Blanchot için yazmak bir takıntı hali, ölüme yönelik
takıntıdan farkı yok bunun. Ölüm bir sınır, ötesi yok. Tam o noktada bir sınır
deneyimi olarak yazmak. Yaptığını/yazısını bu şekilde tanımlamış (başarılı bir
halkla ilişkiler çalışması).
Metin boyunca yarım kalmış, yarım bırakılmış intibaından
kurtaramadım kendimi.
Ölüme dair yaygın olarak duyduğumuz sözlerden biridir; “zamansız
öldü” (zamanını belirleme şansımız varmış gibi…) bu ifadeye atıf yapar gibi
yazıyor Blanchot; sözcükleri kesilmiş, sonlandırılmış, öldürülmüş gibi. İnsanlar
gibi sözcükler için de ölüm hali mümkün mü? Ya da sadece ölümü vurgulamak üzere
böyle bir tarz ortaya koymuş.
Ölüm düşüncesi, ölümü düşünmemize yardımcı olmaz.
Yazının sınırında hep sessiz yaşamaya mecbur olmak...
Yarım yamalak bir an mı
Kesinlikle bir yalan mı
Oturmamış bir hakikat mi
Sessiz bir arzu mu
Belleğin o katı mutsuzluğunda sanki herkes belleği sahiplenebilirdi ama unutmak kimsenin değildi.
Geleceğin boşluğu, ölüm orada geleceğimize sahiptir.
Geçmişin boşluğu, ölüm orada mezarı olan varlıktır.
Tarih, rastlantının başka türlü söylenişidir.
Yaşam, ölümün yasakladığı şeydir.
Kurtar beni uzun sürmüş bu sözden.
Ben bilmiyorum, bilmemeyi becerebilecek bir ben yok.
Uzaklar yakını çağırır.
Ama eğer her an zaten yok olmuş olsaydım hangi varlığın gölgesini sahiplenecektim ki. Bir yanıtın eksikliğinden oluşan garip boşluk.
Yasaya karşı gelme; gerçekleşmesi olanaksız olanın önlenemez gerçekleşmesidir ve ölüm eylemi işte (tamda) budur.
Ölmek hayalden, hayallere özgü ağırlıktan daha hafiftir.
Bilgi kaygı verir ama gene de kaygı bilmeye bağlı değildir.
Sanki bilme, bilmeye dayanamayacağımız şeyi bilmemiz için bize verilmiş gibidir.
Yaşamın barındırdığı umut olmadan yaşama karşı umudun dönüşümü de olmadan (buna saldırganlık deniyor) yaşamak, yaşamak mıdır, ölmek midir?
İçinde yok olduğum, herkesin bendeki kaygısı.
Kendinden kurtulmak için başkalarından yararlanmayı düşünme; kendine mahkumsun, başkasını benimseyebilmek için bir başkasının daha olması gerekir. Ama ben, sen olarak hiçbir şey değilim. Hiçbir şey.. İşte gereken de bu zaten, dayanılmaz olan hiçbir şeye dayan.
Yakın olanın uzak olana övgüsü...
Kurtar beni uzun sürmüş bu sözden...
---
Notlar
Nami Başer’in giriş yazısından
Sanki ucunda ölüm vardır söylediklerinin.
“Öteye adım” bir gerçekle karşılaşmıştır arada: ötesi
yoktur. Ötesi ölümdür. Bu iki arada bir derede olmanın bir tür topografisini
bize sunmaktadır yazar.
Bu metin, böyle bir uçurumun, atılmayan adımın uçurumun
kenarındaki tutanağıdır.
Edebiyat, ölüm ülkesine bir iniştir; bir kendinden geçiş,
bir kendinden ayrılıştır.
Öteye Adım Yok Ötesi /
Notlar
Bu duruma bir bakalım.
Ölüme alışık değiliz. (kitap bu cümlelerle başlıyor. (s. 19)
Ölüm düşüncesi, ölümü düşünmemize yardımcı olmaz.
Ölürken düşünmeyebilsek bile düşünürken ölmekteyizdir: her
düşünce ölüme gebedir; her düşünce, son düşünceye dönüşmektedir.
Dünyanın geçmişinden kalan bir miras vardır. Onunla ilişkin
(…) seni belirledi. (s. 21)
Sadece bir sözcük, belki fazladan bir sözcük, hep fazladan
olduğu için hep eksik olan bir sözcük. Bir sözcükten başka hiçbir şey değil.
(s. 24)
Benliğin ötekiyle ilişkisini düşünmek zor (o, bu ilişkiyi
açıklamaktadır).
Yazının sınırında, hep sensiz yaşamaya mecbur olmak. (s. 26)
Aynı olanın Ebedi Dönüşü…
Geçmiş, deniliyor, gelecekle aynı olmaktadır. Demek ki artık
fiil kipleri bir tane, daha doğrusu ikili bir kip var, sonraya bırakılan bir
aynılık… (s. 32)
Ebedi dönüş yasası geleceği geçmişte yaşamayı, geçmişi
geleceğe bağlamayı sağlar, geçmişle gelecek değiş tokuş edilemez yine de…
Geleceğin boşluğu: orada ölüm geleceğimize sahiptir. Geçmişin
boşluğu: ölüm orada mezarı olan varlıktır. (s. 35)
Kurtar beni uzun sürmüş bu sözden. (s. 74)
Ölmek insanı kaygıdan kurtarır.
Acılı ağız huzurla konuşuyordu.
Ölüm, ölümden kurtarır…
Le pas au-dela
Türkçeleştiren: Nami Başer
Ayrıntı Yayınları
2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder