Kaan Aşer - Mekan Tasarlama Eyleminin Husserl Fenomenolojisi Epokhe
Kavramı Üzerinden Soyumu - Notlar
Doktora Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, 2023
Giriş
Bu çalışmada tasarlama eylemi insanın var olma tarzı (saf
ben-doğal tavır, sahih-gayri sahih var olma, kendi için varlık-başkası için
varlık) ile ilişkilendirilmiştir.
Kendi yaşamını tesis etme, tasarlama imkanına sahip olan
insan, alışık olduğu “doğal tavrı’’, “herkes benliği’’, “başkası için varlık’’
olma hali üzerinden nesneleşirken, yaşama karşı mesafe aldığının bilincinde
olmadan, yaşamına seyirci kalmaktadır.
Tasarlayan öznenin tasarlama eylemi ile ilişkisinin epokhe
üzerinden okunması amaçlanmıştır.
Çalışmanın amacı, öncelikle fizik var olanların (mekan, nesne)
özüne yönelik bir soruşturma gerçekleştirirken kazanılması gereken tavrı ortaya
koymak, sonrasında insana anlamlı yeni deneyim imkanı sunan bir mekanın
varoluşsal bir zeminde nasıl inşa edilmesi gerektiğine yönelik bir bakış
önermek olacaktır.
Egemen Anlayış
Descartes’in kesin zemini düşünen ben’in bilinci olmuştur.
Dolayısıyla bilinç ve bedenin yani özne ve nesnenin kesin bir şekilde
birbirinden ayrıldığı kartezyen felsefe meydana gelmiştir.
Kant felsefesi öncesi felsefeler ya rasyonalist (akılcı) ya da
empiristtir (deneyci). Kant ise bilginin hem önsel bilgiyle bilinebileceği hem
de süreç içerisinde bilginin evrilebilme durumu söz konusu olduğundan akıl ve
deneyimi bir araya getirerek felsefi zeminini oluşturmuştur.
Tanrı, ölümsüzlük, hiçlik gibi kavramlar duyu verileriyle
algılanmadıkları için tam anlamıyla bilinemezler onlar ancak akıl yolları ile
anlaşılabilen kavramlardır o nedenle Kant bu kavramlara numen demektedir.
David Hume “akıl ve deneyin yardımı olmadan gerçek varlık ve
olguya ait şeyler hakkında hiçbir sonuç elde edilemez’’ / Hume’un bilgi kuramı
ise doğrudan algılara dayanmaktadır. Hume, algının duyu verilerinin toplamından
ibaret olduğunu ve duyuların içermediği hiçbir şeyin zihinde de bulunmadığını
iddia etmiştir.
Newton fiziği 20.yy. başlarında ortaya atılan Einstein’ın
kuantum fiziğine kadar insanların dünyayı algılama biçimlerinin temelini
oluşturmuştur.
Newton gözleme ve deneye dayalı tümevarımsal bilgi
metoduyla, akla ve analize dayalı rasyonel tümden gelimci bilgi metodunu
birleştirmeyi başarmıştır.
Mekan tasarlama eyleminde süslemenin bir suç olduğu, formun
işlevi takip ettiği ve konutların içinde yaşanılan bir makine olduğu
görüşlerinin yapılaştığı bir dönemin ileri gelen mimarlarından biri Le
Corbusier’dir.
Mimari mekanın bütününü evrensel bir sistem olarak gören Le
Corbusier’in “modular’’ı evrensel bir insandır. Modular’ın kültürü, tarihi,
zamansallığı yoktur. O ideal insanın temsilidir.
20.yy. başlarında / Plank’in kuantum mekaniği teorisi, Bergson’un
yaratıcı evrimi, Heisenberg’in kararsızlık prensibi ve Einstein’ın görecelik
teorisi sayesinde klasik fiziğin mutlakçı anlayışı sorgulanmıştır.
E. Husserl’in felsefesinde ortaya çıkan “doğal tavır”
Husserl’in kendi felsefesini inşa etmek için oldukça etkili bir zemin ve mevcut
durum okumasıdır.
İdea I: Saf Fenomenolojiye Genel Giriş kitabında Husserl ‘in
(1983) ifade ettiği gibi doğal tavır; kimi zaman uyanık, kimi zaman yarı uyanık
olunan, her gün içinde süregelen yaşayışta takınılan davranışın kendisidir.
Heidegger, insanların içinde bulunduğu doğal tavrı
“hergünkülük” ile ifade etmiştir.
Heidegger’in deyimiyle; Hergünkülüğe düşen Dasein kendi
varlığının en zati, irtibatsız ve atlatılamaz olanağını çoğunlukla örter.
Heidegger hergünkülüğe düşmüş olan Daseın’ın varlık
türlerinin lakırtı, merak ve müphemlik olduğunu belirtmiştir.
Herkesleşme Dasein’ın otantik var olmasının önündeki en
büyük engellerden biridir.
…tasarım eğitmeni verdiği bilgi üzerinden öğrencisini
müritleştirmektedir. Çünkü öğrenciye sunulan kesin ve soruşturulmaz veri
eğitmeni tanrılaştırmakta, yorumu ortadan kaldırmakta, öğrenciyi ezbere
sürüklemektedir.
Bu bağlamda eğitmen ve öğrenci arasında iktidar ve özne
ilişkisi meydana gelmektedir. Foucault’nun Özne ve İktidar yapıtında ifade
ettiği üzere 2 tip özne vardır.
“Denetim ve bağımlılık yoluyla başkasına tabi olan özne ve
vicdan ya da öz bilgi yoluyla kendi kimliğine bağlanmış özne.’’
…kendisini iktidar olarak gören eğitmen her hafta
gerçekleşen tasarım stüdyosu derslerinde öğrenciyi denetleyerek kendisine bağımlı
hale getirmek ve öğrenciyi nesneleştirmek gücüne sahiptir.
…hakikat, insanın onu kendi üzerine mal etmesiyle
ulaşabildiği bir apaçıklıktır. Hakikat, insanın ilgilendiği konunun anlamını
kendisinde keşfetmesiyle ulaşabileceği bir deneyimdir.
Sartre’ın nesneleştirme kavramı Foucault’da özneleştirme
kavramına karşılık gelmektedir. Özneleştirme (başkası için varlık olma)
iktidarın yönetim biçimiyle öznenin özünün tasarlanmasıdır. Özneleştirme,
öznenin her an her şeyin imkan dahilinde olduğu dünyada kendi öz bilgisine
yönelerek hakikatini yani var oluşunun anlamını yakalama imkanının elinden
alınmasıyla gerçekleşmektedir.
Logos’un antik dönemde kullanımı “Logos hep akıl, yargı,
kavram, tanım, neden ve ilinti olarak ‘çevrilmekte’ yani hep yorumlanmaktadır.’’
Heidegger, logos kavramını “Söz olarak logos daha ziyade deloun gibi bir şey
demektir yani ‘sözü edilenin’ söz etme sırasında apaçık hale getirilmesi.’’
şeklinde yorumlamaktadır. Sözü edilen şey, ilgili var olanın varlık nedeni ya
da hakikati / öz anlamıdır.
Fenomenoloji
Husserl’in felsefesi, bilinci merkeze alan bir felsefedir.
Husserl’in amacı, tüm bilimlere temel oluşturacak bir görü
kazandırmaktır.
Tasarlama eyleminde genellikle özne, tasarlayacağı nesnenin
(mobilya, mekan, çevre, evren, vb.) ontik kılıfına (yapı, kategorik, somut hal)
yönelik tanımlarda, çıkarımlarda bulunmaktadır. Çünkü tasarım nesnesi özne ile
nesnelleşebildiği ölçüde ilişkiye girmektedir. Ancak tasarlanan nesnenin ontik
yapısından hareketle kavranıldığında ve anlamlandırdığında öz bilgisi diğer bir
ifadeyle varlık nedeni, anlamı -tasarlanma nedenini- örtmektedir. Fenomenoloji
bu minvalde tasarlama eyleminde örtük kalan, unutulan anlamları düşünmeye ve
onu bilinçte görülemeye yardımcı olabilir.
Fenomenoloji, Heidegger’in ifadesine göre kendini gösterenin
(kendini kendisi gibi gösterenin) bizatihi kendinden hareketle görünür
kılınmasıdır.’’
…tüm bilimlerin fenomenleri birbirinden ayrıdır. Örneğin;
tarih, tarih fenomenlerinden, fizik, fizik fenomenlerinden, psikoloji, psişik
fenomenlerden bahsetmektedir. Ancak fenomenolojinin bahsettiği fenomenlerle
yukarıda ifade edilen fenomenler arasında bir fark vardır. Bu fark,
fenomenolojinin fenomenlere yönelik tavrı ile pozitif bilimin kendi
fenomenlerini ele alış tavrı arasındaki farktır. Husserl’in kurduğu felsefeye
kadar fenomenler; nesne, olay, durum vb. şeyler “burada ve şimdi” olarak
düşünülürken yani esasen somut yapıya yönelik duyusal verilerden hareketle
kavranırken, fenomenolojiyle birlikte fenomen kavramı irrealite, öz fenomenleri
olarak kavranmaya başlanmıştır.
Husserl’in ifadesine göre fenomenoloji, a priori yani önsel
ve betimsel bir “öz” bilimidir.
Geleneksel felsefede fenomen ve öz kavramları birbirlerine
taban tabana zıttır. Çünkü öz değişmezken fenomen görünen değil bir görünüştür.
Görünüş esasen tezahürdür. Tezahür eden değişkendir hatta ontiktir.
Fenomenolojideki yaşantı kavramı Almanca’da “erleibnis”,
İngilizce’de “experience” olarak karşılanmaktadır. Dolayısıyla yaşantı bir
deneyim durumudur. Yaşantı, bilincin nesneyi algılarken, anımsarken,
arzularken, hayal ederken yaşadığı deneyimin kendisidir.
Yaşantı, bilincin nesneyi deneyimlediği andaki yönelimsel
edimleridir.
…deneyimlenmeyen bilginin yaşantısı olmaz, ezberi olur.
Bilginin yaşantısına sahip olmak için ilgili durumun yapısına bürünmek
gerekebilir.
…bilincin yönelimselliği bir nesneye yönelik olma, edim
(sevme, arzulama, hayal etme, algılama, tiksinme vb.) yaşantılarının özüdür.
Yönelimsel yaşantılar bilinçteki edimlerin yaşantılarıdır. Çünkü insanın sevme
yaşantısında sevilen şeye yönelik olma hali vardır. Sevme (noesis) sevilen şeye
/ yönelimsel nesneye (noema) yönelir.
Tasarlama eylemindeki konstitüsyon, ulaşılması istenen
sonucun tasarlayan öznenin bilincinde kurmasıdır. Tasarlayan özne, arzuladığı
mekanın yaşantı deneyimini bilinçte kurmalıdır. Tasarlayan özne arzu ettiği
yaşantının anlamı ile tasarlayacağı var olanları birbirlerine konstitute ederek
ilişkilendirmektedir.
Epokhe ve Tasarlayan Öznenin Soyumu; "Saf Ben"
Fenomenoloji bilince alınan nesnenin özünü apaçık bir
biçimde görme, konsitute etme, ifşa etme, betimleme eylemidir.
Bilincin özleri (refleksiyonla) görülemesi, ifşa etmesi için
mevcut doğal tavrından ayrılması, tavır değiştirmesi gerekmektedir. İşte tam da
burada fenomenolojiyi bilimsel yöntemlerden ayıran temel bir bakış farklılığı
ortaya çıkmaktadır. Bu epokhe’dir. Epokhe, antik Yunan’da “ayraca alma”,
“yargıdan kaçınma”, “vazgeçme”, “askıya alma” anlamlarına karşılık gelmektedir.
Fenomenolojideki epokhe ise bilincin nesneye yönelirken, dış dünyaya ait bütün
bilgilerin, inançların, ruhsal hallerin askıya alınması ve dolayısıyla bir
çırpıda yargı vermekten çekinmesi anlamına gelmektedir.
Epokhe esasen öze ulaşmak için gerçekleştirilen bir soyma
eylemidir.
Epokhe nesnenin dış dünyaya ait olan yani rastlantısal olan
kısmını askıya alırken aynı zamanda o nesneye ait daha önceden bilimsel,
estetik, duyumsal yorumları da askıya alır.
Birey kendi varlığının anlamını, yaşam dünyasından
hareketle, dünyayla etkileşiminin ara kesitinde, ilişkisinde bulabilir.
Dasein’ı esasen fenomenolojik bir Ben’dir. Dasein kendi
varlığının anlamını sorgulayabilen tek var olandır ya da varlığın anlamına
ulaşabilme imkanını sağlayan tek köprüdür.
Herkesleşen, lakırtı, belirsizlik ve boş meraka düşen Dasein
Heidegger’e göre hakikatsizlik içinde var olmakta yani gayri sahih var
olmaktadır.
…hergünkülüğün en gerçek öznesi “herkes”tir. Dolayısıyla
belirsizliktir hatta başkaları olup hiç kimse olmaktır. Bir bakıma Dasein
kendisinden, kendi varlığından kaçmaktadır. Heidegger’e göre Dasein
hergünkülükte kendi ölümünü bile görmezlikten gelir.
Sahih var olmak ise Heidegger’e göre hergünkülük içerisinde
var olan Dasein’in kendisi olmaya çağıran vicdanın sesine kulak vermesi ile
başlar. Dasein kendisini kendi sahih benliğine çağırmaktadır.
Foucault “kendilik politikası” kavramını öznenin soykütüğünü
inceleyerek özneyi iktidarla kurduğu ilişkide aldığı var oluşsal konumları
üzerinden anlamaya ve yorumlamaya çalışmıştır.
Foucault’nun öznenin soy kütüğü araştırmalarıyla ortaya
koyduğu öznenin kendilik teknikleri, tasarlama eyleminin eyleyicisi olan
tasarlayan öznenin var oluşuyla yakından ilintili olduğu düşünülmektedir.
Öznenin tarihsel ontolojisi iktidarın dahil olduğu bir
süreci ortaya koymaktadır. Öznenin kendisiyle ilişkisi esasen hakikatle
ilişkisinden hareketle okunabilmektedir. Foucault’ya göre hakikat; “insanın
varlığını tarihsel bir biçimde deneyim olarak, yani düşünülebilecek ve düşünülmesi
gereken bir şey olarak kuran; başka bir deyişle sorunsallaştıran şey hakkında
belli hakikatlerin üretilmesi için kullanılan bir kurallar bütünüdür.”
Özne iktidar ilişkilerinde Foucault 3 ayrı dönemi
incelemektedri. Foucault’ya göre öznenin kendisini kuran hakikatle ilişkisi
stoacılar döneminde yani henüz Hristiyanlık inancının topluma yayılmadığı antik
dönemde farklı, kilise ve manastır öğretileri (exomologesis / exagoreosis)
ışığında farklı, günümüz kapital erklerin yönetimlerinde ise daha farklıdır.
İfade edilen dönemlerde özne kendisiyle kurduğu ilişkide kendi özneliğini
içinde bulunduğu zemin üzerinden kurmaktadır.
Foucault’ya (2019) göre antik dönemde insanlar, hakikati
açığa çıkarmakla değil hakikati hatırlama ve unutulanı yeniden anımsayarak kavuşmaya
motivedirler. Diğer yandan özne kendisini, doğasını ve kendi hakkındaki
metafiziksel kavrayışını da unutmamaktadır. Onun için hatırlanması gereken şey
hakikate göre nasıl davranacağıdır. Özne yapması gerekenle, yapılan arasında
gündelik yaşamını sürdürmekte, kendisini daima yapılması gerekene
yönlendirmektedir. Özetle antik dönem kendilik tekniği insanın kendini
çözümlemesi ya da bir öz ifşası olmamakla birlikte ne yapıldığının ya da ne
yapılması gerekliliğin hatırlanmasıdır. Foucault’ya (2019) göre antik dönemde
yaşayan öznenin amacı, yeni bir gerçekliğe hazırlanma değil, yaşadığı dünyanın
gerçekliğine erişebilmektir.
Antik dönemde insanın kendisiyle kurduğu ilişkiden sonra MS
4.yy.’da kilise ve manastır öğretisi ortaya çıkmıştır.
Foucault’ya (2019) göre inananlar kendi içlerinde ne olup
bittiğini, neler yaşandığını, kusurlarını, onları baştan çıkartan arzularının
kaynaklarını çözmeye çalışmak zorundadır.
Exomologesis günahkar insanın nasıl oruç tutması
gerektiğinden, nasıl giyineceğine ve nasıl cinsellik yaşayacağına dair
kuralları barındıran bir hristiyanlık öğretisidir.
Foucault’ya göre exomologesis inananın toplumda kaybettiği
statüyü yeniden kazanması için yaptığı teatral bir tövbekarlıktır.
Antik dönemde kişiye özel soruşturulan şeyler yani insanın
kendisiyle hakikat ilişkisi exomologesis’de halka açık hale dönüşüvermiştir.
Exomologesis’de günah temizlenirken günahkar açığa
çıkmaktadır.
Günahkarın kendisini sergilemesi ve günah dolu bir var olan
olduğunun halka bildirmesi ile insan kendiliğinden vazgeçmeye itilmektedir. Bu
vazgeçiş ona Tanrı’nın ışığıyla aydınlanmaya layık olduğu anlamına gelmektedir.
Günahkar ancak bu hazırlıklardan sonra hakikate, yani Tanrının ışığını
karşılayabilmekte, temas edebilmektedir.
Bir diğer Hristiyanlık ritueli ise exagoreusis’tir.
Foucault’ya (2019) göre “exagoreusis”te inananın düşüncelerini sürekli dile
getirmesi ve üstadına yani müridi olduğu efendisine her durumda ve şartta itaat
etmesiyle gerçekleşen öğretidir.
Müridin, efendisinin izni olmadan yaptığı her şey hatta ölüm
bile hırsızlık olarak tanımlanmaktadır.
Foucault’ya (2018) göre her iki Hristiyanlık rituelinde
(exagoreusis ve exomologesis) Tanrı’dan dolayı inananın ruhunda gizli ve saklı
kalan ancak unutulmuş olan kutsal bir parıltı olduğu düşünülmektedir.
Dolayısıyla özne/inanan iktidar olan anlayış/klise
tarafından bir anlamda hakikat oyununa çekilmekte ve inanan bu minvalde
iktidarın tasarladığı yaşam tarzı üzerinden nesneleştirilmektedir
(özneleştirme). Bu oyunun kuralı ise inananın hakikate ulaşması için
kendiliğini kurban etmesidir.
İktidarlar tarafından tasarlanmış bir hakikat sanrısının,
insanın anlam veren bilincinin yerine geçmesi ve otoritenin tahakkümü altına
girmesi onun kendisini inşa edememesine, kendisini imkanlara tasarlayamamasına
neden olmaktadır. Var oluşun temelinde yatan hakikatin (habitusun özü) başkası
üzerinden tasarlanmasıyla özne kendi yaşamını tasarlama imkanına sahip
olamamaktadır. Çünkü o kendi yolculuğunda bulacağı hakikatten uzaklaşarak ona
dayatılan hakikatin(!) içinde hapsolmuştur.
İktidarın tasarladığı hakikatler tek tip bireyler yaratır;
özne ancak merak ederek ve "yeni"yi arayarak kendi öznelliğini inşa
edebilir.
Bugünkü hedef belki de ne olduğumuzu keşfetmek değil,
olduğumuz şeyi reddetmektir.
Sartre’a göre insan özgürlüğe mahkumdur.
Tasarlama eylemi, henüz var olmamış bir nesneye anlam ve
varlık nedeni verme sürecidir.
Tasarlama eylemi bu bağlamda tasarımcının bilincinde
yöneldiği, düşündüğü, arzuladığı anlamın / özün betimlenerek varlığa
getirildiği bir eylem sahasıdır.
Tasarımcı adayları genellikle nesnelerle "doğal
tavır" içinde, yani derinlemesine bir kavrayış geliştirmeden temas
ederler. Bu engeli aşmak için nesnenin alışılmış tanımlarından soyulması ve
epokhe uygulanması gerekmektedir.
Nesne alışılmış olan tanımlamalarından soyuldukça tasarımcı
adayı soyduğu nesnenin esasen ne olduğunun bilincine varabilecektir.
Eidetik İndirgeme: Nesnenin fiziksel kılıfından soyularak
özüne (eide) ulaşılmasıdır. Eidetik indirgeme, nesnenin "transendent"
(aşkın/fiziksel) tarafının soyulup, bilince ait olan "immanent"
(içkin) alana aktarılmasıdır. Örneğin, bir lavabonun tasarımı, onun sadece
biçimini değiştirmek değil, "temiz su ile kullanıcının etkileşime girdiği
var olan olarak imkan" özüne yönelmekle mümkün olur.
Nesnenin özü, nesnenin varoluşu mümkün olsun diye
gerçekleşmesi gereken koşulları ifade eder.
Heidegger’e göre nesneler "bir şey için"
olmalarıyla (ilintililik) anlam kazanırlar. Bu durumda nesnenin özü, onun
sunduğu olanaklar bütünüdür.
Tasarlama eylemi, yeni bir deneyimin imkanını yaratmak
olarak görülür ve tasarımcı, arzuladığı bu imkanın özünü hermenötik
(yorumlayıcı) bir dille ifşa etmelidir.
Varoluş ve Tasarlama Eyleminin İmkanı
…karşılaşılan nesnelerin tasarımcı tarafından başka türlü
kurulabilme imkanını düşünmesi, hayal etmesi mevcut düzenin dayattığı
sınırların dışına çıkmayı göze almakla mümkünleşebilir.
…bir tasarım, kullanıcının alışık olduğu yaşam yorumlarını
ters yüz edebilme gücüne sahiptir.
Mekan neyin imkanıdır? Var olmanın
imkanıdır.
Sonuç
Bilimsel yöntemler nesnenin sadece ontik
(fiziksel/istatistiki) yüzünü verirken, fenomenoloji ontolojik (yaşantısal) özü
ortaya çıkarır.
Tasarımcı, toplumsal kalıpları reddeden, merak eden ve
"yeni"nin peşinden giden otantik bir birey olmalıdır. Sonuç olarak
tasarlama eylemi, insanı "kendi olma" minvaline çağıran bir eylemdir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder