27 Eylül 2014 Cumartesi

Slavoj Zizek

Slavoj Zizek
1949 yılında Slovenya’da doğdu. Sosyoloji yüksek lisansının ardından felsefe alanında doktora yaptı. Heidegger üzerine ilk kitabını yayınladıktan sonra Paris’te psikanaliz doktorası yaptı. Lacan’ın damadı Jacques Alain Miller ile çalıştı.
Sarah Kay’in deyişiyle Zizek’i okumak sarsıntılarla dolu, heyecan verici bir lunapark treninde tura çıkmaya benzer.
Zizek’in çalışmalarının özünde aynı anda hem siyasi hem de felsefi bir projenin hizmetinde Lacancı psikanalizin etkin bir biçimde uygulanması yatar. Zizek, Lacan’ı Aydınlanmanın varisi ve ileriye dönük dönüşümün temsilcisi kabul eder. Hegel ve Lacan hakkında hazırladığı tezi, Miller’la birlikte geliştirerek İdeolojinin Yüce Nesnesi ve Biliyorlar ama Yapmıyorlar: Bir Siyasi Etmen Olarak Eğlence adlı kitaplarını yazdı. Bu dönemde ayrıca, Lacan Hakkında Bilmek İstediğiniz Her şey: fakat Hitchcock’a Sormaya Korktuğumuz adlı kitabı yayınlandı. Bunu, Semptomunla Eğlen! Hollywood’un İçinde ve Dışında Lacan adlı kitabı izledi.
Zizek, öğrencilik yıllarında Lacan odaklı çalışmalara yöneldi. Çalışma arkadaşlarıyla birlikte klinikten ziyade felsefi bir bakışın öne çıktığı Kuramsal Psikanaliz Topluluğu’nu kurdular. Topluluğun amaçları:
1) Klasik ve modern felsefenin Lacancı bakışla çözümlemesi,
2) İdeoloji ve iktidar kuramlarının Lacan’a dayalı değerlendirmesi,
3) Kültür ve sanatın (özellikle sinemanın) Lacan’a dayalı olarak değerlendirilmesi.

Zizek’teki Hegel ve Lacan
Zizek’in çalışmalarında Hegel ve Lacan yaygın temalardır. Lacan esas olarak Freud’a yanıt vermek üzere çalışmalar yapmıştır. Hâlbuki Zizek, Lacan’ın müjdecisi olarak Hegel’i referans alır. Zizek, Hegel’i simgeselin ve gerçeğin filozofu olarak okumuştur.
Zizek, Hegel’i onun ne olmadığıyla karşı karşıya getirerek okur. Dolayısıyla Hegel’i diğer felsefi sistemlerle özellikle de Kant’la ilişki içinde değerlendirir. Bu noktada Zizek, Hegel’i yeni fikirlerin belirmesine yol açan bir düşünme imkânı olarak değerlendirir. Negatiflik, Hegel felsefesinin merkezinde duruyordu ve Zizek, bu negatifliği işler hale getirecek biçimde Hegel okumaları yapar.

Evrensel ve Tikel
Zizek’e göre evrensel düzen, onunla dünyayı yorumladığımız, kavramsal şebekeyi sağlayan simgesel düzen ya da büyük ötekidir.
Bununla beraber kavramsal eleştirmemiz, gösteren ve gösterilen düzlemlerinin birbirlerini işlemez hale getirdikleri olgusuyla bozulur. Bunun nedeni, gösterenlerden bir tanesinin kendisine karşılık gelen bir gösterileni olmamasıdır. Çünkü o gösteren dilbilimsel sisteme bir içerik sunmaz, sadece farklılık aşılar.
Zizek’e göre tikel öğelerden sonlu bir bütünlüğe ilerleyen standart diyalektik bakış açısını terk etmek gerekiyor. Çünkü ulaşılan doğruluk tamamlanmış değildir; soru sürekli olarak açıkta kalmaktadır. Kendi arzusu ötekinin arzusu olarak deneyimlenir. Öyle ki kendine bir soru soran histerik özne baştan sona ötekinin gizemi bilen temel yanıl olduğunu bilerek/düşünerek/varsayarak hareket eder (Kay, 2006, 61).
Zizek, Adorno’nun “toplum nedir?” sorusundan yola çıkarak örnek verir. Buna göre toplumun tek bir tanımını yapmak mümkün değildir. Her kim toplumun kendi içinde bir şey olduğunu varsayarsa toplumu tam olarak kavrayamayan kısmi ve göreceli kavramsallaştırmalara yaklaşabilir. Diyalektik dönüş, bu çelişki yanıt oluşturduğu zaman meydana gelir. Hegelci stratejinin temel konusu da buradadır. Bu tür bir uygunsuzluk gizemi ortadan kaldırır. Başlangıçta kendini engel olarak sunan şey her ne ise diyalektik dönüşle birlikte doğrulukla bağlantı kurabileceğimiz kanıtın kendisine dönüşür. Böylece onu engelleyen şey olarak görünen şeye saplanmış oluruz. Öyle ki, şeyin kendisi bir eksikliğin etrafında kurularak gizlenmiştir.
Hegel de diyalektik olarak birbirleriyle ilişki halindeki tekil, tikel ve evrensel üç “an” dan oluşan kavramın üçlü oluşumuyla ilgilenmektedir. Zizek böylece birbirinden bağımsız iki ayrı uç olarak düşündüklerimizin aslında devam eden bir şeyin parçası olduklarını, yani tikelin evrensele geçip geri dönebileceğini söyler.

Özne ve Töz
Hegel, Tinin Fenomenolojisi’nin önsözünde kendi felsefesini “doğruyu sadece töz olarak değil aynı zamanda da özne olarak kavramaya ve ifade etmeye dayandığını” belirtir. Bu açıklama Zizek’i töz ve özne temaları üzerinde çalışmaya sevk eder.
Töz, kendisini kendisine yabancılaştırdığı ve kendisini bu yabancılaşmayı hesaba katarak yeniden konumlandırdığı zaman özne haline gelir. Özne, öteki haline gelerek kendini olumsuzlar ve kendine döner. Bu çifte olumsuzlama yerine geçerek onu, yok edip özne yapar. Lacan’a göre bölünmüş özne engellenmiş öteki ile bağdaştır. Çünkü her ikisi de gerçeği kavramada yetersiz olduklarından dolayı aynı eksiğe maruzdurlar. Zizek, ben ve toplum gibi sabit olarak algıladığımız şeylerin sahte ve yetersiz olduklarını; dolayısıyla töz olmadıklarını iddia eder.
Mesele şudur; öz görünüşün kendisi için, öz olarak görünüşle farklılığı içinde, paradoksal olarak olguların hükümsüzlüğüne beden veren bir olgu biçiminde ortaya çıkmak zorundadır. Düşünmenin hareketini bu tekrarlama karakterize eder. Buna göre, devletten dine Tin’in bütün düzeylerinde bu olguyla karşılaşırız.

Zizek ve Politika
Zizek erken dönem çalışmalarında anti-totaliter bir duruşla ideolojilerin eleştirisine yapar. Gıdıklanan Özne ve sonrasında yazdıklarında kapitalizme saldırmaya başlar ve küresel kapitalizme karşı koyma yolu olarak evrenselliğe vurgu yapar.
Zizek’e göre politika her şeyi içermektedir. Genel olarak iktidar kavramı etrafındaki bütün çözümlemeler politik alana aittir.

Zizek’in kullandığı farklı sistemlerin kavramsal yapısı deforme olmuş bir biçimde Balkanların ekonomik ve siyasal ortamında şekillenmiştir.
Zizek, doktorasını verdikten sonra Ljubljana Üniversite’nde ders vermek ister ancak başvurusu reddedilir. Bundan sonra dünyanın çeşitli bölgelerinde araştırmacı ve misafir öğretim görevlisi olarak çalışır. 80’li yıllarda Slovenya’da siyasal aktivist olarak öne çıkmaya başlar. 1990 yılında Slovenya’daki ilk çok partili seçimde ülkenin başkan adayı olur!
Yugoslavya’da Tito, 1963 yılında sosyalist vurgusunu öne çıkardı. Ancak Zizek’in deyişiyle bu yapılanma tam aksi yönde bir seyir izliyordu. Ülkede proleter sınıf etkisizleştirilip devlet eliyle ekonomi kapitalistleştiriliyordu.
Tito’nun Stalin’e yabancılaşmasında ve sonrasında Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrılmasında Batı’nın önemli bir rolü vardır. Zizek’e göre Kusturica filmleri (örn. Undergraund) Bosna Hersek’te muhalif guruplar arasındaki çekişmeyle aynı ideolojik işleve sahiptir. Zizek bu ideolojik işlevin bir benzerini de Batı’da birtakım radikallerin savaşan bütün tarafları ümitsizce suçlamalarında görebileceğimizi söyler.
Ulusal birliğin korunması her zaman ulusun gösterenleri olarak kadına yönelik denetimin ve şiddetin artmasına yol açar. Zizek’e göre toplumlar arasındaki antagonizma kadın ve erkek arasındaki antagonizma ile iç içe geçmiştir ve bu olgu Lacancı teorinin cinselliğin açmazı olarak dile getirdiği olguya işaret eder. Cinselleştirmenin önemi ve şiddete karşı feminist yanıtlar Marksistlerin ve aynı zamanda Zizek’in Yugoslavya’nın dağılma sürecinde devlete ilişkin sorularının açığa çıkmasına neden olur.
Yugoslavya’da devletin mükemmeliyetçiliği federasyon içindeki devletlerin birbiriyle mükemmel olmayan ilişkiler kurmasını gerektirmekteydi. Kendine ait bir cumhuriyete sahip olan ve vatan olarak kendilerini işaret eden 5 ayrı ulus vardı.
Eğer gerçeklerin yanlış bilinmesini istemiyorsak teorik bir çerçeveye ihtiyacımız vardır.
Zizek, hiç sahip olunamayanın başkalarınca çalındığının fark edilmesi olgusunu aşırmanın hazzı kavramı etrafında kullanır. Zizek, aşırmanın hazzı görüşünün yalnızca geri kalmış Balkan ülkelerine değil 1980’lerde ABD ideolojisinin oluşturduğu örneklere de uyarlanabileceği konusunda ısrarcıdır. Bu bakımdan kapitalizm ne zaman krize girse, tehdit altında hissedilen ideolojik fantezinin üzerinde kümelendiği kendi ulusal şeyimiz hayata doğru patlar.
Milliyetçi popülizm, sürekli olarak peşinde koşulan arzu nesnesinin eksikliğinden öteki olarak sunduğu kitleyi sorumlu tutar. Bunun için özel bir söylem geliştirmesine gerek de yoktur. Milliyetçi popülizmin kendisi bizatihi ötekileştiricidir. Krizdeki kapitalizmin ihtiyacı olan çatışma da buradan doğar.
1999’da Sırbistan NATO tarafından bombalandı. Böylelikle uluslararası kuruluşların bölge üzerinde söz söyleme hakları ortadan kalktı. Zizek bu süreçte Washington ile Belgrad arasında taraf tutmayı reddederek ulus ötesi siyasal hareketlere çağrı yaptı.

Popüler Kültür ve Sinemaya Zizek’le Bakmak
Zizek, göstergebilimsel yöntemle yapılan tek katmanlı film analizlerini, filmlerin yüksek metin kurguları nedeniyle çok katmanlı yapısını göz ardı ettiğini söyler. Psikanalizi bir film çözümleme yöntemi olarak kullanır.
Psikanalizi Freud rüyaların çözümlemesinde kullanmıştır. Lacan bu yöntemi dile uygulamıştır. Zizek ise popüler kültüre ve sinemaya uyarlamıştır.

Anamorfoz / Yamuk Bakmak
Bakmak, akıp giden sürekli bir eylemlilik halidir. Bakışsa bu devamlılığın içindeki, aklın sessizliğinin gözün müziğine dönüştüğü andır. Bu anı yakalayan ise bir ressamın, bir sinemacının ya da bir fotoğrafçının gözü olabilir.
Foucault, bakışı panoptik kavramıyla birlikte ele alır. Panoptik, görülmeden gören, hükmedici iktidarın bakışıdır. Panoptik bakışla iktidar, baktığını nesneye dönüştürür. Bakışın sahibi öznedir, çünkü iktidar ondadır.
Lacan da ise durum tam tersidir. Bakış nesnedir. Bakılan, bakışı üstlenen ise öznedir. Lacan’da bakış konumunu üstlenen kadındır.
Lacan’a göre yanlış tanıma (yamuk bakmak) öznenin kurulması sürecinden ayrılmaz. Çünkü özne asla kendisini bakan noktasına yerleştiremez.
Bakış, iki temel üzerinden ele alınabilir: Tasarımlanmış bakış (iktidar, denetim, yönetim vs.) ve tasarımlanmamış bakış. Tasarımlanmamış bakışın temel değişkenleri anlık olması, ruh yansıması ve içeriğinin gerçeği barındırmasıdır.

Anamorfik cisimler ancak yamuk bakarak algılanabilirler. Zizek, yamuk bakmak kavramıyla tasarımlanmış bakışı tasarımlanmamış bakışa çevirmeye çalışır. Yamuk bakmak, gerçeği görmektir.
Zizek, film çözümlemelerine yamuk bakmak ile başlar. Örnek olarak Charlie Chaplin filmlerinde esas özelliğin çocuklara karşı takınılan sadistçe tutumlar olduğunu söyler. Burada sorulması gereken soru alay etme nesneleri olarak görünmeleri için çocuklara hangi noktadan bakılması gerektiğidir. Yanıt, çocukların kendi bakışıdır. Çünkü sadece çocuklar çocuklara bu şekilde davranır. Zizek’e göre Chaplin, bilinçaltında yaşayan sokak çocuğunu kamera aracılığıyla izleyiciye yansıtmaktadır.

Semptom / Belirti
Semptom kavramını Marx icat etmiştir. Semptom tam olarak kendi evrensel temelini yıkan tikel bir unsurdur. Örneğin özgürlük: ifade, ticaret, siyasi vs. bir dizi türden oluşan evrensel bir anlayıştır. Ama aynı zamanda yapısal/dizgesel bir zorunluluk sayesinde bu evrensel anlayışı yıkan özgül bir özgürlüktür. Yani, fiili özgürlüğün tam zıddıdır. İşçi, emeğini özgürce satarak özgürlüğünü kaybeder. Her türlü ideolojik evrensel, zorunlu olarak bütünlüğünü bozan, yanlışlığını açığa çıkaran özgül bir durum içerdiği sürece yanlıştır/hatalıdır.
Zizek, kadını erkeğin semptomu olarak görür. Erkek simgesel varoluşuyla iletişimi ve varlığının gerçeği ile ilişkisini sadece kadınla kurabilir. Ancak bunun tersi geçerli değildir. Kadın, erkekten tamamen bağımsız olarak var olur.
Zizek’in kastettiği şey, eril konumunu üstlenmiş bir benin varlığının dişil konumunu üstlenmiş başkalarının var olmasına bağlı olduğudur.
Lacan semptomu bastırılmışın geri dönüşü olarak tanımlar.
Semptomu işlerken/eşelerken geçmişi yaratırız. Geçmişin uzun zaman önce unutulan simgesel gerçekliğini üretiriz. Buna göre, bastırılan, ezilen her ne ise hiçbir zaman aynı biçimde geri dönmeyecek ancak bir semptom, yara, sorun olarak dönecektir.
Semptom, kusursuz bir simgesel oluşum, kendisi de bir gösteren olduğu için yorumlama yoluyla feshedilebilen şifreli, kodlanmış bir mesajdır.
Lacan sıklıkla göstereni mutlaklaştırmakla suçlanır. Suçlamanın nedeni nesnel dünya yokmuş gibi, teorisini özne ile dilin etkileşimiyle sınırlamasıdır. Hâlbuki Lacan verili bir nesneler bütünü olarak dünyanın var olmadığını söylediği gibi dilin ve öznenin de var olmadığını söyler. Ona göre var olan sadece semptomlardır.
Zizek’in çalışmaları bu noktada yapıbozumla kesişir: yapıbozumun amacı her türlü tözel kimliği/yapıyı yapıbozuma tabi tutmak, katı tutarlılığının ardındaki simgesel etkileşimi gözler önüne sermektir. Semptom kavramı, etrafında etkileşimin yapılandığı gerçek çekirdeğe karşılık gelir.

Sinthome
Gerçek, imgesel ve simgesel düzenleri bir araya getiren unsura Zizek, sinthome demiştir.
Sinthome düğüm yapıları tarafından belirlenir. Düğümler, kişiye, bir psikozdaki sabuklama ve kuruntu yapmalarını anlama olanağı verir. Bu yapılanmalar gerçek imgesel ve simgeseli bir araya getirmeye yarayabilirler. Nesneler beden imgesini, dilsel ya da bilgisayar döngüselliğini ve aşırı uyarma ya da acıyı bir araya getirmek için kullanılabilirler. Üç düzeni bir araya getiren ve tim belirtileri olmasına karşın özneyi psikoz durumuna düşmekten alıkoyan sinthomedur.

İdeolojik Fantezi
Fantezi arzularımızı şekillendiren şeydir.
İdeolojik fantezide insanların fiilen yaptıkları şey ile yaptıklarını düşündükleri şey arasındaki uyumsuzlukla ilgili bir sorun söz konusudur (Zizek, 2004, 46).
İdeoloji tam da insanların aslında ne yaptıklarını bilmemelerinden, ait oldukları toplumsal gerçekliğe ilişkin yanlış bir tasarıma sahip olmalarından ibarettir.
Zizek’e göre insanların bilmedikleri şey, faaliyetlerinin, toplumsal gerçekliklerinin kendisinin bir yanılsama, fetişist bir tersine çevirme tarafından yönlendirildiğidir. Gözden kaçırdıkları, yanlış tanıdıkları şey gerçeklik değil, kendi gerçekliklerini, kendi gerçek toplumsal faaliyetlerini yapılaştıran yanılsamadır. Şeylerin gerçekte nasıl olduğunu gayet iyi bilirler ama yine de bilmiyormuş gibi davranırlar. Burada gözden kaçırılan bilinçdışı yanılsamaya ideolojik fantezi adı verilir.

Jouissance / Keyif
Haz, benliğin iç dengesini kurmaya ve korumaya yöneliktir. Jouissance ise bu dengeyi bozarak haz ilkesinin ötesine geçer.
Jouissance kavramını Lacan, Freud’un haz ilkesi kavramının ötesinde konumlandırır. Jouissance basit bir tatminin ötesinde bir dürtü tatminidir. Dolayısıyla olanaksızdır. Sözgelimi anneden koparılmış olmak anlamındaki ilksel eksikliğin giderilme arzusunun gerçek bir tatmin yolu yoktur. Jouissance bu eksikliğin giderilmesi fantezisini yaratarak kendini gerçekle ilişkilendirir. Acıda, semptomların sürdürülmesinde bulunduğu varsayılan paradoksal haz aslında haz değil Jouissancedır.

Gerçek Üzerine Çözümlemeler
Freud insanın gelişimini oral, anal ve genital olmak üzere üç evreye ayırır. Gereksinim, istem ve arzu kavramlarını da bu evrelere karşılık olarak kullanır. Bu üç kavram insani gelişim sürecinin üç farklı öğesine denk düşer: gerçek, imgesel ve simgesel.
Lacan’a göre gerçek, simgeselleştirmeye mutlak anlamda direnir. Gerçek, simgesel ve imgeseli insan gerçekliğinin üç kaydı olarak adlandırır. Günlük dilde gerçek dediğimiz şey, simgesel ve imgeselin bir birleşimidir.
Zizek için gerçek, dilin sınırı, konuşan varlıkların dilinde kaybedilen bir şeydir. Gerçek hem orada yanı başımızda hem de ulaşılmaz yerdedir. Zizek, gerçeğe işaret etmek için; antagonizm, travmatik, olanaksız, çekirdek ve çıkmaz gibi sözcükleri kullanır.
---
Sarah Kay, Zizek: Eleştirel Bir Giriş, Çev: Zeynep Kuyumcu, 2006, İstanbul, Encore
S. Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, Çev: Tuncay Birkan, 2004, İstanbul, Metis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder