29 Ekim 2025 Çarşamba

Bir Sanat Nesnesi Olarak Tekinsiz Ev - Özet / Notlar

Kübra Gürleşen - Bir Sanat Nesnesi Olarak Tekinsiz Ev  - Notlar

Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Ankara, 2017

 

Tez, Sigmund Freud’un tanıdık olanın yabancılaşması olarak tanımladığı tekinsizlik terimini; felsefe, mimarlık ve psikanaliz çerçevesinde ele alarak modernleşme ile değişen mekân algısını sorgular. Özellikle modern mimarinin evi rasyonel bir makineye dönüştürerek nesnelleştirmesi ve bu süreçte mahremiyetin nasıl aşındığı üzerinde durulur.

 

…mesken tutma, fiziksel ve düşünsel karşılığını, inşa ederek sığındığı bir kabuk olan evde bulur.

 

Tekinsizlik Mekânı Olarak Ev

Mekân

Arapçadan dilimize geçmiş bir isim olan mekân kelimesi, Arapça “kevn” kökünden gelir ve “yer, bulunulan yer, mahal, ev, yuva, hâne, mesken, gök, uzayın sınırlanmış parçası, uzay” olarak tanımlanır

“Kevn” (isim) ise, “var olma, varlık, dünya, sonradan meydana gelme; sonradan olma” gibi anlamlara gelir

Mekân, kevni kapsayan; dolayısıyla varlığı veya varoluşu barındırından bir alan olarak karşımıza çıkar.

 

Descartes’ın metafizik düşüncesinde ortaya konulan Latince “res cogitans” (düşünen töz) ile “res extansa” (uzamlı/yer kaplayan töz) kartezyen mekân anlayışının temelini oluşturur. Düşünen töz zihni nitelerken, uzamlı/yer kaplayan töz ise cisim ya da bedene karşılık gelir. Zihin düşünsel; beden ise mekânsaldır.

Descartes’ın mekân anlayışı, uzunluk, genişlik ve derinliği olan üç boyutlu yayılımlı şeyi tarifler.

Böylece mekân matematiksel olarak tanımlanabilir ve daha kolay hâkim olunabilir hâline gelir.

 

Lefebvre mekânı, mutlak veya soyut mekân anlayışının tanımladığı şekilde sabit bir yapı olarak görmez. Ona göre mekân, toplumsal üretim ilişkileriyle ve diyalektik olarak oluşturulur.

 

Evde olmak nerede olduğunu bilmektir / Kimberly Dovey (1985)

İskân etmek sukûn sözcüğünden kaynaklanır ve bir yerin sakini olmak anlamına gelir.

İskân etmeye (mesken tutmaya; İng. dwelling) inşa etme (İng. building) yoluyla ulaşırız.

 

İkinci Endüstriyel Devrim’in (Endüstri 2.0) başlaması sonucunda (1870) modernleşme ve hızlı kentleşmeyle birlikte metropoller ortaya çıkar.

Zaman, verimlilik ve kâr odaklı bir dünyada, öznelliğin alanı olan ev de nesnelleşmekten kaçamaz.

Mimarlık disiplini, 20. yüzyılın başlarında, toplumu yeniden şekillendirecek bir araç olarak görülür.

Le Corbusier de bu doğrultuda, evi bir "makine" olarak ele alır ve rasyonelleştirir

Corbusier'in temsil ettiği modernist idealler, zamanla yerini distopyanın tekinsiz alanına bırakır.

 

Ev, karşıtlıkların var ettiği bir alan olarak karşımıza çıkar; içerisi-dışarısı, tanıdık- yabancı, güvenli-tehlikeli, kutsal-dünyevi, kamusal-özel, kendi-öteki gibi bir dizi diyalektik ilişki üzerine inşa edilir.

 

…doğanın yıkıcı gücüne karşı koruması için bir damın altına sığınmak isteriz.

aynı çatı altında yaşamak deyimi / Ailemizi bir araya toplar

 

Eşik; dinsel ve dünyevi iki varlık evreni arasındaki mesafeyi ve sınırı işaret eder; aynı anda hem onları birbirinden ayırır, hem de birleştirerek paradoksal bir geçiş alanı tanımlar.

Evin eşiğine yüklenen anlamlara eşlik eden çok sayıda ritüel vardır; eşiğe selam verilir, onu kötücül güçlere karşı koruyan tanrıların ve ruhların olduğuna inanılır.

 

Kapılar, pencereler ve duvarlar özel alan ile kamusal alan arasında sınır tanımlayan alanlardır.

Kapı, katı ve net bir sınır tanımlarken pencere daha akışkan, saydam ve geçirimlidir.

 

İlk defa 1835 yılında Alman filozof Friedrich Schelling’in “Mitolojinin Felsefesi” adlı çalışmasında kullanılan tekinsiz kavramı, 1906 yılında Jentsch tarafından kaleme alınan “Tekinsizliğin Psikolojisi Üzerine” adlı makale ile psikanaliz alanında görünür olur; ardından 1919 yılında Freud’un Imago dergisinde yayımlanan “Tekinsiz” adlı makalesinde kapsamlı bir şekilde tartışılır. Freud’a göre tekinsiz, “korku ve dehşet doğuran şeyle ilgilidir”

Eve ait ve yerli olanın tekinsiz olana uzanması; yeni ve yabancı olana karşı gelişen bir itkiden ziyade bilindik, tanıdık olanın bastırılması sonucu gelişen zihinsel bir yabancılaşmayı ifade eder.

 

Modern dünyada terk edilmiş mekânlar veya simülatif alanlar tekinsiz olarak nitelendirilir.

 

Sanatta Ev Kavramı

Kurt Schwitters, "Merzbau"

 

Gordon Matta-Clark, "Splitting"

Splitting (Yarılma), yerine inşa edilecek olan toplu konutlar için terk edilmiş New Jersey'deki bir Amerikan banliyö evinin iki dikey çizgi oluşturacak biçimde kesilmesiyle meydana getirilir. Müdahalenin yaratmış olduğu tekinsiz izlenim, rasyonalitenin tüm olumsuz taraflarını bünyesinde barındıran konut tasarımlarının psikolojik açmazları ve insan ruhunun kontrolden çıkmış devinimlerini ortaya çıkarır

 

Louise Bourgeois, "Cells (Hücreler)" serisinde anıları ve travmaları üzerinden evi bir "hapis ve korunma" mekânı olarak kurgular.

 

Mona Hatoum, "Homebound" yerleştirmesinde mutfak eşyalarını elektrik kablolarıyla birbirine bağlayarak tanıdık nesneleri "tehditkâr ve yabancı" hale getirir.

 

Kişisel Uygulamalar

Ev kavramı, ekolojik risk, kentsel dönüşüm, savaşlar ve beraberinde gelen yoksulluk ve göç dalgaları gibi küresel ölçekte yaşanan sorunlar nedeniyle, son yıllarda yalnızca sanat alanında değil; siyaset bilimi, toplum bilimi, felsefe, tasarım gibi birçok disiplinde sürdürülen tartışmaların giderek daha çok merkezine oturmaktadır. Bu sıcak tartışmaların odağında yer alan ev mefhumu, günümüzde değişen algısı ile çoğu zaman mesken tutulamayan bir mekân olarak ele alınır.

 

Tüm sınırların aşındığı, en bilindik olanın dahi güvenli olmaktan çıktığı bir çağda, bizi saran tedirginlik hissiyle yola çıkılır.

 

Sonuç

Yüzyıllar içinde / Kamusal ile özel alan arasındaki ayrımın belirsiz olduğu günümüzde ev de giderek daha çok içine kapanan bir yapıya sahip olur.

 

Kablosuz ağlarla örülmüş günümüz dünyasında ise mekân akışkandır; tanımlanan tüm sınırlar uydu teknolojilerinin hayaletsi varlığıyla aşınır. Modern dönemin nesnelleştirdiği ev, tamamen zapt edilir. Akıllı evler; bilgisayar, televizyon, güvenlik kameraları gibi araçlar birer denetim mekanizmasına dönüşür. Evin huzurlu coğrafyası tekinsiz bir alana akar.

Bu çalışmada ev, dışarıdan bakıldığında sağlam görünen ancak içine girildiğinde geçmişin fısıltılarıyla duvarları çatlayan, tanıdık birinin yüzünde beliren yabancı bir gülümseme gibi hem çok yakın hem de korkutucu bir aynaya benzetilebilir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder