31 Temmuz 2023 Pazartesi

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi - ANALİTİK FELSEFE

ANALİTİK FELSEFE

…analitik filozoflar açıklamanın yönünün kompleks olandan basit olana, büyükten küçüğe doğru olması gerektiğini söylerler.

 

Frege, Russell ve ilk dönemi itibariyle Wittgenstein, mantığı dilin ve dili de dünyanın gerçek yapısını açımlayan bir araç veya disiplin olarak düşündü.

 

George Edwards Moore

Felsefesinin her daim iki ana teması oldu: (1) Dünyanın gerçek doğasıyla ilgili, birtakım ezoterik, septik veya metafizik görüşlere karşı, sağduyunun görüşlerinin savunuculuğunu yapmak. (2) Felsefi problemlere yaklaşımın doğru yolunun, problemi çözmeye çalışmaktan önce, problemi yaratan şeyin ne olduğunu sorup anlamaya çalışmak olduğunu öne sürmek. Moore, işte bu çerçeve içinde, felsefenin yönteminin analiz olduğunu öne sürdü.

 

Moore metafiziğinde, her şeyden önce temel ontolojik bölünmenin var olan şeyler ile var olmayan şeyler arasındaki bölünme olduğunu söyler.

İkinci kategoride yer alan şeyler ise onun gözünde “düşsel veya imgesel nesneler”dir.

 

Frege

Frege, Aristoteles mantığının çok dar olduğunu, Hegelci diyalektik mantığın hiçbir şekilde mantık olmayıp, psikolojiden ibaret olduğunu ileri sürer.

 

…mantığın dilinin bütünüyle formel bir dil olması gerektiğini ileri süren Frege, böylesi saf bir dilin geliştirilmesi noktasında, kendisine örnek ya da model olarak matematiği alır.

 

Frege, kendi alternatif sayı anlayışının üç temel ilkesini şu şekilde ifade eder: (1) Mantıksal ve dolayısıyla nesnel olan ile psikolojik ve bu yüzden öznel olan arasında mutlak bir farklılık vardır. (2) Sözcükler, sadece bir önerme bağlamında bir şey ifade ettikleri için bir sözcüğün anlamının yalıtılmış olarak aranmaması gerekir. (3) Kavram ile nesne arasındaki farklılığa dikkat edilmesi gerekir.

 

Kullandığımız sözcükler her zaman anlamları aracılığıyla gönderme yapar. Bir isme hangi anlamı yükleyeceğimiz bizim seçimimize kalsa da o anlamın dünyada hangi nesneyi belirleyeceği bizim kararımıza bağlı değildir.

 

Bertrand Russell

…geleneksel metafiziği besleyen şeyin esas itibariyle klasik Aristoteles mantığı olduğunu iddia etti.

…yeni bir mantığın düşünceye kanat takacağını ileri sürdü.

 

…bir önerme bir olguyu ifade eder. Olabilecek en basit türden olguya atomik olgu

adını veren Russell, atomik olguları ifade eden önermelere atomik önermeler adını verir.

 

…felsefesinde esas ağırlığı analiz ve eleştiriye verir

 

Wittgenstein

Kant’a benzer. Gerçekten de Wittgenstein’ın en önemli ayrımı söylenebilen ile söylenemeyen arasında yapmış olduğu ayrımdı ve bu ayrım her yönüyle Kant’ın bilinebilir olan ile bilinemez olan arasında yapmış olduğu ayrımı anımsatmakta…

 

Wittgenstein, bizim olguları kendimize resmettiğimizi belirtirken, resmin betimlediği nesne ya da olgularla ortak bir şeye sahip olması gerektiğini iddia eder. …bu şey, “resimsel form”dur.

 

Tractatus’un kökeninde şu halde, oldukça önemli sonuçları olan bir anlam teorisi bulunur. Bu anlam teorisinin ilk ve en önemli sonucu, isimlerle adlandırma olgusuna yapılan vurgu olarak ortaya çıktı.

 

A priori olarak doğru olan resimler bulunmadığını söyleyen Wittgenstein’a göre, Kant aslında fizik ve matematiğin bize dünya hakkında a priori resimler verdiğini söylemektedir. Oysa onun bakış açısından, fizik dünyayı resmeder, ama a priori değildir; matematik ise a prioridir, fakat herhangi bir şeyi resmetmez.

 

“gösterilebilir olan söylenemeyendir”, fakat öte yandan “söylenemeyen, kendisiyle ilgili olarak sessiz kalmamız gereken şey, her şeye rağmen gösterilebilir.”

 

…mantıksal olarak doğrulanan ikinci ana önerme türüne, “analitik önerme” adı verilir. Analitik önermeler, mantıksal doğrulamaya paralel olarak, anlamlılıklarını ihtiva ettikleri sözcüklerin veya sembollerin tanımlarından alırlar.

 

Analitik önermeler bize dünya hakkında yeni bilgi vermezler, yani onlar dünyaya dair mevcut bilgilerimizi artıran önermeler değillerdir; bu yüzden onlara, “totoloji” adı verilir.

 

Felsefi Soruşturmalar

…önceki eserinde dil, dilin kavramsal yapısının mantıksal yapı ile özdeşleştirildiği mantıksal bir kalkül modeline uygun olarak ele alınmış, tüm anlamlı tümceler, yalın tümcelerin doğruluk fonksiyonları olarak görülmüştü. Oysa Felsefi Soruşturmalar’da (…) anlamın, belirli faaliyetleri düzenleyen ifadelerin kullanımı hakkında sosyal olarak koşul altına alınmış anlaşmalardan doğduğu ve dahası bunların nihai olarak kullanıcıları gerektirdiği ifade edilir. İkinci dönemin Wittgenstein’ına göre bir ifadenin anlamını bilmek demek, o ifade ile neyin adlandırıldığını veya adlandırmanın nasıl tanımlandığını bilmek değil, fakat diğer kişilerle ilişki içinde ifadenin nasıl kullanıldığını bilmek demektir. (kitle manipülasyonu)

 

…anlamanın ne olduğunu kavramak istiyorsak eğer, dilin, fiilen kullanıldığı bir durumda nasıl iş gördüğünü, işlevini ne şekilde yerine getirdiğine bakmamız gerektiğini söyler.

 

Benimsediğimiz yaşam biçimi veya içinde bulunduğumuz hayat formunun şeylere nasıl baktığımızın, onları nasıl gördüğümüzün, nelere bakıp nelere bakmadığımızın, neleri görüp neleri görmediğimizin yegâne belirleyicisi olmak durumundadır.

 

Wittgenstein’a göre, bizim kendimizi tıpkı şişedeki sinek gibi sıkışmış hissetmemize yol açan şey, o halde dilin normal, gündelik hayatta kullanılmadığı şekillerde kullanılmasıdır. Bu yüzden felsefenin en önemli sonuçlarından biri, “aşikâr anlamsızlık veya saçmalıkların gözler önüne serilmesi” olmak durumundadır.

 

Karl Raimund Popper

Ona göre, bir hipotez ya da teorinin, yani sınırlanmamış bir genellemenin doğrulanması ile yanlışlanması arasında mantıksal yönden tam bir asimetri vardır. Buna göre, binlerce, hatta yüz binlerce örnek bir hipotez ya da kuramı doğrulamaya yetmezken, tek bir aykırı örnek onu yanlışlamaya yeter.

 

Popper’a göre, bilimsel ve dolayısıyla yanlışlanmaya elverişli hipotezlerin en önemli özelliği, onların yanlış olma riskini alarak birtakım şeylerin olmasını yasaklamalarıdır. Hipotez doğruysa bazı şeyler olamaz; oluyorsa eğer, kuram doğru değildir. “Metaller ısıtıldıkları zaman genleşir” hipotezi, ısıtıldığı zaman genleşmeyen metallerin olabilmesini yasaklar. Belirli şeylerin olmasını yasaklama becerisi bilimsel hipotezleri güçlü kılan şeydir. Bu yüzden, bilimselliğin ölçütü (…) yanlışlanabilirlik olmak durumundadır.

 

John Langshaw Austin

Bazı bağlamlarda birtakım söz ya da ifadelerin doğru ya da yanlış diye tanımlanmalarının imkânsız olduğunu gören Austin, sonuçta, olgu bildiren veya bir olgu hakkında bildirimde bulunan sözcelemler ile birtakım sonuçlar üreten sözcelemler arasında bir ayrım yapar. Ayrımı vurgulamak için de olgu bildiren ve dolayısıyla da doğru ve yanlış olan önerme ya da bildirimlere teknik bir dille “saptayıcı” adını verirken, bir sonuç üretmek amacıyla ortaya konan ifadeleri “edimsel” diye niteler.

 

…sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla bir şey söyleme edimine, yani sırasıyla seslendirme, dillendirme ve anlamlandırma katmanlarından bir edime, Austin “düzsöz edimi” adını verir. O, burada bunun dışında iki temel edimden daha söz eder. Bunlardan birincisi, bir şey söylerken gerçekleştirilen bir edim türü olarak “edimsöz edimi”dir, diğeri ise bir şey söylemek suretiyle neden olunan bir edim türü olarak, “etkisöz edimi”dir. Sözgelimi “Hayvanat bahçesinden kaçan bir aslan dehşet saçıyor” dediğimi, varsayalım. Makul ve kolayca anlaşılır bir önermeye karşılık gelen bu sözcelem, bir düzsöz edimini ifade eder. Bununla birlikte bu sözü, yaşadığım kentteki diğer insanlara hitap ederek söyleyebilir ve onları yaklaşan bir tehlikeden dolayı uyarmak isteyebilirim. Sözcelemi işte bu şekilde kullandığım zaman, onları uyarmak suretiyle bir edimsöz edimi gerçekleştirmiş olurum. Bununla birlikte, bu uyarı maksadını aşarak, hiç istemediğim halde veya önceden kestiremediğim şekilde, hemşerilerimi kaygılandırıp korkutabilir, hatta bir panik dalgasına neden olabilir. İşte bu sonuncu durumda söz konusu olan şey bir etkisöz edimidir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder