26 Haziran 2010 Cumartesi

Georg Lukacs - Tinin Fenomenolojisi'nin Merkezindeki Felsefi Kavram Olarak Entausserung (dışsallaşma)

Entausserung terimi, felsefi açıdan, bildiğim kadarıyla, hem bir nesneyi öne sürmenin öznenin bir dışsallaşmasını ya da yabancılaşmasını ima etmesi hem de nesnenin, aklın 'dışsallaşmış' bir edimi olarak düşünülmesi anlamında, ilk olarak Fichte tarafından kullanılmıştı.

...Schelling, 'koşullanmak' (bedingen) terimini, Hegel'in daha sonraları 'dışsallaşma' olarak adlandırılacağı şeyi betimlemek için kullanmaktadır.

Koşullanmak, ondan ötürü bir şeyin (belirli) bir şey olduğu eyleme verdiğimiz addır; koşullanmış (bedingt) ise, bir şey (ding) olmuş olandır. Ve bu, aynı zamanda, hiçbir şeyin kendisi yoluyla bir şey olarak konulamayacağını, eş deyişle koşullanmamış bir şeyin bir çelişki olduğunu açık hale getirir. Çünkü koşullanmamış olan, bir şeye dönüşmemiş ve dönüştürülemeyen bir şeydir. (s. 129)
Hegelci 'dışsallaşma' kavramında esas olarak üç aşamayı ayırt edebiliriz:
1) İlk olarak, bu kavram iktisadi ya da toplumsal bir türde her çalışmaya ve her insan etkinliğine ayrılmaz bir biçimde bağlı olan kompleks özne-nesne ilişkisine göndermede bulunur.
2) İkinci olarak, 'dışsallaşma'nın bilhassa kapitalist formu, eş deyişle Marx'ın sonraları 'fetişizm' olarak adlandıracağı şey söz konusudur. (s. 130)
Hegel'de kuşkusuz, insanlar arasındaki toplumsal ilişkiler açısından, sosyo-ekonomik oluşumların fetişleşmiş nesnelliğini açıklayarak güçlü eğilimler bulunmaktadır. (s. 131)
3) Sonradan 'şeylik' ya da nesnellik ile eşanlamlı olacak olan 'dışsallaşma' kavramının geniş bir felsefi yayılımı söz konusudur. Bu, içerisinde nesnelliğin tarihinin resmedildiği formdur: Özdeş özne-nesnenin 'dışsallaşma' aracılığıyla kendisine geri dönen yolculuğunda diyalektik bir uğrak olarak nesnellik.

"...tin, kendisine bir öteki, eş deyişle kendi kendisi için bir nesne olma sürecine ve bu ötekiliği aşmaya bağlı olduğundan nesne haline gelir." Hegel (s. 132)

'Dışsallaşma' ile 'şeylik'in ya da nesnelliğin yanlış eşitlenmesi, Hegel'i, doğa ve toplum tanımında ve onları ayırt etme girişiminde oldukça yanlış ayrımlar yapmaya götürmektedir.
Tinin içinden geçtiği bu son form, yani doğa, onun canlı, dolaysız gelişim sürecidir. Doğa,-kendi olmadan yoksun bırakılan (dışsallaşmış) tin-, dış- varlığında bu 'kalıcılık'ının ebedi dışsallaşmasından ve özneyi yeniden kuran devinimden başka bir şey değildir. (Geist)

Hegel'e göre, insanlık tarihi başlayana kadar yeryüzünün tarihi tamamlanmıştır ve daha ileri bir gelişime tümüyle son vermiştir; ve henüz gelişmekteyken bile, Hegel'in onu resmedişi hatırı sayılır derecede çelişkilidir. (s. 134)

Onun amacı insan varoluşunun tikel karakterini açıklığa kavuşturmaktır ve o, nesnel idealizmin diyalektik alanında kendisine en yakın olan düşünürlerin (Schelling ve Goethe) doğayla haddinden fazla meşgul olduğu bir çağda, bunu yaptığı için suçlanmaktadır. (s. 135)

Hegel'in şemasında, tarihsel sürecin başlangıcı ve sonu çakışır; eş deyişle tarihin sonu, onun başlangıcında önceden tasarlanır. (s. 137)
Bu, tarihin kendini ortadan kaldırması anlamına gelir. (s. 138)

Yabancılaşma, emek ediminde, keskin bir biçimde nesnel gerçeklikten, nesneleşmeden ayırt edilir. (Marx'ın çözümlemesi) (s. 141)
Yabancılaşma, bu şekilde, insan yaşamının tüm öznel ve nesnel gerçekliğine nüfuz eder. Nesnel açıdan emeğin ürünü, insana hükmeden yabancı bir şey olarak görünür; öznel açıdan ise, emek süreci, yukarıda betimlenen şeyin yabancılaşmasına tekabül eden bir kendine yabancılaşmadır. (s. 142)

...Felsefi tin, kendi kendine yabancılaşması içine düşünen-eş deyişle kendisini soyutbir şekilde kavrayan-dünyanın yabancılaşmış tininden başka bir şey değildir. Mantık dışsallaşmış düşüncedir, dolayısıyla da doğadan ve gerçek insandan soyutlanan düşüncedir; soyut düşüncedir. (Marx, 1844)

Hegel bunu algılamaz ve yabancılaşmış düşüncenin yabancılaştığını fark etmeyi beceremeyerek, hatta onu yabancılaşmanın ortadan kaldırılabileceği araç olarak görerek, eleştirel olmayan bir idealizme kapılır ve gerçek yabancılaşma modelini başı üzerine çevirir. Bununla tutarlı olarak, Hegelci idealizm, insanı öz-bilinciyle özdeşleştirir. (s. 143)

Hegel'e göre 'dışsallaşma' eninde sonunda bilincin 'dışsallaşması' olduğundan, yalnızca bilinç tarafından, bilinç içerisinde aşılmalıdır. (s. 151)

Tarihsel açıdan, Hegel ile eşit düzeye ancak bir kişi yerleştirilebili: Goethe.
Fenomenolojinin hazırlık aşamalarının, Goethe'nin Faust'uyla uzun ve ayrıntılı bir meşguliyetin kanıtını sunması sadece birtesadüf değildir. Her iki çalışma da benzer bir özlemi ifade eder: İnsanlığın gelişiminin, gelinen noktada ansiklopedik bir açıklamasını vermek ve bu gelişimi, bizzat yasaları açısından, onun içkin deviniminde resmetmek.

Goethe ve Hegel, burjuva gelişiminin son büyük trajik döneminin başlarında yaşadılar. Her ikisi de ufukta burjuva toplumunun çözülmez çelişkilerini görebiliyordu; her ikisi de tarihin nasıl birey ile tür arasında bir uçurum yaratmakta olduğunu görebiliyordu. Onların büyüklüğü bir yandan, bu çelişkilerle korkusuzca yüzleşebilmelerinde ve onları felsefe ve şiirin en yüksek düzeyinde ifade etme çabalarında yatar. (s. 160/161)

...Goethe'nin Faust ya da Wilhelm Meister'inin keşfettiği yol ile, kabaca söylenecek olursa, Hegel'in Tinin Fenomenolojisi'ndeki tinin yolu aynıdır. (s. 161)

Çeviren: Doğan Barış Kılınç
Baykuş, Mayıs 2008, Sayı: 2 (s. 127-161)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder