31 Temmuz 2023 Pazartesi

Ahmet Cevizci - Felsefe Tarihi - Helenistik felsefe, Ortaçağda Felsefe

Helenistik felsefe

Stoacılar Herakleitos’un varlık anlayışını,

Epiküros ise Demokritos’un atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik yapmadan benimsemiştir.

Epiküros (MÖ 341-271) belli bir yaşam tarzının savunucusu olan bir ahlakçı olarak bilinir.

İnsan yaşamının sıkıntılarıyla ilgilenmiş, insanın bu dünyadaki mutsuzluğunun, tanrılarla, ölüm ve kaderle ilgili yanlış inançlardan kaynaklandığını söylemiş…

Metafiziğiyle, insanı Tanrı ve ölüm korkusundan kurtarıp, bir ruh sükûnetine ulaştırmayı amaçlamış…

Evreni her şeyin kaynağı olarak tasavvur eder.

Epiküros’un atomcu görüşü, insanı, ruhsal sükûnete erişmesini engelleyen üç korkudan, sırasıyla Tanrı korkusundan, ölüm korkusundan ve kader korkusundan kurtarır.

üç tür arzu bulunduğunu söyler: doğal, zorunlu ve zorunlu olmayan…

 

zenginlik ya da lüks isteği gibi, ne doğal ne de zorunlu olan hazlar / bedensel hazlar / kinetik hazlar

zihinsel ya da tinsel dinginliği sağlayan kalıcı, uzun süreli hazlara statik hazlar adını verir

 

Stoacılık

Kıbrıslı Zenon (MÖ 336-264) tarafından MÖ 300 yılında kurulmuştur.

sistemini mantık, fizik ve etik şeklinde düzenleyen Stoacı Okul’un temel kavramları logos (akıl) ve phusistan (doğa) oluşur.

 

şeylerin gerçek doğasını konu alan bir disiplin olarak gördükleri diyalektiğin karşısına, pratik bir disiplin olarak, dil ve akılyürütmenin kendisinin iki temel özelliği ya da görünümü olduğu retoriği geçirmişlerdir.

 

evren ya da gerçekliğin, biri etkin diğeri edilgin olmak üzere, iki ilkeden meydana geldiğini öne sürmüşler

Bu ilkelerden edilgin olanı her tür nitelikten yoksun olan madde, etkin olanı da evren düzenine içkin olan akıl ya da Tanrıdır.

evren her bir parçası diğerine organik olarak bağlı olan canlı bir bütündür.

 

dünyayı bir amaca göre düzenlenmiş rasyonel bir sistem, içindeki tüm varlıkların kendisinin iyiliğine katkı sağladıkları güzel bir bütün olarak değerlendirmişlerdi. Evrenin tek bir canlı organizma, rasyonel bir bütün olarak görülmesini talep ettiler. Bundan dolayıdır ki bu bütünün bir parçası olan insanın bütünün amacına uygun bir biçimde davranması, en yüksek yetkinliğe ulaşmanın yollarını araması gerektiği sonucuna vardılar.

 

Başka felsefelerin doğruluklarından kuşku duyan septikler, hakikate erişmek amacıyla kendi başlarına araştırma yolunu seçtiler.

 

Plotinos (MS 205-270) tarafından kurulmuş olan Yeni-Platonculuk / felsefenin amacı / Tanrıya yükseliş ya da Bir olanla birleşme sürecinde en tam ve en sistematik ifadesini bulur.

hakikatin en sağlam kaynağı olarak gördüğü Platonculuğa bağlandı.

Platon’un İyi İdeasını Tanrılaştırdı.

Tanrı hakkında, O’nun bu dünyadaki her şeyi aştığını söyler

Tanrı, insan zihninin düşünceleriyle de sınırlanamayacağından, dil yoluyla ifade edilemez.

Plotinos ondan Bir diye söz eder.

 

Nous ya da Zihin Tanrıdaki birliğin, yerini yavaş yavaş çokluğa bıraktığı sürecin ilk adımıdır çünkü O’nda varolan her şeyin İdeaları bulunmaktadır.

Nous’tan türeyen Ruh, Dünya-Ruhu meydana getirir. Cisimsel olmayan ve bölünemez bir varlık olarak Ruh, manevi gerçeklikle maddi gerçeklik arasında bir köprü, duyular üstü dünya ile duyusal dünyayı birbirine bağlayan halka görevi görür.

Ruh, bir yönüyle Nous’a yönelir, saf düşünce olarak ortaya çıkıp, saf İdeaları temaşa eder. Öte yandan, aynı Ruh duyusal dünyaya yönelir ve maddeye düzen getirmek durumunda kalır.

 

Ona göre, güzelliğin özü, formun maddeye hâkim olmasından oluşur.

 

İnsan ruhu, Plotinos’a göre, bileşik insan varlığını meydana getirmek üzere, bir beden içine girmezden önce, gizemli bir sezgi faaliyetiyle, ezeli-ebedi olan Nousu temaşa etmekteydi.

ruhta, biri Nous’u temaşa etmeye yönelen, diğeri bedenle ilişkili olan ve bir diğeri de ikisi arasında aracı rolünü üstlenen üç kısım ayırt eder.

Ruhun bu üç kısmına bağlı olarak, rasyonel ya da irrasyonel insan türünden, farklı yapı ya da karakterde insanlar ortaya çıkar.

Tanrıyla birleşme yolunda, ruhu harekete geçiren ilk ve temel güç, aşktır.

 

Ortaçağ Felsefesi

başlangıcında, Aziz Augustinus bulunur. / Bunun nedeni Hıristiyan düşüncesi için bir model oluşturması

Hıristiyanlıkta Teslis Dogması benzeri / gizemler vardır. Ve bu durum / Yunan felsefesiyle olan ilişkilerine yansımıştır.

 

Ortaçağda felsefeye bilimler ve sanatlar arasında, vahyi veya Tanrının kelamını konu edinen teolojinin altında bir yer verilir.

Ortaçağda / Aranan mutluluk, bu dünyadaki mutluluk değil ebedi bir saadettir.

Antik Yunan’da bağımsız bir felsefe disiplini olan etik ve estetik çok büyük ölçüde teolojiye tabi hale gelir.

Ortaçağda insan, doğal ve akli bir varlık değil, öncelikle Tanrı tarafından yaratılmış fakat ilahi özünden ayrı düşmüş bir varlıktır.

Ortaçağ felsefesi, vahyolunan ilahi hakikatleri anlamak, dine anlaşılır bir çerçeve kazandırmak amacıyla ihtiyaç duyduğu yöntem, kavram ve kategoriler için doğrudan doğruya Yunan felsefesine yönelmiştir.

Ortaçağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır.

 

Patristik Felsefe

Patristik felsefe, genelde “Kilise Babalarının (patres)” felsefesi olarak bilinir.

Aziz Justin 155 yıllarında kaleme aldığı apolojide, Eski Ahit’teki pasajlardan yola çıkarak Yahudi peygamberlerin Mesih olarak İsa’ya işaret ettiklerini, Museviliğin kaderinin ve bir dünya dini haline gelme şansının sadece Hıristiyanlıkta bulunduğunu, İsrail’in hakiki çocuklarının İsa’nın takipçileri olduğunu savunmuş

Gnostisizme, Antik Yunan felsefesine ve hatta pagan mitolojisine şiddetle karşı çıkıp eleştiri yöneltmişler

150-219 yılları arasında yaşamış olan Clement aklı inanca, felsefeyi dine tabi kılan ve daha sonra Aziz Augustinus ve Aziz Anselmus’ta ön plana çıkacak olan credo ut intelligam (anlayabilmek için inanıyorum) tavrının ilk örneğini gözler önüne sermiş

Felsefe, onun gözünde, yalnızca Hıristiyanlık için bir hazırlık değil fakat Hıristiyanlığın anlaşılmasına katkıda bulunacak bir yardımcıydı.

 

Origenes (185-254) Hıristiyanlığı Yunan felsefesiyle kaynaştırma yönünde yoğun bir çaba gösterdi.

Origenes, Hıristiyan Tanrısının, belli birtakım yüklemleri, belli rolleri olan üç ayrı ilahi varlık şeklinde tecelli ettiğine inanıyordu. Bu üç Tanrıdan Baba olan mutlak olarak basit, hiçbir şeyden etkilenmeyen, değişmez, mutlak gerçeklik idi.

Bilgelik, Hakikat ve Hayat gibi birçok sıfatla karakterize olan Oğul Tanrı ise varlığını Baba’ya borçluydu

Kutsal Ruh ise varlığını ve iyiliğini Baba’dan, bilgelik ve zekâsını Oğul’dan alıyordu.

Origenes, Tanrının tüm ruhları nitelik bakımından aynı yarattığını / ruhlar arasındaki niteliksel farklılığın onların bu dünyaya girmezden önceki davranışlarından kaynaklandığını savunur…

 

Aziz Augustinus

Felsefeyi Hıristiyanlığın akla uygun içeriğini kavrayabilmek için bir araç olarak değerlendirmişti.

Hakikati arayan fakat onu bulamayan insanın mutlu olamayacağını söyleyen ve kişisel hayatında, kuşkunun yarattığı belirsizlik, sallantı ve acılardan çok mustarip olmuş olan Augustinus, Tanrıya bilgi konusundan hareket ederek ulaşmıştı. (Hıristiyan fakat inançsız! İnanmak yetmiyor ve kanıt arıyor)

Ona göre de doğanın ilkeleri karanlıktır.

…her şey tartışmalı olsa dahi, / kişinin ne kadar kuşkucu olursa olsun, / kendi varoluşundan asla kuşku duyamayacağını söyler.

 

Augustinus / bilgiyi duyusal bilgiden önce rasyonel bilgiye, sonra da gerçek tefekkür ya da sezgiye dayalı dolayımsız bilgiye yükselecek şekilde üçe ayırır.

Duyusal bilginin konusu olan varlıklar, zamansaldır; yani, zaman içinde varlığa gelir, belli bir süre sonra da yok olup giderler.

rasyonel bilgi ile insan zihni birinci bilgi düzeyinde konu aldığı cisimsel varlıkları, cisimsel olmayan, ezeli-ebedi öz ya da standartlara göre yargılar, değerlendirir.

Üçüncü bilgi türü, cisimsel olmayan, ezeli-ebedi ve değişmez gerçekliklerin, zorunlu doğruların temaşaya dayalı, doğrudan bilgisidir.

Bilgide insan zihnini aydınlatan ışık, ona göre Tanrıdan gelir.

 

Aziz Augustinus’a göre, zorunlu ve ezeli-ebedi bu hakikatler, sonlu insan zihninin çok üstündedir, bundan dolayı insan zihni onların karşısında eğilmek ve bu hakikatleri kabul etmek durumunda kalır.

Tanrı dünya ilişkisi söz konusu olduğunda, dünyanın ya da varolanların hiyerarşik bir tarzda düzenlenmiş olduklarını savundu.

Tanrının altında bulunan tüm varlıklar, ancak kısmen gerçektirler ve yalnızca Tanrı, bütünüyle gerçektir.

 

Kötülük, ancak ve ancak mevcut olması gereken bir iyi ya da iyiliğin yokluğu olarak açıklanabilir.

…kötülüğün sorumluluğu, Augustinus’a göre, Tanrıya değil de insana aittir.

(ilk günah) …başlangıçtaki yetkin ahengin ve adalet düzeninin bozulmasından, şeytan tarafından kandırılarak yasak meyveyi yiyen Âdem’in Tanrıya başkaldırısının sorumlu olduğunu dile getirir.

Augustinus’a göre, insan yaşamının doğal amacı, mutluluktur

İnsan Tanrı tarafından yaratılmış olup, kendisinde bu yaradılışın izlerini hep taşır.

insan zorunlu olarak, sonlu ve eksikli oluşundan dolayı, tamamlanmak arzusuyla sever.

insanlar mutsuz, sefil ve bir çalkantı içinde olduklarından, aşkta mutluluk ararlar, aşk yoluyla tamamlanmayı umarlar.

insanın doğası o şekildedir ki ona en yüksek ve gerçek doyumla mutluluğu yalnızca sonsuz varlık olan Tanrı sağlayabilir.

kötü ve düzensiz aşk / insanın manevi ihtiyacını karşılayan Tanrıya yöneleceği yerde, maddeye, duyusal istekleriyle cinsel arzularına yenik düşmesinden oluşur.

 

Gökyüzü Devletiyle Yeryüzü Devleti / Yeryüzü Devleti, iblisin ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen şeytanın krallığıdır. Buna karşın, Gökyüzü Devleti, Yahudi halkında ortaya çıkan, kendisini Hıristiyanlık inancı ve Kilisenin dogmalarıyla sürdüren İsa’nın krallığıdır.

 

Aeropagiteli Dionyssos, MS 5. yüzyılın sonlarıyla 6. yüzyılın başlarında eser vermiş Yeni-Platoncu bir Hıristiyan âlimi ya da teologu olarak geçer.

Çokluktaki birlik problemi.

Varolan her şeyin kendisinden pay aldığı, kendisi hiçbir şeyden pay almayan Tanrı birdir,

Oysa birlikten pay alan çokluk hem bir ve hem de bir değildir

 

Boethius /  mantık ve yöntem konusunu Hıristiyan Ortaçağ düşüncesi ya da kültürüne armağan eden kişi

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder