31 Temmuz 2023 Pazartesi

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi - SOKRATES ÖNCESİ DOĞA FELSEFESİ

 SOKRATES ÖNCESİ DOĞA FELSEFESİ

Dünyanın göründüğü şekliyle çelişik ve anlaşılmaz olduğunu kabul eden bu filozoflar, görünüşteki çokluğu açıklayacak, ona yapı ve anlaşılırlık temin edecek bir töz, kalıcı varlık ya da birlik arayışı içinde olmuşlar

 

Presokratikler, kendi içinde dört dönem ya da okula ayrılırlar.

…monistik bir kozmoloji ya da bir madde metafiziği geliştiren İyonya Okulu

…maddeden çok form üzerinde duran ve bir sayı metafiziği geliştiren Pythagorasçı Okul

Birlikten çokluğa geçiş üzerinde yoğunlaşan üçüncüsü / bir yanıyla Herakleitos’un diğer yanıyla da Parmenides ve izleyicilerinin felsefesinden meydana gelir.

Dördüncü ise plüralist bir metafizik geliştirmiş olan Empedokles, Demokritos ve Anaksagoras gibi filozoflar

 

İyonya Okulu

dünyayı açıklamanın doğal yolu… Maddi bir neden aradılar…

Thales’in MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olduğu sanılmaktadır.

Thales, görünüş-gerçeklik, çokluk-birlik ayrımı yaparak varlığa önce gelip sonra giden, sürekli değişme halindeki şeylerin ya da fenomenlerin gerçek olamayacağı sonucuna varmıştı.

Thales, çokluğun kendisinden türediği, çeşitliliğin gerisindeki bu birliğin “su” olduğunu öne sürmekteydi.

 

Anaksimandros / yazılı geleneği başlatmış

Karadeniz’e açılan denizciler için bir harita yapan, yine tarihte ilk kez olarak meskûn dünyanın bir levha üzerine resmini çizen Anaksimandros / güneş saatini bulan kişidir.

…ona göre, evrenin ilk maddesi ya da maddi tözü nitelik bakımından belirsiz, nicelik bakımından sınırsız bir madde olmalıdır. Anaksimandros buna / belirsiz bir varlık, soyut bir ilke anlamında apeiron adını vermiştir.

 

Anaksimenes …kozmosta varolan her şeyin kendisinden türediği töz olarak aer ya da havayı öne sürmüş…

Anaksimenes, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklarken, havadaki sıkışma ve seyrekleşme kavramlarına başvurmuş

 

Pythagorasçı Okul Güney İtalya’da, Kroton’da kurulmuş

felsefeyle salt pratik amaçlarla uğraşmışlardır.

bilgi yoluyla saflaşarak evren ruhuyla birleşmek

Pythagorasçılarda madde yerine form, nitelik yerine nicelik, fizik yerine de matematik ön plana çıkmıştır.

Pythagoras insan ruhunun ölümsüzlüğüyle ruh göçü inancının savunuculuğunu yapmış

Ruh göçü düşüncesinin anavatanı, Hindistan’dır. Ruhun ölümsüzlüğüne veya ölümden sonraki hayat düşüncesine gelince, buna da Mısırlılarda, Giritlilerde ve Miken uygarlığında rastlanmaktadır.

Pythagorasçı görüşe göre, bedenle olan ilişkisi ruhun özünü bozup kirletir. Ruh, bedenle olan ilişkisine, bu dünyada yaptığı iyilik ya da kötülüklere bağlı olarak mutlak ölümsüzlüğe erişinceye, ilahi alana yükselinceye kadar bir doğuş çarkı içinde olur ve insanın ölümünden sonra, değer bakımından kendisinden daha yüksek ya da aşağı varlıkların bedenlerine göçer.

Ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü öğretisi ikinci olarak, doğanın birliği, varlığın homojenliği ve bütün varolanların akrabalığı öğretisine dayandırılır.

Pythagoras, insanlardan doğanın birliğini, bütün doğal varlıkların sahip olduğu asli değeri tanımalarını, birtakım yasaklara uyarak, doğada hüküm süren ahenge, barış ve kardeşliğe uygun sade bir hayat sürmelerini öğütler.

Felsefe, Pythagoras için gözlem ama özellikle de akıl yoluyla dünyaya, bir bütün olarak evreni yöneten yasalara ilişkin bir kavrayışa erişmek anlamına gelmekteydi.

Pythagorasçı düşüncenin en temel kavramı olan harmonia, büyük ölçüde müzik teorisiyle bağlantılı olarak sayısal ilişkiler yoluyla açıklanır. Buna göre, akustiğin, yani ses biliminin yaratıcısı olan Pythagorasçılar, telli çalgılarda telin uzunluk ve kısalığı ile sesin pesliği ve tizliği arasında bir ilişki bulunduğunu saptamışlar ve bu tespite paralel olarak, tek telli bir çalgı üzerinde telin uzunluğunu belli ölçüler içinde değiştirdiklerinde, sırasıyla gam düzeninde sekiz notalık ses aralığını, beş notalık ses aralığını ve dört notalık ses aralığını bulmuşlardır.

 

Herakleitos ve Parmenides değişme problemi üzerinde yoğunlaşarak, evrendeki değişme olgusunu açıklamaya, kalıcılık ve süreklilik gerçeğiyle değişme gerçeğini uzlaştırmaya çalışmışlardır.

Herakleitos, problemin, “birliğin” maddi bir şey veya kalıcı, değişmez bir yapı olarak alındığı sürece çözülemeyeceğini savunmuştur. Nitekim o, problemi çözebilmek için klasik arkhe anlayışını terk ederek, onun yerine oluş sürecini, düzenli değişme kavramını geçirmiş ve birliği, daha ziyade modelin birliği olarak yorumlamıştır.

Herakleitos’un görüşlerinin merkezinde çatışma ve savaşın her şeyin babası olduğu düşüncesi bulunur.

…savaş olmaksızın barış varolamazdı; karşıt güçler dengesinin yokluğu, toplumun bir iç savaşla ortadan kalkması anlamına gelmek durumundaydı.

…değişme bir ve aynı varlıkta aslen varolan karşıtların birinden diğerine doğru olur. Söz konusu döngüsel değişme süreci, onun varlık görüşünün en temel tezlerinden bir başkasını meydana getirir. Şeylerin sürekli akışı, her şeyin akmakta oluşu, evrenle ilgili en önemli hakikat olmak durumundadır. Herakleitos’a göre, evrende kalıcılık ve durağanlık yoktur

…tüm değişmeler keyfi, gelişigüzel ve düzensiz değişmeler olmayıp bir ölçüye göre, değişmeyen bir yasaya göre gerçekleşir: “Ateş ölçü ile yanar ve ölçü ile söner.” Değişmenin kendisine göre gerçekleştiği bu yasaya, değişmenin söz konusu mantığına, Herakleitos logos adını verir.

Logos Herakleitos’ta ayrıca, Tanrının evrende faaliyet gösteren bir kuvvet, bir yasa olma yönünden tanımlanan adıdır.

Herakleitos, bilgi felsefesi bağlamında, duyu-deneyi veya algı (aisthesis) ile akılsal sezgi veya rasyonel kavrayış arasında bir ayrım yapar.

gerçek bilgiye ancak akıl yoluyla erişilebilir.

onda amaç gerçekliği anlamak, logosu kavramaktır. Bunun içinse, duyuların tanıklığından ziyade, özdüşünüm ya da refleksiyona ihtiyaç duyulur.

söz konusu kavrayışa uygun olarak yaşamayı, eylemde bulunmayı gerektirir veya insan logosu kavradığı zaman, bu kavrayışa uygun yaşamayı öğrenir. Bu yüzden, gerçek bilgelik hem teorik (theoria) hem de pratik bir kavrayıştan (sophia) meydana gelir. O, hakikate erişmek, doğruyu söylemek ve ona uyarak doğaya ya da akla uygun yaşamaktır.

Parmenides ve izleyicileri varlık problemini tümdengelimsel bir akılyürütme süreciyle ele alır

doğaya ilişkin ampirik ya da gözleme dayalı araştırmanın kaydedebileceği bir ilerlemenin bir yanılsama olduğu sonucuna varmışlardı. Zira ampirik araştırmanın gösterdiği dünya, yani göründüğü şekliyle dünya bertaraf edilmez çelişkilerle doluydu.

her şeyin her ne ise o olduğunu öne süren özdeşlik ilkesini düşüncesinin hareket noktasına yerleştiren filozof, bu ilkenin, değişme ortamında, değişmeden aynı kalan kalıcı bir varlığın kabulünü zorunlu kıldığını görmüştür. Bundan dolayı, Parmenides’in varlık anlayışında töz, statik özdeşlik ilkesi gereğince, varlığın gerçek ifadesi olarak benimsenir. Bu yaklaşıma göre, bir şey varsa eğer, o tözsel bir varlık olmalıdır ve sürekli bir değişme durumu içinde olan şey, var ya da gerçek olamaz.

Varlık varlığa nereden gelmiştir? Burada iki alternatif vardır. Varlık varlığa ya varlıktan (yani, varolan bir şeyden) ya da yokluktan (yani, var olmayan bir şeyden) gelmiş olabilir.

Yunanlılara göre, hiçten hiçbir şey çıkmaz. Dahası, varlık var olmayandan varlığa gelirse, onun var olmayandan neden daha önce veya daha sonra değil de varlığa geldiği anda varlığa gelmiş olduğunu söylemek çok güçleşir.

Varlık varlığa ya varlıktan geldi dersek varlığın varlığa gelmemiş veya yaratılmamış olduğu sonucu çıkar çünkü o, bu durumda varlığa kendisinden gelmiştir. Yani, varlık kendi kendisiyle aynıdır.

Varlığın, Parmenides’e göre, parçaları da yoktur.

varlıkta bir derecelenme kabul etmez.

 

Parmenides’in monizmini ustaca tasarlanmış birtakım paradoks ya da argümanlarla savunan Zenon

Zenon, Parmenides’in varlığın birliği ve değişmezliği öğretisini, ancak karşı görüşte olanların, yani çokluğun ve değişmenin varoluşunu öne sürenlerin görüşlerinden saçma ve kabul edilemez sonuçlar çıkarsamak suretiyle, dolaylı olarak doğrular veya kanıtlar.

 

Elea Okulu’nun görüşleri ortaya konulduktan sonra, dört alternatif söz konusuydu:

(1) Elealıların görüşlerini, tözsel varlık anlayışlarını kabul edip, dünyaya ilişkin ampirik, deneysel araştırmadan tamamen vazgeçmek.

(2) Onların görüşlerini kabul etmekle birlikte, bu görüşleri eski İyonya Okulu’nun görüşleriyle veya sağduyunun dünya görüşüyle bağdaştırmak ya da sentezlemek.

(3) Eleacı görüşü benimsemek ama bunun dışında, insanın bütünüyle gerçekdışı olmayan, mutlak bir yanılsama meydana getirmeyen görünüşler dünyasıyla ilgili olarak sadece sanılara sahip olabileceği görüşünü de benimsemek. 

(4) Eleacı görüşleri tümden reddederek, dışarıdaki görünüşler dünyasının gerçek olduğunu ve insanın bu dünya ile sadece duyuları yoluyla temas edebildiğini savunmak.

 

…plüralizm kendisini, Empedokles’te varlığın kendisinden doğduğu dört kök maddeyle, Anaksagoras’ta sonsuz sayıda tohum ya da homoimeriyle, Atomcu Okulda ise sonsuz sayıda atomla gösterir.

 

Empedokles / İtalya tıp okulunun kurucusu

hiçten hiçbir şeyin çıkmayacağını, gerçekten varolanın en sonunda yok olup gidemeyeceğini kabul eder.

varlığın birliği görüşünü reddedip, değişmenin yadsınamayacak bir olgu olduğunu öne sürer.

…hareket ve değişme olgusunu “varlığın değişmezliği, ezeli-ebediliği ilkesi”yle uzlaştırmanın yolunu nesnelerin varlığa geldiği ve daha sonra yok olup gittiği fakat bu nesnelerin kendileri değişmez olan, ezeli-ebedi maddelerden oluştuğu görüşüyle hayata geçirmeye çalışır. Söz konusu değişmez maddeler dört tanedir: Toprak, hava, su ve ateş.

bu dört öğenin değişmez olup evrendeki oluş ve değişmenin, bu dört öğenin karışımından meydana geldiğini öne sürer.

Empedokles dört öğenin birbirleriyle birleşme ve birbirlerinden ayrılma nedeni olarak Sevgi ve Nefret gibi iki ayrı gücün varlığını öne sürer.

 

Anaksagoras’ın problemi, duyulara görünen bildik nesnelerin varoluşunu açıklamak

Anaksagoras temel öğelerin, dört değil de sonsuz sayıda olduğu teziyle farklılık gösterir.

varolan her şeyi meydana getiren nihai ve en yüksek öğeler, ilk madde ya da arkheler, her türden şekli, rengi ve kokusu olan sonsuz sayıda tözdür.

varlığın ilk ilkeleri olduğunu öne sürdüğü bu sonsuz sayıda tohuma homeomeri ya da spermata adını verdi.

varolan dünya, söz konusu kütle ya da karışımı meydana getiren tohumların ayrılıp bir araya gelişinin bir sonucudur. Bu parça ya da tohumların başlangıçtaki mutlak karışımından Anaksagoras maddi nesnelerin, onlar üzerinde eylemde bulunan fail bir güç olarak Nous’un etkisiyle çıktığını söyler.

 

Demokritos’a göre, çokluk, yani doğada varolan tüm nesneler atom adı verilen maddeden meydana gelmiştir.

doğada her ne kadar sayılamayacak kadar çok sayıda şey varolsa bile, bunların hepsi de son çözümlemede tek bir şey türüne, yani atomlara ya da maddeye indirgenebilir. Öyleyse, gerçekten var olan atomlar ya da madde olup, dış dünyadaki çokluk görünüşten başka bir şey değildir.

maddenin özsel özelliğinin hareket olduğunu öne sürüyor ve bu sayede maddeyi harekete geçirecek bir fail nedene ihtiyaç duymuyor.

dünyadaki nesne ya da fenomenlerin farklı şekil ve büyüklüklere sahip atomların birbirleriyle birleşmelerinin sonucu olduğunu öne sürer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder