2 Haziran 2010 Çarşamba

Lenore Terr - Oyun, yetişkinler için neden ihtiyaçtır

Oynamak insanı canlandırır (s. 22)
Oyunu eğlenceye yönelik etkinlik olarak tanımlıyorum (s. 23)
Gönlümüzde ciddiye almadığımız bir şey (s. 23)
Gerçekleşmesi mümkün olan bir şeyin peşinden koşmaya dayalı bir etkinlik (s. 23)
Başından geçen kötü bir olaydan sonra bir çocuğun oynadığı oyunun doğasında korkutucu olma ve aynı zamanda da vazgeçilmez olma eğilimi vardır. (s.24)
Tedavi sırasında hastanın anlattığı olayları oluşturan faktörler ve onların sebep-sonuçları incelenirken, rollero değiştirme oyunu oynanırken iki taraf biraz da olsa eğlenmiyorsa, hastanın tedavisinde başarı şansıda düşük oluyor. (s. 24)
Bir yere ait olma duygusu ve mutluluğu. (s. 27)
Ama oyun bu değil. (s. 28)
Kendi kendine oluşan eylemler. (s. 29)
Oyun <-> rekabet
Oyalamak, vakit geçirtmek ve eğlenmek... (s. 30)
Dysnomia -> Nesne isminin unutulması
Yetişkinlikte oynanan oyun bir anda ortaya çıkmaz. Onu oluşturan nedenler vardır. Çocukluk korkularımız, kayıplarımız, dileklerimiz, tercihlerimiz, hatta rüyalarımız bunlardan bir kaçıdır. (s. 45)
Bugünün dünyasında oyun kayıp bir anahtardır, içimize giden yolda tüm kapıları açan bir anahtar.
Eğlencenin içeriği kontrol edilemez olanı kontrol etmeye çalışmaktır. Haz, tehlikeyle güvenliğin kesiştiği noktada oluşur. Bu evrensel oyun herkesin hoşuna gider, dışarıdan seyreden birinin bile. (s. 56)
Bebeksi reflekslerimiz kaybolduktan sonra bir daha ortaya çıkmazlar. Bu nedenle ortalıkta görünmezler ama aslında hala oradadırlar. Geçmişe ait izlerde beynimizden hiç silinmezler. Sadece artık sözlere dökülmezler. (s. 57)
Endişesiz ruh hali, gülücükler ve sizi de içine çeken bir neşe... (s. 62)
Küçük bir çocukken kısa süreli ayrılıklar arsında tek başına zihinsel oyunlar oynayan kişiler, yetişkin zamanlarında da aynı oyuncu tavrı sergilemeye devam ediyorlar. (s. 68)
Yetişkinlerin oyunlarının çoğu cinsellikte başarı kazanmak üzerine kuruludur. Dikkat çekmek, hayranlık uyandırmak, birini ve bir şeyi elde etmek için rekabete girmek bize heyecan verir. (s. 126)
Birisinin doğru oynamadığı için öldürüldüğü bir film gördünüz mü hiç (s. 133)
Bütün oyunların ilk kuralı oynadığımızın oyun olduğunu bilmektir. (s. 134)
...ebe ile kömtülük kavramı nasıl iç içe geçiyor... (s. 137)
"...elleri cebinde duvara yaslanmış da olsa, yüzünde yoğun bir ifade taşıyan herhangi bir çocuk, oyun oynuyor olabilir." (s. 140)
Bedeli ne olursa olsun kazanmak isteyen insanlar bize çekici gelir. Haksızlıklarla karşı karşıya kalıp mücadeleyi kaybeden insanlarda öyle. (s.147)
Yaşamını anlamlı kılacak ve uğrunda savaşılacak amaçlar. (s. 163)
Bazı yetişkinler, sırf birlikte vakit geçirme alışkanlıklarını devam ettirdikleri için bile şanslı sayılıyorlar. (s. 174)
Aries, iyi bir saptama yaparak; oyunun bir toplumun görenek ve törenlerinden arta kalan etkinlik olduğu sonucuna varmıştı. (s. 204)
Huzinga, Aries'inki kadar iyi bir karşı teze sahipti ve oyunun gelişim göstererek toplumun göreneklerine ve dinsel etkinliklerine dönüştüğü savını ortaya atmıştı. (s. 204)
Oyun... bir ulusun öfkesini boşaltmasına da katkıda bulunuyor. (s. 204)
Oyunun psikolojik tedavisi genel olarak üç aşamadan geçiyor: Boşaltım, yeni bir bakış açısı edinme ve düzeltme. Başlarına gelen üzücü olaylar sonucu ruhsal dünyasında ortaya çıkan iç çatışmalar, çocuklarda güçlü bir duygu birikimine yol açıyor. Ancak oyunlarının konusunu yaşadıkları bir olaya benzeterek, bu yoğun duygu birikimini bir ölçüde hafifletmeye çalışıyorlar. Buna boşaltım veya yeniden canlandırma deniyor. Daha sonra aynı oyunu çeşitli şartlarda ve çevrelerde oynayarak, bu küçük insanlar sorunlarını yeni ve daha geniş bir açıdan görüyorlar.
Demek ki sorunları o kadar da büyük değilmiş. (s. 244/245)
Yaptıkları işi kişisel bir oyuna dönüştürebilen insanlar daha başarılı gözüküyorlar, ayrıca daha mutlular. (s. 261)
İnsanların oyun oynamaları için ne kadar çok çaba gösterirseniz oyun oynama olasılıkları o denli azalır. (s. 269)
Kendimizi bir oyuna adadığımız zaman buna hayat boyu tutulması gereken bir söz olarak bakmalıyız. (s. 280)


Çeviren: Murat Köseoğlu
literatür, 2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder