31 Temmuz 2023 Pazartesi

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi - POZİTİVİZM

POZİTİVİZM

Auguste Comte

(1798-1857)

Comte’un pozitif felsefesi / bir “dünya görüşü”nü veya bir “ideoloji”yi tanımlar.

Bilimin betimlediği dünya onun gözünde gerçek ve biricik dünyadır; bilimin yöntemi de olabilecek yegâne yöntemdir

 

Comte’un sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif evrelerden meydana gelen üç hal yasasının temel özellikleri şöyle sıralanabilir / evrim

…yeni sistemin inşası eskisi yıkılmadan ve eski zihinsel düzenin potansiyelleri tükenmeden gerçekleşemez.

…entelektüel ilerlemenin birinci evresi teolojik evreden oluşur.

…teolojik bilinci metafizik bilinç izler.

…üçüncü evre olarak pozitif hal…

 

…bilimsel bilgi de belirli evrelerden geçerek ilerler.

 

Düzen ve ilerleme düşünceleri sosyal fiziğin en temel fikirleridir.

 

Aydınlanmanın bireyci, liberal ideallerine en küçük bir yakınlık duymaz. Hatta birer metafiziksel dogma olarak gördüğü özgürlük, eşitlik ve halk egemenliği fikirlerine şiddetle karşı çıkar. Ona göre, bireycilik Batı dünyasının bir şekilde iyileştirilmesi gereken bir hastalığıdır.

 

Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer’ın pesimist felsefesi / Batı akılcılığına şiddetli bir karşı çıkışı / yalnızlaşan ve zavallı hale gelen insana merhametle yaklaşıp modern hayatın köksüzlüğünü, insan hayatının boşluğunu, Tanrının sekülerleşmeyle birlikte sahneyi tümden terk edişinin yarattığı nihilizmi derinden hisseden bir yeni weltanschaung, bir irrasyonalizm ideolojisidir.

 

Fichte ve Hegel / Schopenhauer bu iki filozofun Kant’ta doğru ve derinlikli olan ne varsa ortadan kaldırdığı kanaatindedir.

Kant’ın etik bir çerçeve içinde yorumladığı “irade”yi, o, temel bir metafizik kategori haline getirir ve gerçek addedilen her şeyin temelinde iradenin bulunduğunu söyler.

 

İradenin akıldışı kudreti insanda, esas içgüdüsel tepiler, arzu, istek ve dürtüler şeklinde ortaya çıkar.

Schopenhauer’e göre, bu arzuların yokluğu hayatın biricik gerçekliği ve özünü meydana getirir.

 

Algıya dayalı bilgide, şeylerin gerçekte ne olduklarını hiçbir zaman bilemeyiz.

 

…gerçek olan rasyonel olan değildir; gerçekten var olan, işlemleri veya faaliyetleri nihai bir amaç veya plandan yoksun olan, akıldışı ve kör bir güç olarak iradedir.

 

…varoluşumuz düzen ve amaçtan yoksun bulunan dünyanın temelindeki kör bir güç olarak iradenin yaşam isteğinin, onun insan şeklinde nesnelleşmesinin bir sonucudur.

 

…estetik deneyim, isteme ve boşuna uğraşma çarkının dışına çıkabilme yolunda insanın azımsanmayacak bir mesafe almasını mümkün kılar.

 

Schopenhauer’a göre, insan eylemlerini belirleyen üç temel güdü ya da motif vardır: Bencillik, kötülük yapma ya da intikam alma ve merhamet. Bunlardan en temel olan da bencilliktir.

 

Søren Kierkegaard

Kierkegaard, Aydınlanmanın nesnelliği vurgularken, geleneksel din ve ahlakın hakikatlerine karşı aldığı düşmanca tavırdan rahatsız olarak, öznel hakikatin önemini vurgular.

Kierkegaard’a göre, rasyonalist sistemler gerçekliğin tümünü bir düşünce sistemi içine sıkıştırır, her şeyi akla indirger; akıl dışındaki öğeleri ve hepsinden önemlisi var oluşu unutur.

 

Kierkegaard’a göre, Hegel insanı dünya tarihinin bir aracı haline getirmiş, onu güya materyalist bir determinizmden kurtarırken, tinsel bir determinizme tutsak etmiştir.

 

Kierkegaard, genel sistemlere, kavramsal şemalara ve nesnelliğe karşı egzistansı ve varoluşu öne çıkarır.

 

Kierkegaard hakikatin öznellik olduğunu söyler.

Kierkegaard insanın özsel benliğini Tanrıda gerçekleştirinceye kadar kaygı içinde yaşamaya mahkûm olduğunu söyler.

 

…bireyin hayatının akışı boyunca kendisinde yer alabileceği üç, ama gerçekte biri diğer üçüne hazırlık olacak şekilde dört ayrı varoluş küresi ya da tarzından söz eder: Estetik, ahlaki ve dini varoluş tarzı.

 

Hayatımızın en önemli ve kritik anına esas itibariyle suç ve umutsuzluk yoluyla sürüklendiğimizi söyleyen Kierkegaard’a göre, Tanrının varoluşunu insana kendisine yabancılaşmışlığının, varoluşsal benliğiyle özsel benliği arasındaki karşıtlığın farkına varması gösterir.

 

Friedrich Nietzsche

Nietzsche, hümanizme karşı çıkışında, insanı tanrılaştıran, ona hayvani varoluşu aşma imkânı veren başarıların temelinde, hakikatin değil de yanlış ve yanılsamanın bulunduğunu göstermeye çalışmıştır.

…sanatın uyum ve düzenle irtibatlandırılan Apollon’a dayanmadığını, Dionyssos’un kaotik ve yıkıcı gücünün bir ifadesi olduğunu öne sürer…

 

Nietzsche’ye göre, Hıristiyanlığa duyulan inanç çökerken, insanlar Darwin’in evrim fikrine giderek daha çok inanır olmuşlardır. Çok tehlikeli olan bu gelişme, ona göre, insan ve hayvan arasındaki ayrımı ortadan kaldırmıştır.

 

Nietzsche’ye göre, Sokrates’ten beri felsefenin genel eğilimi oluşun ardında, değişmeyen bir varlık, bir töz aramak olmuştur.

 

Herakleitos’un Nietzsche için önemi, onun oluşu, olanca masumiyeti ve açıklığı ile oluşu görebilmesinden kaynaklanır.

Nietzsche’ye göre, masumiyet varoluşun, iradenin ve gücün oyunudur.

Nietzsche’nin felsefesinde, bundan dolayı oluşun dışında bir varlıktan söz etmek hiçbir şekilde mümkün olmaz. Ona göre, varlıkta sürekli bir oluş ve değişme vardır.

 

…geleneksel felsefenin klasik özne, temsil ve hakikat anlayışlarına karşı çıkarak, olguların değil de sadece yorumların bulunduğunu, nesnel ve değişmez hakikatlerin değil de çeşitli bireylerin veya grupların yapım ya da inşalarının var olduğunu öne sürer.

Bilgiye sahip olanlar, ona göre dünyayı hiçbir zaman yalın bir biçimde ve olduğu gibi göremezler.

Bilenler gördüklerini bir tanım içinde ya da teorileştirerek sunmak zorundadırlar.

Akıl ve bilinç salt yüzeysel fenomenlerdir; insanın benliği de aklın kaynağı olan ve akıl tarafından anlaşılması mümkün olmayan organizmanın bir parçasıdır.

 

…insanların güçlüler ve zayıflar olarak ikiye ayrıldıklarını, bu insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde de ahlaki unsurlar yerine gerçek hayatta bulunan her şeyin olduğunu söyler.

…ilişkiler güç ilişkileri olup, ahlakın mahiyetini belirleyen şey bireyin güçlü ya da zayıf olmasıdır. Buna göre, verili ahlak zayıf, güçsüz karakterli insanların teşekkül ettirdiği bir ahlaksa eğer, bu ahlak köle ahlakıdır; buna mukabil o güçlü, kendilerine güvenen, sağlıklı insanlar arasında teşekkül etmiş olan bir ahlak ise, söz konusu ahlak bu kez efendi ahlakı olmak durumundadır.

 

Hâkim ahlak anlayışının söz konusu köle ahlakı ekseninde oluşturulduğunu düşünen Nietzsche, sıkıntının kökenlerini jeneolojik soruşturmasından hareketle, Hıristiyanların Yunanlılar üzerinde kazandığı hâkimiyette bulur.

…iyinin en erken dönemlerdeki kullanımının “soylu, kudretli, yüksek mevkili ve yüksek fikirli” kavramlarına işaret ettiğini söyler.

Hıristiyanlığın zayıfın, ezilmişin, alçakgönüllünün, yoksulun yanında yer alması ve onları yüceltmesi, Nietzsche’ye göre Hıristiyanlığın güce, kudrete, aristokrat ahlakına yönelik gizli hınç ve nefret duygusundan kaynaklanır.

 

…köle ahlakı kendini olumlayan bir ahlak olmayıp, kendi varlığını ötekini olumsuzlamak suretiyle teminat altına alan bir ahlaktır. Onun tanımlayıcı tutumu, hınç tutumudur. Köle varolabilmek için kendisine düşman bir dış dünyaya ihtiyaç duyar; onun eylemde bulunmasında dışsal uyarıcılar etken rol oynar ve eylemi bu durumun bir sonucu olarak tepkiseldir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder