iki kategorinin özelliklerini taşıyan ülkelerdir (İspanya, Polonya vs.).

Wallerstein merkez-çevre ilişkilerini sadece ekonomi başlığı altında ele almıştır. Kültürel etkileşimlere değinmemiştir. Siyasi ve askeri güçlerin rolüne de değinmemiştir.

Tek Kutuplu Dünya
Soğuk Savaş’ın sona ermesi küreselleşmeye hız kazandırmıştır. Bu dönemden sonra dünya artık tek kutuplu olarak tasvir edilmiştir. Tek kutuplu dünya ABD öncülüğündeki çatışmalar ve yıkıcı savaşlardan dolayı yıpranmaktadır.
Ulrick Beck’e göre bu dönem tam anlamıyla bir risk toplumudur.
Naomi Klein No Logo adlı çalışmasında kapitalizmin sınır tanımaz sermaye birikim hırsının sebep olduğu sömürü düzeneğini anlatır.
Samuel Huntington da tek kutuplu dönemde bölünme ve parçalanmanın kaçınılmaz olduğuna dikkat çeker.
Martin Albrow’a göre küresel süreçte ulus-devletler güç kaybetmektedirler. Çok uluslu şirketlerin cirosu ulus-devletlerin cirolarını yakalamış hatta geçmiştir. Bu durumda çok uluslu şirketi hangi devlet kontrol edecek? Ulus-devletler kendi başlarına karşısında otorite kuramadığı şirketleri, ulus-devlet sistemleriyle kontrol etmeye kalkarsa ki gidişat o yöndedir, bu durumda ulus-devlet yine hükümsüz kalacaktır.
Thomas Friedman, internet başta olmak üzere kitle iletişim olanaklarının devletlerin koyduğu birçok engeli deldiği öne sürmekte “dünya düzdür” demektedir.
Hirst ve Thompson aksi yönde görüşlere sahiptir: küresel süreçte ulus-devletlerin güçlendiğini iddia etmektedirler.
John Urry’e göre artık sınırlar ötesi bir toplumda yaşıyoruz. Sosyal bilimlerin görevi bu hareketliliği incelemek olmalıdır.
Zygmunt Baumann’a göre de günümüzde her şey hareket halindedir. Bunun yanında küreselleşme sınıflar arası ayrımı derinleştirmiştir.
Manuel Castells’e göre bilginin çeşitlendiği bir ağ toplumunda yaşıyoruz. Toplum bu ağlar üzerinde kuruludur ve dolayısıyla merkezi yoktur. Bilgi bu ağlarda önemli bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır.
Leslie Sklair küreselleşme olgusuna uluslar üstü kapitalizm ve uluslar üstü kapitalist sınıf kavramlarıyla yaklaşır. Ulus-devletler bu aktörlerin hareketini kolaylaştırmakla görevlidirler.

Küreselleşmenin Sonuçları
+Kapalı toplumdan açık topluma geçilmiştir.
+Dünyayı pazar haline getirmiştir.
+Serbest ticaretin önü açılmıştır.
+Demokratikleşme yaygınlaşmıştır.
+Uluslararası işbirliğini arttırmıştır.
+Dünya vatandaşlığı kavramını öne çıkarmıştır.
-Çevresel felaketlere neden olmuştur
-Yoksulluğu arttırmıştır.
-Savaş ve çatışmaların artmasına neden olmuştur.
-İnsanı paraya dönüştürmüştür.
-Ezilen kesimi dışlamıştır.
-Kültürel farklılıkları dışlayarak çatışmaları körüklemektedir.

Küreselleşme özü itibariyle kapitalisttir ve eşitsizlik üzerine kuruludur
---
TOPLUMSAL DEĞİŞME KURAMLARI
Editör: Hatice Yeşildal
Anadolu Üniversitesi, Eylül 2011

1 yorum:

  1. “İşçi Sınıfının Beynelmilel Kardeşliği” temelinde gelişen XIX.yy küreselleşmesi, sınır-ötesi akışkanlık, sermaye ve işgücünden ziyade emtiaya (ing. commodities) kazandırmıştı. Daha telgraf bile yokken gerçekleşen bu mucize, bugün INTERNET'le mümkün olamamaktadır.

    YanıtlaSil