25 Nisan 2018 Çarşamba

Karadeniz Kıyı Kentleri


Ünsal Bekdemir - Karadeniz Kıyı Kentleri


1927 yılında toplam nüfusumuzun yaklaşık 2,3 milyonu (% 16,4’ü) kentlerde yaşıyordu.
1950 yılına gelindiğinde kentli nüfus 4,8 milyona (% 18,5) ulaşmıştır.

Türkiye, 1950’den sonra hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir.
Kentli nüfus oranı ilk defa 1985 yılında toplam nüfusumuzun yarısını aşmıştır.

Ordu-Hopa arasında kalan bölgede yaşayan insanlar asırlardan beri nispeten dışa kapalıdırlar.

Ordu kenti Boztepe’nin sert kuzey-batı rüzgârlarını engellemesi sayesinde gelişme şansı bulmuştur.

Doğu Karadeniz’in kıyı kesimlerinde yıllık sıcaklık ortalaması yaklaşık 140C’dir.

Kıyı şeridindeki bütün kentler az ya da çok korunaklı bir koyun kenarında bulunur.
Hemen bütün kent merkezleri, bir akarsuyun denize döküldüğü yerde kuruludur.
Coğrafi şartlardan dolayı bütün kıyı kentleri doğu batı ekseninde, kıyıya paralel uzanmaktadır. Gelişimleri de aynı doğrultuda devam etmektedir (s. 34-35).

Kentlerin Fonksiyonel Özellikleri
Yönetim, kültür, sağlık, ulaşım-iletişim, ticaret vs.

(Planlama, belli bir hedef gözetildiğinde düzgün ve anlamlı olabilir. Doğu Karadeniz sahili boyunca sıralanan kentlerin hemen tümünde göze batan plansız yapılaşma, hedefi olmayan ülke manzarasına örnektir)

---

Bekdemir, Ünsal, Karadeniz Kıyı Kentleri, Çizgi Kitabevi, Konya 2007


Türk Kültüründe Spor ve Sporculuk


Özbay Güven - Türk Kültüründe Spor ve Sporculuk

Türkler çok kahraman çıkaran bir millet olduğu için pehlivanlık kahramanlık ve güç timsali olarak görülmektedir. Barış zamanında bu kahramanlık hislerini okçuluk, güreş, gökbörü, at yarışları, çöğen/çevgan/polo, avcılık ve cirit gibi sporlara iştirak ederek tatmin ediyor, gurur kazanıyorlardı.

Savaşların beden gücünü dayandığı çağlarda spor, savaşa hazırlık dönemi oluşturmakta idi. Türkler de bu dönemlerde savaşa yönelik işlevleri olan sporları yapmışlar ve destelenmişlerdir (s. 61).

Türklerde atın sosyal hayattaki yerinin çok fazla olması, atlı sporların geliştirilmesine sebep olmuştur.

Eskiden Türklerde çocuğa doğduğu zaman ad verilmezdi. Birçok Türk boylarında, doğumdan sonra baba ve annesinin verdikleri ad hiçbir zaman için çocuğun asıl adı olamamaktadır. Asıl adını alabilmesi için, muhakkak bir kahramanlık göstermesi gerekirdi (s. 62-63).

Eski çağlarda spor yapılan yerler ahlâkın öğretildiği yerler ve sporcular da ahlâklı insanlar olarak bilinirdi. Türklerde de "Er meydanı", "Okmeydanı", "Cirit meydanı" ve diğer spor meydanları; yiğitliğin, cesaretin, dürüstlüğün, yardımseverliğin, mertliğin ve cömertliğin gösterildiği meydanlardı (s. 63).

Osmanlı Devleti'nde her atıcının/kemankeşin bir yaycısı ve okçusu vardı. Bir yay ustasının yaptığı yayı ile rekor kıran atıcının rakibi, çok yüksek ücret verse dahi, yaycı o atıcıya yayını satmazdı.

Cirit oyununda ciritçinin/oyuncunun kin gütmemesi oyunun en başta gelen kuralıydı. Ayrıca oyunda ciridi ata atmak yasaklanmıştı. Bu, ata olan saygıdan dolayı konulan bir kuraldı. Yine geleneksel güreşlerde rakibini yukarıya kaldırıp üç adım atan pehlivan rakibini yenmiş sayılıyordu (s. 64).

Yaşar Doğu, şampiyonluklarla süslenen başarılı spor hayatına rağmen, tevazudan, efendilikten, hoşgörüden ve insanlıktan ayrılmayarak gerçek sporcunun adeta nasıl olması gerektiğinin örneği olmuştu (s. 67).


---
Güven, Özbay. (2011), “Türk Kültüründe Spor ve Sporculuk,” Samsun Sempozyumu 13-16 Ekim Samsun, Bildiriler Kitabı, Cilt: 3, s. 61-67, Samsun 2012

Tirebolu İplik Oyası


Şehdabe Markaloğlu - Tirebolu İplik Oyasının Yapılışı

Yaygın bir sanat değil.

İplik oyası, başörtülerin kenarlarına uygulanır.
İplik oyası, temel tekniklerinden olan zürafa ve piko ile gerçekleştirilir.
Zürafa ipliğinin rengi diğer renklerle uyumlu olacak şekilde seçilir.
--
Markaloğlu, Şehdabe. (1987), “Tirebolu İplik Oyasının Yapılışı,” Türk Folkloru Araştırmaları 1987, Sevinç Matbaası, Ankara, (s. 49-59)

Her Yönüyle Trabzon


Sebahattin Sınır - Her Yönüyle Trabzon

(kitap, çocuklar için yazılmış)


Fatih, 1461’de Trabzon’u aldıktan sonra burada görevlendirdiği ilk kumandan Hızır Bey’dir.
Trabzon’u yönetmiş bir diğer kumandan Zağnoş Paşa’dır. İlde her ikisinin ismiyle anılan mahalleler vardır.

Trabzon Boztepe’deki Rus toplarının sayısını öğrenmek üzere göreve talip olan Yüzbaşı Kahraman Bey (s. 16)
Harakalı Mustafa Ağa (s. 18)

(Ağız Özellikleri)
Vakfıkebir - Tonya halkı, “ö” yerine “e” der; Ömer / Emer
“e” yerine “ö” Erik / örük
“t” yerine “d”
Tabak / dabak (s. 42)

(Mutfak) Hamsili pilav
“Trabzondur yerimiz
Akçe tutmaz elimiz
Hamsi baluk olmazsa
Ne olurdu halimiz” (s. 47)

(Giyim)
Zıpka, yelek/cepken, kabut ve kukula çok eskiden giyilen eşyalardı.
Eski giysilerden bugün halan kullanılan sadece peştamaldır (s. 49).

Meşhurlar
İbrahim Cudi Efendi
Öğretmenlik yapmış, dinî konularda eserler yazmış bir de Lügat-ı Cudi adında sözlük hazırlamış. 1926’da vefat etmiş (s. 80).

Halil Nihat Boztepe
1882’de doğdu. 1927’de Gümüşhane mebusu olmuş. 1931’de Trabzon mebusu olmuş. 1949’da vefat etmiş.
Nedim’in şiirlerini 1921 yılında yayınlamış. Ayrıca kendisi de şiirler yazıp yayınlamış (s. 81).

Hasan Saka
1947-1949 tarihleri arasında başbakanlık yaptı.

Ali Naki
1820’de doğdu. 1876’de Trabzon mebusu olarak ilk mecliste yer almış. 1908’deki mecliste de en yaşlı üye olduğu için, ilk oturumda başkanlık yapmış.

Tarım
1966’da ekili alanlarda çoğunlukla fındık ve tütün var idi.

Akçaabat’ta sahil boyunda dar bir alanda zeytin yetişir.

Keten, tohum elde etmek ve liflerinden faydalanmak üzere çiftçilerin ektiği bitkilerdendir. Tohumundan bezir yağı yapılır. Yağı alınan tohumun küsbesi besleyici bir hayvan yemidir (s. 100).

Kalatina: Çevresi kafes gibi sarılmış, mısır kurutmak için kullanılan üstü açık ambar.

---
Sınır, Sebahatin. (1966), Her Yönüyle Trabzon, Sonhaber Basımevi, Trabzon

Samsun Reji İdaresi


Filiz Dığıroğlu - Samsun Reji İdaresi

Reji Şirketi, Sultan Abdülhamid tarafından imzalanan 30 senelik imtiyazla birlikte 14 Mayıs 1883'te Osmanlı tütün idaresini devraldı. "Memâlik-i Osmaniye Duhânları Müşterekü'l-Menfa'a Reji Şirketi" ya da halk arasında kısaca "Reji" diye bilinen şirket ile Osmanlı tütünleri için, çokuluslu ve yabancı sermayeli anonim bir şirket dönemi başlamış oluyordu (s. 393).

Osmanlı devletinin her vilayetinde Reji idareleri vardır ancak bunların hepsi İstanbul'daki Reji Şirketi idaresi ile doğrudan bağlantılıdır.

Üretilen tütünlerin önemli bir bölümü, kaliteli ve ucuz olması sebebiyle ihraç ediliyordu. İhracat piyasasındaki rağbetin bir diğer sebebi de, Türk tütünlerinin Avrupa ve Amerika tütünlerine göre daha az "nikotin" içermesiydi (s. 394).

Tiryakiler içecekleri tütünleri ağır bir tahta baskı altında en az altı ay sakladıktan sonra kıydırır ve bir müddet havalandırdıktan sonra hiç kullanılmamış bir küpe koyarlardı. Küpün ağzı bir deriyle bağlanır ve bu tütün bir sene saklandıktan sonra bilhassa Sera köyünde yetiştirilen, Bülbül adı verilen kokulu tütünle karıştırılarak tüketilirdi (s. 395).

Tütün üreticisinin Reji'yi şikâyet ettiği konular arasında ambar yapımı, ruhsatname sorunu, satın almalarda düşük fiyat verilmesi, muhammin tayininde şartname hükümlerine uyulmaması, şartnamede taahhüt edilen faizsiz kredinin verilmemesi ve kolluk görevinde kullandığı kolcuların tavırları yer almaktaydı. Reji Şirketi'nin şikâyeti ise, üreticinin izinsiz tütün ziraatı yapması ve tütün kaçakçılığının önlenmesinde devlet memurlarının gerekli itinayı göstermemesiydi (s. 396).

Tütün üreticileri kendilerini birdenbire, geçim kaynaklarını denetleyen ve vergi toplayan yabancı bir şirkete karşı sorumlu buldular. Eski iktisadi ve toplumsal ilişkiler çözülürken yenileri ortaya çıktı.

Reji'nin tütünleri düşük fiyatla satın almaya çalışması en kısa yoldan kâr etme isteğinin bir sonucu olduğu gibi, üretime belli bir sınırlandırma getirme politikasının da bir ürünüydü. Bu çerçevede üretimi kendi belirlediği kota içinde tutmaya çalışan Reji, hem çiftçiyi tütün ziraatının kârlı bir iş olduğu düşüncesinden vazgeçirmeye hem de üretim alanlarını kendisinin daha rahat kontrol altında tutabileceği yerlere kaydırmaya çalışmaktaydı (s. 398).

---
Dığıroğlu, Filiz. (2011), “Samsun Reji İdaresi,” Samsun Sempozyumu 13-16 Ekim Samsun, Bildiriler Kitabı, Cilt: 3, s. 393-400, Samsun 2012


Samsun ili ve ilçelerinde anlatılan masalların çocuk eğitimi açısından incelenmesi


Ela Sayar - Samsun İli ve İlçelerinde Anlatılan Masalların Çocuk Eğitimi Açısından İncelenmesi

Çocuklara sunulan her masal, onların bilişsel, duyuşsal ve dil gelişimlerine katkı sağlayacak bir öneme ve işleve sahiptir.

(Masal derleme ve araştırmacısı) Cemalettin Etli Kavaklıgil; 1938 yılında, Samsun’un Kavak ilçesi Tabaklı Köyü doğumlu, emekli bir öğretmendir.
Bir masala bir çift ayakkabı! Var mı bana masal anlatacak?

Kadınların tepelekli, göynekli, uç etekli, şalvarlı, kıyafetleri; erkeklerin ise gömlekli, yelekli, köstekli, İngiliz külotu şeklindeki pantolonlu geleneksel kıyafetleri vardır (s. 8-9).

Kara lahana ve mısır çorbasının yanında; yazı pancarı, kocakarı gerdanı tatlısı da meşhurdur (s. 9).

Masal Özetleri
Aslı Hu! Nesli Hu!
Çeşme başında mola veren üç dervişin hikâyesi…

Terzi ile Üç Kızı

Muradına Nail Olamayan Dilber

Padişahın Tembelleri

Keloğlanın Babası

Mis Kadın

Tembel Kız

Beyoğlu ile Acem Kızı

Dorak Kız

Dünya Güzeli
Sultan Ana doğum gecesi dünya güzelinin doğurduğu çocukları alıp yerine Arap kızının doğurduğu kara ikizleri koydurtmuş…

Ese, Köse Keloğlan

Gök Kuşağı ile Hızır Baba
Bir kocakarı ile bir ihtiyar adam varmış. Fakat çocukları olmuyormuş. Bu durum kocakarıyı çok üzüyormuş. Gün geçtikçe daha huysuz olmaya başlamış. Bir gün damlarındaki leylek yuvasını bozmuş. Leylek babayı öldürmüş ve leylekleri oradan kovmuş. Çok geçmeden Leylek ana ağzında bir hurma çekirdeği ile dönmüş, çekirdeği Leylek babanın önüne koymuş. Koca karı kocasından korkusuna çekirdek ve Leylek babayı toprağa gömmüş. Çekirdek filizlenmiş kocaman ağaç olmuş dalları hurma dolmuş. Koca karı hemen kocasına haber vermiş, çocuğumu yok ama bir hurma ağacımız var deyip hurma toplamasını istemiş.
İhtiyar adam hurma ağacına çıkmış, çıktıkça çıkmış başı bulutlara değmiş. O sırada yağmur yağmaya başlamış ve gök kuşağı ortaya çıkmış. Gökkuşağı ihtiyara hangi rengim daha güzel diye sormuş. İhtiyara adam da tüm renklerin güzel olduğunu söylemiş. Bu cevap gökkuşağının çok hoşuna gitmiş. İhtiyarı alıp Tanrı dağına götürmüşler. Orada bir göl varmış. Gölün suyundan içen gençleşir, sonsuza dek yaşarmış. Gökkuşağı ihtiyara gölün üzerinden geçerken bir avuç su alıp içmesini söylemiş. İhtiyar içer içmez gençleşmiş. Gökkuşağı da ona ey genç adam artık ölümsüzlüğe eriştin her yıl sana hıdrellez günleri düzenlenecek insanlar dilekte bulunacak onların dileklerini duyup gerçekleştir demiş ve kaybolmuş.
Hızır baba sepetini alıp hurmalarla doldurmuş her dokunduğu hurma değerli taşlara dönüşmüş. Hızır baba ağaçtan inip eve varınca karısı onu zor tanımış. Kocası neler olduğunu anlatınca kendisi de gençleşmek istemiş.
Ertesi gün takmış sepeti koluna çıkmış ağaca. Gökkuşağının renkleri aynı soruyu ona da sormuşlar. Kadın onlara renklerin bir önemi olmadığını söylemiş, önemli olanın kocasından daha genç hale nasıl gelebileceğini sormuş. Gökkuşağı kocakarıyı Tanrı dağı yerine Kaf dağına götürmüş. Doruktaki göle atıvermiş. Daha göle düşer düşmez kocakarı ölümsüzleşip bir cadı oluvermiş. Ağaçtan inerken topladığı hurmalar çıyanlara dönüşmüş. Eve gidince de bu çıyanlar kendisini ısırmış.
Cadı kadın evden kaçıp, masallar dünyasına gitmiş. Dünya güzellerini kaçırıp onlara büyü yapar olmuş. Hızır baba ise kırklara karışmış. Her yıl hıdrellez günü insanlara görünüp, dileklerini yerine getirmiş (s. 71-72).

Gökten Gelen Kirazlar

Idı ile Bıdı

Kör Padişah

Oduncu ile Koç Bey

Öyle Krala Böyle Damat

Perili Gölün Kurbağa Oğlanı

Sabreden Adam
“Sana bir bela gelecek, gençlikte mi gelsin, ihtiyarlıkta mı?”

Altın Top
Büyük kız iplik, ortanca kız mil, en küçük kız is altın top istemiş.

Üç Yumurta

Yaz ile Kışın Kavgası

Yolunacak Kaz

İnsan Sarrafı
…memleket meselesi teslim edilecek üç kişi…

Kendi Yaptığı Tuzağa Kendi Düştü

Satılmış Oğlan

Hasan Kardeş
Kız yedi yaşına gelince her gün ahırdan bir inek kaybolur olmuş.

Ahi Ahi
Yıllar önce bir kızın kendisini büyüleyerek ayı yaptığını anlatmış.

Ne İdim Ne Oldum Ne Olacağım

Çirkin Kız ile Zümrüt Kaplumbağa

Goncagül Kız

Şeytanın Oyunu

Bahçıvan Kız

Zümrüdü Anka Kuşu
Bir ülkenin hükümdarı ile karısı çok mutlularmış, ülkeyi de çok iyi yönetirlermiş fakat tek sıkıntıları çocuklarının olmayışıymış. Hekimbaşı ile tüm hekimler hiçbir çare bulamadılar. Halk kaygı içindeymiş. Büyük ve ortanca vezire güven olmazmış ama küçük vezir eli öpülesi biriymiş.
Hükümdar bir rüya gördü, aksakallı ihtiyar ona şöyle dedi: “ Al bu fidanı götür saray bahçesin dik, yedi yıl içinde iki güzel meyve verecek, birini sen birini karın yiyecek, dokuz ay on gün sonra nur topu gibi bir evladınız olacak.” demiş.
Sabah olunca padişah vezirlere beylere paşalara o elma fidanını bulmaları için emir vermiş. Küçük vezirin önerisi üzerine halkla el ele verilerek fidan aranmaya başlanmış. Bir gün bir çoban fidanı bulmuş, hükümdara teslim etmiş.
Fidan saray bahçesine dikilmiş. Aradan yedi yıl geçmiş, fidan iki tomurcuk vermiş, tomurcuklar elmaya dönmüş. Bir gece bir dev elmayı koparıp kaçmış. Mutsuz bir yılın sonunda fidan tekrar elma vermiş. Birinci yıl büyük vezirin oğlu, ikinci yıl ortanca vezirin oğlu balında beklemiş fakat ikisi de devden korkup kaçmışlar. Üçüncü yıl fidanın başında küçük vezirin oğlu beklemiş ve devden korkmayıp onu yaralamış. Hükümdar vezir oğullarının devin akan kanını izlemesini ve kulaklarını keserek getirmelerini istemiş. Vezir oğulları çıkmış yola izleri takip ederek bir kayaya varmışlar, izler bu kayada bitiyormuş.
Kayayı kaldırmışlar ve bir kuyu bulmuşlar. Büyük oğlan inememiş, ortanca oğlan inememiş, küçük oğlan inmiş. Mağaraları geçmiş. Devi bulmuş, öldürmüş, kulaklarını kesmiş. Devin yanında bulunan üç kız da bu duruma çok sevinmişler.
Küçük veziroğlu kızları da yanına almış kuyunun dibine gitmiş. Kırmızı giysili büyük veziroğlunun, sarı giysili ortanca veziroğlunun demiş yukarı yollamış. Yeşil giysili olan da benim demiş, yeşil giysili kız yukarı çıkmadan onu uyarmış: “Sakın,” demiş, “Olur da veziroğulları sana oyun ederse, buradan çıkmanın bir yolu daha var, Cuma günü buraya iki koç gelir, biri ak biri kara, ak koça bin yeryüzüne çıkarsın.” Nitekim veziroğulları küçük veziroğluna oyun etmiş, ip koptu demişler.
Saraya varınca da aynı yalanı atmışlar.
Kuyuda koçların gelmesini bekleyen küçük veziroğlu yanlışlıkla kara koça binmiş. Yerin yedi kat dibine inmiş. Yeraltı dünyasında ne kadar kaldı bilinmez. Bir gün, bir kuşun yavrularını yiyecek olan yılanı öldürmüş. Yavrularını kurtaran vezir oğluna dile benden ne dilersen diyerek dile gelmiş. Oda dünyaya dönmek istediğini söylemiş. Oğlanı dünyaya götürmek için omzuna almış, sırtında birde kırk tulum etle kırk tulum su varmış. Gak dersem et guk dersem su vereceksin demiş. Vezir oğluyla anlaşan Zümrüdüanka kuşu birlikte yola çıkmışlar. Gece gündüz yol almışlar gak dedikçe et guk dedikçe su vermiş. Kuş çok yorulmuş son kez gak demiş et bittiği için vezir oğlu kalçasından bir parça et kesip kuşun ağzına atmış. Onu istediği yere indirmiş oğlan teşekkür etmiş fakat yürüyememiş, kuş ağzında tuttuğu eti oğlanın kalçasına yapıştırmış. Oğlan iyileşmiş uzun süre yürüyüp o kuyunun başına gelmiş.
Bir yıl öncesinde küçük vezir oğlu kuyudan çıkmayınca onu öldü zannettikleri için yeşil giysili kızı zindandaki çobana vermişler. Hükümdarın oğlu olana kadarda yas ilan etmişler. Oğlan doğduktan sonra düğün hazırlıkları başlamış fakat kırmızı sarı yeşil giysili kızlar evlenmek için devin kulaklarını getirmelerini istemişler. Vezir oğulları çobanla beraber kulakları almak için kuyunun başına gitmişler. Büyük ve ortanca vezir oğlu kuyudan aşağı inip kulakları getirmek istemişler çobanı yukarda bırakmışlar. Küçük vezir oğlu saklandığı yerden çıkmış kuyuya sarkan ipi kesmiş. Çobana kendini tanıtıp başından geçenleri anlatmış.
Küçük vezir oğlu ve çoban saraya gidip hükümdara olanları anlatmışlar her şey ortaya çıkmış. Çoban kırımızı giysili ile çobandan sonra baş bahçıvan olanla sarı giysili küçük vezir oğlu ile de yeşil giysili kız evlenmiş (s. 104-105).

Masal İçinde Masal
Baykuş; “ölümsüzlüğe erişmenin bir yolu var. Tanrı dağının doruğunda bir gölden bir yudum için sonsuza dek yaşarmış yalnız bu göl açılıp kapanan iki kaya arasındaymış demiş.”

Bir Abdal Geldi Kapıya

---
---
Sayar, Ela. (2009), Samsun İli ve İlçelerinde Anlatılan Masalların Çocuk Eğitimi Açısından İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya


Samsun Halkının Kullandığı Eşyalar Üzerinde Bir Tahlil Denemesi


Bahaeddin Yediyıldız - Samsun Halkının Kullandığı Eşyalar Üzerinde Bir Tahlil Denemesi

Bu makale için 1797-1842 tarihleri arasında Samsun’da tanzim edilen 27 tereke defteri tahlil edilmiş…

Kumaş
1836’dan sonra İngiliz ve Fransız basmaları kullanılmaya başlanmış (s. 273).

İthal basmanın içi havlı dışı perdahlıydı. Bunlara pazen de denir.

Basmanın eski adı çît,
Çîtlerin ipekle karışık, pamuk ipliği ile sarı ve kırmızı çubuklu olanlarına çitari denir.

Terekelerde 1837’ye dek ayakkabı kelimesi yok,
Bunun yerine babuç, tahta babuç vardı…
Deriden yapılan babuçlara mest deniyordu…

Başlıklar
(Kadın) Başlık, cenber, dülbend, değirmi, mahrama (mahrama/mihrama: mendilden bozma), yaşmak, yemeni, vala…
Gelin başlıkları; sim (gümüş) ve nuhas (bakır) ile süslenirdi.

(Erkek) Fes, kavuk, sarık, takye…

Dize kadar uzanan donlara dizlik denilir (s. 275).

Şal kadınların çok yaygın şekilde kullandıkları bir örtüydü.
---

Yediyıldız, Bahaeddin. (1983), “Samsun Halkının Kullandığı Eşyalar Üzerinde Bir Tahlil Denemesi,” II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, 5. Cilt, (s. 271-284), Ankara


Samsun' da Geleneksel Unlu Mamuller


Münir Anıl - Samsun'da Geleneksel Unlu Mamuller

Samsun ilimizde de geleneksel birçok ürün bulunmaktadır. Samsun simidi, Samsun pidesi, Samsun/Bafra nokulu ve Samsun/Çarşamba kıvratması gibi…

Simidin, pidenin, nokulun ve kıvratmanın yapılış sistemleri birbirlerinden farklı olmasına karşın temelinde ana hammadde olarak un bulunmaktadır.

Kıvratma
Samsun' un güzel ilçesi Çarşamba' da yaygın halde üretilen kıvratmanın 100 yılı aşkın bir tarihi geçmişi bulunmaktadır. Yoğun olarak dini bayramlar öncesi hazır edilip bayram tebriği için gelen misafirlere ikram edilen bir tatlıdır.

Kıvratma orijinalinde kuru olarak tüketilir. İsteyenler şerbet hazırlayıp kıvratmanın üzerine dökerek baklava gibi tüketebilirler (s. 304).

Nokul
Samsun'un diğer bir güzel ilçesi olan Bafra' da yaygın halde üretilen nokulun tarihi oldukça eskidir.

Yufkanın inceliği nokulun lezzeti ile doğru orantılıdır. Bu açıdan nokul için yufkalar olabildiğince ince açılmalıdır. Açılan yufkalara margarin ve sıvı yağ karışımı bir fırça yardımıyla sürülür. Daha sonra yağ karışımı sürülmüş yufkaların üzerine dövülmüş ceviz, kuru üzüm ve toz şeker karışımından serpilir. Yufkalar el yardımıyla rulo haline getirilerek 10 cm aralıklarla kesilir. Kesilen bu parçaların üzerine iyice çırpılmış yumurtadan sürülür.

Pide
Pide, bir kısım hammaddelerin (pide içi dediğimiz hammaddeler) tüketicilerin tercihlerine göre değişiklik arz ettiği, hamurunun kıvamı için tam bir maharet isteyen (…) alevi çok iyi dengelenmiş meşe odununun ateşiyle pişme kıvamının ve pişme usûllerinin çok iyi bilinmesi gereken bir gıda maddesidir.

1 porsiyon Bafra pidesi 70-75 cm uzunluğunda ve 3-4 cm eninde olup, üstü kapalıdır. Pişirildikten sonra tereyağ ile yağlanan Bafra pidesi 6 eşit parçaya kesilmesiyle (yaklaşık 12-13 cm uzunluğunda) servis edilir. Bafra pidesinin yapımında tereyağı kullanılmaktadır. Diğer pidelerde eritilmiş margarin hamurun üstüne fırça ile sürülmektedir.

Terme pidesinin boyutları bir porsiyon için 40-70-80 cm. uzunluğunda, 15 cm. genişliğindedir. Terme pidesini diğer pidelerden ayırt edici özelliği açık olarak pişirilmesi, iç malzemesinin bol katılması, hamurun kenarlarının tam olarak kapatılmadan hafifçe içe doğru kıvrılması sayılabilir.

Simit
Samsun Simitini diğer yerlerde yapılan simitten ayıran bazı bariz özellikleri vardır. Hamurunun yarı sert, mayasının olabildiğince az, mayalama/fermantasyonunun kısa olması, pekmez olarak genellikle dut pekmezinin ve üretimde bol susam kullanılması Samsun Simitini diğer yerlerde yapılan simitlerden ayırmaktadır.

---
Anıl, Münir. (2011), “Samsun'da Geleneksel Unlu Mamuller,” Samsun Sempozyumu 13-16 Ekim Samsun, Bildiriler Kitabı, Cilt: 3, s. 304-307, Samsun 2012


Sahada Folklor Derleme Metotları


Kenneth S. Goldstein - Sahada Folklor Derleme Metotları


Genellikle bir işin en zor kısmı başlangıcıdır.

Bu, uzak bir seyahat için limandan ayrılan bir gemiye benzer. Başlangıçta yön tayininde küçük bir hata yüzünden gemi ne kadar sağlam ve kaptan ne kadar becerikli olursa olsun, varılacak yere ulaşamaz.

Niçin yapıldığı bilinmeden yapılan bir derleme çoğu zaman (…) para israfından başka bir şey değildir (s. 13).

Sahadan elde edilen veri işlenirken derlemeci hipotez kurabilir.
Hipotez kurmuşsa bunu kanıtlamak için yeniden sahaya dönüp kanıt toplaması gerekir. Bu yapılmazsa söylenenler havada kalır.

Derlemecinin konusu takvime bağlı törenler vs. ise, derleyici bütün bir yıl sahada kalmalıdır.

Bir derleyici kaynak kişinin kucağında ölmesine asla meydan vermez.
(derleme yapmak hırsıyla kaynak kişinin bütün günü işgal edilmemeli)

Dans, şarkı vs. bütün bu gösteriler halkın estetik zevkini anlamamızı sağlar (s. 47).

Sosyal durum belli bir olgunun etrafında toplanan kişiler…
Mekânın durumu, kişilerin durumu (yaş, cinsiyet vs.), statü durumları…

Sorular / biyografi / ailenin tarihi / unvan ve nişanlar…


---
Goldstein,  Kenneth S. (1983), Sahada Folklor Derleme Metotları, Çev. Ahmet E. Uysal, Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 2. Baskı, Ankara

Trabzon Şairleri


Ömer Akbulut - Trabzon Şairleri


Figanî
Maktul İbrahim Paşa için şöyle demiş:
du İbrahim amed beruyi cihan
Yeki putkişan pud diğer putnişan
(İki İbrahim geldi dünyaya, birisi put kırdı, birisi put dikti)

İnsanın belası dilindendir, nihayet asılarak idam edildi.

Figanî her haliyle Nef’i’yi andıran bir şairdi.
Nef’i gibi hicve düşkündü (s. 3-4).

Mehmet Nazmi (Gülşen Şeyhi)

Âlim ve Şair İlmî

Âşık Mehmet Bini Ömerür Rumi

Enveri Sadullah Efendi (1736-2794)

Koseç Ahmet Efendi

Agâh Osman Paşa

Mehmet Salim

Emin Hilmi Efendi

Amiral Ateş Mehmet

Saip Hüseyin Efendi

Medeni Mehmet Efendi

Akif (Hacı Mahmud, Hacı Derviş Ağazade)

Fehmi

Talip

Hacı Mehmet / Fevzi Efendi

Hacı Behçet Efendi (1828-1878)

Maruf Efendi

Hacı İbrahim Cudi Efendi (1863-1926)

Şeyh Yahya Efendi

Semercizade (Hacı Mehmet Kamil Efendi)

Sırrı
Üçüncü Murad zamanında yaşamıştır.

Şakir Paşa

Saniye Hanım (H. 1250-1320)

İsmail Safa (1866-1901)

Naci Alaybeyizade (1851-1920)

Hafız Zühtü Efendi (H. 1226-1292)

Ziver Efendi (H. 1227-1295)

Hafız Remziye Hanım

Halil Nihat Boztepe

Hamamizade İhsan Efendi (1885-1945)
Amasya mahallesinde doğdu.
Trabzon’daki çeşitli okullarda edebiyat, tarih ve İslam tarihi öğretmenliği yaptı. Bir süre Trabzon gazetesinin başyazarlığını yaptı. Seferberlikte İstanbul’daydı (s. 56-57).

Şakir Şevket

Bekir Sıtkı

Hoca Hüsnü Efendi

Ali Naki Efendi

Oflu Bilal Efendi

Mustafa Sıtkı Cansızoğlu

Ahmet Sarim

Yusuf Ziya

Süleyman Sudi

İbrahim Hakkı Bağdatlıoğlu

---
Akbulut, Ömer. (1952) Trabzon Şairleri, Trabzon İlini Kalkındırma Cemiyeti Neşriyatı, Trabzon