ANALİTİK FELSEFE
…analitik filozoflar açıklamanın yönünün kompleks olandan
basit olana, büyükten küçüğe doğru olması gerektiğini söylerler.
Frege, Russell ve ilk dönemi itibariyle Wittgenstein,
mantığı dilin ve dili de dünyanın gerçek yapısını açımlayan bir araç veya
disiplin olarak düşündü.
George Edwards Moore
Felsefesinin her daim iki ana teması oldu: (1) Dünyanın
gerçek doğasıyla ilgili, birtakım ezoterik, septik veya metafizik görüşlere
karşı, sağduyunun görüşlerinin savunuculuğunu yapmak. (2) Felsefi problemlere
yaklaşımın doğru yolunun, problemi çözmeye çalışmaktan önce, problemi yaratan
şeyin ne olduğunu sorup anlamaya çalışmak olduğunu öne sürmek. Moore, işte bu çerçeve
içinde, felsefenin yönteminin analiz olduğunu öne sürdü.
Moore metafiziğinde, her şeyden önce temel ontolojik
bölünmenin var olan şeyler ile var olmayan şeyler arasındaki bölünme olduğunu
söyler.
İkinci kategoride yer alan şeyler ise onun gözünde “düşsel
veya imgesel nesneler”dir.
Frege
Frege, Aristoteles mantığının çok dar olduğunu, Hegelci
diyalektik mantığın hiçbir şekilde mantık olmayıp, psikolojiden ibaret olduğunu
ileri sürer.
…mantığın dilinin bütünüyle formel bir dil olması
gerektiğini ileri süren Frege, böylesi saf bir dilin geliştirilmesi noktasında,
kendisine örnek ya da model olarak matematiği alır.
Frege, kendi alternatif sayı anlayışının üç temel ilkesini
şu şekilde ifade eder: (1) Mantıksal ve dolayısıyla nesnel olan ile psikolojik
ve bu yüzden öznel olan arasında mutlak bir farklılık vardır. (2) Sözcükler,
sadece bir önerme bağlamında bir şey ifade ettikleri için bir sözcüğün
anlamının yalıtılmış olarak aranmaması gerekir. (3) Kavram ile nesne arasındaki
farklılığa dikkat edilmesi gerekir.
Kullandığımız sözcükler her zaman anlamları aracılığıyla
gönderme yapar. Bir isme hangi anlamı yükleyeceğimiz bizim seçimimize kalsa da
o anlamın dünyada hangi nesneyi belirleyeceği bizim kararımıza bağlı değildir.
Bertrand Russell
…geleneksel metafiziği besleyen şeyin esas itibariyle klasik
Aristoteles mantığı olduğunu iddia etti.
…yeni bir mantığın düşünceye kanat takacağını ileri sürdü.
…bir önerme bir olguyu ifade eder. Olabilecek en basit
türden olguya atomik olgu
adını veren Russell, atomik olguları ifade eden önermelere
atomik önermeler adını verir.
…felsefesinde esas ağırlığı analiz ve eleştiriye verir
Wittgenstein
Kant’a benzer. Gerçekten de Wittgenstein’ın en önemli ayrımı
söylenebilen ile söylenemeyen arasında yapmış olduğu ayrımdı ve bu ayrım her
yönüyle Kant’ın bilinebilir olan ile bilinemez olan arasında yapmış olduğu
ayrımı anımsatmakta…
Wittgenstein, bizim olguları kendimize resmettiğimizi
belirtirken, resmin betimlediği nesne ya da olgularla ortak bir şeye sahip
olması gerektiğini iddia eder. …bu şey, “resimsel form”dur.
Tractatus’un kökeninde şu halde, oldukça önemli sonuçları
olan bir anlam teorisi bulunur. Bu anlam teorisinin ilk ve en önemli sonucu,
isimlerle adlandırma olgusuna yapılan vurgu olarak ortaya çıktı.
A priori olarak doğru olan resimler bulunmadığını söyleyen
Wittgenstein’a göre, Kant aslında fizik ve matematiğin bize dünya hakkında a
priori resimler verdiğini söylemektedir. Oysa onun bakış açısından, fizik
dünyayı resmeder, ama a priori değildir; matematik ise a prioridir, fakat
herhangi bir şeyi resmetmez.
“gösterilebilir olan söylenemeyendir”, fakat öte yandan “söylenemeyen,
kendisiyle ilgili olarak sessiz kalmamız gereken şey, her şeye rağmen gösterilebilir.”
…mantıksal olarak doğrulanan ikinci ana önerme türüne,
“analitik önerme” adı verilir. Analitik önermeler, mantıksal doğrulamaya
paralel olarak, anlamlılıklarını ihtiva ettikleri sözcüklerin veya sembollerin
tanımlarından alırlar.
Analitik önermeler bize dünya hakkında yeni bilgi vermezler,
yani onlar dünyaya dair mevcut bilgilerimizi artıran önermeler değillerdir; bu
yüzden onlara, “totoloji” adı verilir.
Felsefi Soruşturmalar
…önceki eserinde dil, dilin kavramsal yapısının mantıksal
yapı ile özdeşleştirildiği mantıksal bir kalkül modeline uygun olarak ele
alınmış, tüm anlamlı tümceler, yalın tümcelerin doğruluk fonksiyonları olarak görülmüştü.
Oysa Felsefi Soruşturmalar’da (…) anlamın, belirli faaliyetleri düzenleyen
ifadelerin kullanımı hakkında sosyal olarak koşul altına alınmış anlaşmalardan
doğduğu ve dahası bunların nihai olarak kullanıcıları gerektirdiği ifade
edilir. İkinci dönemin Wittgenstein’ına göre bir ifadenin anlamını bilmek
demek, o ifade ile neyin adlandırıldığını veya adlandırmanın nasıl
tanımlandığını bilmek değil, fakat diğer kişilerle ilişki içinde ifadenin nasıl
kullanıldığını bilmek demektir. (kitle manipülasyonu)
…anlamanın ne olduğunu kavramak istiyorsak eğer, dilin, fiilen
kullanıldığı bir durumda nasıl iş gördüğünü, işlevini ne şekilde yerine
getirdiğine bakmamız gerektiğini söyler.
Benimsediğimiz yaşam biçimi veya içinde bulunduğumuz hayat
formunun şeylere nasıl baktığımızın, onları nasıl gördüğümüzün, nelere bakıp
nelere bakmadığımızın, neleri görüp neleri görmediğimizin yegâne belirleyicisi
olmak durumundadır.
Wittgenstein’a göre, bizim kendimizi tıpkı şişedeki sinek
gibi sıkışmış hissetmemize yol açan şey, o halde dilin normal, gündelik hayatta
kullanılmadığı şekillerde kullanılmasıdır. Bu yüzden felsefenin en önemli
sonuçlarından biri, “aşikâr anlamsızlık veya saçmalıkların gözler önüne
serilmesi” olmak durumundadır.
Karl Raimund Popper
Ona göre, bir hipotez ya da teorinin, yani sınırlanmamış bir
genellemenin doğrulanması ile yanlışlanması arasında mantıksal yönden tam bir
asimetri vardır. Buna göre, binlerce, hatta yüz binlerce örnek bir hipotez ya
da kuramı doğrulamaya yetmezken, tek bir aykırı örnek onu yanlışlamaya yeter.
Popper’a göre, bilimsel ve dolayısıyla yanlışlanmaya elverişli
hipotezlerin en önemli özelliği, onların yanlış olma riskini alarak birtakım
şeylerin olmasını yasaklamalarıdır. Hipotez doğruysa bazı şeyler olamaz;
oluyorsa eğer, kuram doğru değildir. “Metaller ısıtıldıkları zaman genleşir”
hipotezi, ısıtıldığı zaman genleşmeyen metallerin olabilmesini yasaklar.
Belirli şeylerin olmasını yasaklama becerisi bilimsel hipotezleri güçlü kılan
şeydir. Bu yüzden, bilimselliğin ölçütü (…) yanlışlanabilirlik olmak
durumundadır.
John Langshaw Austin
Bazı bağlamlarda birtakım söz ya da ifadelerin doğru ya da
yanlış diye tanımlanmalarının imkânsız olduğunu gören Austin, sonuçta, olgu bildiren
veya bir olgu hakkında bildirimde bulunan sözcelemler ile birtakım sonuçlar
üreten sözcelemler arasında bir ayrım yapar. Ayrımı vurgulamak için de olgu
bildiren ve dolayısıyla da doğru ve yanlış olan önerme ya da bildirimlere
teknik bir dille “saptayıcı” adını verirken, bir sonuç üretmek amacıyla ortaya
konan ifadeleri “edimsel” diye niteler.
…sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla bir şey söyleme edimine,
yani sırasıyla seslendirme, dillendirme ve anlamlandırma katmanlarından bir
edime, Austin “düzsöz edimi” adını verir. O, burada bunun dışında iki temel
edimden daha söz eder. Bunlardan birincisi, bir şey söylerken gerçekleştirilen
bir edim türü olarak “edimsöz edimi”dir, diğeri ise bir şey söylemek suretiyle
neden olunan bir edim türü olarak, “etkisöz edimi”dir. Sözgelimi “Hayvanat
bahçesinden kaçan bir aslan dehşet saçıyor” dediğimi, varsayalım. Makul ve
kolayca anlaşılır bir önermeye karşılık gelen bu sözcelem, bir düzsöz edimini
ifade eder. Bununla birlikte bu sözü, yaşadığım kentteki diğer insanlara hitap
ederek söyleyebilir ve onları yaklaşan bir tehlikeden dolayı uyarmak
isteyebilirim. Sözcelemi işte bu şekilde kullandığım zaman, onları uyarmak
suretiyle bir edimsöz edimi gerçekleştirmiş olurum. Bununla birlikte, bu uyarı
maksadını aşarak, hiç istemediğim halde veya önceden kestiremediğim şekilde,
hemşerilerimi kaygılandırıp korkutabilir, hatta bir panik dalgasına neden
olabilir. İşte bu sonuncu durumda söz konusu olan şey bir etkisöz edimidir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder