Georges Bataille –
İmkânsız
Yalnızca ölümün ve arzunun soluğu bastırma ve gücü vardır.
Yalnızca arzunun ve ölümün aşırılığı hakikate ulaşmamızı
sağlar.
Yalnızca nefretin gerçek şiire ulaştığı kanısındaydı. (s. 7)
Sinirlerin olağandışı hali, sözcüklerin ötesinde sinirlenme:
sevmek, bu noktada, hasta olmaktır (ve ben hasta olmayı seviyorum). (s. 11)
Beni durduran şey bir mutluluk değil, ona erişmedeki
yetersizliğimdir. (s. 12)
Kendime güvenim kalmadığında ayaklarımın altında bir boşluk
açılıyor. Varlığın gerçeği, şansın saf gerçeğidir ve beni yükselten şans beni
yıkıma götürüyor. (s. 14)
Beni B.’ye bağlayan şey, ortak, güvenli bir yaşam değil;
onun ve benim önümüzde bir boşluk gibi uzanan imkânsızdır. (s. 16)
En son anlamsızlık bile, her zaman için tüm diğer anlamların
yadsınmasından oluşmuş bir anlamdır.
…arzu (dostluğun arttırdığı sıkıntı) öyle muhteşem tatmin
edildi ki, umutsuzluğa düştüm. (s. 19)
Sıkıntıdan boğularak yaşıyorum ve tam da yaşamayı
sevemediğimden, ölümden korkuyorum. (s. 23)
Bir şeye ulaşmak için gerekli araçlara sahip değiliz. (s.
25)
Aşırı sofuluk dindarlığın zıttıdır, aşırı ahlaksızlık zevkin
zıttıdır. (s. 30)
Mola vermeden felsefeyle yüz yüze gelinemez.
Varlığımı sürdürmek neye yarıyor? (s. 41)
Kaybedilen davanın peşinden gitmek niye? (s. 42)
B. kendinden kaçıyor. Yine de…
Kimse yazgıyı onun gibi zorlamamıştır. (s. 43)
B.’nin kendisi gecedir, geceyi özler. Bir gün dünyayı
bırakacağım: o zaman gece gece olacak ve ben öleceğim. (s. 46)
A.’nın boşunalığı: bu, arzusuz olmaktır (hiçbir şey
beklememek). Zihin açıklığı arzuyu dışlar (ya da belki öldürür, bilmiyorum):
varlığını sürdüren şeyi arzu yönetiyor, (s. 54)
Bu nesne, kendi içinde, arzunun ona verdiği değere sahip
değil. (s. 56)
Sakallarının ardına sığınan bir korkak. (s. 60)
Bu dünya bana sevdiğim şeyi vermiş ve geri almıştı. (s. 65)
Bu dayanılmaz anları, onu arzulamak, onu istemek
güzelleştiriyordu. (s. 67)
Eğer sevilen kişinin ölümü, dehşeti (boşluğu), içeri
girmesine katlanamayacağımız kadar içeri sokmuyorsa, yaşıyor olmamız hakkında
neyi bilebiliriz. (s. 68)
Şatonun ortasındaydım, ölünün evinde oturuyordum ve
sınırları aşmıştım. (s. 78)
Düşüncelerim her yanda kayboluyordu. Şeylere sahip
olmadıkları bir değer vererek aptallık etmiştim. Bunaklığın veya ölümün
oturduğu bu ulaşılmaz şato, başka herhangi bir yerden farksızdı.
Ahlaksız davranışlarının tek amacı vardı: Tavrına maddi bir
yarar sağlamak. (s. 79)
Zekâ yok oluyor: insanın zekâsını tanımlayan şey zekânın
ondan kaçırdığı şeydir. Dışarıdan bakıldığında zekâ yalnızca zayıflıktır.
En büyük zekâ, aslında en kolay aldanan zekâdır. (s. 80)
Yalnızlığın hiçbir şeye boyun eğmemiştir, her şeye hâkimdir
ve sonsuz bir zayıflık bilinciyle, tam da imkânsızlık duygusundan ibarettir.
(s. 84)
Çıplaklık ölümden başka bir şey değildir. (s. 87)
Yalnızca ölüm yeteri kadar güzeldir. (s. 101)
Öyle yorgunum ki eriyip yok olmayı düşlüyorum.
Herhangi bir anlamdan yola çıkarsam, bu anlamı yok ederim…
veya sonunda anlamsızlığa varırım. (s. 117)
Tıpkı bir ağacın kökleri görünmez ağı ile toprağa tutunması
gibi biz de ölüme tutunuyoruz. Ama biz, köklerini yadsıyan “ahlaklı” bir ağaca
benziyoruz. (s. 124)
Yürek başkaldırdığı ölçüde insanidir.
İnsan olmak yasaya boyun eğmemektir.
Gerçek şiir yasaların dışındadır. Ama şiir, sonunda şiiri
kabul eder. (s. 164)
Şiir, kendinin bilgisi değildir, uzak bir ihtimalin (daha
önce varolmayanın) deneyimi hiç değildir; erişilebilir imkânların sözcükleri
yoluyla basit bir çağrışımdır. (s. 168)
Şiir ara terimdir, malum olanı meçhul olanın içinde gizler.
(s. 170)
L’Impossible
Türkçeleştiren: Mukadder Yakupoğlu
Kabalcı Yayınevi
Mayıs 1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder