29 Ekim 2025 Çarşamba

Türk romanında kutsal mekânlar (1980-2000) - Özet / Notlar

Aleyna Lambacı - Türk romanında kutsal mekânlar (1980-2000) - Notlar

Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne 2025

 

Bu çalışma, mekânın insan psikolojisi üzerindeki etkisinden hareketle Türk romanında kutsal mekânları inceleyerek bu mekânların roman karakterleri ve olaylara ilişkin etkisini tespit etmeyi esas alır.

 

Giriş

Romanda mekân anlayışı başlangıçta yalnızca olayların gerçekleştiği sahne görevi üstlenen bir noktadayken zaman içerisinde mekâna bakış açısı değişmiş, insan-mekân ilişkisi çerçevesinden bir yaklaşım benimsenmiştir. Daha sonra ise mekân fiziksel manada giderek belirsiz bir hâle gelmiştir.

 

Klasik romanda mekân devinimsiz bir görünüm arz etmektedir. Tasvirler, yalnızca olayların üzerinde cereyan ettiği bir sahne olan mekân için geniş ve detaylı olarak verilmiş ancak insan-ruh hâli ilişkisi noktasında yetersiz kalmıştır.

Romantikler ve ardından realistler bu devinimsiz anlayışı nispeten yıkarak yerine daha canlı, insan ile mekânın ilişkisini daha yakından veren tasvirler yapar. Modern romanda insan-mekân ilişkisini veren tasvirler devam eder ancak artık roman, her şeye hâkim anlatıcının sesinden kurtulur ve karakterlerin sesi önem kazanır. Buna bağlı olarak da okuyucu, roman boyunca karşılaşılan mekânları bizzat olayların içerisinde olan karakterlerden dinlemeye, mekânlara onların gözünden bakmaya başlar.

Postmodernizm mekânı olabildiğince önemsiz bir noktaya getirir ve onu buradan izler. Mekânın fiziksel yapısını gösteren detaylı tasvirlere rastlayamayız; postmodernistler “hyper mekân” dedikleri anlayışla belirsiz mekânlar çizerler.

 

Mehmet Tekin romanda mekânın işlevlerini;

a) Olayların cereyan ettiği çevreyi tanıtmak,

b) Roman kahramanlarını çizmek,

c) Toplumu yansıtmak,

d) Atmosfer yaratmak şeklinde belirlemiştir.

 

Tanpınar’ın eserlerinde mekânın en çok da mazi ile olan bağlar düzleminde ele alındığı görülmektedir

 

Peyami Safa’nın eserlerinde mekânın sembolik değerler taşıdığı görülür. Sembolik anlamda modern ile geleneksel arasında sıkışıp kalan karakterler mekân anlamında da bu sıkışmışlığı hisseder.

 

Orhan Pamuk, mekânı yalnızca fiziki açıdan kullanmaz mimarî vasıtasıyla hafızaya değinir. Yazar, mimari hafızayla toplumsal bir kimlik inşasından ziyade bireysel bir kimlik inşası yaratır. Orhan Pamuk için mekânlar bireyin âdeta sığınağıdır.

 

Bekir Şakir Konyalı’nın Edebi Mekânın Poetikası

Kitapta mekân kavramı şu şekilde ele alınır:

Mekân zamanla meydana gelir. Bir “yer”i mekân yapan o yerde geçirilen zaman, yaşanmışlıklardır ve bu mekâna anlam veren de ona yöneltilen farklı perspektiflerin varlığıdır.

 

Ramazan Korkmaz, Romanda Mekânın Poetiği başlıklı yazısında mekân ile ilgili şunları vurgulamıştır: Mekân her türlü canlı ve cansız varlığın, üzerinde anlam kazandığı alandır. Canlı ve düşünebilen bir varlık olarak insanın mekânla olan ilişkisi oldukça dikkate değerdir. Çünkü insanın varlığı mekân üzerinde konumlanmaktadır dolayısıyla hem içinde bulunduğu mekânı etkiler hem de ondan etkilenir.

 

Korkmaz, mekânı önce ikiye ayırır:

A. Anlatmanın ağırlıkta olduğu eserlerde çevresel mekân Bu anlatılarda kişi-yer özdeşikliği kurulamamıştır. Mekânlar coğrafi nitelikte bir güzergâh olmaktan öteye geçemezler.

B. Betimlemenin ağırlıkta olduğu eserlerde algısal mekân

Bu anlatılarda kişi-yer ilişkisine sorunsal açıdan bakan mekânlar vardır. Mekân artık anlam üreten, anıları barındıran ve kişinin iç dünyasını yansıtan bir değerdir.

 

Kavramsal Çerçeve

Mekân, Arapça “kevn” kökünden yer, ev, hane, uzay manasındadır.

Kevn, sözlükte “var olmak, vuku bulmak, meydana gelmek” anlamlarına gelmektedir. Bu kökten türeyen mekân kavramı da insanın varoluş çabasıyla bütünlük sağlamaktadır.

 

Eflatun’a kadar mekân ile ilgili görüşler ancak doluluk-boşluk çizgisinde ilerler. Eflatun, mekânı felsefi düşüncesi olan ideal formlar dünyasına uygun olarak ele alır ve bugünkü anlayıştan çok farklı olarak onu metafizik bir bakış açısıyla inceler. Ona göre mekân, ideal formlar dünyasının bir yansımasıdır. Aristotales ise mekânı maddelerin ve cisimlerin var olabilmesi için bir ön koşul kabul eder.

 

İbn Sina gibi düşünürler mekânın yalnız fiziksel yanına odaklanmamış, metafizik bir mekânın da var olduğunu vurgulamıştır. Aristocu bir yol izlemeyen Ebu Bekir er-Razi atomcu yani Eflatuncu bir mekân anlayışına sahiptir. Filozofa göre mekân, içinde yer kaplayan cisimlerin varlığından bağımsız olduğu için mutlaktır.

 

Kutsal mekânı var eden olgu birtakım inançlara bağlı insanın uzamı türdeş kabul etmemesi ile ilgilidir. Bu insanlar için uzamın bazı bölümleri diğerlerinden farklıdır. Yani bir kutsal ‘kuvvetli’ mekânlar ve bir de kutsanmamış ‘şekilsiz’ mekânlar vardır.

Kutsal, kendisinde insanüstü güçlerin tecelli etmesiyle ortaya çıkar.

 

Kutsal mekân, insanların günlük hayattan sıyrıldığı, kendisini Tanrı’ya yakın hissettiği yerlerdir

Bu mekânlar aynı zamanda toplumsal kimliği koruyan "hafıza mekânlarıdır

 

Geçmişte mekânın dekor oluşturma işlevi ön plandayken artık mekân gerçekten konuya hizmet ediyorsa kullanılır durumdadır. Mekân bir değer olarak ön plana çıktıkça insan-mekân ilişkisine, kişinin doğduğu, yaşadığı çevre ile ilişkisine önem verilmeye başlanmış ve romanlarda önemli işlevler kazanmıştır.

Klasik romanda, mekân ve ona bağlı olarak eşya düzeni “statik” bir görünümle karşımıza çıkmakta ve insan-mekân ilişkisinde kopukluk gözlenmektedir.

Romantik eğilimle birlikte mekân anlayışı nispeten farklı bir hâl almaya başlar. Mekân artık tasarlanmış bir çevre olarak duygu ve heyecanların yansıtılması için bir araç olur. Gerçekçiler ile mekân anlayışı bir kez daha değişerek mekânı “birey”in oluşmasında en önemli etken kabul eden görüş yaygınlık kazanır ve romanda mekânın bu yönü üzerinde durulur. Modern romanda bireyin çevreye göre değişimine odaklanan bir anlayış gelişir ve romanda ilk kez mekâna farklı bakış açılarından bakılmaya başlanır. Her bir karakter için mekânın algılanışı farklıdır ve romancılar artık mekânı anlatırken buna dikkat ederler.

Modern ve özellikle postmodern roman, klasik anlayışın aksine belirsizlik üzerine yoğunlaşır. Yeni anlayışta amaç okura sınırları kesin çizgilerle çekilmiş bir roman dünyası sunmaktan çok sınırları olmayan uçsuz bucaksız bir dünya sunmaktır. Bu durum romanın temel yapıtaşlarında birtakım değişikliklerin meydana gelmesine neden olur ve mekân anlayışı da bu sebeple büyük değişikliklere uğrar. Modern dönem romanında mekân, nispeten önem taşırken postmodern romanla birlikte tamamen belirsizleşir. Kurguya verilen aşırı önem mekân tasvirlerini en aza indirir ve mekâna dair detaylar tamamen okura bırakılır.

 

Türk Romanında Kutsal Mekânlar

Kutsal Bir Mekân Olarak Cami

Camiler, ibadet alanı olmanın ötesinde millî duyguların ve sosyal hayatın merkezi olarak ele alınır.

Orhan Pamuk'un romanlarında ise camiler genellikle "soğuk taş kütleleri" olarak tasvir edilir ve kutsiyetten ziyade birer nesne gibi sunulur.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Mezarlık

Mezarlıklar hem ölüm korkusunun hem de atalara duyulan saygının mekânıdır. Sevinç Çokum'da mezarlıklar millî bir kimlik kartı işlevi görürken ("Başsız kalan Kırım’a başsız mezarlar"), Elif Şafak'ın Pinhan romanında bir aydınlanma ve ferahlama mekânıdır.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Türbe

Türbeler, halkın ruhsal sıkıntılarında sığındığı birer huzur kapısıdır. Afet Ilgaz'da karakterler her bozgunun sonunda Aziz Mahmud Hüdayi gibi türbelere sığınır. Sevinç Çokum’un Ağustos Başağı romanında ise Ertuğrul Gazi Türbesi, işgale karşı umudu temsil eden bir mekândır.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Tekke ve Dergâh

Bu mekânlar tasavvuf eğitiminin verildiği ve toplumsal dayanışmanın sağlandığı yerlerdir. Emine Işınsu'da Özbekler Tekkesi, Millî Mücadele'ye silah ve insan kaçırılan bir merkez olarak tarihsel işleviyle sunulur.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Mescit

“Mescid, Arapça’da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” mânasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir.”

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Şehir

Mekke, Medine ve Kudüs

Bu şehirler hem Allah’ın elçisinin bulunduğu mekânlar olarak hem de birçok kutsal olayın vuku bulduğu yerler olarak önemli hâle gelmiş ve bu nedenle de Türk romanında kutsal bir mekân olarak yer almıştır.

 

Alev Alatlı, ‘Nuke’ Türkiye (Kudüs) Bu şehir artık kutsal değildir; İsrail tarafından tüm kutsallığı sömürülmüştür.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Tepe- Dağ- Irmak

Türk romanında birçok tepe-dağ ve ırmak, kutsalın tezahür ettiği mekânlar olarak geçmiştir.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Kilise

Kilise kelimesi, “Grekçe ek-kaleo fiilinden türetilen ve “topluluk” mânasına gelen ekklesia tabirinden gelmektedir.”

Alev Alatlı’nın romanı Yaseminler Tüter mi, Hâlâ?’da Kıbrıs’ta yaşayan Hristiyan Eleni’nin başından geçenler anlatılırken çeşitli vesilelerle kilise, olayların mekânı olmuştur.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Manastır

“Manastır kelimesi, “tek, yalnız” mânasına gelen Grekçe monostan türetilen ve münzevi hayat tarzını benimseyenlerin (monachos) yaşadığı mekânları ifade eden monasterionun Türkçe’deki şeklidir.”

Orhan Pamuk’un İstanbul’da geçen Beyaz Kale romanında manastır, şehrin yapısı nedeniyle bir şekilde olayların mekânı hâline gelmiştir.

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Kâbe

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Ev

 

Kutsal Bir Mekân Olarak Sinagog

Mario Levi’nin romanı İstanbul Bir Masaldı’da sinagog, Yahudi cemaatinin bir araya geldiği, yasın ve sevincin paylaşıldığı bir kimlik mekânıdır.

 

Sonuç

İncelenen on farklı yazarın kırk dokuz romanından otuz üçünde kutsal mekânların yer aldığı tespit edilmiştir.

 

İncelemeler neticesinde, yazarların neredeyse tamamının romanlarında yansıma bulan kutsal mekânın cami olduğu tespit edilmiştir.

 

Kutsal mekânların romanlardaki kullanım şekillerine, üstlendikleri işlevlere bakıldığında sonuç olarak denilebilir ki, kutsal mekânların kullanımında yazarların bağlı oldukları görüşler, akımlar ve kurguladıkları olaylar etkili olmuş, kutsal mekân kullanımını şekillendirmiştir.

 

Kutsal mekânlar, bir romanın ruhsal haritasındaki pusula iğneleri gibidir; karakterlerin nerede durduğunu, hangi yöne (milliyet, din, bireysel arayış) meylettiklerini ve hayatın fırtınalarında nereye sığındıklarını gösterirler.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder