Helenistik felsefe
Stoacılar Herakleitos’un varlık anlayışını,
Epiküros ise Demokritos’un atomcu görüşünü pek büyük bir değişiklik
yapmadan benimsemiştir.
Epiküros (MÖ 341-271) belli bir yaşam tarzının savunucusu
olan bir ahlakçı olarak bilinir.
İnsan yaşamının sıkıntılarıyla ilgilenmiş, insanın bu
dünyadaki mutsuzluğunun, tanrılarla, ölüm ve kaderle ilgili yanlış inançlardan
kaynaklandığını söylemiş…
Metafiziğiyle, insanı Tanrı ve ölüm korkusundan kurtarıp,
bir ruh sükûnetine ulaştırmayı amaçlamış…
Evreni her şeyin kaynağı olarak tasavvur eder.
Epiküros’un atomcu görüşü, insanı, ruhsal sükûnete
erişmesini engelleyen üç korkudan, sırasıyla Tanrı korkusundan, ölüm
korkusundan ve kader korkusundan kurtarır.
üç tür arzu bulunduğunu söyler: doğal, zorunlu ve zorunlu
olmayan…
zenginlik ya da lüks isteği gibi, ne doğal ne de zorunlu
olan hazlar / bedensel hazlar / kinetik hazlar
zihinsel ya da tinsel dinginliği sağlayan kalıcı, uzun
süreli hazlara statik hazlar adını verir
Stoacılık
Kıbrıslı Zenon (MÖ 336-264) tarafından MÖ 300 yılında
kurulmuştur.
sistemini mantık, fizik ve etik şeklinde düzenleyen Stoacı
Okul’un temel kavramları logos (akıl) ve phusistan (doğa) oluşur.
şeylerin gerçek doğasını konu alan bir disiplin olarak
gördükleri diyalektiğin karşısına, pratik bir disiplin olarak, dil ve
akılyürütmenin kendisinin iki temel özelliği ya da görünümü olduğu retoriği
geçirmişlerdir.
evren ya da gerçekliğin, biri etkin diğeri edilgin olmak
üzere, iki ilkeden meydana geldiğini öne sürmüşler
Bu ilkelerden edilgin olanı her tür nitelikten yoksun olan
madde, etkin olanı da evren düzenine içkin olan akıl ya da Tanrıdır.
evren her bir parçası diğerine organik olarak bağlı olan
canlı bir bütündür.
dünyayı bir amaca göre düzenlenmiş rasyonel bir sistem,
içindeki tüm varlıkların kendisinin iyiliğine katkı sağladıkları güzel bir
bütün olarak değerlendirmişlerdi. Evrenin tek bir canlı organizma, rasyonel bir
bütün olarak görülmesini talep ettiler. Bundan dolayıdır ki bu bütünün bir
parçası olan insanın bütünün amacına uygun bir biçimde davranması, en yüksek
yetkinliğe ulaşmanın yollarını araması gerektiği sonucuna vardılar.
Başka felsefelerin doğruluklarından kuşku duyan septikler, hakikate erişmek amacıyla kendi başlarına
araştırma yolunu seçtiler.
Plotinos (MS 205-270) tarafından kurulmuş olan
Yeni-Platonculuk / felsefenin amacı / Tanrıya yükseliş ya da Bir olanla
birleşme sürecinde en tam ve en sistematik ifadesini bulur.
hakikatin en sağlam kaynağı olarak gördüğü Platonculuğa
bağlandı.
Platon’un İyi İdeasını Tanrılaştırdı.
Tanrı hakkında, O’nun bu dünyadaki her şeyi aştığını söyler
Tanrı, insan zihninin düşünceleriyle de
sınırlanamayacağından, dil yoluyla ifade edilemez.
Plotinos ondan Bir diye söz eder.
Nous ya da Zihin Tanrıdaki birliğin, yerini yavaş yavaş
çokluğa bıraktığı sürecin ilk adımıdır çünkü O’nda varolan her şeyin İdeaları
bulunmaktadır.
Nous’tan türeyen Ruh, Dünya-Ruhu meydana getirir. Cisimsel
olmayan ve bölünemez bir varlık olarak Ruh, manevi gerçeklikle maddi gerçeklik
arasında bir köprü, duyular üstü dünya ile duyusal dünyayı birbirine bağlayan
halka görevi görür.
Ruh, bir yönüyle Nous’a yönelir, saf düşünce olarak ortaya
çıkıp, saf İdeaları temaşa eder. Öte yandan, aynı Ruh duyusal dünyaya yönelir
ve maddeye düzen getirmek durumunda kalır.
Ona göre, güzelliğin özü, formun maddeye hâkim olmasından
oluşur.
İnsan ruhu, Plotinos’a göre, bileşik insan varlığını meydana
getirmek üzere, bir beden içine girmezden önce, gizemli bir sezgi faaliyetiyle,
ezeli-ebedi olan Nousu temaşa etmekteydi.
ruhta, biri Nous’u temaşa etmeye yönelen, diğeri bedenle
ilişkili olan ve bir diğeri de ikisi arasında aracı rolünü üstlenen üç kısım
ayırt eder.
Ruhun bu üç kısmına bağlı olarak, rasyonel ya da irrasyonel
insan türünden, farklı yapı ya da karakterde insanlar ortaya çıkar.
Tanrıyla birleşme yolunda, ruhu harekete geçiren ilk ve
temel güç, aşktır.
Ortaçağ Felsefesi
başlangıcında, Aziz Augustinus bulunur. / Bunun nedeni Hıristiyan
düşüncesi için bir model oluşturması
Hıristiyanlıkta Teslis Dogması benzeri / gizemler vardır. Ve
bu durum / Yunan felsefesiyle olan ilişkilerine yansımıştır.
Ortaçağda felsefeye bilimler ve sanatlar arasında, vahyi
veya Tanrının kelamını konu edinen teolojinin altında bir yer verilir.
Ortaçağda / Aranan mutluluk, bu dünyadaki mutluluk değil
ebedi bir saadettir.
Antik Yunan’da bağımsız bir felsefe disiplini olan etik ve
estetik çok büyük ölçüde teolojiye tabi hale gelir.
Ortaçağda insan, doğal ve akli bir varlık değil, öncelikle
Tanrı tarafından yaratılmış fakat ilahi özünden ayrı düşmüş bir varlıktır.
Ortaçağ felsefesi, vahyolunan ilahi hakikatleri anlamak,
dine anlaşılır bir çerçeve kazandırmak amacıyla ihtiyaç duyduğu yöntem, kavram
ve kategoriler için doğrudan doğruya Yunan felsefesine yönelmiştir.
Ortaçağ felsefesinin merkezinde Tanrı vardır.
Patristik Felsefe
Patristik felsefe, genelde “Kilise Babalarının (patres)”
felsefesi olarak bilinir.
Aziz Justin 155 yıllarında kaleme aldığı apolojide,
Eski Ahit’teki pasajlardan yola çıkarak Yahudi peygamberlerin Mesih olarak
İsa’ya işaret ettiklerini, Museviliğin kaderinin ve bir dünya dini haline gelme
şansının sadece Hıristiyanlıkta bulunduğunu, İsrail’in hakiki çocuklarının
İsa’nın takipçileri olduğunu savunmuş
Gnostisizme, Antik Yunan felsefesine ve hatta pagan
mitolojisine şiddetle karşı çıkıp eleştiri yöneltmişler
150-219 yılları arasında yaşamış olan Clement aklı
inanca, felsefeyi dine tabi kılan ve daha sonra Aziz Augustinus ve Aziz
Anselmus’ta ön plana çıkacak olan credo ut intelligam (anlayabilmek için
inanıyorum) tavrının ilk örneğini gözler önüne sermiş
Felsefe, onun gözünde, yalnızca Hıristiyanlık için bir
hazırlık değil fakat Hıristiyanlığın anlaşılmasına katkıda bulunacak bir
yardımcıydı.
Origenes (185-254) Hıristiyanlığı Yunan felsefesiyle
kaynaştırma yönünde yoğun bir çaba gösterdi.
Origenes, Hıristiyan Tanrısının, belli birtakım yüklemleri,
belli rolleri olan üç ayrı ilahi varlık şeklinde tecelli ettiğine inanıyordu.
Bu üç Tanrıdan Baba olan mutlak olarak basit, hiçbir şeyden etkilenmeyen,
değişmez, mutlak gerçeklik idi.
Bilgelik, Hakikat ve Hayat gibi birçok sıfatla karakterize
olan Oğul Tanrı ise varlığını Baba’ya borçluydu
Kutsal Ruh ise varlığını ve iyiliğini Baba’dan, bilgelik ve
zekâsını Oğul’dan alıyordu.
Origenes, Tanrının tüm ruhları nitelik bakımından aynı
yarattığını / ruhlar arasındaki niteliksel farklılığın onların bu dünyaya
girmezden önceki davranışlarından kaynaklandığını savunur…
Aziz Augustinus
Felsefeyi Hıristiyanlığın akla uygun içeriğini kavrayabilmek
için bir araç olarak değerlendirmişti.
Hakikati arayan fakat onu bulamayan insanın mutlu
olamayacağını söyleyen ve kişisel hayatında, kuşkunun yarattığı belirsizlik,
sallantı ve acılardan çok mustarip olmuş olan Augustinus, Tanrıya bilgi
konusundan hareket ederek ulaşmıştı. (Hıristiyan fakat inançsız! İnanmak
yetmiyor ve kanıt arıyor)
Ona göre de doğanın ilkeleri karanlıktır.
…her şey tartışmalı olsa dahi, / kişinin ne kadar kuşkucu
olursa olsun, / kendi varoluşundan asla kuşku duyamayacağını söyler.
Augustinus / bilgiyi duyusal bilgiden önce rasyonel bilgiye,
sonra da gerçek tefekkür ya da sezgiye dayalı dolayımsız bilgiye yükselecek
şekilde üçe ayırır.
Duyusal bilginin konusu olan varlıklar, zamansaldır; yani,
zaman içinde varlığa gelir, belli bir süre sonra da yok olup giderler.
rasyonel bilgi ile insan zihni birinci bilgi düzeyinde konu
aldığı cisimsel varlıkları, cisimsel olmayan, ezeli-ebedi öz ya da standartlara
göre yargılar, değerlendirir.
Üçüncü bilgi türü, cisimsel olmayan, ezeli-ebedi ve değişmez
gerçekliklerin, zorunlu doğruların temaşaya dayalı, doğrudan bilgisidir.
Bilgide insan zihnini aydınlatan ışık, ona göre Tanrıdan
gelir.
Aziz Augustinus’a göre, zorunlu ve ezeli-ebedi bu
hakikatler, sonlu insan zihninin çok üstündedir, bundan dolayı insan zihni
onların karşısında eğilmek ve bu hakikatleri kabul etmek durumunda kalır.
Tanrı dünya ilişkisi söz konusu olduğunda, dünyanın ya da varolanların
hiyerarşik bir tarzda düzenlenmiş olduklarını savundu.
Tanrının altında bulunan tüm varlıklar, ancak kısmen
gerçektirler ve yalnızca Tanrı, bütünüyle gerçektir.
Kötülük, ancak ve ancak
mevcut olması gereken bir iyi ya da iyiliğin yokluğu olarak açıklanabilir.
…kötülüğün sorumluluğu, Augustinus’a göre, Tanrıya değil de
insana aittir.
(ilk günah) …başlangıçtaki yetkin ahengin ve adalet
düzeninin bozulmasından, şeytan tarafından kandırılarak yasak meyveyi yiyen
Âdem’in Tanrıya başkaldırısının sorumlu olduğunu dile getirir.
Augustinus’a göre, insan yaşamının doğal amacı, mutluluktur
İnsan Tanrı tarafından yaratılmış olup, kendisinde bu
yaradılışın izlerini hep taşır.
insan zorunlu olarak, sonlu ve eksikli oluşundan dolayı,
tamamlanmak arzusuyla sever.
insanlar mutsuz, sefil ve bir çalkantı içinde olduklarından,
aşkta mutluluk ararlar, aşk yoluyla tamamlanmayı umarlar.
insanın doğası o şekildedir ki ona en yüksek ve gerçek
doyumla mutluluğu yalnızca sonsuz varlık olan Tanrı sağlayabilir.
kötü ve düzensiz aşk / insanın manevi ihtiyacını karşılayan
Tanrıya yöneleceği yerde, maddeye, duyusal istekleriyle cinsel arzularına yenik
düşmesinden oluşur.
Gökyüzü Devletiyle Yeryüzü Devleti / Yeryüzü Devleti,
iblisin ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen
şeytanın krallığıdır. Buna karşın, Gökyüzü Devleti, Yahudi halkında ortaya
çıkan, kendisini Hıristiyanlık inancı ve Kilisenin dogmalarıyla sürdüren
İsa’nın krallığıdır.
Aeropagiteli Dionyssos, MS 5. yüzyılın sonlarıyla 6.
yüzyılın başlarında eser vermiş Yeni-Platoncu bir Hıristiyan âlimi ya da
teologu olarak geçer.
Çokluktaki birlik problemi.
Varolan her şeyin kendisinden pay aldığı, kendisi hiçbir
şeyden pay almayan Tanrı birdir,
Oysa birlikten pay alan çokluk hem bir ve hem de bir değildir
Boethius / mantık ve yöntem konusunu Hıristiyan Ortaçağ
düşüncesi ya da kültürüne armağan eden kişi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder