FENOMENOLOJİ
…fenomenolojinin analitik felsefenin 20. yüzyılda
temsilciliğini yaptığı modern doğalcı, bilimci ve nesnelci düşünce anlayışına
bir tepkinin ürünü olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.
Analitik filozoflar / Onlara bilincin nesnelerinin veya
bilincin dolayımsız olarak bildiği şeylerin ne olduğu sorulacak olsa, aynen
Hume gibi, “izlenimler” veya “zihin halleri” yanıtını verirler.
Husserl olmak üzere, fenomenolojik gelenek içinde yer alan
filozoflar, analitik filozofların bu tavrını hatalı bir tutum olarak görmekle
kalmayıp, onun adeta bir körlük olduğunu öne sürerler.
…bilince ilişkin Hegel tarafından başlatılmış olan
soruşturmayı biraz daha geliştirip, derinlikli hale getirmeyi kendilerine amaç
edinirler.
Husserl
Avrupa insanının krizini / krizi alternatif bir şekilde
hakiki akılcılığın sona erişi diye tanımlarken, amacını da “insan aklını
kurtarmak” olarak belirler.
Husserl, modern insanlığın krizinden sorumlu tuttuğu
doğalcılığın bir yandan da Antik Yunan’da geliştirilen felsefe idealinden bir
kopuşu temsil ettiğine inanır.
fenomenoloji terimi, / fenomenlerin ötesine, yani deneyimde
sunulan verilerin, bilinç için erişilebilir olan görünüşlerden türetilmiş
verilerin ötesine gitmeyi reddetme tavrından gelir.
Husserl’in tutumunu veya yaklaşımını eşsiz kılan şey de onun
var olanın veya fenomenlerin kendilerini bilince sunan öznel edimde içerildiğini
öne sürmesidir.
Deneyimimizin unsurlarını, Husserl’e göre en iyi, bilincin
fenomenlere yönelip onları yaratma sürecindeki aktif rolünü açığa çıkarmak
suretiyle anlayabiliriz.
zihinsel fenomenleri, bilinç edimlerini dile getiren
sözlerin, ancak ve ancak bir şeye gönderimde bulunmak, bir şeyle ilişki kurmak
suretiyle anlam kazandığını dile getirir.
Husserl, Descartes ve Kant felsefelerinin, kendisinin
transandantal alan adını verdiği, fenomenal alanın veya deneyim dünyasının
ötesine giden yönlerini reddeder. Onun deneyim alanıyla sınırladığı felsefesine
transandantal fenomenoloji adını vermesinin nedeni budur.
Epokhe / fenomenleri “doğru” biçimde, dolaysız kavramaya
çalışmak üzere ne yapmalı; fenomenlere dair yerleşik veya içsel yargılardan
kaçınmak gerek. Bu nasıl olacak: fenomeni bağlamından, zihnimizdeki
tasarımından ayrı, saf haliyle düşünmeye çalışmak gerek. Bunu “paranteze almak”
gibi bir manaya da gelebilen epokhe terimi ile ifade ediyor Husserl.
Heidegger
Heidegger, henüz bir teoloji öğrencisiyken, aynen
Aristoteles gibi, “varlığın çok farklı türden şeylere ve farklı anlamlarda
yüklenmesinden hareket ederek, onun en temel anlamının ne olduğu sorusu”yla
ilgilenmişti.
Fenomenolojinin konusu Husserl’de, bireysel, saf bilincin
varlığı da dâhil olmak üzere, tek tek varlıklar iken, Heidegger’de varlığın
kendisidir.
Bütün diğer varlıklar, Heidegger’e göre sadece vardırlar,
ama varolmazlar, varolan sadece Daseindır. Varoluş, Daseinın
varolmaya-yönelik-imkân olması anlamına gelir. Başka bir deyişle, Dasein, kendi
varlığını değişik imkânlar üzerine kurar. Bu anlamda varoluş “gelecek”
fenomenini temsil eder.
Dünya ile çok çeşitli şekillerde ilgilenme, dünyadaki şeyler
çok farklı biçimlerde alakadar olma, insanın yaratıcı zekâsına, problem çözme
kapasitesine vurgu yapar. Geleneksel ayrımı kullanacak olursak, Heidegger’in
işte bu noktada, insanı insan yapan şeyi, bilgi ve akıl olarak değil de eylem
ve irade olarak gördüğünü söyleyebiliriz.
…özel herhangi bir şeyin tetiklemediği bir hiçlik, bir
şeylerin neden var olduğunu açıklayamama, kendimizin bu dünyada neden olduğunu
somut olarak ortaya koyamama, varoluşumuzun sonu olarak ölümü duyumsama söz
konusu olduğunda, bir iç daralması ya da kaygı duyarız. Bu, varlık karşısında
ve varlık içinde bir çekinmedir.
Böyle bir kaygının, aslında insana sahici bir varoluş imkânı
temin etmek anlamında önemli bir şey olduğunu düşünen Heidegger, pek çok
insanın bu kaygıdan kurtulmak üzere, anonimleşmiş bir ortam olarak gündelik
hayata daldığını, “onlar”a sığındığını söyler.
Dasein kendi dünyasının çeşitliliğinden, gizemi ve hatta
teröründen uzaklaşmak, kaygıdan kurtulmak için bilinçli bir çaba ile onları
arar. Çünkü onlara sığınma, kişi özgür olmaktan da kurtarır. Ne olmak gerektiği
sorusu bir tarafa bırakılırken, yerine ne yapmak gerektiğiyle ilgili bir dizi
önemsiz soru geçirilir.
Heidegger, işte bu varlık tarzını tanımlayıp ifade edebilmek
için “düşmüşlük” terimini kullanır. Düşmüşlük, sahicilikten yoksun varoluş
halidir
…sahicilik kişinin dünyadaki gerçek konumunun farkına
varılıp bütünüyle hayata geçirilmesinden, tecrit edilmişliğinin ve ölüme doğru
olan kaçınılmaz yürüyüşünün gerçekleşmesinden oluşur.
Heidegger’e göre, insan zamansal bir varlık olup,
zamansallık onun varolma tarzıdır.
Dünya ile olan kaygılı ilişki, Heidegger açısından,
“yapılacak bir şeyler var” düşüncesinden oluşur ve böyle bir düşünce, elbette
bir gelecek zaman düşüncesini gerektirir.
“Varlık, varolan gibi nesnel olarak tasarımlanıp vücuda
getirilemez. Tüm varolanlardan tamamıyla başka olan Varlık,
Varolan-olmayandır.”
Varolanlar ile varlık arasındaki ontolojik ayırımın
unutulmasıyla, Varlığın anlamının unutulması arasında doğrudan bir ilişki
bulunduğunu öne süren Heidegger’e göre, Batı metafiziği Varlığı verili bir şey
olarak kabul edip, varolanlar dünyasına dalmak suretiyle yozlaşmıştır. Bu
yozlaşmanın kaynağında ise, o, “şey” üzerinde düşünürken, aslolan Varlığı
gözden kaçırmanın bulunduğunu söyler.
Varlığı bir varolan olarak ele almanın mümkün olmadığını
söyleyen Heidegger, Varlığın, başka herhangi bir şeye müracaat etmeksizin,
kendisini kendisinden farklı olarak açığa çıkardığını ve böylece de özü
itibariyle olmadığı bir şey içinde kendisini gizlediğini iddia eder. Varolan
her şey, Varlığın bu “yokluğu”dur.