Aleyna Lambacı - Türk romanında kutsal mekânlar (1980-2000) - Notlar
Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Edirne 2025
Bu çalışma, mekânın insan psikolojisi üzerindeki etkisinden
hareketle Türk romanında kutsal mekânları inceleyerek bu mekânların roman
karakterleri ve olaylara ilişkin etkisini tespit etmeyi esas alır.
Giriş
Romanda mekân anlayışı başlangıçta yalnızca olayların
gerçekleştiği sahne görevi üstlenen bir noktadayken zaman içerisinde mekâna
bakış açısı değişmiş, insan-mekân ilişkisi çerçevesinden bir yaklaşım
benimsenmiştir. Daha sonra ise mekân fiziksel manada giderek belirsiz bir hâle
gelmiştir.
Klasik romanda mekân devinimsiz bir görünüm arz etmektedir.
Tasvirler, yalnızca olayların üzerinde cereyan ettiği bir sahne olan mekân için
geniş ve detaylı olarak verilmiş ancak insan-ruh hâli ilişkisi noktasında
yetersiz kalmıştır.
Romantikler ve ardından realistler bu devinimsiz anlayışı
nispeten yıkarak yerine daha canlı, insan ile mekânın ilişkisini daha yakından
veren tasvirler yapar. Modern romanda insan-mekân ilişkisini veren tasvirler
devam eder ancak artık roman, her şeye hâkim anlatıcının sesinden kurtulur ve
karakterlerin sesi önem kazanır. Buna bağlı olarak da okuyucu, roman boyunca karşılaşılan
mekânları bizzat olayların içerisinde olan karakterlerden dinlemeye, mekânlara
onların gözünden bakmaya başlar.
Postmodernizm mekânı olabildiğince önemsiz bir noktaya getirir
ve onu buradan izler. Mekânın fiziksel yapısını gösteren detaylı tasvirlere
rastlayamayız; postmodernistler “hyper mekân” dedikleri anlayışla belirsiz
mekânlar çizerler.
Mehmet Tekin romanda mekânın işlevlerini;
a) Olayların cereyan ettiği çevreyi tanıtmak,
b) Roman kahramanlarını çizmek,
c) Toplumu yansıtmak,
d) Atmosfer yaratmak şeklinde belirlemiştir.
Tanpınar’ın eserlerinde mekânın en çok da mazi ile olan
bağlar düzleminde ele alındığı görülmektedir
Peyami Safa’nın eserlerinde mekânın sembolik değerler
taşıdığı görülür. Sembolik anlamda modern ile geleneksel arasında sıkışıp kalan
karakterler mekân anlamında da bu sıkışmışlığı hisseder.
Orhan Pamuk, mekânı yalnızca fiziki açıdan kullanmaz mimarî
vasıtasıyla hafızaya değinir. Yazar, mimari hafızayla toplumsal bir kimlik
inşasından ziyade bireysel bir kimlik inşası yaratır. Orhan Pamuk için mekânlar
bireyin âdeta sığınağıdır.
Bekir Şakir Konyalı’nın Edebi Mekânın Poetikası
Kitapta mekân kavramı şu şekilde ele alınır:
Mekân zamanla meydana gelir. Bir “yer”i mekân yapan o yerde
geçirilen zaman, yaşanmışlıklardır ve bu mekâna anlam veren de ona yöneltilen
farklı perspektiflerin varlığıdır.
Ramazan Korkmaz, Romanda Mekânın Poetiği başlıklı yazısında
mekân ile ilgili şunları vurgulamıştır: Mekân her türlü canlı ve cansız
varlığın, üzerinde anlam kazandığı alandır. Canlı ve düşünebilen bir varlık
olarak insanın mekânla olan ilişkisi oldukça dikkate değerdir. Çünkü insanın
varlığı mekân üzerinde konumlanmaktadır dolayısıyla hem içinde bulunduğu mekânı
etkiler hem de ondan etkilenir.
Korkmaz, mekânı önce ikiye ayırır:
A. Anlatmanın ağırlıkta olduğu eserlerde çevresel mekân Bu
anlatılarda kişi-yer özdeşikliği kurulamamıştır. Mekânlar coğrafi nitelikte bir
güzergâh olmaktan öteye geçemezler.
B. Betimlemenin ağırlıkta olduğu eserlerde algısal mekân
Bu anlatılarda kişi-yer ilişkisine sorunsal açıdan bakan
mekânlar vardır. Mekân artık anlam üreten, anıları barındıran ve kişinin iç
dünyasını yansıtan bir değerdir.
Kavramsal Çerçeve
Mekân, Arapça “kevn” kökünden yer, ev, hane, uzay
manasındadır.
Kevn, sözlükte “var olmak, vuku bulmak, meydana gelmek”
anlamlarına gelmektedir. Bu kökten türeyen mekân kavramı da insanın varoluş
çabasıyla bütünlük sağlamaktadır.
Eflatun’a kadar mekân ile ilgili görüşler ancak doluluk-boşluk
çizgisinde ilerler. Eflatun, mekânı felsefi düşüncesi olan ideal formlar dünyasına
uygun olarak ele alır ve bugünkü anlayıştan çok farklı olarak onu metafizik bir
bakış açısıyla inceler. Ona göre mekân, ideal formlar dünyasının bir
yansımasıdır. Aristotales ise mekânı maddelerin ve cisimlerin var olabilmesi
için bir ön koşul kabul eder.
İbn Sina gibi düşünürler mekânın yalnız fiziksel yanına
odaklanmamış, metafizik bir mekânın da var olduğunu vurgulamıştır. Aristocu bir
yol izlemeyen Ebu Bekir er-Razi atomcu yani Eflatuncu bir mekân anlayışına
sahiptir. Filozofa göre mekân, içinde yer kaplayan cisimlerin varlığından
bağımsız olduğu için mutlaktır.
Kutsal mekânı var eden olgu birtakım inançlara bağlı insanın
uzamı türdeş kabul etmemesi ile ilgilidir. Bu insanlar için uzamın bazı
bölümleri diğerlerinden farklıdır. Yani bir kutsal ‘kuvvetli’ mekânlar ve bir
de kutsanmamış ‘şekilsiz’ mekânlar vardır.
Kutsal, kendisinde insanüstü güçlerin tecelli etmesiyle
ortaya çıkar.
Kutsal mekân, insanların günlük hayattan sıyrıldığı,
kendisini Tanrı’ya yakın hissettiği yerlerdir
Bu mekânlar aynı zamanda toplumsal kimliği koruyan
"hafıza mekânlarıdır
Geçmişte mekânın dekor oluşturma işlevi ön plandayken artık
mekân gerçekten konuya hizmet ediyorsa kullanılır durumdadır. Mekân bir değer
olarak ön plana çıktıkça insan-mekân ilişkisine, kişinin doğduğu, yaşadığı
çevre ile ilişkisine önem verilmeye başlanmış ve romanlarda önemli işlevler kazanmıştır.
Klasik romanda, mekân ve ona bağlı olarak eşya düzeni
“statik” bir görünümle karşımıza çıkmakta ve insan-mekân ilişkisinde kopukluk
gözlenmektedir.
Romantik eğilimle birlikte mekân anlayışı nispeten farklı
bir hâl almaya başlar. Mekân artık tasarlanmış bir çevre olarak duygu ve
heyecanların yansıtılması için bir araç olur. Gerçekçiler ile mekân anlayışı
bir kez daha değişerek mekânı “birey”in oluşmasında en önemli etken kabul eden
görüş yaygınlık kazanır ve romanda mekânın bu yönü üzerinde durulur. Modern
romanda bireyin çevreye göre değişimine odaklanan bir anlayış gelişir ve
romanda ilk kez mekâna farklı bakış açılarından bakılmaya başlanır. Her bir
karakter için mekânın algılanışı farklıdır ve romancılar artık mekânı anlatırken
buna dikkat ederler.
Modern ve özellikle postmodern roman, klasik anlayışın
aksine belirsizlik üzerine yoğunlaşır. Yeni anlayışta amaç okura sınırları
kesin çizgilerle çekilmiş bir roman dünyası sunmaktan çok sınırları olmayan
uçsuz bucaksız bir dünya sunmaktır. Bu durum romanın temel yapıtaşlarında
birtakım değişikliklerin meydana gelmesine neden olur ve mekân anlayışı da bu
sebeple büyük değişikliklere uğrar. Modern dönem romanında mekân, nispeten önem
taşırken postmodern romanla birlikte tamamen belirsizleşir. Kurguya verilen
aşırı önem mekân tasvirlerini en aza indirir ve mekâna dair detaylar tamamen
okura bırakılır.
Türk Romanında Kutsal Mekânlar
Kutsal Bir Mekân Olarak Cami
Camiler, ibadet alanı olmanın ötesinde millî duyguların ve
sosyal hayatın merkezi olarak ele alınır.
Orhan Pamuk'un romanlarında ise camiler genellikle
"soğuk taş kütleleri" olarak tasvir edilir ve kutsiyetten ziyade
birer nesne gibi sunulur.
Kutsal Bir Mekân Olarak Mezarlık
Mezarlıklar hem ölüm korkusunun hem de atalara duyulan
saygının mekânıdır. Sevinç Çokum'da mezarlıklar millî bir kimlik kartı işlevi
görürken ("Başsız kalan Kırım’a başsız mezarlar"), Elif Şafak'ın
Pinhan romanında bir aydınlanma ve ferahlama mekânıdır.
Kutsal Bir Mekân Olarak Türbe
Türbeler, halkın ruhsal sıkıntılarında sığındığı birer huzur
kapısıdır. Afet Ilgaz'da karakterler her bozgunun sonunda Aziz Mahmud Hüdayi
gibi türbelere sığınır. Sevinç Çokum’un Ağustos Başağı romanında ise Ertuğrul
Gazi Türbesi, işgale karşı umudu temsil eden bir mekândır.
Kutsal Bir Mekân Olarak Tekke ve Dergâh
Bu mekânlar tasavvuf eğitiminin verildiği ve toplumsal
dayanışmanın sağlandığı yerlerdir. Emine Işınsu'da Özbekler Tekkesi, Millî
Mücadele'ye silah ve insan kaçırılan bir merkez olarak tarihsel işleviyle
sunulur.
Kutsal Bir Mekân Olarak Mescit
“Mescid, Arapça’da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak”
mânasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir.”
Kutsal Bir Mekân Olarak Şehir
Mekke, Medine ve Kudüs
Bu şehirler hem Allah’ın elçisinin bulunduğu mekânlar olarak
hem de birçok kutsal olayın vuku bulduğu yerler olarak önemli hâle gelmiş ve bu
nedenle de Türk romanında kutsal bir mekân olarak yer almıştır.
Alev Alatlı, ‘Nuke’ Türkiye (Kudüs) Bu şehir artık kutsal
değildir; İsrail tarafından tüm kutsallığı sömürülmüştür.
Kutsal Bir Mekân Olarak Tepe- Dağ- Irmak
Türk romanında birçok tepe-dağ ve ırmak, kutsalın tezahür
ettiği mekânlar olarak geçmiştir.
Kutsal Bir Mekân Olarak Kilise
Kilise kelimesi, “Grekçe ek-kaleo fiilinden türetilen ve
“topluluk” mânasına gelen ekklesia tabirinden gelmektedir.”
Alev Alatlı’nın romanı Yaseminler Tüter mi, Hâlâ?’da
Kıbrıs’ta yaşayan Hristiyan Eleni’nin başından geçenler anlatılırken çeşitli
vesilelerle kilise, olayların mekânı olmuştur.
Kutsal Bir Mekân Olarak Manastır
“Manastır kelimesi, “tek, yalnız” mânasına gelen Grekçe
monostan türetilen ve münzevi hayat tarzını benimseyenlerin (monachos) yaşadığı
mekânları ifade eden monasterionun Türkçe’deki şeklidir.”
Orhan Pamuk’un İstanbul’da geçen Beyaz Kale romanında
manastır, şehrin yapısı nedeniyle bir şekilde olayların mekânı hâline
gelmiştir.
Kutsal Bir Mekân Olarak Kâbe
Kutsal Bir Mekân Olarak Ev
Kutsal Bir Mekân Olarak Sinagog
Mario Levi’nin romanı İstanbul Bir Masaldı’da sinagog,
Yahudi cemaatinin bir araya geldiği, yasın ve sevincin paylaşıldığı bir kimlik
mekânıdır.
Sonuç
İncelenen on farklı yazarın kırk dokuz romanından otuz
üçünde kutsal mekânların yer aldığı tespit edilmiştir.
İncelemeler neticesinde, yazarların neredeyse tamamının
romanlarında yansıma bulan kutsal mekânın cami olduğu tespit edilmiştir.
Kutsal mekânların romanlardaki kullanım şekillerine,
üstlendikleri işlevlere bakıldığında sonuç olarak denilebilir ki, kutsal
mekânların kullanımında yazarların bağlı oldukları görüşler, akımlar ve
kurguladıkları olaylar etkili olmuş, kutsal mekân kullanımını şekillendirmiştir.
Kutsal mekânlar, bir romanın ruhsal haritasındaki pusula
iğneleri gibidir; karakterlerin nerede durduğunu, hangi yöne (milliyet, din,
bireysel arayış) meylettiklerini ve hayatın fırtınalarında nereye
sığındıklarını gösterirler.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder