Hatice Şimşek - Hadislerde Mesken Mahremiyeti – Notlar
Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Erzurum, 2021
Giriş
Tarihî süreç içerisinde yaşanan gelişmeler mahremiyet
kavramına duyulan ihtiyaçta farklılıklar meydana getirmiştir.
…her din ve inanç sistemi de kendi değer yargıları üzerinden
kavramı anlamlandırmaktadır.
Mahremiyet Kavramı
Mahremiyet kavramı, Arapça mahrem kelimesine (-iyyet) eki
getirilerek türetilmiş bir sınâî mastardır.
Mahrem kelimesinin kök harfleri ise (h-r-m) harfleridir. Bu
üç harfin (harâmun = yasak olmak), (hirmun) ve (hirmânun = yoksun, mahrum
bırakmak), (haremun = bir yerin yasak olması) (hurmun = ihram), (hurmetun =
saygı, hürmet göstermek) şeklinde altı adet sülasi mastarı vardır.
Arapça’dan Farsça’ya ve Osmanlıca’ya geçmiş olan mahrem
kelimesi; Farsça’da na-mahrem, “el, yabancı, evlenilmesinde sakınca olmayan”
anlamında kullanılmakta, Osmanlıca’da ise; “şeriatın yasak ettiği şey”, “gizli
olan, herkese söylenmeyen”, “herkesçe bilinmemesi icap eden”3 şeklinde
tanımlanmaktadır.
Batı dillerinde "privacy" (gizlilik) ve
"intimacy" (yakınlık) kelimeleriyle karşılanmaktadır.
Mahrem olanın sınırlarının çizilmesinde içerisinde yaşanılan
kültürel algı belirleyici olmaktadır.
Batı kültürlerinde mahremiyet algısı dokunulmazlık üzerine
kurulurken; Doğu kültürlerinde mahremiyet algısı görünmezlik üzerine inşa
edilmektedir.
İslâmî terminolojide zarûrât-ı diniyye denilen ve korunan
beş temel esas vardır. Bunlar; din, can, akıl, mal ve ırzdır.
Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde özel hayat ve özel hayatın
gizliliğine dair hususi bir tabir bulunmamaktadır.
Tesettür emri:
Mahremiyete dair ilk algı, yeryüzünde insanlığın başladığı süreç olarak
değerlendirilen Hz. Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesine kadar
götürülmektedir. Hz. Âdem ve Havva’nın, mahrem yerleri açılınca herhangi bir
uyarı olmadan hemen avretlerini örtme çabaları insanda hayâ duygusunun fıtrî
olduğunu, çıplaklığın ve vücudun bazı yerlerini göstermenin fıtrata
aykırılığını kanıtlarken, Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdükten sonra cesedini
ne yapacağını bilememe telaşı ve bunun bir kargayla ona öğretilmesi, bedenin
hayatta iken hem de öldükten sonra örtülmesini işaret etmekte ve böylece
bedeni, mahrem saymaktadır.
Kişi bedenini örttüğü gibi muhatapları da bakışlarını
korumakla yükümlü tutulmaktadır[r1] .
İzin emri:
Kur’an’da kişilerin başkasının evine ve özel yaşam alanlarına izinsiz bakmaları
ve girmeleri yasaklanmaktadır.
Tecessüs yasağı: tecessüs
ifadesi zanla birlikte ele alınmıştır. Çünkü tecessüs, kendisinden sakındırılan
sû-i zannın bir sonucudur. Nitekim kişi, zannının doğruluğunu-yanlışlığını,
gizlice tahkik etmeye çalışır ve neticede kişi, gizlice bilgi toplama yoluna
girer ve insanların kusurlarına, gizli saklı hallerine muttali olur.
Tecessüs bazen konuşmalara kulak kabartmak şeklinde de
olabilir. Tecessüsün bu şekli “tehassüs” olarak isimlendirilmektedir.
Tarım toplumundan sanayi ve bilgi toplumuna geçişle birlikte
mahremiyet algısı kolektif yapıdan bireysel yapıya evrilmiştir.
Beden, Mekân ve Bilgi Mahremiyeti
Hadislerde Mesken Mahremiyeti
Mesken Arapça bir kelime olup kök harfleri (s-k-n)’dir.
Mesken kelimesi durmak, sakin, huzurlu olmak, sükûn bulmak, oturmak, ikamet
etmek gibi anlamlara gelen süknâ veya seken kökünden türetilmiş ism-i zaman,
ism-i mekân ve mimli mastar vezninde bir kelimedir. Sükûn bir şeyin hareket
ettikten sonra durması, hareketin sona erdiği hal olduğuna göre; mesken de
kendisiyle sükûn bulunan mekân, konaklama ve geceleme yeri demektir.
Modern apartman yaşamı, bitişik nizam ve "açık
mutfak" gibi mimarî unsurlar görsel ve işitsel mahremiyeti zayıflatmıştır.
Peygamber ev sahibi olmayı teşvik etmiş, ancak gösteriş
amaçlı binaları yererek ihtiyaca uygun genişlikte evleri önermiştir.
"Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir
vebaldir"
İbn Haldun, Mukaddime’ de şehirleri kurarken, güzel havası
olan, temiz, sulu, otlaklara ve tarım alanlarına yakın, yüksek yerlerin tercih
edilmesini tavsiye etmektedir.
İslam şehir modelinde cami merkezdedir; yolların genişliği
ve çıkmaz sokaklar mahremiyeti korumak üzere tasarlanmıştır.
Kûfe’yi kuran Sa‘d b. Ebî Vakkâs (r.a)’ın şehiri planlarken
öncelikle caminin yerini tayin ettiği sonra bir okçuya dört yandan oklar
attırarak evleri, okların isabet ettiği yerlerin gerisine yaptırdığı
bilinmektedir.
Geniş bir mesken, salih bir komşu, rahat bir binek kişinin
saadetindendir.
Âdemoğlunun bedbahtlığı üç şeydendir: “Kötü eş, kötü ev ve
kötü binek.
Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine caizesini yerine
getirsin.” Sahabeler: “Ey Allah ’ın Rasûlü! Misafirin caizesi nedir?” dediler O
da şöyle buyurdu: “Misafiri bir gün bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç
gündür. Bundan sonrası da ona sadakadır.
Tesettür ayeti inip, kadınların ihtiyaç gidermek için dışarı
çıkmaları mahremiyet açısından uygun olmayınca evlere helalar yapıldı.
Mesken Dokunulmazlığı: Hiç kimsenin konutuna izinsiz
girilemez; bu, dinî bir haktır.
İsti’zân İlkesi: Bir eve girmeden önce üç kez izin istemek
ve selam vermek zorunludur.
Sonuç
Evin / beden ve bilgi mahremiyetiyle de ilişkisi vardır.
…kent yaşamı ve teknolojik imkânlara bağlı olarak yaşanan
ihlallerin ve yozlaşmanın önüne geçilmesinde dinin bu husustaki bakış açısını
evlerimizde, aile ortamımızdan başlayarak topluma yerleştirmeye çalışmak…
…
Mahremiyet, bir canlının derisi gibidir; hem dış dünyayla
sınırını belirler hem de içindeki yaşamsal organları (özel hayatı) korur. Deri
zedelendiğinde canlı savunmasız kaldığı gibi, mesken mahremiyeti zedelendiğinde
de aile ve toplumun huzuru tehlikeye girer.
…
22.12.2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder