POZİTİVİZM
Auguste Comte
(1798-1857)
Comte’un pozitif felsefesi / bir “dünya görüşü”nü veya bir “ideoloji”yi
tanımlar.
Bilimin betimlediği dünya onun gözünde gerçek ve biricik
dünyadır; bilimin yöntemi de olabilecek yegâne yöntemdir
Comte’un sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif evrelerden
meydana gelen üç hal yasasının temel özellikleri şöyle sıralanabilir / evrim
…yeni sistemin inşası eskisi yıkılmadan ve eski zihinsel düzenin
potansiyelleri tükenmeden gerçekleşemez.
…entelektüel ilerlemenin birinci evresi teolojik evreden oluşur.
…teolojik bilinci metafizik bilinç izler.
…üçüncü evre olarak pozitif hal…
…bilimsel bilgi de belirli evrelerden geçerek ilerler.
Düzen ve ilerleme düşünceleri sosyal fiziğin en temel
fikirleridir.
Aydınlanmanın bireyci, liberal ideallerine en küçük bir yakınlık
duymaz. Hatta birer metafiziksel dogma olarak gördüğü özgürlük, eşitlik ve halk
egemenliği fikirlerine şiddetle karşı çıkar. Ona göre, bireycilik Batı
dünyasının bir şekilde iyileştirilmesi gereken bir hastalığıdır.
Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer’ın pesimist felsefesi / Batı akılcılığına
şiddetli bir karşı çıkışı / yalnızlaşan ve zavallı hale gelen insana merhametle
yaklaşıp modern hayatın köksüzlüğünü, insan hayatının boşluğunu, Tanrının
sekülerleşmeyle birlikte sahneyi tümden terk edişinin yarattığı nihilizmi
derinden hisseden bir yeni weltanschaung, bir irrasyonalizm ideolojisidir.
Fichte ve Hegel / Schopenhauer bu iki filozofun Kant’ta
doğru ve derinlikli olan ne varsa ortadan kaldırdığı kanaatindedir.
Kant’ın etik bir çerçeve içinde yorumladığı “irade”yi, o,
temel bir metafizik kategori haline getirir ve gerçek addedilen her şeyin
temelinde iradenin bulunduğunu söyler.
İradenin akıldışı kudreti insanda, esas içgüdüsel tepiler,
arzu, istek ve dürtüler şeklinde ortaya çıkar.
Schopenhauer’e göre, bu arzuların yokluğu hayatın biricik
gerçekliği ve özünü meydana getirir.
Algıya dayalı bilgide, şeylerin gerçekte ne olduklarını
hiçbir zaman bilemeyiz.
…gerçek olan rasyonel olan değildir; gerçekten var olan,
işlemleri veya faaliyetleri nihai bir amaç veya plandan yoksun olan, akıldışı
ve kör bir güç olarak iradedir.
…varoluşumuz düzen ve amaçtan yoksun bulunan dünyanın
temelindeki kör bir güç olarak iradenin yaşam isteğinin, onun insan şeklinde nesnelleşmesinin
bir sonucudur.
…estetik deneyim, isteme ve boşuna uğraşma çarkının dışına
çıkabilme yolunda insanın azımsanmayacak bir mesafe almasını mümkün kılar.
Schopenhauer’a göre, insan eylemlerini belirleyen üç temel
güdü ya da motif vardır: Bencillik, kötülük yapma ya da intikam alma ve
merhamet. Bunlardan en temel olan da bencilliktir.
Søren Kierkegaard
Kierkegaard, Aydınlanmanın nesnelliği vurgularken,
geleneksel din ve ahlakın hakikatlerine karşı aldığı düşmanca tavırdan rahatsız
olarak, öznel hakikatin önemini vurgular.
Kierkegaard’a göre, rasyonalist sistemler gerçekliğin tümünü
bir düşünce sistemi içine sıkıştırır, her şeyi akla indirger; akıl dışındaki
öğeleri ve hepsinden önemlisi var oluşu unutur.
Kierkegaard’a göre, Hegel insanı dünya tarihinin bir aracı haline
getirmiş, onu güya materyalist bir determinizmden kurtarırken, tinsel bir
determinizme tutsak etmiştir.
Kierkegaard, genel sistemlere, kavramsal şemalara ve
nesnelliğe karşı egzistansı ve varoluşu öne çıkarır.
Kierkegaard hakikatin öznellik olduğunu söyler.
Kierkegaard insanın özsel benliğini Tanrıda gerçekleştirinceye
kadar kaygı içinde yaşamaya mahkûm olduğunu söyler.
…bireyin hayatının akışı boyunca kendisinde yer alabileceği
üç, ama gerçekte biri diğer üçüne hazırlık olacak şekilde dört ayrı varoluş
küresi ya da tarzından söz eder: Estetik, ahlaki ve dini varoluş tarzı.
Hayatımızın en önemli ve kritik anına esas itibariyle suç ve
umutsuzluk yoluyla sürüklendiğimizi söyleyen Kierkegaard’a göre, Tanrının
varoluşunu insana kendisine yabancılaşmışlığının, varoluşsal benliğiyle özsel
benliği arasındaki karşıtlığın farkına varması gösterir.
Friedrich Nietzsche
Nietzsche, hümanizme karşı çıkışında, insanı tanrılaştıran,
ona hayvani varoluşu aşma imkânı veren başarıların temelinde, hakikatin değil de
yanlış ve yanılsamanın bulunduğunu göstermeye çalışmıştır.
…sanatın uyum ve düzenle irtibatlandırılan Apollon’a
dayanmadığını, Dionyssos’un kaotik ve yıkıcı gücünün bir ifadesi olduğunu öne
sürer…
Nietzsche’ye göre, Hıristiyanlığa duyulan inanç çökerken,
insanlar Darwin’in evrim fikrine giderek daha çok inanır olmuşlardır. Çok
tehlikeli olan bu gelişme, ona göre, insan ve hayvan arasındaki ayrımı ortadan kaldırmıştır.
Nietzsche’ye göre, Sokrates’ten beri felsefenin genel
eğilimi oluşun ardında, değişmeyen bir varlık, bir töz aramak olmuştur.
Herakleitos’un Nietzsche için önemi, onun oluşu, olanca
masumiyeti ve açıklığı ile oluşu görebilmesinden kaynaklanır.
Nietzsche’ye göre, masumiyet varoluşun, iradenin ve gücün oyunudur.
Nietzsche’nin felsefesinde, bundan dolayı oluşun dışında bir
varlıktan söz etmek hiçbir şekilde mümkün olmaz. Ona göre, varlıkta sürekli bir
oluş ve değişme vardır.
…geleneksel felsefenin klasik özne, temsil ve hakikat anlayışlarına
karşı çıkarak, olguların değil de sadece yorumların bulunduğunu, nesnel ve
değişmez hakikatlerin değil de çeşitli bireylerin veya grupların yapım ya da
inşalarının var olduğunu öne sürer.
Bilgiye sahip olanlar, ona göre dünyayı hiçbir zaman yalın
bir biçimde ve olduğu gibi göremezler.
Bilenler gördüklerini bir tanım içinde ya da teorileştirerek
sunmak zorundadırlar.
Akıl ve bilinç salt yüzeysel fenomenlerdir; insanın benliği
de aklın kaynağı olan ve akıl tarafından anlaşılması mümkün olmayan organizmanın
bir parçasıdır.
…insanların güçlüler ve zayıflar olarak ikiye ayrıldıklarını,
bu insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde de ahlaki unsurlar yerine gerçek
hayatta bulunan her şeyin olduğunu söyler.
…ilişkiler güç ilişkileri olup, ahlakın mahiyetini
belirleyen şey bireyin güçlü ya da zayıf olmasıdır. Buna göre, verili ahlak
zayıf, güçsüz karakterli insanların teşekkül ettirdiği bir ahlaksa eğer, bu
ahlak köle ahlakıdır; buna mukabil o güçlü, kendilerine güvenen, sağlıklı
insanlar arasında teşekkül etmiş olan bir ahlak ise, söz konusu ahlak bu kez
efendi ahlakı olmak durumundadır.
Hâkim ahlak anlayışının söz konusu köle ahlakı ekseninde
oluşturulduğunu düşünen Nietzsche, sıkıntının kökenlerini jeneolojik
soruşturmasından hareketle, Hıristiyanların Yunanlılar üzerinde kazandığı
hâkimiyette bulur.
…iyinin en erken dönemlerdeki kullanımının “soylu, kudretli,
yüksek mevkili ve yüksek fikirli” kavramlarına işaret ettiğini söyler.
Hıristiyanlığın zayıfın, ezilmişin, alçakgönüllünün,
yoksulun yanında yer alması ve onları yüceltmesi, Nietzsche’ye göre
Hıristiyanlığın güce, kudrete, aristokrat ahlakına yönelik gizli hınç ve nefret
duygusundan kaynaklanır.
…köle ahlakı kendini olumlayan bir ahlak olmayıp, kendi
varlığını ötekini olumsuzlamak suretiyle teminat altına alan bir ahlaktır. Onun
tanımlayıcı tutumu, hınç tutumudur. Köle varolabilmek için kendisine düşman bir
dış dünyaya ihtiyaç duyar; onun eylemde bulunmasında dışsal uyarıcılar etken
rol oynar ve eylemi bu durumun bir sonucu olarak tepkiseldir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder