İSLAM FELSEFİ
antik felsefe ile 12. yüzyıl sonrası Skolastik Hıristiyan
felsefesi arasında köprü görevi yerine getirmiş
Meşşai felsefe Yunan tarzı felsefeyi önemli ölçüde takip
eder,
tasavvufi felsefe, ilke veya harekete geçirici düşünce
olarak, mistik bilgi ilkesini alır.
Emeviler, sadece Kuran’ın ve Hadis’ten çıkartılacak
derslerin veya ilkelerin toplumsal ve politik hayatta karşılaşılan bütün problemleri,
hatta dini ve ahlaki konularla ilgili meselelerin tümünü çözemeyeceğini
açıklıkla gördüler. (görüşleri, kendilerini izah eder, İslam’ı değil)
Vahyi alan bilincin kendisi ve peygambere özgü bilgi türünün
ne’liği her daim büyük bir önemi olan bir konu olarak kaldı.
peygamberliğin Muhammed’le birlikte sona erişini,
Müslümanlar Tanrının insanlardan gerçekliğin doğasını anlamaları için
akıllarını kullanmalarını beklediği anlamına gelecek şekilde yorumladılar.
Doğu’da İslam Felsefesi
Ebu Yusuf Yak’up bin İshak el-Kindî
(800-873)
vahyolunan hakikatlere rasyonel yöntemleri tatbik etmenin en
önemli savunucularından biri olmuş
temel eseri Kitâb fi’l-felsefeti’l-ûlâ
felsefenin birikerek ilerleme özelliğini temele alır.
felsefeyle teolojinin aynı amaca, yani gerçek Bir’in,
Tanrının bilgisine erişme amacına hizmet ettiğini belirtir.
Kindî’nin deyişiyle metafizik / Allahın birliğini, O’nun en
güzel isimlerini” konu alır,
Önermelerini Varlığın delilleri şeklinde sunar ve böylece
Varlığa dair şüpheyi vehmeder.
Tanrının özüne ait sıfatlarını (el-sıfat al-zatiye) inkâr
edip, O’nun niteliklerinin ancak olumsuz olarak tanımlanabileceğini (el-sıfat
al-selbiye) söyler.
Hikmet ya da bilgelik, hilm ya da itidal, adalet ve cesaret.
Bunlardan en önemlisi, en büyük beşeri değer olarak hikmettir
Ebu Bekr Muhammed İbn Zekerriyya el-Râzî (864-925)
İslam düşüncesinde Tabiîyyun akımının önderliğini yapan
Râzî, İslam akaidine aykırı bir görüş ortaya koymasının yanı sıra, Aristoteles
felsefesine olan hasımlığıyla ün kazanmıştır.
aklı vahyin önüne geçirmesi
peygamberlik teorisinin reddi
kendisini Sokrates ve Platon’un öğrencisi olarak görmüş, / Aristoteles’e
şiddetle karşı
hakikat yolunda akıldan başka bir güç ya da ilkeye ihtiyaç
bulunmadığını söyleyen Râzî, / peygamberlik diye bir şeyin olamayacağını
söylemiş
Beş Ezeli İlke / sadece Yaratıcının (Bârî) değil,
madde, ruh, mekân ve zamanın da ezeli olduğunu iddia etmiştir.
Râzî / maddenin ezeli olduğunu ve evrende boşluğun
varolduğunu öne sürer.
İnsandaki ilahi öz olan akıl, insana ruhunu maddeye olan
bağımlığından, maddeye meftunluğunun yol açtığı uyuşukluk halinden kurtulması
için Yaratıcı tarafından verilmiş olan ilahi varlık ya da güçtür.
Fârâbî
Fârâbî’nin tam adı Ebû Nasr Muhammed İbn Uzlug Tarhân
Aristoteles mantığı üzerine şerhleri ile tanınan,
“Muallim-i Sâni” (İkinci Aristoteles) ünvanına layık
görülmüş
vahyi felsefeyi önceleyen temel bir olgu olarak kabul eder.
ilahi yasanın öğretisinin açık olmadığını da ileri sürer.
metafizik alanında bir bütün olarak Aristoteles’i takip eder
üç bölüme ayırır: teoloji, ontoloji ve (epistemoloji)
Tanrı maddede olmadığına ve O’nun maddesi bulunmadığına
göre, töz bakımından fiilen akıl olan varlıktır.
öz-varoluş ayrımına göre: biz bir şeyin, var olup olmadığını
bilmeden, ne olduğunu biliriz.
Tanrının özü var olmaktır.
varlıkları sınıflama: ilki, insan aklının erişebildiği en
kutsal varlık olarak Tanrıdır. İkincisi, “maddeden ayrık akıllar” adını
verdiği, sayıları gökkürelerinin sayısına tekabül eden dokuz akıldan meydana
gelen varlık alanıdır. Varlığın üçüncü düzeyi, Tanrı ile ayaltı evreni arasında
aracı durumda bulunan Etkin Akıldan meydana gelir. Dördüncü düzeyde ise yine
basit ve tinsel bir varlık olarak ruh ya da nefis bulunur. Nefis gök
cisimlerinde dairesel hareketi, insan, hayvan ve bitkilerde ise biyolojik,
fizyolojik, fizyonomik ve psikolojik her tür faaliyeti ifade eder. Beşinci ve
altıncı varlık düzeyinde ise form ve madde bulunur. / bütün bir varlık alanı,
Fârâbî’de son çözümlemede ayüstü âlem ve ayaltı evren diye ikiye ayrılır. O ayüstü
evrende dokuz göksel küre ya da felekle bunları yöneten dokuz hareket ettirici
veya aklın var olduğunu öne sürer.
insanın maddesi bedeni, onu her ne ise o yapan özü veya
formu da ruhudur.
Ruh birtakım kuvvetler veya yetilerle karakterize olur.
akıl kuvveti teorik ve pratik akıl diye ikiye ayrılır. / pratik
akıl teorik akla hizmet için vardır /
teorik aklın nihai amacı mutluluktur.
şehvet kuvveti / istemek veya istememek
hayal kuvveti, duyumların etki alanı / burada söz konusu
olan güçler beş duyu ile hayal, vehim, düşünme ve hatırlama şeklindeki
psikolojik güçlerdir.
besleyici kuvvet
Fârâbî’ye göre, insan, tecrit edilmiş bir halde değil fakat
iyi yönetilen bir toplumda başkalarıyla iyi ilişkiler içinde yaşadığı ve doğru
yönlendirildiği zaman ancak erdemli olur.
Teorik bilgelik olmadan, evrenin amacına, kaynağına ve
anlamına dair bilgiden yoksun bulunulduğunda, insan için yasa yapmak söz konusu
olamaz.
insan, ideal devleti ya da erdemli toplumu ancak hakikatin
bilgisi yoluyla tesis edebilir
Fârâbî’ye göre, felsefi düşünebilen, felsefi tefekkür içinde
olan akıl, entelektüel gelişiminin en son ve en yüksek evresinde, Etkin Akıl’la
birleşir
İbn Sînâ
felsefesi, hiç kuşku yok ki Doğu’da felsefenin ulaşabildiği
en yüksek noktayı veya düzeyi göstermek durumundadır.
başarısı Aristoteles felsefesiyle Platonik felsefenin
kusursuz bir sentezini oluşturmuş olmasıdır.
felsefe ve diğer bilimleri sistematik ve didaktik bir kıvama
getirdiği için İslam dünyasında “eş-şeyhü’r-reîs” unvanı verilmiştir.
varlık alanının yaratıcı ilkesi olan Tanrının saf akıl
olduğunu; zihinler, bedenler ve tüm diğer cisimlerin, kendisiyle zorunlu bir
ilişki içinde olduğu bu ilkeden sudur ettiğini öne sürer
varlığın rasyonel ve mantıksal bir yapı sergilediğini,
insanın bu yapıyı tam ve eksiksizce kavrayabileceğini söyler.
mantık sadece epistemolojik bir aracı değil, gerçeklikle
zihin arasında ortaklığı temin eden ontolojik bir güç…
İnsanlar, bilgi elde etme, hakikati nedenleri veren orta
terimleri tasımsal akılyürütme yoluyla yakalama kapasitelerine bağlı olarak
sınıflanabilirler.
Cahil insan, gerçeklikle ilgili akılyürütmeden bihaber olan,
bütün bir gerçekliği olayların olumsal akışından ibaret gören kimsedir.
Peygamber / akledilirleri uygun tasımsal düzenleri içinde
bilen kişidir.
filozofa düşen, kavramları açıklığa kavuşturmak, esas olarak
da dilin temelindeki mantıksal yapıyı ve genel/soyut mantıksal ilkeleri gözler
önüne sermektir.
Bilgi / İbn Sînâ’ya göre, bu dünyadaki nesnelerle kurulan
ampirik bir tanışıklıkla başlar / tümel kavramların soyutlanmasıyla devam eder.
ilk akledilirler, kendinden açık ya da apaçık mantıksal
doğrulardır.
İkinci akledilirler / kanıtlayıcı bilgiye erişmeye yetili
insanlara açık bulunan kavramlar ve mantıksal çıkarımlardır.
Teorik akıl boş bir levha gibi, mutlak bir potansiyalite
hali içinde / aklın ilgili epistemolojik konumuna maddi akıl adını verir.
Maddi akıl ilk akledilirleri, yani rasyonel düşüncenin temel
yapıtaşlarını meydana getiren soyut mantıksal öncülleri veya a priori ilkeleri
kavradığında, göreli olarak potansiyel hale gelir ve böylelikle de İbn Sînâ’nın
bilmeleke akıl dediği düzeye ulaşır.
Akıl bu düzeyden itibaren, ikinci akledilirleri tasımdan da
yararlanarak kavramaya ya da çıkarsamaya yetili hale gelir.
Teorik akıl ilk ve ikinci akledilirleri kullanarak kendi
başına, bağımsız akılyürütmelerde bulunduğu zaman, bilfiil akıl düzeyine
yükselmiş olur.
teorik akıl rasyonel araştırmaya bilerek, isteyerek ve
dolayısıyla etkin bir tarzda kalkıştığı ve bunun anlamının bütünüyle farkında
olduğu zaman, o müktesep akıl konumuna ya da düzeyine erişir.
Doğrulamanın birinci yolu formel çıkarım
standartlarına işaret ederken, ikincisi var olan her şeyin özünün kendisinde
bulunduğu aşkın bir aklın rolüne göndermede bulunur.
insan varlığı söz konusu olduğunda, düalist bir görüş
benimser. Buna göre, insan bileşik bir varlık olup bir ruh ve bir bedenden
meydana gelmiştir.
ruhun üç parçadan oluştuğunu söyler: nebati, hayvani ve akli
parçalar…
Bu parçalar belli türden eylemleri ya da faaliyetleri
yöneten etkin ilkeler olmak durumundadırlar / nebati ruh beslenme, büyüme ve
üreme gücü ya da eylemleriyle, hayvani ruh iradi hareket ve
hayal-duyumlama-algı gücü veya fiilleriyle, akli ruh bilme ve yapma gücüyle
metafiziği beş ayrı bölüme ayırır:
anlamların bilgisini araştıran bölüm
usul ve ilkeleri araştıran bölüm
Tanrının varlığını, birliğini, sıfatlarını ve bu sıfatların
gerçekte ne anlama geldiğini araştıran bölüm
Tanrıdan sonra gelen ilk tinsel tözler ile bunlardan sonra
gelen ikinci manevi töz ya da cevherlerin ispatı konusunu ele alan bölüm
gök ve yerin cisimsel tözlerinin sözü edilen manevi tözlere
boyun eğişini ve bunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bölüm
çevremizde varoluşlarını gözlemlediğimiz, kendilerine tanık
olduğumuz varlıklar, zorunluluk taşımayan, mümkün varlıklar… Böyle bir varlık
kendi başına yalnızca mümkündür: O, var olabilir de var olmayabilir de.
varoluşlarını kendilerinden değil de kendilerinin dışındaki
bir şeyden alan varlıklardır.
olumsal varlık, kendi içinde zorunlu olan bir şeye
dayanmadığı sürece, yokluğa meyleder veya yok olup gitmeye elverişlidir.
din çıplak ve yalın felsefi hakikati açımlamaz fakat
kitleleri felsefi hakikatlerin olabildiğince yakınına getirir.
Tanrının kendi zatı veya özünü bilmesi, bilende bir çokluğa
yol açmaz; çokluk doğrudan doğruya Tanrıdan çıkmaz. Bir olandan sadece bir
çıkabilir.
Zorunlu Varlık olarak Tanrının kendi özünü veya zatını
bilmesi, O’ndan bir aklın türemesine yol açar.
İlk Aklın bilme etkinliğinden üç şeyin varoluşu çıkar: O,
kendi ilke ya da yaratıcısını düşünürken, ikinci aklı; kendi özünü zorunlu diye
bilirken, bir ruh ya da nefsi ve kendisini mümkün diye tanırken, ilk göğün
cismini (birinci felek ya da küreyi) yaratır. İkinci akıl da aynı bilişsel
faaliyet içinde başka bir üçlünün doğuşuna yol açar. İbn Sînâ’ya göre, aynı şey
üçüncü akıl için de söz konusu olup, bu süreç ayaltı evreni yöneten onuncu
akıla, Etkin ya da Faal Akla gelinceye kadar tekrarlanır.
İbn Sînâ’nın etiği, eylemlerinin sonuçlarıyla, varılması
gereken hedeflerle belirlediği için teleolojik ya da sonuççu bir etik
anlayışıdır…
insanın kendisini gerçekleştirmesi
Pratik veya ameli yetkinlik ve teorik ya da nazari
yetkinlik.
insana düşen nebati ve hayvani ruhları, bireysel ruhun
bütünsel düzenine uygun olarak yönetmektir
şehvet gücünün iki aşırı uç arasındaki dengesi olarak
iffetli, öfke gücünün denge hali olarak yiğit, kişinin her türlü psikolojik
yatkınlığı ile sosyal ilişkilerinde kurduğu denge olarak hikmet dolu ve
nihayet, nefsin taleplerini belli bir dengede tutmakla ilgili olan adil bir yaşayış,
dini akaide felsefi ve rasyonel bir çerçeve kazandırma
çabasını/ temsil eder
İbn Miskeveyh
Fenomenler dünyasındaki her değişme bir harekettir.
Hareketi Varlığın delili/kanıtı olarak öneriyor,
negatif teoloji: tanrının sıfatları faslında olumsuz sıfatlar/nitelemeler
ile tanrıyı işaret etmeye çalışıyor,
Gazali
İslam’ın Doğu’sunda felsefenin sona erdiricisidir.
aklın hiçbir alanda kesin bilgiye ulaşılamayacağı sonucuna
varır. Tehâfütü’l Felâsife’de (Filozofların Tutarsızlığı) bunu tafsilatıyla
anlatır.
filozofları üç gruba ayırır: Materyalistler (dehrîyyûn),
doğalcılar (tabiîyyun) ve metafizikçiler ya da teistler (ilâhiyyun).
Klasik düşünce (Platon’dan Farabi’ye kadar misalleri pek
çok) Doğadaki her şey değişime bağlı olarak süreye ve yokoluşa mahkûm; buna
karşın değişimden münezzeh oluşunu gerekçe göstererek tanrının oluşu
bilemeyeceğini iddia eder. Gazali bu tavırlarından dolayı filozofları
kâfirlikle suçlar.
…şiddetle eleştirdiği başka bir konu da onların nedensellik
ilkesine dört elle sarılmaları, / doğadaki düzenliliği doğal nedenselliğe
bağlamaları…
…neden-sonuç bağıntısını doğanın özünden gelen bir
zorunluluk olarak görülmesine karşı çıka…
Gazâlî’ye göre, sonuç nedeni izler, nedenle birlikte ortaya
çıkar ama onun içinden çıkmaz. Demek ki deneyim ve gözlemler, yalnızca iki
olayın arda arda gelişini saptamakla sınırlı kalır. Bunlardan birine neden,
diğerine sonuç adının verilmesi tamamen bu iki olayın art arda geldiğini
görmeye alışmaktan kaynaklanan bir dil meselesidir…
Batı’da İslam Felsefesi
İbn Meserre / (883-931)
akıl ile iman arasında en küçük bir çatışma olamayacağını
ileri sürer
bilimi de ikiye ayırmış: akledilir gerçekliğin bilimi
(teorik bilgi)
duyusal gerçekliğin bilimi
bütün varlıkları, Empedoklesçi felsefeye dayanarak, dört
kategoriye ayırır. Öncelikle Varlık ya da Tanrının ayrı, biricik, sonsuz ve
hareketsiz olan zatı vardır.
ikinci varlık kategorisi, şeylerin İdeasına tekabül eden
Evrensel ya da Külli Akıl’dır.
üçüncü varlık evrenin cismini ve felekleri taşıyan külli
nefis’tir.
en aşağı varlık düzeyini cisimsel varlıkların fail nedeni
olan fiziki nefs ya da külli tabiat oluşturur.
külli nefsin özelliği sevgidir.
külli tabiatın özelliği baskın çıktığı için o kendi başına
kalınca nefsi ve aklı görüp kavrayarak, ona aşk beslemesi imkânsızlaşır. Külli
ruh fiziki nefs ya da külli tabiatın bu halini görünce, ona acır ve kendisinden
bir parça, bir güç gönderir / İbn Meserre’ye göre külli ruhun bir parçası
olarak külli tabiata gönderilen bu şerefli varlık, peygamberdir.
İbn Bacce (1095-1138)
…insanı evrenin küçük bir modeli olarak değerlendirir, diğer
yandan da onu bir akıl varlığı olması dolayısıyla, doğanın biricik değeri
olarak tanımlar.
İnsan rasyonel potansiyelini geliştirmek ve yetkinleştirmek
suretiyle, maddi dünyadan ve onun gelip geçiciliğinden ebediliğe, maddi
dünyanın çokluğundan ilahi birliğe ve maddi olanla birlikte olmanın
sıkıntısından kurtularak sürekli bir sevinç ve mutluluk durumuna yükselebilir.
insan ruhunu nebati nefs, hayvani nefs ve insani nefs olarak
üçe ayırır.
insan ruhu her üçünü de ihtiva etse bile, o, insanın doğası
ya da özünü akıl olarak tanımlar.
İbn Bacce bilginin çeşitli düzeylerini bunlara karşılık
gelen insan tipleriyle betimler; ona göre, sıradan insanlar veya yığınlar
(cumhur), teorik düşünme yeteneğine sahip olan insanlar veya teorisyenler
(nüzzâr) ve mutlu insanlar ya da filozoflar (suadâ) diye sınıflanabilecek olan
üç insan türü vardır.
İbn Tufeyl
İslam Yeni-Platonculuğunun doruk noktasını temsil eder…
(Hay ibn Yakzan)
Hay, Hint okyanusundaki bir adada / kendiliğinden dünyaya
gelmiş olan küçük bir çocuktur./ bir ceylan, büyüyüp güçleninceye ve
hayvanlarla baş edebilecek duruma gelinceye kadar emzirir. …varlık ve oluşun
gizemlerini keşfetmeye yönelir.
İbn Rüşd
(1126-1198) en büyük “şârih”
Aristotelesçiliği, Yeni-Platoncu etkilerden arındırarak,
Muallim-i Evvel, yani Aristoteles çizgisinde yeni baştan inşa etmiştir.
hakikati ifade etmenin bir aracı olarak şiire veya imgesel
anlatıma hiç güvenmediğini belli eder
İbn Rüşd için ideal akılyürütme tarzı burhan, yani öncülleri
zorunlu olan kanıtlayıcı dedüktif akılyürütmedir.
İbn Rüşd evreni bir canlıya benzetir ve bir canlının
varlığını sürdürmesi için sahip olduğu organların aynı amaca yönelik olarak
çalışmasını sağlayan bir nefsin ve aklın bulunması gibi, ondaki birlik ve
bütünlüğü sağlayan sonsuz bir kudret ve ilkenin olması gerektiğini öne sürer.
Tanrının, zamansal bir varlık olmadığı takdirde, âlemi zaman
içinde yaratamayacağını ileri sürer.
…devletle insan ruhu arasında paralellikler kurarak, kişinin
erdemli olabilmesi için nefsin diğer bölümlerinin teorik hikmetin hakimiyeti
altına girmesi gerektiği gibi, devletin de ideal bir devlet olabilmesi için
yönetimin hikmete dayalı olması gerektiğini belirtir.
Devlet / biri ikna (eğitim) diğeri de zorlama olmak üzere,
iki yol takip edebilir.
İşraki Felsefe
Sühreverdi ve İbn Arabî gibi düşünürler tarafından, büyük
ölçüde Meşşai veya Yunan tarzı felsefeye alternatif olarak geliştirilmiş
Sühreverdi
hakikate ulaşmanın birbirini tamamlayan iki yolu vardır.
Bunlardan birincisi, tefekkür ve teoriye dayanan “bahs”, ikincisi ise kulluk,
çile çekme ve ahlaki arınmada en yüksek düzeye ulaşmayı ifade eden
“teellüh”tür.
Sühreverdi tarafından geliştirilen özel ve teknik dil /
ontolojik problemlerle bilgi problemine bir çözüm getirebilmek için ışık
sembolizmini kullanır.
Zorunlu Varlık için “Nurların Nuru”, ayrı ayrı akıllar için
de “soyut nurlar” deyimini kullanır.
Sühreverdi’ye göre, sadece aydınlatılmış bir nesnenin
görüntüsü olabilir. İnsan böyle bir nesneyi gördüğünde, nefsi onu kaplar ve
onun ışığı tarafından aydınlatılır.
varlık görüşü bakımından, öz ya da ne’liğin önceliği
üzerinde ısrar eden bir ontolojik konumun savunuculuğunu yapar.
Öz / nur ya da ışık
“saf nur” / varlığı sebebe ihtiyaç duymuyor
“arızi nur” / var olması başka şeylere bağlı
…
bağımsız, bilinç ve idrak sahibi olan varlıklar “saf nuru”
temsil eder: Allah, melekler, İdealar ve insani ruhlar saf nuru temsil eder
varlığın Nurlar nurundan çıkışını hiyerarşik bir sistemle
açıklar.
Sühreverdi’ye göre, ilk nur çift karakterlidir; o, nurlar
nuruna en yakın nur olduğu için zengin ve yetkin; özü itibariyle de fakir ve
eksik olmak durumundadır. İlk nur kaynağını idrak ettiğinde ondan ikinci nur,
fakirliğini idrak ettiği zaman da ondan en yüksek berzah denilen ilk gölge meydana
gelir.
…gerçekliğin bilgisine veya varlığın hakikatine dört ayrı
aşamada ulaşıldığını öne sürer.
Filozofun / dünyadan vazgeçmesi gerektiğini söyler. İşraki
bilgi sürecinde ikinci aşama, filozofun “ilahi ışığın” görüsüne ulaştığı,
gerçek aydınlanma evresidir. Üçüncü aşama olan “inşa” aşamasında ise aydınlatan
bilginin kendisinin kazanıldığı sınırsız bilgi aşamasıdır. Sonuncu ve nihai
aşama ise söz konusu görsel deneyim veya mistik tecrübenin belgelenmesi veya
yazıya dökülmesi evresidir.
İbn Arabî
“Vahdet-i vücud” teorisini, ilk kez ve açık bir biçimde ifade
etmiş…
birbirini tamamlayacak iki bilgi türü, mantık ve mistisizm
üzerinde durur.
akıl gözü, tek tek her bir şeyin bireysel gerçekliğini,
özünü ya da mahiyetini bulup ayırt etme kapasitesine sahiptir. Hayal gözü ise
İbn Arabî’ye göre, Zorunlu Varlık ya da Vücud’un var olan her şeydeki
mevcudiyetini algılama yeteneğini ifade eder.
…filozof ya da kelamcılar, Tanrıyı eseri yoluyla bilmek,
yaratıklara benzer şekilde nitelemek ve O’nu bu niteliklere göre tanımlamak
demek olan teşbihi reddeder veya küçümserken, Tanrının yaratılmışlara ait
özelliklerden yüceltilmesi ve takdis edilmesi anlamında tenzihi doğru
perspektif ya da konum olarak benimserler. Her ikisini de korumakla birlikte,
Sufilerin teşbihini öne çıkartan İbn Arabî, demek ki Tanrının erişilemez,
bilinemez olduğu sürece tenzih, insan varlığına yakın olduğu ölçüde de teşbih
yoluyla kavranabileceğini kabul eder.
İbn Arabî’ye göre, gerçek bilgi var olan her şeyin hem
hayalin hem de aklın gözüyle görülmesine bağlı olmak durumundadır.
…gerçeklik, tözsel bir birlik olmakla birlikte, aynı zamanda
iki farklı niteliğe sahip olması nedeniyle bir ikilik olarak karşımıza çıkar:
Hak ve halk.
Bilgiden kastedilen bir şeyin duyular ve diskürsif düşünce
yoluyla anlaşılması ise bu gerçeklik kendisi hakkında hiçbir şeyin
söylenemeyeceği veya bilinemeyeceği soyut bir kendilik ya da monaddır. Tenzihin
noktayı nazarından yaklaşıldığında, bilmek bilinen şeyi belirlemek, ona
belirleme kazandırmak anlamına gelir. Belirleme ise mutlak varlığın mahiyetine
aykırı bir sınırlamayı ifade ettiği için Mutlak Varlık tüm belirlenmemişlerin
en belirlenmemişi ya da kendinde şeydir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder