Kübra Gürleşen - Bir Sanat Nesnesi Olarak Tekinsiz Ev - Notlar
Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Güzel Sanatlar
Enstitüsü, Ankara, 2017
Tez, Sigmund Freud’un tanıdık olanın
yabancılaşması olarak tanımladığı tekinsizlik
terimini; felsefe, mimarlık ve psikanaliz çerçevesinde ele alarak modernleşme
ile değişen mekân algısını sorgular. Özellikle modern mimarinin evi rasyonel
bir makineye dönüştürerek nesnelleştirmesi ve bu süreçte mahremiyetin nasıl
aşındığı üzerinde durulur.
…mesken tutma, fiziksel ve düşünsel karşılığını, inşa ederek
sığındığı bir kabuk olan evde bulur.
Tekinsizlik Mekânı Olarak Ev
Mekân
Arapçadan dilimize geçmiş bir isim olan mekân kelimesi, Arapça
“kevn” kökünden gelir ve “yer, bulunulan yer, mahal, ev, yuva, hâne, mesken,
gök, uzayın sınırlanmış parçası, uzay” olarak tanımlanır
“Kevn” (isim) ise, “var olma, varlık, dünya, sonradan
meydana gelme; sonradan olma” gibi anlamlara gelir
Mekân, kevni kapsayan; dolayısıyla varlığı veya varoluşu
barındırından bir alan olarak karşımıza çıkar.
Descartes’ın metafizik düşüncesinde ortaya konulan Latince
“res cogitans” (düşünen töz) ile “res extansa” (uzamlı/yer kaplayan töz)
kartezyen mekân anlayışının temelini oluşturur. Düşünen töz zihni nitelerken,
uzamlı/yer kaplayan töz ise cisim ya da bedene karşılık gelir. Zihin düşünsel;
beden ise mekânsaldır.
Descartes’ın mekân anlayışı, uzunluk, genişlik ve derinliği
olan üç boyutlu yayılımlı şeyi tarifler.
Böylece mekân matematiksel olarak tanımlanabilir ve daha
kolay hâkim olunabilir hâline gelir.
Lefebvre mekânı, mutlak veya soyut mekân anlayışının
tanımladığı şekilde sabit bir yapı olarak görmez. Ona göre mekân, toplumsal
üretim ilişkileriyle ve diyalektik olarak oluşturulur.
Evde olmak nerede olduğunu bilmektir / Kimberly Dovey (1985)
İskân etmek sukûn sözcüğünden kaynaklanır ve bir yerin
sakini olmak anlamına gelir.
İskân etmeye (mesken tutmaya; İng. dwelling) inşa etme (İng.
building) yoluyla ulaşırız.
İkinci Endüstriyel Devrim’in (Endüstri 2.0) başlaması
sonucunda (1870) modernleşme ve hızlı kentleşmeyle birlikte metropoller ortaya
çıkar.
Zaman, verimlilik ve kâr odaklı bir dünyada, öznelliğin
alanı olan ev de nesnelleşmekten kaçamaz.
Mimarlık disiplini, 20. yüzyılın başlarında, toplumu yeniden
şekillendirecek bir araç olarak görülür.
Le Corbusier de bu doğrultuda, evi bir "makine"
olarak ele alır ve rasyonelleştirir
Corbusier'in temsil ettiği modernist idealler, zamanla
yerini distopyanın tekinsiz alanına bırakır.
Ev, karşıtlıkların var ettiği bir alan olarak karşımıza
çıkar; içerisi-dışarısı, tanıdık- yabancı, güvenli-tehlikeli, kutsal-dünyevi,
kamusal-özel, kendi-öteki gibi bir dizi diyalektik ilişki üzerine inşa edilir.
…doğanın yıkıcı gücüne karşı koruması için bir damın altına
sığınmak isteriz.
aynı çatı altında yaşamak deyimi / Ailemizi bir araya toplar
Eşik; dinsel ve dünyevi iki varlık evreni arasındaki
mesafeyi ve sınırı işaret eder; aynı anda hem onları birbirinden ayırır, hem de
birleştirerek paradoksal bir geçiş alanı tanımlar.
Evin eşiğine yüklenen anlamlara eşlik eden çok sayıda ritüel
vardır; eşiğe selam verilir, onu kötücül güçlere karşı koruyan tanrıların ve
ruhların olduğuna inanılır.
Kapılar, pencereler ve duvarlar özel alan ile kamusal alan
arasında sınır tanımlayan alanlardır.
Kapı, katı ve net bir sınır tanımlarken pencere daha
akışkan, saydam ve geçirimlidir.
İlk defa 1835 yılında Alman filozof Friedrich Schelling’in
“Mitolojinin Felsefesi” adlı çalışmasında kullanılan tekinsiz kavramı, 1906
yılında Jentsch tarafından kaleme alınan “Tekinsizliğin Psikolojisi Üzerine”
adlı makale ile psikanaliz alanında görünür olur; ardından 1919 yılında
Freud’un Imago dergisinde yayımlanan “Tekinsiz” adlı makalesinde kapsamlı bir
şekilde tartışılır. Freud’a göre tekinsiz, “korku ve dehşet doğuran şeyle
ilgilidir”
Eve ait ve yerli olanın tekinsiz olana uzanması; yeni ve
yabancı olana karşı gelişen bir itkiden ziyade bilindik, tanıdık olanın
bastırılması sonucu gelişen zihinsel bir yabancılaşmayı ifade eder.
Modern dünyada terk edilmiş mekânlar veya simülatif alanlar
tekinsiz olarak nitelendirilir.
Sanatta Ev Kavramı
Kurt Schwitters, "Merzbau"
Gordon Matta-Clark, "Splitting"
Splitting (Yarılma), yerine inşa edilecek olan toplu
konutlar için terk edilmiş New Jersey'deki bir Amerikan banliyö evinin iki
dikey çizgi oluşturacak biçimde kesilmesiyle meydana getirilir. Müdahalenin
yaratmış olduğu tekinsiz izlenim, rasyonalitenin tüm olumsuz taraflarını
bünyesinde barındıran konut tasarımlarının psikolojik açmazları ve insan
ruhunun kontrolden çıkmış devinimlerini ortaya çıkarır
Louise Bourgeois, "Cells (Hücreler)" serisinde
anıları ve travmaları üzerinden evi bir "hapis ve korunma" mekânı
olarak kurgular.
Mona Hatoum, "Homebound" yerleştirmesinde mutfak
eşyalarını elektrik kablolarıyla birbirine bağlayarak tanıdık nesneleri
"tehditkâr ve yabancı" hale getirir.
Kişisel Uygulamalar
Ev kavramı, ekolojik risk, kentsel dönüşüm, savaşlar ve
beraberinde gelen yoksulluk ve göç dalgaları gibi küresel ölçekte yaşanan sorunlar
nedeniyle, son yıllarda yalnızca sanat alanında değil; siyaset bilimi, toplum
bilimi, felsefe, tasarım gibi birçok disiplinde sürdürülen tartışmaların
giderek daha çok merkezine oturmaktadır. Bu sıcak tartışmaların odağında yer
alan ev mefhumu, günümüzde değişen algısı ile çoğu zaman mesken tutulamayan bir
mekân olarak ele alınır.
Tüm sınırların aşındığı, en bilindik olanın dahi güvenli
olmaktan çıktığı bir çağda, bizi saran tedirginlik hissiyle yola çıkılır.
Sonuç
Yüzyıllar içinde / Kamusal ile özel alan arasındaki ayrımın
belirsiz olduğu günümüzde ev de giderek daha çok içine kapanan bir yapıya sahip
olur.
Kablosuz ağlarla örülmüş günümüz dünyasında ise mekân
akışkandır; tanımlanan tüm sınırlar uydu teknolojilerinin hayaletsi varlığıyla
aşınır. Modern dönemin nesnelleştirdiği ev, tamamen zapt edilir. Akıllı evler;
bilgisayar, televizyon, güvenlik kameraları gibi araçlar birer denetim
mekanizmasına dönüşür. Evin huzurlu coğrafyası tekinsiz bir alana akar.
…
Bu çalışmada ev, dışarıdan bakıldığında sağlam görünen ancak
içine girildiğinde geçmişin fısıltılarıyla duvarları çatlayan, tanıdık birinin
yüzünde beliren yabancı bir gülümseme gibi hem çok yakın hem de korkutucu bir
aynaya benzetilebilir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder