5 Ekim 2025 Pazar

Yi-Fu Tuan - Mekan ve yer - Notlar

Yi-Fu Tuan - Mekan ve yer - Notlar

Deneyim Perspektifi

Space and place, the perspective of experience, University of Minnesota Press, Minneapolis, 2001

 


Mekân nedir?

Teolog Paul Tillich'in hayatından bir kesit, mekânın anlamını ele alıyor. Çocukken, Doğu Almanya'daki küçük, Orta Çağ karakterli kasabası ona dar ve kısıtlayıcı geliyordu. Ancak her yıl Baltık Denizi'ne kaçışı, ona "Sınırsız ufka ve sınırsız mekâna kaçış" hissi veriyordu.

 

Fizikçiler Niels Bohr ve Werner Heisenberg, Danimarka'daki Kronberg Kalesi'ni ziyaret ederken yerin kimliği sorusuyla karşılaşıyorlar. Bohr, Hamlet'in orada yaşadığını hayal ettiklerinde kalenin nasıl değiştiğini dile getiriyor.

Basit bir efsane, taşlardan oluşan bir kaleye bambaşka bir dil konuşturabilir.

 

Deneyim, bir kişinin bir gerçekliği bilmesi ve inşa etmesi için kullandığı yolların genel terimidir.

Deneyim, dış dünyaya yöneliktir ve aynı zamanda benliğin içsel olarak nasıl etkilendiğini de ortaya koyar.

Deneyimlemek öğrenmektir; verili olana göre hareket etmek ve verili olandan bir şeyler yaratmak demektir.

 

Görmek ve düşünmek yakından ilişkili süreçlerdir; İngilizcede "görüyorum", "anlıyorum" anlamına gelir. Tat, koku ve dokunma duyularının da bilişsel gücü vardır. Koku ve dokunma gibi duyular, bilişsel olarak geliştirilebilir.

 

Mekân, doğrudan hareket edebilecek bir alan olarak deneyimlenir. Tat, koku ve işitme, tek başına geniş bir dış dünya farkındalığı sağlayamasa da, "mekânsallaştırıcı" yetilerle birleştiğinde mekânsal kavrayışı zenginleştirir.

 

Mekân bir tür nesnedir; değerin somutlaşmış halidir.

İnsanlar, duygularını, imgelerini ve düşüncelerini somut malzemelerle somutlaştırmaya çalışırlar; bunun sonucu mimari mekandır.

 

Uzay, Yer ve Çocuk

Bebek, kendisi ile dış çevre arasında ayrım yapamaz; hisleri mekânda sınırlı değildir. Uzayın ileri, geri ve yanlara doğru temel koordinatlarda yapılandırılması için vücudu hareket ettirmek önemlidir; insan yavrusu bunu kademeli olarak edinir.

 

Bebek için görsel alan yapı ve kalıcılıktan yoksundur; nesneler yalnızca görsel alanında kaldığı sürece var olma eğilimindedir.

Küçük çocuklar dünyayı kutuplaşmış kategoriler halinde ifade etme eğilimindedir (yukarı/aşağı, burada/orada).

 

Çocukların çizimlerinde, nesneler arasındaki uzamsal ilişkileri tasvir edememe veya kayıtsız kalma durumu (ayrılık) görülür.

Küçük bir çocuk için anne birincil "yer"dir; bir sığınak ve güvenilir rahatlık kaynağıdır. Yerler, istikrar ve kalıcılığı temsil eder.

 

Yerlere duyulan merak, dünyayı daha kalıcı hale getirme ihtiyacının bir parçasıdır. Çocuklar, oyun oynarken kuytu köşeler ararlar (çadır veya ağaç ev gibi).

 

Beden, Kişisel İlişkiler ve Mekansal Değerler

Dik durmak, başarı ve düzeni ifade eder: Ayağa kalkmak' kelimesi, 'statüs', 'stature', 'statute', 'estate' ve 'institute' gibi birbiriyle ilişkili birçok kelimenin köküdür.

 

Yüksek ve alçak kelimeleri çoğu dilde güçlü bir şekilde yüklüdür; üstün veya mükemmel olan her şey fiziksel bir yükseklik hissiyle yüceltilir. Örneğin, sosyal statü "büyük" veya "küçük" yerine "yüksek" veya "düşük" olarak tanımlanır". Mimaride önemli yapılar yüksek inşa edilir.

Dünya çapında insanlar kendi vatanlarını orta yer veya dünyanın merkezi olarak görme eğilimindedir.

 

Ön alan öncelikle görsel, canlı ve "aydınlık"tır; arka alan ise görsel olmayan ipuçlarıyla deneyimlenir ve "karanlık"tır. Zamansal düzlemde, ön alan gelecek, arka alan ise geçmiş olarak algılanır. Sağ taraf, sol tarafa göre çok daha üstün kabul edilir; sağ, kutsal gücü ve iyi olanı temsil ederken, sol dünyevi, saf olmayan ve kötücül olanı temsil eder.

 

İnsan vücudu, kelimenin tam anlamıyla, yön, konum ve mesafenin ölçüsüdür. Halk uzunluk ölçüleri vücudun bölümlerinden türetilir (parmak, arşın, kulaç).

 

Genişlik, özgürlük hissiyle yakından ilişkilidir; hareket etmek için yeterli alana ve güce sahip olmak demektir. Aletler ve makineler, insanın mekân ve genişlik duygusunu genişletir, çünkü kişi onları bedensel güçlerinin doğrudan bir uzantısı olarak hisseder.

 

Kültür, çevrenin yorumlanmasını güçlü bir şekilde etkiler. Batılılar açık ovaları özgürlük simgesi olarak görürken, Rus köylüleri için sınırsız alan umutsuzluğu çağrıştırıyordu: kütük duvarlı, saz çatılı köy kulübelerinin birbirine sokulmuş halde durduğu uçsuz bucaksız ova, insanın ruhunu ıssızlaştırma ve onu harekete geçme arzusundan mahrum bırakma gibi zehirli bir özelliğe sahiptir.

 

Kalabalık, özgürlüğü kısıtlama ve bizi mekândan mahrum bırakma potansiyeli taşıyan diğer insanların varlığıdır.

 

Kalabalıklar heyecan verici olabilir (örneğin rock festivalleri). Ancak çatışan faaliyetler bir sıkışıklık hissi yaratır (örneğin tıkanmış bir otoyol). Kalabalıklarla başarılı bir şekilde uyum sağlamanın bedeli, içsel derin bir kişilik geliştirme fırsatının kaybedilmesidir.

 

Mekansal Yetenek, Bilgi, ve Yer

Mekânsal yetenek (beceri, çeviklik) ile mekânsal bilgi (kavramsallaştırma, haritalama) arasında bir ayrım vardır. Mekânsal beceri, sıradan günlük görevler için gerekli olsa da, mekânsal bilgi bunun için gerekli değildir (örneğin, iyi daktilo yazan ancak klavyeyi zihninde canlandıramayan bir kişi). Uyurgezerlik ve "otoyol hipnozu" gibi durumlar, insanların bilinçli farkındalık olmadan mekânsal beceri ve yetkinlik gösterebildiğini kanıtlar.

 

Zihinsel engelliler, mekânsal kavramlar oluşturmakta zorlandıkları için tanıdık çevrelerinin dışında kolayca kaybolabilirler.

 

Mekânsal bilgi, mekânsal yeteneği geliştirir.

 

Efsanevi Uzay ve Yer

Mitler, kesin bilginin yokluğunda gelişir.

İki temel mitsel mekân türü ayırt edilebilir: 1. Pragmatik mekânı çevreleyen, eksik bilginin bulanık alanı (deneyimle bilinenin kavramsal uzantısı).

 

İnsan bedeni, maddi evrenin bir parçası ve hiyerarşik bir şemadır. Dünya, insan bedeninin büyük halidir.

Ortaçağ Hristiyan ikonografisinde burçlar, mevsimsel olaylarla ve tarımsal ritimlerle ilişkilendirilir.

Çinliler, insanı dört ana yöne uzanan ve her biri bir renge ve hayvana karşılık gelen uzayın merkezine yerleştirmiştir.

 

Çin kozmolojisinde, aynı sınıfa ait şeyler birbirini etkiler (örneğin yeşil-rüzgar-bahar), bu bir rezonans sürecidir. Eski Batı düşüncesinde, insanların mizaçları ve yetenekleri, yaşadıkları enlem kuşağına göre farklılık gösteriyordu.

 

Mimari Mekan ve Farkındalık

Yapılı çevre, insanların nerede olduklarını ve nasıl davranmaları gerektiğini daha iyi bilmelerini sağlayarak toplumsal rolleri ve ilişkileri netleştirir.

 

Okuryazar olmayan toplumlarda mimari biçim muhafazakârdır

Yapılı çevre, dil gibi, duyarlılığı tanımlama ve geliştirme gücüne sahiptir

Mimari form, iç ve dış arasındaki duygusal ayrımı vurgular. Dikey ve yatay, kütle ve hacim gibi mekânsal boyutlar, anıtsal mimaride görüldüğünde ölçülemez bir güç ve netlik kazanır.

 

Mimari mekân, özellikle okuryazar olmayan halklar için bir metin görevi görür.

Endonezya'daki Atoni evinde olduğu gibi, yapı, doğumdan ölüme kadar her birey için kozmik ve toplumsal düzeni canlı bir şekilde tasvir eder.

 

Deneyimsel Uzayda Zaman

Mekânsal ve zamansal kategorileri ne kadar karıştırdığımız dilde açıktır: Uzunluk genellikle zaman birimleriyle verilir.

 

Hopi Kızılderilileri iki gerçeklik alanı tanır: tezahür eden (nesnel) (şimdi ve geçmiş, duyularla erişilebilir) ve tezahür eden (öznel) (gelecek ve zihinsel olan). Hopiler zamanı mesafeden soyutlamaz: Uzak bir köydeki olayların kendi köylerindeki olaylarla aynı anda gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulamazlar. Nesnel alandan uzaklaşıldıkça, alan öznel alana (zamansız geçmiş, mitlerde anlatılan ülke) ulaşır.

Hedef hem zamansal hem de mekânsal bir terimdir.

Ufuk, geleceğin ortak bir imgesidir.

 

Dans, insanları amaçlı ve hedefe yönelik bir yaşamın gerekliliklerinden kurtararak, . . . yönelimsiz bir alanda kısa bir süre yaşamalarına olanak tanır.

 

Mekânın Samimi Deneyimleri

Samimi deneyimler, en derin benlikte gömülüdür ve ifade edilmesi zordur.

 

Aziz Augustinus, bir arkadaşının ölümüyle memleketinin nasıl bir işkence sahnesine dönüştüğünü anlatmıştır: Memleketim benim için bir işkence sahnesi, kendi evim ise bir sefalet haline gelmişti. İnsan ilişkileri önemlidir, çünkü doğru insanların yokluğunda şeyler ve yerler hızla anlamlarını yitirir.

 

Samimi yerler yakalanması zor ve kişiseldir.

Samimi deneyimleri kamuya açıklamak zordur

 

Vatana Bağlılık

Antik kentler, tanrılarla birlikte olmak amacıyla inşa edilmiş, dini temellere sahip kutsal yerlerdi.

 

Yerel tanrılara tapınma, bir halkı bir yere bağlarken, evrensel dinler özgürlük verir. Yerel dinler, atalara tapınmayı ve güçlü bir geçmiş, soy ve yer sürekliliği duygusunu teşvik eder.

 

Vatana olan derin bağlılık, Maoriler'de (Yeni Zelanda) ve Amerikan Ovaları Kızılderilileri'nde (Toprak Ana'ya tapınma) yaygın bir olgudur,.

 

Göçebe avcılar ve toplayıcılar bile (örneğin Avustralyalı aborjinler), menzil (avlanma alanı) ve mülk (ataların yurdu) kavramlarıyla güçlü duygusal bağlar kurarlar.

 

Görünürlük, bir yerin yaratılmasında kritik rol oynar.

Edebi sanat, normalde fark edemeyeceğimiz samimi deneyimlere dikkat çekerek bir yer duygusu yaratır.

Stonehenge gibi büyük ve kalıcı anıtlar, belirli bir kültürün değerlerini aşarak genel ve özel önem taşıyan yerler olarak varlığını sürdürür.

 

Bir yerin bütünlüğü daha sonra ritüel veya rekabet yoluyla korunmalıdır.

 

Şehir, mükemmel bir yer ve bir anlam merkezidir; kaos tehditlerine karşı düzeni sembolize eder.

 

Modern ulus devlet, doğrudan deneyimlenemeyecek kadar büyüktür, bu yüzden ulus, sembolik araçlar (anıtlar, ritüeller, tarih kitapları ve haritalar) aracılığıyla somut bir yer haline getirilmelidir.

 

Zaman ve Mekan

Zaman ve mekân deneyimi birbirine bağlıdır. Eğer zaman hareket veya akış olarak algılanıyorsa, mekân zamansal akışta bir duraklamadır.

Yüksek maaşlı yöneticiler gibi çok hareketli insanlar için mekânlar özel karakterini kaybetme eğilimindedir.

 

Çocuklukta mekân deneyimlenir; yetişkinlikte ise zaman hızla akarak mekânın kalitesini farklılaştırır.

 

Benlik duygusunu güçlendirmek için geçmişin kurtarılması ve erişilebilir kılınması gerekir.

 

Nesneler (kitaplar, aile yadigârları) zamanı sabitler.

Müze, dünyanın farklı yerlerinden gelen nesnelerin yerinden edildiği ve zaman/mekân koordinatlarına göre sınıflandırıldığı bir yanılsama alanı yaratır.

 

Sonsöz

İnsan, dünyada kendisini evinde hisseder ve yönünü bulmak temel bir özgüven kaynağıdır.

Neredeyse tüm öğrenme bilinçaltı düzeyde gerçekleşir. Analitik düşüncenin gücü ortadayken, yazar ölçülemeyen deneyimleri (duygusal tepkiler, estetik nitelikler) ihmal etme eğilimine karşı uyarıyor.

Sosyal bilimciler ve planlamacılar, "dünyada olmanın" gerçekte nasıl bir şey olduğunu varsayma eğilimindedir. Oysa insanlar anlatabildiklerinden çok daha fazlasını bilirler, ancak neredeyse anlatabildiklerimizin bildiğimiz tek şey olduğuna inanıyoruz.

Makalenin nihai amacı, mekân ve yer deneyimlerini sistematize etmek ve bu insancıl soruları çevresel tasarım tartışmasına dahil etmektir.

… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder