Bilgelik ile felsefe arasında sürekli ve türdeş bir gelişme yoktur. Felsefeyi doğuran şey, anlamlı bir yeniden düzenlemedir; yeni bir edebi biçimin, geçmişin bilgisini koşullayan bir filtrenin yarattığı etkidir. (s. 9)
Kehanete dayanan kuramsal bakış Yunanlılara özgüdür. Kehanet geleceğin bilgisini, böyle bir bilginin aktarılmasını ve ortaya konmasını gerektirir. Bu, tanrının sözüyle, kehanetle dile gelir. Sözde, tanrının bilgeliği insana kendini gösterir ve sözcüklerin ortaya konduğu biçim, düzenleme ve bağlam, insani sözün değil, tanrısal sözün söz konusu olduğunu açığa vurur. Kehanetin dışsal özellikleri şunlardır: Çok-anlamlılık, belirsizlik, kolay kolay çözümlenemeyen dolaylılık ve kuşku. (s. 11)
Arkaik Yunan'da bilgeliğin köklerinin araştırılması, bizi Delphoi kehanetine ve tanrı Apollon'un bütünlüklü bir tanımına götürüyorsa, 'mani'de, daha ilksel olarak, kehanet görüngüsünün arka planında karşımıza çıkar.
Çılgınlık, bilgeliğin anasıdır. (s. 15)
Çılgınlıktan da önce gelen bir şey vardır: Söylen daha uzak bir kökene gönderir. Burada, sembollerin yumağı çözülemez biçimde iç içe geçmiştir ve belli bir yolu keşfetme iddiasına girişmek zorunludur. (s. 19)
Schopenhauer'e göre söylemek gerekirse; akıl, hayvanlığın, yaşama istencinin hizmetindedir, ama akılla acının ve acıdan kaçmanın bilgisine, yani yaşama istencinin yadsınmasına ulaşılır. (s. 22/23)
İnsan geçmişin uçurumunu aşarak Dionysos'la özdeşleşir. (s. 27)
Eğer bilgeliğin kökenleri üzerine bir araştırma Apollon'a ulaşıyorsa ve eğer tanrı kendini bu çevrende 'mani' aracılığıyla ortaya koyuyorsa, o halde çılgınlık kehanet görüngüsünde belirdiği ilk günden bu yana Yunan bigeliğiyle iç içe geçmiş olarak varsayılmış olmalıdır. (s. 31)
Apollon'un doğasındaki çift yönlülük de iç içe geçerek insanların dünyası ile tanrılarınki arasındaki metafizik kırılmayı kanıtlar. Söz aracıdır: O, çılgınlıkla ve esrimeyle gelir; kopuk ve gizemli tanrısal çevren, insani çevrenle iletişime geçtiği anda, işitilebilirlikte, algılanabilirlikte ortaya çıkar.
Apollon'un sözünün bizim dünyamızdaki bu ortaya çıkışı, Yunan söyleninde iki sembolle, tanrıya atfedilen iki nesneyle temsil edilir: Düşmanca eylemi için 'yay', iyilikseverlikliği için de 'lir'.
Yunan bilgeliği, Apollon'un düşmanca eyleminin bir yorumudur.
"Yayın adı yaşam, işi ölümdür."
Herakleitos
Yunanca 'yay' sözcüğü, 'yaşam' sözcüğüyle aynı biçimde sesletiliyordu. O halde, Apollon'un simgesi, yaşamın simgesidir. Yaşam, şiddet olarak, yıkımın bir aracı olarak yorumlanır. Apollon'un yayı ölüm getirir. (s. 32)
Apollon kehanet aracılığıyla insana ölçülü olmayı buyurur, oysa kendisi ölçüsüzdür, onu kendini denetlemeye teşvik eder, ama kendisi kontrolsüz bir 'pathos'la ortaya çıkar. Tanrı bu şekilde insana meydan okur, onu kışkırtır ve neredeyse kendisine karşı gelmeye zorlar. Böyle bir çok-anlamlılık kehanetin sözgüsüne damgasını vurur ve onu karşılığın korkutucu muğlaklığı, insani dünya ile tanrısal olan arasındaki büyük farkı anıştırır. (s. 41)
Muammayı düşüncesinin merkezine oturtan Herakleitos'tan sonra bilginler, muammanın kendisindense sonuçlarıyla daha çok ilgilenirler. Hatta bu amaçla dinsel bir arka plan olarak tragedyaya ve komedyaya sık sık göndermede bulunurlar. (s. 44)
Genç Platon'un farkına vardığı bu durum, İÖ. dördüncü yüzyıla gelindiğinde zayıflar. Muamma, davetler sırasında söylenen toplumsal bir oyun halinde ya da anlağın terbiye edilmesi amacıyla gençler arasında kullanılır. (s. 46)
Muammanın temel 'pathos'unun içinin boşaltılması Aristoteles'te tamamlanmış olur. (s. 47)
Her karşıt çift bir muammadır, bunun da çözümü, arkasında tanrının durduğu birliktir. (s. 57)
- Bilgiye sahip olma iddiasındaki kişi burada muammayı sırtını döner ve diyalektiği önüne alır. -
Diyalektik bu bağlamda, Yunan kültürünün en dikkate değer, en özgün görüngülerinden biridir. Onun bu bütüncül gelişmesi Aristoteles'le tamamlanır. (s. 61)
Yunan dünyasının bakışı söylene yöneldiğinde diyalektik işin içine girer. (s. 66)
"Varlık" muammayı çözer;
çözüm tanrının düşmanca müdahalesi olmadan, bilgin etrafında sunulur ve kabul ettirilir,
insanlar için ölüm kalım tehlikesini ortadan kaldırır.
"Varlık", dünyanın metafizik doğasını koruyan, gizli olanı gösteren ve onu insani çevrene aktaran sözcüğü tanımlar. Bu ortaya çıkışı yöneten koruyucu tanrıça "Aletheia" yani "hakikat"tir.
Parmenides'in bu tutumunda insanlara karşı bir iyilikseverlik hissedilir.
"Varlık" kendi içinde, Parmenides'in şeylerin temelinde olduğunu söylediği gibi, "çarpmayan kalbin" varlığını göstermez, onun yasası sadece "varlık" gerektirir ve Parmenides insanların anlayışsızlığına karşı hoşgörülüdür.
Kendi muammalarını çözmeden ortaya koyan Herakleitos ise daha katıdır. (s. 74)
Böylece diyalektik, "logos"un genel bir kuramı haline geldi ve tartışmacı bir yöntem olmayı bıraktı. Daha önce sözü edilen diyalektik yıkıcılık, her inanışın, her görüşün, yapıcı akılyürütmenin, aldatıcı ve dayanıksız her bilimsel önermenin karşısında, onu kuramsal yoksayıcılığa dönüştüren soyutlama ve tümellik düzeyine sadece Zenon'la ulaştı. (s. 75)
Zenon, bilgin olarak, insan olarak, kendini beğenmişliğin zirvesini temsil eder. (s. 77)
Parmenides ve Zenon'dan sonra bilginler çağı gerilemeye başladı.
(Gorgias) Kuramsal olarak, eğer ayrıntılarıyla düşünecek olursak, Zenon'u geride bırakır, ama onda aynı zamanda diyalektiğin gerilemesinin tohumu da bulunur. (s. 82)
Gorgias tanrıları insanlarla konuşturmuş olan bilginler çağının sonunu ilan eden bilgindir. (s. 83)
Bozulmuş diyalektik, İÖ. 440 yılından sonra, Sophokles'in targedyalarındaki diyaloglarda duyulmaya başlandı. (s. 83)
İşte böylece ilkel diyalektik dilin halkın anlayamayacağı biçimde sokulmasıyla retorik doğdu.
Retorik dar anlamıyla, ilkeler ve kurallar üzerine kurulmuş anlatımcı bir teknik olarak diyalektikle aynı kaynaktan doğmuştur.
Retorik daha incelikli bir anlamda tartışmacıdır, çıkarımını diyalektik kaynağa göre daha doğrudan ortaya koyar.
Sorgulayıcı tartışmada (diyalektik) uslamlamaların bağıyla ikna etmek için yanıtlayan kişiye/kişiyle boyun eğdirme mücadelesi verilir; retorik söylemde ise, hatip, izleyicilerden oluşan kitleye hakim olmaya çalışır.
İlk durumda karşılık veren kişinin yanıtları aracılığıyla yengiye ulaşılır ve en son çıkarımla yengi onaylanır. Oysa, ikincisinde, hatibin kanıtıyla örülmüş bir onaylama yoktur, yengiye ulaşmak için diyalektik biçimin dışında, duygusal bir unsura, yani izleyicilerin ikna edilmesine gerek vardır. Bununla izleyiciler elde edilir ve yengi hatibe verilir. Diyalektikte bilgelik için mücadele verilir, retorikte ise güce yönelmiş bilgelik için çarpışılır. Elde edilmek, etkilemek ve yatıştırılmak zorunda olunan şey insanların tutkularıdır. (s. 84/85)
(Gorgias) Yüzsüz bir dünyeviliğin işareti olan incelikli bir diyalektik dilin yanı sıra, tarzı ve uslamlaması bütünüyle farklı ve yeni bir retorik dili aynı kişinin düzenlemesi olgusu, daha önceki dinsel arka planların terk edilmesine büyük bir doğallıkla eşlik eder. Onun diyalektik uslamlamaları bile bu dünyeviliği işaret eder. (s. 85)
Retoriğin yazıya bağlı olan bu ilineksel durumu, yeni bir edebi türün, yani felsefenin doğuşu üzerinde büyük rol oynadı. (s. 86)
Burada vurgulanan kültürel dönüşümler, retorik çevrenin diyalektik çevrenle iç içe geçmesi ve yazının edebiyat olarak ortaya çıkması, aklın ve "logos"un yapısını yavaş yavaş dönüştürdü. Yazının bir parçasını oluşturduğu bu halk söylemleriyle, onu oluşturan öznelerden koparılamayan halk yararına bir gösteriye dönüştüğü için köktenci bir aldatmaca uygulamaya kondu.
...yazıda içsellik yitirilmiştir... (Aletheia) (s. 87/88)
Platon, edebiyat olarak ayrım gözetmediği bir halka hayali tartışmaların içeriğini anlatımcı bir çerçevede sunduğu yazın olarak diyalektiği, yazılı retoriğin, yazılı diyalektiğin özel bir türü olarak diyaloğu keşfeder. Bu yeni yazın türü Platon tarafından yeni "felsefe" adıyla tanıtılır. (s. 89)
Platon pek çok kez Herakleitos'un, Parmenides'in ve Empedokles'in çağını "bilgeler" çağı olarak tanımlamış, onların karşısında kendisini bir felsefeci olarak yani "bilgelik aşığı" yani bilgeliğe sahip olmayan biri olarak sunmuştur. (s. 90)
Platon ve İsokrates. İkisi de sundukları şeye aynı adı verdi; "felsefe". İkisi de aynı şeyi hedefledi; "paideia" yani eğitim.
Gorgias'la diyalektik kaynağından kopmuş olan retorik yolu, İsokrates'le kökeninden büyük ölçüde uzaklaştı; İsokrates onu tam bir yazılı eser haline getirerek retoriğin temel sözelliğine ihanet etti. (s. 93)
Bugün bile "felsefe" denilen şey Platon tarafından bu adın verildiği şeyden gelmektedir. (s. 94)
La Nascita Della Filosofia
Türkçeleştiren: Fisun Demir
Dost Kitabevi, Ankara, 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder