Retorik uslamlamaların ikna etme tarzı da aynı; ya bir çeşit tümevarım olan örnek vermeyi ya da bir çeşit tasım olan eksik önermeli tasımı kullanırlar. (s. 9)
Öğrenilenin bir anlamda biliniyor olmasına ve bir anlamda biliniyor olmamasına bir engel yok; çünkü öğrenilenin bir anlamda biliniyor olması saçma değil, öğrenildiği anlamda ve biçimde biliniyor olması saçma. (s. 10)
Sevmenin nedeni sevilenden daha sevilir bir şeydir. Dolayısıyla bilmemizin ve inanmamızın nedeni ilk öncüller ise, sonra gelenlerden çok bunları bilip bunlara inanırız, çünkü bunlar sonradan gelenleri bilmemizin de nedenleri. (s. 12)
...yalnız bilginin var olduğunu değil, tanımları bilmemizi sağlayan "bilgi ilkesi" diye bir şeyin de var olduğunu söylüyoruz. (s. 13)
Tanıtlama zorunlu öncüllerden oluşan tasımdır. (s. 14)
İdealara veda etmeli; onlar anlamsız gürültüler ve var olsalar bile konuyla ilgileri yok; nitekim tanıtlamalar anlatılan türden şeyler konusunda olur.
Çünkü böyle olan her öz tanımlanabilir, ama düşüncede sonsuza gidilmez. Dolayısıyla bunlar yukarıya doğru da aşağıya doğru da sonsuz sayıda değil; nitekim yüklenenleri sonsuz sayıda olan bir öz tanımlanamaz. (s. 37)
Yükleme yapmak tek bir şeyi tek bir şeye yüklemektir, nelik olmayanlar ise kendi kendilerine yüklenemezler. Çünkü bunların tümü ilinekler; kimisi kendi başına ilinek, kimisi de başka bir tarzda. (s. 38)
İlinekler her bir nesnenin özünde olanlara yüklenir, bunlar da sonsuz sayıda değil; yukarıya doğru da hem bunlar hem ilinekler bulunur ve her ikisi de sonsuz sayıda değil. (s. 38/39)
Tikel tanıtlamanın daha iyi olduğunu düşünebiliriz. Tanıtlama daha çok bilgi edinmemizi sağlıyorsa daha iyi bir tanıtlamadır, her bir nesneyi başka bir şeye bağlı değil de kendi başına bildiğimizde daha çok bilgi ediniriz. (s. 42)
Öte yandan tek bir anlamı olduğu için tümelin tikellerin dışında bir varlığı olduğunu veya öteki nesnelerde neliğe inmeyip niteliği, göreliği, etkiyi imleyenlerden daha çok var olduğunu kabul etmek hiç de zorunlu değil, bu kabul ediliyorsa nedeni tanıtlama değil, dinleyicidir. (s. 43)
Tanıtlama tikelleştikçe sonsuz olanlara yönelir. Ne ki sonsuz olanlar bilinemez, sınırlı olanlar bilinebilir. Demek ki tikelden çok tümel olan bilinebilir. O halde tümel olanlar daha çok tanıtlanabilir. Daha sağlam bir tanıtlama daha fazla tanıtlanabilenlere özgü; nitekim daha çok göreliler zamandaş. Öyleyse, daha sağlam bir tanıtlama olduğuna göre tümel tanıtlama daha iyi. (s. 44)
İlkeler iki türlüdür; tanıtlamayı oluşturanlar ve tanıtlamanın konusu olanlar; tanıtlamayı oluşturan ilkeler olarak, tanıtlamanın konusu olanlar ise özgü ilkeler, sözgelişi sayı ve büyüklük.
Bilgi ile bilgi nesnesi sanı ile sanı nesnesinden ayrımlı, çünkü bilgi tümel ve zorunlu olanlara dayanır, zorunlu olanın başkaca olmasıysa olası değil. Kimi nesneler doğrudur ve vardır, ne ki başkaca olmaları da olası.
Sanı zorunlu olmayan doğrudan öncülün kabulüdür. Dahası, görünenlere uyan bir kabul; sanı sağlam değil, doğa da öyle.
Başkaca olması olanaksız olan düşünüldüğünde hiç kimse bu konuda bir sanıya iye olduğunu değil, bilgiye iye olduğunu düşünür; ne var ki olmasına rağmenin başkaca olmasına da bir engel olmadığında, sanıya iye olduğunu/olduğu düşünülür; sanı böyle olanlara ait, bilgi ise zorunlu olana. (s. 50)
Nitekim doğrudan olanlara ulaşıncaya değin bilen kişi ile sanan kişi orta terimlerde anlaşacaklardır; olan da sanı nesnesi olabildiği gibi neden de olabilir ve neden orta terimdir. Dolayısıyla ötekisi bilgiye iyiyse, sanan kişi de bilgiye iyedir. (s. 51)
Araştırdıklarımız sayıca bildiklerimize eşit. Araştırdıklarımız dört türlüdür; olanın olduğu, niçin olduğu, var olup olmadığı, ne olduğu. (s. 53)
Nesnenin ne olduğunu bilmek ve niçin olduğunu bilmek aynı.
Demek ki tüm araştırmalarımız orta terim araştırmasıdır, bu açık. Neliğin nasıl gösterildiğini, ne tarzda indirgendiğini, tanımın ne olduğunu ne nelerin tanımlanabileceğini, ilkin bunlarla ilgili çıkan güçlükleri belirttikten sonra söyleyelim. Söyleneceklerin başında deminki uslamlamalara pek yakın bir başlangıç bulunsun. (s. 54/55)
Tek olması bakımından tek olana tek bilgi düşer. Dolayısıyla madem tanıtlanabilir olanı bilmek tanıtlamasını bilmektir, şu olanaksız sonuç çıkacaktır; tanıma iye olan kişi tanıtlamadan bağımsız olarak bilgiye iye olacak.
Tanım neliğe ve öze, varlığa ait. Ne ki tüm tanıtlamaların neliği varsayıp kabul ettiği görünüyor; sözgelişi matematik birimin ve tekliğin neliğini varsayıp kabul eder, öteki bilimlerde de bu böyle. Öte yandan her tanıtlama bir şeyin bir şeye yüklenip yüklenmediğini tanıtlar. (s. 55)
Her tanımlanabilen tanıtlanamaz, her tanıtlanabilen tanımlanamaz, genel olarak bunların her ikisinin aynı nesneye ait olması alsı değil. Dolayısıyla açık ki tanım ile tanıtlama ne aynı ne de biri ötekinin kapsamında olsa gerek; yoksa taşıyıcıları da öyle olurdu. (s. 56)
Sözgelişi 'ruh'un yaşama nedeni kendisiyle aynı olan bir şey olduğu, 'yaşama nedeni kendisiyle olan'ın kendi kendini devindiren bir sayı olduğu iddia edilirse, baştaki tanıtlanmış sayılır; nitekim böylece aynı varolan olmaları anlamında ruhu kendi kendini devindiren bir sayı saymak zorunlu. (s. 57)
Tanım tek bir şeyi açıklar, tanıtlama da öyle; ne ki insanın neliği ile insanın varlığı başka.
Varolan her şeyin varlığını tanıtlamayla göstermek zorunlu diyoruz, meğer ki varlık nesnenin özü ola. Ne ki hiçbir şeyin özü varlık değil; varlık cinz değil. Öyleyse olanın olduğunu tanıtlama ortaya koyacaktır; bu günlerde de bilimler bunu uyguluyorlar. (s. 59)
Nedeni bildiğimizde bilgi edindiğimizi düşünürüz; nedenler ise dört türlü; biri nesnenin neliği, biri kendilerinden (kendilerinin olmasıyla) bir şeyin zorunlu olarak çıktığı şeyler, bir ötekisi ilk devindiren, dördüncüsü ereksel neden. Bunların tümü aynı orta terim aracılığıyla gösterilir. Bir tek öncül alındığında kendisinden belirli bir şeyin zorunlu olarak çıkması söz konusu olmaz; bu en azından iki öncülde ve de bunları tek bir orta terimi olduğunda söz konusu. Demek ki sonuç bu bir tek orta terimin kabul edilmesinden zorunlu olarak çıkar. (s. 63)
Söz gelişi nasıl ki 'varlık' üçlü ve de sayı olmayanda bulunur, her üçlü de bulunup da üçlü olmayan da bulunan bir şey; teklik her üçlüde bulunur ve kaplamı daha geniş (beşlide de bulunur), ne ki cinsinin dışına çıkamaz; çünkü beşli de bir sayı ama sayı dışında hiçbir şey tek olamaz. (s. 68)
Söz gelişi yüce gönüllüğün ne olduğunu araştırıyorsak, bildiğimiz yüce gönüllü kişilerde çuna bakmak gerekir; böyle olmaları bakımından hepsinde bir olan ne? (...) Hakaret edenlere göz yummamak. (s. 71)
Ruh öyle bir varolandır ki onda bu edilginlik olanağı bulunur.
Demin söyleyip de açıkça anlatamadığımızı yeniden söyleyelim. Ayrımsız olanlardan biri durakladığından, ruhun içerisinde ilk bir tümel bulunur. (Nitekim tekil olan duyumsanır, ne ki duyumun içeriği tümeldir; söz gelişi insan duyumun içeriği, Kallias olarak insan değil) parçasız ve tümel olanlarda sona erinceye dek bunlarda da yeniden duraklamalar olur; söz gelişi canlıya değin belirli bir canlı duraklar ve aynı şekilde canlı da bir başkasına değin.
Madem ki us dışında bir şeyin bilgiden daha doğru olması olası değil, us ilkelere ilişkin olsa gerek; şunlardan da gözlenebilir bu; tanıtlamanın ilkesi tanıtlama olamaz, dolayısıyla bilginin de ilkesi olamaz.
Demek ki bilgi dışında ustan başka hiçbir cins doğruya iye değilsek, bilginin ilkesi us olsa gerek. Dahası us ilkenin de kaynağı be aynı şekilde her bilgi her nesneye böyle bağlı. (s. 77)
Çeviren: Ali Houshiory
YKY, 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder