Yi-Fu Tuan - Mekan ve yer - Notlar
Deneyim Perspektifi
Space and place, the perspective of experience, University
of Minnesota Press, Minneapolis, 2001
Mekân nedir?
Teolog Paul Tillich'in hayatından bir kesit, mekânın
anlamını ele alıyor. Çocukken, Doğu Almanya'daki küçük, Orta Çağ karakterli
kasabası ona dar ve kısıtlayıcı geliyordu. Ancak her yıl Baltık Denizi'ne
kaçışı, ona "Sınırsız ufka ve sınırsız mekâna kaçış" hissi veriyordu.
Fizikçiler Niels Bohr ve Werner Heisenberg, Danimarka'daki
Kronberg Kalesi'ni ziyaret ederken yerin kimliği sorusuyla karşılaşıyorlar.
Bohr, Hamlet'in orada yaşadığını hayal ettiklerinde kalenin nasıl değiştiğini
dile getiriyor.
Basit bir efsane, taşlardan oluşan bir kaleye bambaşka bir
dil konuşturabilir.
Deneyim, bir kişinin bir gerçekliği bilmesi ve inşa etmesi
için kullandığı yolların genel terimidir.
Deneyim, dış dünyaya yöneliktir ve aynı zamanda benliğin
içsel olarak nasıl etkilendiğini de ortaya koyar.
Deneyimlemek öğrenmektir; verili olana göre hareket etmek ve
verili olandan bir şeyler yaratmak demektir.
Görmek ve düşünmek yakından ilişkili süreçlerdir;
İngilizcede "görüyorum", "anlıyorum" anlamına gelir. Tat,
koku ve dokunma duyularının da bilişsel gücü vardır. Koku ve dokunma gibi
duyular, bilişsel olarak geliştirilebilir.
Mekân, doğrudan hareket edebilecek bir alan olarak
deneyimlenir. Tat, koku ve işitme, tek başına geniş bir dış dünya farkındalığı
sağlayamasa da, "mekânsallaştırıcı" yetilerle birleştiğinde mekânsal
kavrayışı zenginleştirir.
Mekân bir tür nesnedir; değerin somutlaşmış halidir.
İnsanlar, duygularını, imgelerini ve düşüncelerini somut
malzemelerle somutlaştırmaya çalışırlar; bunun sonucu mimari mekandır.
Uzay, Yer ve Çocuk
Bebek, kendisi ile dış çevre arasında ayrım yapamaz; hisleri
mekânda sınırlı değildir. Uzayın ileri, geri ve yanlara doğru temel
koordinatlarda yapılandırılması için vücudu hareket ettirmek önemlidir; insan
yavrusu bunu kademeli olarak edinir.
Bebek için görsel alan yapı ve kalıcılıktan yoksundur;
nesneler yalnızca görsel alanında kaldığı sürece var olma eğilimindedir.
Küçük çocuklar dünyayı kutuplaşmış kategoriler halinde ifade
etme eğilimindedir (yukarı/aşağı, burada/orada).
Çocukların çizimlerinde, nesneler arasındaki uzamsal
ilişkileri tasvir edememe veya kayıtsız kalma durumu (ayrılık) görülür.
Küçük bir çocuk için anne birincil "yer"dir; bir
sığınak ve güvenilir rahatlık kaynağıdır. Yerler, istikrar ve kalıcılığı temsil
eder.
Yerlere duyulan merak, dünyayı daha kalıcı hale getirme
ihtiyacının bir parçasıdır. Çocuklar, oyun oynarken kuytu köşeler ararlar
(çadır veya ağaç ev gibi).
Beden, Kişisel
İlişkiler ve Mekansal Değerler
Dik durmak, başarı ve düzeni ifade eder: Ayağa kalkmak'
kelimesi, 'statüs', 'stature', 'statute', 'estate' ve 'institute' gibi
birbiriyle ilişkili birçok kelimenin köküdür.
Yüksek ve alçak kelimeleri çoğu dilde güçlü bir şekilde
yüklüdür; üstün veya mükemmel olan her şey fiziksel bir yükseklik hissiyle
yüceltilir. Örneğin, sosyal statü "büyük" veya "küçük"
yerine "yüksek" veya "düşük" olarak tanımlanır".
Mimaride önemli yapılar yüksek inşa edilir.
Dünya çapında insanlar kendi vatanlarını orta yer veya
dünyanın merkezi olarak görme eğilimindedir.
Ön alan öncelikle görsel, canlı ve "aydınlık"tır;
arka alan ise görsel olmayan ipuçlarıyla deneyimlenir ve
"karanlık"tır. Zamansal düzlemde, ön alan gelecek, arka alan ise
geçmiş olarak algılanır. Sağ taraf, sol tarafa göre çok daha üstün kabul
edilir; sağ, kutsal gücü ve iyi olanı temsil ederken, sol dünyevi, saf olmayan
ve kötücül olanı temsil eder.
İnsan vücudu, kelimenin tam anlamıyla, yön, konum ve
mesafenin ölçüsüdür. Halk uzunluk ölçüleri vücudun bölümlerinden türetilir
(parmak, arşın, kulaç).
Genişlik, özgürlük hissiyle yakından ilişkilidir; hareket
etmek için yeterli alana ve güce sahip olmak demektir. Aletler ve makineler,
insanın mekân ve genişlik duygusunu genişletir, çünkü kişi onları bedensel
güçlerinin doğrudan bir uzantısı olarak hisseder.
Kültür, çevrenin yorumlanmasını güçlü bir şekilde etkiler.
Batılılar açık ovaları özgürlük simgesi olarak görürken, Rus köylüleri için
sınırsız alan umutsuzluğu çağrıştırıyordu: kütük duvarlı, saz çatılı köy
kulübelerinin birbirine sokulmuş halde durduğu uçsuz bucaksız ova, insanın
ruhunu ıssızlaştırma ve onu harekete geçme arzusundan mahrum bırakma gibi
zehirli bir özelliğe sahiptir.
Kalabalık, özgürlüğü kısıtlama ve bizi mekândan mahrum
bırakma potansiyeli taşıyan diğer insanların varlığıdır.
Kalabalıklar heyecan verici olabilir (örneğin rock
festivalleri). Ancak çatışan faaliyetler bir sıkışıklık hissi yaratır (örneğin
tıkanmış bir otoyol). Kalabalıklarla başarılı bir şekilde uyum sağlamanın
bedeli, içsel derin bir kişilik geliştirme fırsatının kaybedilmesidir.
Mekansal Yetenek,
Bilgi, ve Yer
Mekânsal yetenek (beceri, çeviklik) ile mekânsal bilgi
(kavramsallaştırma, haritalama) arasında bir ayrım vardır. Mekânsal beceri,
sıradan günlük görevler için gerekli olsa da, mekânsal bilgi bunun için gerekli
değildir (örneğin, iyi daktilo yazan ancak klavyeyi zihninde canlandıramayan
bir kişi). Uyurgezerlik ve "otoyol hipnozu" gibi durumlar, insanların
bilinçli farkındalık olmadan mekânsal beceri ve yetkinlik gösterebildiğini
kanıtlar.
Zihinsel engelliler, mekânsal kavramlar oluşturmakta
zorlandıkları için tanıdık çevrelerinin dışında kolayca kaybolabilirler.
Mekânsal bilgi, mekânsal yeteneği geliştirir.
Efsanevi Uzay ve Yer
Mitler, kesin bilginin yokluğunda gelişir.
İki temel mitsel mekân türü ayırt edilebilir: 1. Pragmatik
mekânı çevreleyen, eksik bilginin bulanık alanı (deneyimle bilinenin kavramsal
uzantısı).
İnsan bedeni, maddi evrenin bir parçası ve hiyerarşik bir
şemadır. Dünya, insan bedeninin büyük halidir.
Ortaçağ Hristiyan ikonografisinde burçlar, mevsimsel
olaylarla ve tarımsal ritimlerle ilişkilendirilir.
Çinliler, insanı dört ana yöne uzanan ve her biri bir renge
ve hayvana karşılık gelen uzayın merkezine yerleştirmiştir.
Çin kozmolojisinde, aynı sınıfa ait şeyler birbirini etkiler
(örneğin yeşil-rüzgar-bahar), bu bir rezonans sürecidir. Eski Batı
düşüncesinde, insanların mizaçları ve yetenekleri, yaşadıkları enlem kuşağına
göre farklılık gösteriyordu.
Mimari Mekan ve
Farkındalık
Yapılı çevre, insanların nerede olduklarını ve nasıl
davranmaları gerektiğini daha iyi bilmelerini sağlayarak toplumsal rolleri ve
ilişkileri netleştirir.
Okuryazar olmayan toplumlarda mimari biçim muhafazakârdır
Yapılı çevre, dil gibi, duyarlılığı tanımlama ve geliştirme
gücüne sahiptir
Mimari form, iç ve dış arasındaki duygusal ayrımı vurgular.
Dikey ve yatay, kütle ve hacim gibi mekânsal boyutlar, anıtsal mimaride
görüldüğünde ölçülemez bir güç ve netlik kazanır.
Mimari mekân, özellikle okuryazar olmayan halklar için bir
metin görevi görür.
Endonezya'daki Atoni evinde olduğu gibi, yapı, doğumdan
ölüme kadar her birey için kozmik ve toplumsal düzeni canlı bir şekilde tasvir
eder.
Deneyimsel Uzayda
Zaman
Mekânsal ve zamansal kategorileri ne kadar karıştırdığımız
dilde açıktır: Uzunluk genellikle zaman birimleriyle verilir.
Hopi Kızılderilileri iki gerçeklik alanı tanır: tezahür eden
(nesnel) (şimdi ve geçmiş, duyularla erişilebilir) ve tezahür eden (öznel)
(gelecek ve zihinsel olan). Hopiler zamanı mesafeden soyutlamaz: Uzak bir
köydeki olayların kendi köylerindeki olaylarla aynı anda gerçekleşip
gerçekleşmediğini sorgulamazlar. Nesnel alandan uzaklaşıldıkça, alan öznel
alana (zamansız geçmiş, mitlerde anlatılan ülke) ulaşır.
Hedef hem zamansal hem de mekânsal bir terimdir.
Ufuk, geleceğin ortak bir imgesidir.
Dans, insanları amaçlı ve hedefe yönelik bir yaşamın
gerekliliklerinden kurtararak, . . . yönelimsiz bir alanda kısa bir süre
yaşamalarına olanak tanır.
Mekânın Samimi
Deneyimleri
Samimi deneyimler, en derin benlikte gömülüdür ve ifade
edilmesi zordur.
Aziz Augustinus, bir arkadaşının ölümüyle memleketinin nasıl
bir işkence sahnesine dönüştüğünü anlatmıştır: Memleketim benim için bir
işkence sahnesi, kendi evim ise bir sefalet haline gelmişti. İnsan ilişkileri
önemlidir, çünkü doğru insanların yokluğunda şeyler ve yerler hızla anlamlarını
yitirir.
Samimi yerler yakalanması zor ve kişiseldir.
Samimi deneyimleri kamuya açıklamak zordur
Vatana Bağlılık
Antik kentler, tanrılarla birlikte olmak amacıyla inşa
edilmiş, dini temellere sahip kutsal yerlerdi.
Yerel tanrılara tapınma, bir halkı bir yere bağlarken,
evrensel dinler özgürlük verir. Yerel dinler, atalara tapınmayı ve güçlü bir
geçmiş, soy ve yer sürekliliği duygusunu teşvik eder.
Vatana olan derin bağlılık, Maoriler'de (Yeni Zelanda) ve
Amerikan Ovaları Kızılderilileri'nde (Toprak Ana'ya tapınma) yaygın bir
olgudur,.
Göçebe avcılar ve toplayıcılar bile (örneğin Avustralyalı
aborjinler), menzil (avlanma alanı) ve mülk (ataların yurdu) kavramlarıyla
güçlü duygusal bağlar kurarlar.
Görünürlük, bir yerin yaratılmasında kritik rol oynar.
Edebi sanat, normalde fark edemeyeceğimiz samimi deneyimlere
dikkat çekerek bir yer duygusu yaratır.
Stonehenge gibi büyük ve kalıcı anıtlar, belirli bir
kültürün değerlerini aşarak genel ve özel önem taşıyan yerler olarak varlığını
sürdürür.
Bir yerin bütünlüğü daha sonra ritüel veya rekabet yoluyla
korunmalıdır.
Şehir, mükemmel bir yer ve bir anlam merkezidir; kaos
tehditlerine karşı düzeni sembolize eder.
Modern ulus devlet, doğrudan deneyimlenemeyecek kadar
büyüktür, bu yüzden ulus, sembolik araçlar (anıtlar, ritüeller, tarih kitapları
ve haritalar) aracılığıyla somut bir yer haline getirilmelidir.
Zaman ve Mekan
Zaman ve mekân deneyimi birbirine bağlıdır. Eğer zaman
hareket veya akış olarak algılanıyorsa, mekân zamansal akışta bir duraklamadır.
Yüksek maaşlı yöneticiler gibi çok hareketli insanlar için
mekânlar özel karakterini kaybetme eğilimindedir.
Çocuklukta mekân deneyimlenir; yetişkinlikte ise zaman hızla
akarak mekânın kalitesini farklılaştırır.
Benlik duygusunu güçlendirmek için geçmişin kurtarılması ve
erişilebilir kılınması gerekir.
Nesneler (kitaplar, aile yadigârları) zamanı sabitler.
Müze, dünyanın farklı yerlerinden gelen nesnelerin yerinden
edildiği ve zaman/mekân koordinatlarına göre sınıflandırıldığı bir yanılsama
alanı yaratır.
Sonsöz
İnsan, dünyada kendisini evinde hisseder ve yönünü bulmak
temel bir özgüven kaynağıdır.
Neredeyse tüm öğrenme bilinçaltı düzeyde gerçekleşir.
Analitik düşüncenin gücü ortadayken, yazar ölçülemeyen deneyimleri (duygusal
tepkiler, estetik nitelikler) ihmal etme eğilimine karşı uyarıyor.
Sosyal bilimciler ve planlamacılar, "dünyada
olmanın" gerçekte nasıl bir şey olduğunu varsayma eğilimindedir. Oysa
insanlar anlatabildiklerinden çok daha fazlasını bilirler, ancak neredeyse
anlatabildiklerimizin bildiğimiz tek şey olduğuna inanıyoruz.
Makalenin nihai amacı, mekân ve yer deneyimlerini
sistematize etmek ve bu insancıl soruları çevresel tasarım tartışmasına dahil
etmektir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder