23 Ocak 2021 Cumartesi

Ali Taşpınar - Rize Tarihi

Ali Taşpınar - Rize Tarihi

25 Kasım 1925'te TBMM Şapka kanunu kabul eder. Aralık ayı başından itibaren de Erzurum, Rize, Giresun, Maraş, Kayseri, Konya ve daha bazı merkezlerde şapka kanunu aleyhinde toplantı ve gösteriler başlar.

Şapka istemiyoruz! Gavur kılığına girmeyiz.

İlimiz Güneysu ilçesi Ulucami önünde toplananlar,

Jandarma karakolunu basarak işgal ettiler. Rize'den gönderilen müfreze etkili olamadı. Vali Hurşit Bey telgraf başında Ankara'ya,

__ Rize ayaklanmıştır! Süratle tedbir!.. mesajını çeker.

Bu harekete toplam 180-200 kişinin katıldığı söylenir.

Milli Mücadele ve Cumhuriyetin ilk döneminde olduğu gibi Rize'ye de İstiklâl Mahkemesi gönderilir.

10 Aralık 1925 günü başlayan yargılama 14 Aralık günü sona erer.

Bu olayla ilgili olarak yargılananlar arasında Merkez Camii İmamı Hafız Kâmil ile, medreselerin açılması ile ilgili dilekçeyi yazan Rize Asliye Mahkemesi Başkâtibi Hafız Osman Efendi ile kardeşi Avukat Hulusi Bey 1933 yılında çıkan bir aftan yararlanarak serbest kaldılar. Yargılamadan iki saat sonra idam hükümleri infaz edildi.

İdama mahkûm olanlar şunlardır.

1 - Hareketin lideri olarak kabul edilen Ulucami İmamı Hafız Şaban Hoca (Şaban Koliva)

2- Mahalle Muhtarı Tarakçıoğlu Yakup Çavuş (Yakup Peçe)

3- İslahiye Köyü İmamı Hacı Hasan Efendi

4- Jandarma Karakolunu basan Belediye Bekçisi Kadir Koliva

5- Muhammet Peçe

6- Hafız Mahmut Kamburoğlu

7- Nakşi Şeyhi Şeyh Numan Sabit Efendi. (Sabit Tarakçıoğlu)

8- Hasan Külünkoğlu

 

14/15 Aralık 1925. İdamlar Dalyan Camii önünde, deniz kenarında (bugünkü Tedaş binasının önünde) yapılarak aynı yere gömülür ve 3-4 ay sonra da ailelerine verilirler.

Bu isyan sırasında Rize'ye gelen Hamidiye Kruvazörü isyancıları korkutmak için kuru sıkı birkaç top atar. Ancak Hamidiye'nin bu top atışları daha sonra Rize fıkralarına konu olur ve “Atma Hamidiye Atma, Vergi da vereceğuk, Şapka da Giyeceğuk” denir (s. 443-444).

Rize, 2004


Cumhuriyet Döneminde Rize – 1 (1923-1950)

Cumhuriyet Döneminde Rize – 1 (1923-1950)

Sosyal Alanda Yapılan Devrimlerin Rize’deki Yansımaları (s. 198 vd.)

25 Kasım 1925’te Rize’nin Güneysu bölgesinde bazı hocaların önderliğinde galeyana gelen vatandaşlar, Güneysu karakolunu basıp buradaki jandarmayı esir aldılar. Sonrasında bazıları evlerine döndülerse de geride kalan kişiler ellerindeki silahlarla Rize üzerine yürümek istediler.

Olayın haberini alan Rize’deki askeri birlik, bir müfreze askerle geliş güzergâhı üzerindeki Kemer Köprü önünde, yanlarında getirdikleri (s. 199) toplarla mevzilendi. Ayrıca Hamidiye Kruvazörü Rize’ye geldi. Hamidiye’nin burada halkı sindirmek için kurusıkı mermi attığı söylenir. Durumun ciddiyetini gören ve isyancıların pek çoğu, hatırlı kişilerin de araya girmesi ve “az bir ceza ile kurtulursunuz” tavsiyeleri üzerine teslim oldular. 10 gün süren bu olay sonrasında 143 kişi tutuklandı.

10 Aralık günü İstiklal Mahkemesi üyeleri Rize’ye geldi. 14 Aralık günü 143 kişinin yargılaması bitirildi. Buna göre isyanı kumanda ettiği belirlenen Şaban Hoca, silahlı asilerin kumandanı Yakup Çavuş, Jandarma karakolunu basan Bekçi Kadir Ağa, asilerin elebaşlarından Hasan Ağa… toplam 8 kişi idama mahkum edildi (s. 200).

 

(Hapis ve kürek cezaları) 1929 yılında çıkartılan ve bazı suçların teciline imkan veren 1441 sayılı kanundan faydalanarak yaklaşık üç yıl sonra serbest bırakıldılar (s. 201).

 

Cumhuriyet Döneminde Rize – 1 (1923-1950), Editörler: Zehra Aslan, Mustafa Arıkan, RTEÜ Yayınları, Ankara, 2018


Rize’nin Yüzü

Fatih Sultan Kar – Rize’nin Yüzü

Sabit Tarakçı biyografisi

İstiklal Savaşandan başarıyla çıkılsa da, savaş sonrası bir otorite boşluğu oluşmuştu. Hükümet hâkimiyetini her tarafta sağlayamamış, bu durum Güneysu’da da baş göstermişti. Bazı hain kişiler silahlı çeteler oluşturmuş, milletten haraç yemek suretiyle kendilerini ağa ilan etmişlerdi. Mazlumlara, fakir fukaraya her türlü eziyeti reva görmüşlerdi. Zalime boyun eğmeyen Güneysu’nun şahsiyetli delikanlıları bir araya gelmek suretiyle sekiz kişilik bir kuvvet oluşturdular. Sabit Tarakçı’nın da aralarında bulunduğu bu gençler ağaların bu zulmüne boyun eğmediler. Zor durumdaki insanların yardımına koştular, savaş sonrası dul kalan hanımların namusunu korudular,

 

Güneysu kaynamaya başladı

Ağalar bu gidişattan hiç memnun olmadılar. Silah gücüyle ortadan kaldıramadıklarını hükümet kuvvetiyle ortadan kaldırmaya karar verdiler. Güneysu’da yaşanan ve “Şapka İsyanı” diye adlandırılan olaylar bu ağaların imdadına yetişmişti. Güneysulular Ankara’da gerçekleşen tepeden inme dayatmaları kabul etmediler. Güneysu nahiyesi kaynamaya başladı. Olayları protesto etmek için şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Protesto gösterileri on gün sürdü. Rize’ye gelen askeri birlikler Güneysu’ya sevk edilince bütün direnişçiler tutuklandı. Sabit Tarakçı ve arkadaşları ağır hakaret ve işkenceye uğradılar. Seyyar İstiklal Mahkemesi tarafından Sabit Tarakçıoğlu, Şaban Koliva, Yakup Peçe, Hacı Hasan Efendi, Kadir Koliva, Muhammet Peçe, Hafız Mahmut Kamburoğlu ve Hasan Külünkoğlu için idam cezası verildi.

 

Güneysu, Güneysu olalı böyle zülüm görmedi

Bu sekiz kişiye İstiklal Mahkemesi tarafından söz hakkı verilmedi. Hiçbir yüz kızartıcı suçu olamayan, sadece dayatmaya karşı koyan ve düşüncesi uğrunda mücadele eden Güneysu’nun sekiz delikanlısı idamla cezalandırılırken, aynı olayda jandarmayı vuran, Ağreyimoğlu Mahmut, sırf ağaların adamı olduğundan ceza almadı. 10 Aralık 1925 tarihinde başlayıp 14 Aralık tarihinde neticelenen, seksen celse süren Rize’deki İstiklal Mahkemesi sonucu idam cezasına çarptırılan Sabit Tarakçı ve yedi arkadaşı yargılamaların sonuçlanmasından iki saat sonra Rize Dalyan Camii önünde infaz edilen idamlardan sonra aynı yerde deniz kenarında defnedildiler. İdamlardan üç buçuk ay sonra Sabit Tarakçı’nın naaşı ailesi tarafından gece yarıları gizlice bulunduğu yerden alınarak Güneysu’daki aile kabristanlığına taşınmıştır.

 

(yazının devamında Sabit Tarakçı’nın idamından bir saat önce bir de destan yazdığından söz ediyor)

Sabit Tarakçı’nın idamından bir saat önce yazıp, ailesine ulaştırdığı “destanı” ibret verici sözler içermektedir.

Destan Sabit Tarakçı tarafından idamından bir saat önce yazılıp, ailesine ulaştırılmıştır. Rahmetimin kendi el yazısıyla yazdığı destan metni, torunu Sabit Turan Tarakçı ve onun oğlu Kemal Sadık Tarakçı’dan temin edilmiştir.

RİDEF Yayını, İstanbul, 2014


Güneysu Sempozyumu – 1

 

Güneysu Sempozyumu – 1

Güneysu’da Dini, Sosyal, Kültürel ve Sanatsal Hayat  (20-22 Ekim 2017 Güneysu - Rize)

 

Dr. Zeki Bıyık – Dr. Rıza Kurtuluş, İslam’a Adanmış Mütevazı Bir Ömür: “Güneysulu İmam Hatip İlyas Bıyık Hoca” (s. 193-207)

Şapka olaylarına atıf yapılan bildirideki hatalı bilgiler (s. 195): 2012 yılında bir dergide yayınlanan Ali Topuz’la yapılan mülakatta sarf edilen sözler için Ali Topuz’un kitabı kaynak gösteriliyor. Sayfa numarası dahi veriliyor, eğer bahsi geçen kitabı okuma zahmetine girselerdi böyle bir hata yapmayabilirlerdi.

 

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı, “İlim ve Sosyal Kişiliğiyle Tula Hoca (Mustafa Karslı)” (s. 209-219)

Civelekzade Hacı Sabit Efendi’den bahseden bildiride, Hacı Sabit Efendi’nin 1928 yılına dek Güneysu Merkez Cami’de görev yaptığı bilgisi mevcut (s. 210-211).

 

Prof. Dr. Ahmet Yıldırım, “Güneysu ve Havalisinde Yetişen Ünlü Din Bilginleri ve Bölgenin İslamlaşmasına Katkıları” (s. 223-234)

224. sayfada Numan Sabit Efendi’nin Tarakçıoğlu ailesine mensup Nakşibendi tarikatına bağlı bir şeyh olduğunu söylüyor. Şapka olayları nedeniyle de 1925’te idam edilen 8 kişiden biriymiş. Bu ifadelere dipnot ile bir de keramet rivayeti eklemiş: idam edilenlerin naaşları gömüldükleri sahilden 3-4 ay sonra çıkartıldıklarında yeni defnedilmiş gibi duruyormuş…

 

Hüseyin Kandemir (s. 225)

Hicri 1030’da doğduğu yazılmış, parantez içinde ise Miladi 1887 yılı yazılmış…

 

İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü

RTE Üniversitesi Yayını, Ankara, 2017


Güvelioğlu Tarih – Şecere

İshak Güven Güvelioğlu – Güvelioğlu Tarih – Şecere

İstiklâl Mahkemelerinde Güveliler

Cumhuriyetin ilk yıllarında önce asker kaçaklarını, sonra da yapılan devrimlere muhalefet edenleri / etme ihtimali olanları cezalandırmak için kurulan İstiklâl Mahkemeleri, gerek kuruluş şekilleri gerekse çalışma ve yargılama usulleriyle yakın tarihimizin en çok tartışılan konularından biridir. Bu mahkemelerin kuruluşundan yakın zamana kadar konu hakkında kamuoyunun belgeye dayalı pek fazla bilgisi olmadığı da bir vakıadır. Son yıllarda genelde bu hususlarda hassas olan mağdur kesimin çabaları sonucu mahkeme zabıtlarının bir kısmı yayınlanmıştır. Konunun tam olarak açıklığa kavuşabilmesi ve yerli yerine oturması için TBMM Arşivinde bulunan İstiklâl Mahkemesi Zabıtlarının tümüyle tarihçi ve araştırmacılara açılması konu ile ilgili birtakım hatalı/yanlış bilgilerin de tashih edilmesine imkân sağlayacaktır.

İstiklâl Mahkemeleri denilince Doğu Karadenizlilerin aklına gelen ilk hadise şapka inkılabı sonucu meydana gelen olaylar, uyduruk bir mahkeme sonucu yaşanan idamlar ve İskilipli Atıf Hoca’nın 1924 yılında İstanbul’da yayınlanan 32 sayfalık Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseridir. Bu risalenin yayınlanmasından bir buçuk yıl sonra şapka giyilmesi hakkında kanun çıkarılmış ve bir buçuk sene önce yazılmış eserin kanuna muhalif olduğu gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp müellifi idama mahkum edilmiştir. Atıf Hoca’nın yargılanması esnasında bu konuyla ilgili olarak Güvelioğlu ailesinden de bazı kişiler yargılanmıştır. Bunlar Rize’nin Paşakuyu mahallesinden Ömer oğlu Hafız Yahya ile kardeşi Musa'dır.

1926 yılında çıkan şapka aleyhtarı gösteriler esnasında Güveli Musa, Rize’de kitapçılık yapmaktaydı ve çevrede “Kitapçı Musa” olarak tanınmaktaydı. Ağabeyi Hafız Yahya ise İstanbul’da yaşamakta ve yeni çıkan kitaplardan temin ederek kardeşine göndermekteydi. Hafız Yahya şapka aleyhtarı bu eserden kardeşi Musa’ya göndermişti. Soruşturma esnasında bu durum ortaya çıkmış ve Yahya Efendi bunun için İstiklal Mahkemesinde yargılanarak üç ay hapiste tutulmuştu (s. 51).

 

Eserin müellifi Atıf Hoca’nın sorgusu esnasında muhtemel kitap gönderdiği kişiler araştırılırken kendisine “Güvelizade kimdir” diye sorulmuş o da “Bendeniz Güvelizade filan tanımam” diye cevap vermişti.

Hafız Yahya, kardeşi Musa'ya kitap gönderdiğinin ortaya çıkması üzerine gözaltına alınıp sorgulandı. Güveli Musa gözaltına alınmadan önce kendisiyle tanışan bir emniyet mensubu bir gün sonra dükkân ve evini aramaya geleceklerini söyleyerek uyarıda bulunmuştu. Bunun üzerine Güveli Musa evine götürdüğü kitabı o gece yaktı. Ertesi gün ise dükkânına gelen polislere, aranan şapka aleyhtarı kitapları teslim etti. Evinin aranması esnasında evdeki silah ve ev hanımının koynunda saklandığından bulunamadı. Güveli Musa mesleği kitapçı olduğundan gelen her kitap gibi bu eseri de satışa sunduğunu, az bir kısmını sattığını, şapka olaylarıyla bir alakası ve suç işleme kastı olmadığını söylemesine rağmen 3 ay boyunca gözaltında tutularak işkenceden geçirildi ve daha sonra serbest bırakıldı.

Rize’nin itibarlı tüccarlarından olan ve 21.2.1942 tarihinde Himâye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) Rize şubesi azalığına seçilen Güveli Musa şapka olayları esnasında gördüğü kötü muamele nedeniyle aynı zihniyetteki anlayışa karşı hep mesafeli kalmıştı (s. 52).

 

İstanbul, 2012


Murat Ümit Hiçyılmaz - Güneysu-Seyahatnamesi

Murat Ümit Hiçyılmaz - Güneysu-Seyahatnamesi

1925 Şapka Hadisesi

İdam edilen 8 insanın isimleri ve aileleri dahil birçok hatalı bilgi ortalıkta duruyor, Rize tarihi üzerine yazılmış kitaplar da bile eksik ve yanlış bilgiler bulunuyordu. Bu yüzden hadiseyi burada netleştirmek ve yanlış bilgilerden arındırmak istiyorum. Mevzuyu en baştan alalım. 25 Kasım 1925’de Mecliste 671 No’lu “Şapka İktizası Hakkında Kanun” kabul ve üç gün sonra da Resmi Gazete’de yayınlanarak ilan edildi. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte birkaç gün içerisinde Erzurum, Maraş, Kayseri, Sivas, Konya, Giresun ve Rize gibi vilayetlerde çeşitli toplantı ve protestolar baş gösterdi.

 

Rize’deki protestolar Aralık ayı başlarında Güneysu ilçesinde göründü. Ğazavit’teki (Ulucami) caminin önünde toplanan ahaliye caminin imamı Şaban Koliva Hoca konuşma yaptı. Bu nutukta devletin gâvurluğa meylediği, şapka kanununun bardağı taşıran son damla olduğu ve bu gidişata dur deme vaktinin geldiği vurgulandı. Ayrıca Potamya merkez cami imamı Salarhalı Hacı Sabit Efendi’nin halkı galeyana getirmek adına ayaklanan gençlere “şapka giyerseniz cehenneme, giymeyip idam edilirseniz cennete gidersiniz” diye fetva verdiği anlatılıyordu. Yaklaşık 10 gün süren olaylarda karakol ele geçirilmiş ve karakol komutanı etkisiz hale getirilmişti. Birkaç jandarma askeri de ayaklanan köylülerin elinde esir kalmıştı. Bu esir jandarmaları aklıselim bir insan olan Yukarı Kanboz Köyünden Öksüzömeroğlu Sabit Efendi inisiyatif alarak Rize’de merkez karakola teslim etmişti. Olaylar iyice kontrolden çıkınca Rize’den bir müfreze gönderildi ve Potamya’nın girişine top ve silahlar mevzilendirildi. Halkın geri adım atması için Askoroz yakınlarına demirlemiş olan Hamidiye kruvazörünce, Askoroz Deresinin boş bölgelerine birkaç kuru sıkı top atışı yapıldı. Bu sırada harekâta baştan beri destek veren Potamya İmamı Hacı Sabit Efendi, minarenin şerefesinden beyaz bayrak salladı. İleri gelen insanların devreye girmesiyle olay sonlandı ama devlet yine de isyan edenlerin elebaşlarının teslim olmalarını istiyordu. Bu noktada köylüler, her şeyin durulmasına rağmen Vali Hurşit Bey’in kendisi hakkında önceden başka bir hususta yapılan şikayetin intikamı olarak olayları Ankara’ya abartarak anlattığı, münferit bu protestoları ısrarla devlete karşı yapılan programlı bir “isyan” olarak naklettiğini söylüyorlar (s. 108-109).

 

Rize, ilk mektep müfettişi Hasan Tahsin Başak; 1966’da yazma olarak “Rize’nin Maltepe Köyine Esasları Bulunanların Tarihleri ve Şecereleri Yeni Yazıyla Yazılan Defterdir” başlıklı bir eser kaleme almış. Şapka olaylarına da yer verdiği notlarında; olayları dönemin Rize valisi Hurşit Bey’in (notlarında Deli Hurşit diyor) çıkardığını, mahkemeyi zırhzade aliler mahkemesi, idama mahkum edilenlerin toplam 15 kişi olduğunu yazar. Notlarında ayrıca Hacı Sabit Efendi’nin mahkemede ifade vermediğini iddia eder ki bunlar yanlış bilgilerdir. Hasan Tahsin notlarının devamında valiyi Kemerli şurayı devlet reisi muavini Kemerli Aslan Bey ve Mülkiye Reisi Hemşinli Faik Bey’e şikayet ettiğini bu vesile ile vali Hurşit Bey’in Rize’den azledildiğini belirtir. Bu bilgiler de doğru değildir (s. 109).

 

Olaylar yatıştıktan sonra aynı arabulucu insanlar işin başını çekenlere “Az bir ceza ile kurtulursunuz, teslim olun.” dediler. Aralarında müzakere yapan köylüler sonunda teslim olmaya karar vermişler.

(…)

Potamya İmamı Hacı Sabit Efendi’nin duruşma salonunda halkı galeyana getirdiği iddialarını kabul etmediği ve “ben elli senedur bu camide imamluk yaptum, hiç ecelinden elen adam görmedum, hep kanli gömlek yikadum. Bu insanlar benim deduğumi yapmaz ki ben bunlari isyan ettureyim.” deyip fötr şapkayı öpüp başına taktığı ve böylece cezadan kurtulduğu söyleniyordu. Nezarette Öksüzömeroğlu Sabit Efendi adaşına başındaki fötr şapkayı sorunca Sabit Hoca şöyle demiş: “Kitap diyor ki, darağacina gidene kadar takmayacaksun, darağacı görindi mi mecbur takacaksun”. / s. 110

 

İdam edilenlerin gerçek kimlikleri ise şu şekildeydi:

 Kolivaoğlu Hafız Şaban Hoca (Gürgenli, Ulucami Mahallesi İmamı)

 Peçeoğlu Yakup Çavuş (Gürgenli, Gürgen Köyü Muhtarı)

 Külünkoğlu Kofa Hasan (Çayeli Lerozlu)

 Kolivaoğlu Kadir Ağa (Gürgenli, Belediye bekçisi)

 Peçeoğlu Mehmet (Gürgenli, köy sakini)

 Kanburoğlu Hafız Mahmut (Kurlozlu, Kurloz Köyü imamı)

Tarakçıoğlu Numan Sabit Efendi (Verozlu)

 Peçeoğlu Arslan Çavuş (Gürgenli, köy sakini)

 

(idam edilen) sekiz kişiden sadece Külünkoğlu Hasan Çayeli ilçesindendi, diğer yedi kişi Güneysuluydu. Külünkoğlu Hasan yörede Kofa Hasan lakabıyla tanınan ünlü bir eşkıyaydı ve bu dava uğruna idam edilmeyi çok arzuluyordu, çünkü idam edilirse şehit olacağına ve işlediği suçlardan arınacağına inanıyordu. Bu sebeple asılma anına dek arkadaşlarına cesaret ve moral verdiği anlatılmaktadır. Köylülerin anlatmasına bakılırsa, idamlar Rize merkezdeki Dalyan Camii avlusu civarında tatbik edilmiş, cenazeleri ise bu caminin hemen çaprazındaki deniz kenarında, yani şimdi ki İl Orman Müdürlüğü’nün olduğu yerlerde defnedilmişti. Defin yeri ilk başlarda ailelerden gizli tutulmuş ama köylüler cenazelerini ısrarla almak istemişler. Bunun üzerine kimine göre yaklaşık 40 gün sonra, kimine göre ise yaklaşık 3 yıl sonra Gardiyan Mehmet, Vali’nin de bilgisi dahilinde ailelere gece yarısı cenazelerini almaları şartıyla defin yerini göstermiş. Gece herkes kendi naaşını alıp aile mezarlıklarına defnetmişler (s. 111-112).

 

“Alihocaoğlu Ailesi ve Tarakçılık” /

Sabit amcaya göre Ali Hoca’nın Mehmet adında bir oğlu, onun da Ahmet ile Memiş adında iki oğlu olmuştu. Memiş’in oğlu Sabit, 1925 Şapka Hadisesinde idam edilen Tarakçı Sabit’ten başkası değildi. İdam edilen Sabit Efendi’nin de Niyazi ve Memiş adında iki oğlu olmuştu. Sohbet ettiğimiz Sabit dede ise bu Niyazi’nin oğluydu

 

Ali Topuz’un özel hayatını ve siyasi kariyerini anlattığı anılar iki cilt halinde “Ali

Topuz Anlatıyor-1 (Değişimi Yaşamak)” ve “Ali Topuz Anlatıyor-2 (Düzeni Değiştirmek)” adlı isimlerle Doğan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Bu eserlerde Güneysu ile ilgili bir çok mühim bilgiler de yer alıyordu. Özellikle anne tarafından dedesi olan Mustafa Kandemir’in karıştığı Şapka Hadisesi ile ilgili anılar oldukça ilgi çekiciydi. Kitapta anlatılanlara göre dedesi Mustafa Kandemir, Ulucami imamı olan Şaban Koliva hocanın mektubuyla hadiseye karışmış ve hareketin öncülerinden olmuş. En hararetli günde karakol baskını yapıldıktan sonra onbaşı rütbesine sahip olan karakol komutanını asmaya kalkan gruba Mustafa dede müdahale etmiş, kalabalığı da “biz buraya şapka giymeyeceğuz demeye gelduk, adam asmaya gelmeduk, isyan etmeye da gelmeduk” diye itirazda bulunmuş. Onun bu müdahalesi kitleleri etkilemiş ve daha kötü hadiselerin yaşanmasına mani olmuş. Mustafa Kandemir, çekirdek grup içinde yer aldığından hakkında idam kararı çıkması muhtemelken, hayatını kurtardığı karakol onbaşısı mahkemede “bu adam olmasaydı beni asacaklardı” demiş ve Mustafa dedeyi asılmaktan kurtarmış ama 10 yıl kürek cezasına mahkum edilmiş, sonra da birkaç yıl cezaevinde yatmış (s. 150).

 

Naci amcanın dedesi Öksüzoğlu Sabit Bayraktar, Mataracı Mehmet Bey’in yakın bir dostu imiş. 17 Aralık 1924 günü Atatürk Rize’yi ziyaret etmişti ve yakın arkadaşı Mataracı Mehmet Bey, kendisinde misafir olma ihtimalini düşünerekten belirli bir hazırlık yapmıştı. Atatürk, gün boyu Rize’de ziyaretler yapmış ve sonunda Hamidiye gemisinde kalacağını beyan etmişti. Protokol kayığıyla gemiye geçerken son dakikada karar değiştirmiş ve Mataracı Mehmet Bey’in evine gitmişti. Mataracı Mehmet Bey her türlü hazırlığı yapmıştı ve çok iyi kahve pişiren Sabit Bayraktar’ı da o gece evinde hazır bulundurmuştu. Yemeklerden sonra Sabit dedenin kahveleri içilmiş ve Atatürk kahveyi çok beğendiği için ikincisini istemiş. İkinci kahveyi de çok beğenen Atatürk, kahveyi yapan kişiyle tanışmak istemiş. Mutfaktan Sabit dedeyi çağırmışlar, Atatürk kendisine tahsilini sormuş. Sabit dede okuyamadığını, zaten köyünde okul da olmadığını söylemiş. Atatürk hemen bir adamını çağırmış ve Sabit Efendi’nin köyüne bir ilkokul, nahiyesine de bir ortaokul yapılması talimatını vermiş. Bu talimat gereği hazırlıklar başlamış ve her iki okul için Kanboz vadisinden keresteler hazırlanmış. Şimdiki gibi araç yolu olmadığı için Kanboz’un mezra ve ormanlıklarında hazırlanan kütükler dere vasıtasıyla Selamet Köyü altında “Kenan’un Paravol” denilen yerde yığılıp stoklanmış. Okul işi ciddiye binince vaizci bir hoca ahaliyi toplayıp, “Potamya’ya gâvur okulu yapacaklar, gaz yağını ben vereceğum, siz da o keresteleri yakacaksunuz” diye halkı galeyana getirmiş. Velhasıl birkaç gün içinde bütün keresteler yakılmış. Bunun üzerine okul işine sebep olan Sabit dede, Mataracı Mehmet Bey’e gitmiş ve “bizim köylüler okul istemiyor, Potamya’ya yapılacak olan ortaokulu Lazistan’a, köye yapılacak ilkokulu da Senoz’a yapın” demiş. Gerçekten de iki okul Sabit dedenin önerdiği yerlere, hatta ortaokul Ardeşen’e yapılmış (s. 159).

 

Civelekoğlu Hacı Sabit Efendi

Sabit Efendi’ye kadar cami ve medresenin hocalığı aynı aile içinde babadan oğula olmak üzere el değiştirmişti. Sabit Hoca, tam 40 yıl bu camide görev yapmış ve onun döneminde yani 1907 yılında eski cami yıkılıp yenisi inşa edilmişti. Sabit hoca ayrıca anlatılanlara göre Şapka Hadiselerinde halkı galeyana getirici bir üslup kullanmış ve bu yönüyle hafızalarda yer edinmişti. Zaten Şapka Hadisesinden sonra görevi bırakmıştı (s. 218).

 

“Ulucami Camii Haziresi”

Eski Ulu Cami malum Şapka Hadiselerinin fitilinin ateşlendiği camiydi zira hareketin öncülerinden Hafız Şaban Koliva bu caminin imamıydı.

 

 

REVAK, 2019


Orhan Naci Ak – Güneysu Tarihi

Orhan Naci Ak – Güneysu Tarihi

Şapka Kanunu 25 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe girmişti. Şapka isyanı dediğimiz olaylar da Aralık ayının başından itibaren yurdun muhtelif bölgelerinde baş gösterdi. Güneysu’da ise şapka kanunu aleyhinde olanlar Ulucami önünde toplandılar ve Şapka Kanunu aleyhinde nümayişe başladılar. Bu toplantıya engel olmak isteyen karakol komutanı etkisiz hale getirildi ve karakol işgal edildi. Bu hareketi bastırmak ve müsebbiplerini yakalamak üzere Rize’den bir müfreze gönderildi. Müfreze, yanlarında getirdikleri topları ve silahları şimdiki kemer köprünün beri yakasına mevzilendirdiler. Hareketin içinde olanlar dağlara çekildi. Hükümet kuvvetleri isyancıların teslim olmalarını istiyor, onlar ise Batum’a kaçmak veya teslim olmak şıklarını aralarında müzakere ederek bir karara varmaya çalışıyorlardı. Neticede yörenin ileri gelenleri araya girdi. “Az bir ceza ile kurtulursunuz” denilerek isyancılar teslim olmaya ikna edildiler. Hareketin içinde olanlar teslim oldular.

Yargılama üç gün sürdü. 14 Aralık günü mahkeme kararını verdi ve karardan iki saat sonra idam hükümlüleri infaz edildi. İdamların günümüzdeki elektrik kurumunun bulunduğu bölgede, deniz kenarında bir yerde yerine getirildiğine dair rivayetler vardır (s. 70).

 

Atatürk 1924 yılında Rize’ye geldiğinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu yürürlüğe konmuş ve medreseler kapatılmıştı. Medreselerin kapanmasına karşı olanlar medreselerin açılması için Atatürk’e bir dilekçe sundular. Atatürk bu dilekçeyi hükümet konağının merdivenlerinde okumuş, kabul etmeyerek tepki göstermişti. İşte medreselerin açılması ile ilgili dilekçeyi kaleme alan Rize Asliye Mahkemesi Başkâtibi Hafız Osman Efendi ile kardeşi Avukat Hulusi Bey ve bu arada Merkez Camii imamı Hafız Kamil de yargılananlar arasında yer aldılar (s. 71).

 

Bu olayla ilgili söylenmesi gereken en önemli eleştiri şudur: Mahkeme heyeti şahit dinlemeden, avukat savunması almadan, adeta önceden kararlaştırılmış kararları mahkeme salonunda okumuştur, temyiz hakkı da tanımamıştır.

11 Aralıkta Rize'ye gelen heyet 143 kişiyi yargıladı ve üç gün sonra 14 Aralıkta kararını verdi. Bu sürede heyet ancak kimlik tespiti yapabilir diye düşünüyorum. Diğer yanda bir olayı protesto etmeye idam cezası vermek şüphesiz ki adil ve hukuki değildir. Yapılmak istenen şey, gazete haberinde de belirtildiği gibi birkaç kişiyi kurban ederek yeni devletin gücünü göstermek, halkı korkutmayı ve sindirmeyi amaçlamaktır. (s. 73)

 

30 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi (s. 72-73),

“Rize’den matbaamıza yazılıyor: Köy imamlarının ve bazı mürtecilerin teşviki ile25-26Teşrinisinde başlayan isyan, Cumhuriyetin azim ve satveti neticesinde süratle bastırıldı. Bu hareket-i musalahanın seri bir surette itfasında gayur ve fedakar Vali Hurşit Bey ile Jandarma Kumandanı Binbaşı Yusuf Bey, büyük himmet ve gayretleri sebkat etmiştir (bir başka deyişle ileri gitmiştir.)

Hamidiye Kravözörü’nün der-akab (hemen) Rize’ye gelmesinin de isyanın tenkilinde (cezalandırılıp sindirilmesinde) büyük tesiri görülmüştür. Hulasa, Rize vilayetinde başlayan bu irticai hareket pek kısa bir zaman zarfında tamamen imha edilmiş, halk cumhuriyet idaresinin satvet ve azametini anlamış, her tarafta sükûnet avdet etmiştir.

İsyan mıntıkasındaki halk, ellerindeki binlerce silahı hükümete teslim sureti ile iğfal edildiklerini kemal-i teessürle arz etmişler ve müşevvikleri lanetle yâd etmişlerdir Şimdi vilayetin her tarafında fevkalade bir sükûnet mevcut olup herkes işiyle ve gücüyle meşgul olmaktadır.”

REVAK, 2019


Orhan Naci Ak – Rize Tarihi

Orhan Naci Ak – Rize Tarihi

Uzun süren seferberlik ve Milli Mücadele yılları sırasında oluşan otorite boşluğundan yararlanan bazı kimseler, eşkıyalığa başlamışlardı. Muhtemelen asker kaçağı da olan bu insanlar vatandaşın malına ve canına zarar veriyor; evleri basarak, yolları keserek vatandaşın nesi var, nesi yoksa alıyorlardı. Nerede ise her köyde bir eşkıya vardı. Bazen de birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Savaşın gailesini bertaraf eden yeni yönetim, eşkıya ile mücadeleye girerek halkın mal ve can emniyetini sağlamaya çalıştı (s. 210).

 

Şapka Kanunu 25 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe girmişti. Şapka isyanı dediğimiz olaylar, Aralık ayının başından itibaren yurdun muhtelif bölgelerinde baş gösterdi. Güneysu'da Ulucami önünde toplananlar, Şapka Kanunu aleyhinde nümayiş yaptılar. Bu toplantıya engel olmak isteyen karakol komutanı etkisiz hale getirildi ve karakol işgal edildi. Bu hareketi bastırmak ve müsebbiblerini yakalamak üzere Rize'den bir müfreze gönderildi. Müfreze, yanlarına getirdikleri topları ve silahları şimdiki kemer köprünün beri yakasına mevzilendirdiler. Hareketin içinde olanlar dağlara çekildi. Hükümet kuvvetleri isyancıların teslim olmalarını istiyor, onlar ise Batum'a kaçmak veya teslim olmak şıklarını aralarında müzakere ederek bir karara varmaya çalışıyorlardı. Neticede yörenin ileri gelenleri araya girdi. "Az bir ceza ile kurtulursunuz" denilerek isyancıları teslim olmaya ikna ettiler. Bunun üzerine, hareketin içinde olanlar teslim oldular (s. 210).

 

Yargılama üç gün sürdü. 14 Aralık günü mahkeme kararını verdi ve karardan iki saat sonra idam hükümleri infaz edildi. İdamların Dalyan Camisi önünde, deniz kenarında bir yerde, yerine getirildiğine dair rivayetler vardır. Bu mahkemede yargılanan 143 sanıktan 8'i idama, 14'ü on beşer yıla, 22'si onar yıla, 19'u beşer yıla mahkum edildiler. Diğerleri beraat etti (s. 211).

 

İdama mahkûm olanlar şunlardır.

1 - Hareketin lideri olarak kabul edilen Ulucami İmamı Hafız Şaban Hoca

2- Mahalle Muhtarı Tarakçıoğlu Yakup Çavuş (Yakup Peçe)

3- İslahiye Köyü İmamı Hacı Hasan Efendi

4- Jandarma Karakolunu basan Belediye Bekçisi Kadir Ağa

5- Muhammet Peçe

6- Hafız Mahmut Kamburoğlu

7- Tarakçıoğullarından Nakşi Şeyhi Şeyh Numan Sabit Efendi.

 

Bu olay münasebetiyle yargılananlar arasında Merkez Camii İmamı Hafız Kamil yanında medreselerin açılması ile ilgili dilekçeyi kaleme alan Rize Asliye Mahkemesi Başkâtibi Hafız Osman Efendi ile kardeşi Avukat Hulusi Bey'de bulunuyordu. Hafız Osman Efendi ile Avukat Hulusu Efendi 1933 yılında çıkan bir aftan yararlanarak serbest kaldılar.

 

30 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, idam edilen sekiz kişiyi resimleriyle verdi…

 

(s. 210-211)

2000, Trabzon


Bilinmeyen hatıralar

Ali Fuat Cebesoy - Bilinmeyen hatıralar

 

Mesela şapka. Eee kanun çıktı, hiç kimsenin şapka giydiği yok. Emir veriyor. En koyu mürteci yer Kastamonu. Ordaki valiye diyor ki kumandana ben şapkaylan geleceğim oraya diyor. Beni diyor şapkaylan karşılayın diyor. Hükümetin de haberi yok bundan. Hepsini kendi hazırlıyor. Şimdi o der ki, mesela Hamdullah Suphi Bey kalkmış, paşam ananelerimiz mahvolacak bu şapkayla, ananemiz gidiyor, fesi istemiyorsan kalpak yapalım. Heyeti vekile de gülmüş gülmüş demiş ki eğer bizim her işimiz fes ile şapka davası ise demiş, onun için şapka giydiriyorum ki demiş öbürlerini kolay kabul ettireyim demiş. Evvela kafayı değiştireyim (s. 382).

Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul, 2001


Ali Topuz - Değişimi Yaşamak (1932-1972)

Ali Topuz - Değişimi Yaşamak (1932-1972)

 

…Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Kanboz, kabadayısı bol, çok silah kullanan, sorunlarını silahla çözme alışkanlığı olan, kan davalarının da çokça görüldüğü bir köy. Sadece Kanboz da değil, bir ölçüde Potomya’da ve Rize’de de benzer bir durum söz konusu.

Bölgede silahlı kişiler ve gruplar, sadece kendi çıkarları için kabadayılık amacıyla ortaya çıkmış değillerdi. Rus işgali sırasında ve işgalden sonra bölgede kalan Rum ve Ermeni çeteleriyle mücadele etmek amacıyla da Türk gençleri tarafından, adına çete denilen silahlı savunma grupları oluşturulduğu bilinen bir gerçektir (s. 21).

 

Bizim semt camisinin imamı Hüseyin Efendi herhalde köyümüzün (İslahiye köyünün) imamı Hacı Hasan Efendi’den ya da Potomya’daki Ulucami imamı Hafız Şaban Koliva Hoca’dan almış olduğu talimatla, bir gün babamı çağırıyor, bir iki öğrencisini daha çağırıyor ve bunların eline birer ikişer mektup yazıp veriyor. Bu mektupları alın, falan filan yerlere götürün. Sen şuraya, sen şuraya, sen de şuraya götür, diye talimat veriyor.

Verdiği adresler de civardaki camilerin imamları ya da köylerin hatırı sayılır ve çevresi olan güçlü kişileri. Babam eve geliyor. Annesine, babaannesine durumu anlatıyor. Hüseyin Efendi, babama iki mektup vermiş, mektuplardan biri de bizim evimizden yaya olarak en az bir buçuk saat uzaklıktaki bir köyde oturan Mustafa Kandemir’e götürülecek, yani dedeme gidecek. Babam, annesine diyor ki: “Mustafa Kandemir’in mektubunu sen götür, senin akraban nasıl olsa.” Babaannem akıllı bir kadın. “Ne var bu mektubun içinde acaba?” diye soruyor, açıp okuyorlar.

Mektupta yazılanlar ilginç. Mealen deniliyor ki, “Filan günde Potomya’daki Ulucami’de Cuma namazından sonra toplantı yapacağız. Bize şapka giydirmek istiyorlar. Bu gâvurluktur. Şapkayı giymeyeceğimizi ilan edeceğiz. Çevrede ne kadar eli silah tutan adam varsa, onları da silahlarıyla birlikte getirin, namaz öncesi Potomya’da buluşalım.”

 

Evet, birileri düğmeye basmış. Potomya’da gerçekleştirilecek bir başkaldırı planlanıyor. Ama, babam olacakları pek kestiremiyor. Bu mektupların bir isyanı tetikleyeceğini idrak edemiyor. Babaannem Sırma Hanım’ın canı sıkılıyor, o durumu anlıyor ve tabii ki kaygılanıyor. Başlarına bir şey gelir diye çekiniyor ama mektubu da götürüyor. Babam da diğer mektubu ilgilisine götürüp teslim ediyor.

Böylece, bu mektupları dağıtıyorlar. Ve kalabalık söz konusu günde Potomya’da toplanıyor. Bizim köyden de birçok kişi gelmiş. Dedem de silahlı adamlarıyla orada. Çok etkin ve çevresi çok geniş bir adamdı dedem. O ailenin en sözü geçen adamıydı. Bizde klasik anlamda ağalık falan yoktur; ama böyle sözü geçen adamlar, bir anlamda ağalık yaparlardı. Anlaşmazlıkları da dedem gibi kişiler çözermiş.

Evet, Şapka Kanunu’nun kabul edildiği 25 Kasım 1925 tarihinden hemen sonra, Potomya Ulucami’nin önünde toplananlara Ulucami imamı Hafız Şaban Hoca (Şaban Koliva) orada bir konuşma yapıyor. Asıl planlayıcı olan kişi bu imam. Bizim köydeki imamı da, bizim semtteki Hüseyin Efendi’yi de, diğer imamları ilk örgütleyen o. Bu imamın (s. 31) konuşmasından sonra iş başka bir noktaya taşınıyor. Önce şapkanın gâvur icadı olduğunu, şapka giydirenlerin din düşmanı din düşmanı olduğunu söylüyor. Ardından topluluk dalgalanıyor ve isyan fiili olarak başlamış oluyor.

(…)

Dedem Mustafa Kandemir’in bana anlattığına göre: Ulucami imamı, konuşmanın ardından kalabalığı adamakıllı tahrik ederek, jandarma karakolunu basmaya çağırıyor. Basıyorlar da. Karakolun başında bir jandarma onbaşısı var. Onbaşı önce direniyor. Bakıyor ki başa çıkacak gibi değil, teslim oluyor. “Ben de sizinle beraberim” diye kendini kurtarmaya çalışıyor. Yine de dinlemiyorlar. Ayaküstü karar vererek onbaşıyı asmaya kalkıyorlar.

Mustafa Dedem hemen öne çıkıyor, itiraz ediyor. “Biz buraya şapka giymeyeceğuz demeye gelduk. Adam öldürmeye gelmeduk, isyan etmeye de gelmeduk” diyor. Tartışma başlıyor. Tabii dedem, diğer semtlerden gelenler üzerinde de etkili olunca, bizim köyden gelenler, İslahiye köylüleri, isyancılardan desteği çekiyorlar. Hükûmete destek verir konuma geliyorlar. Böylece isyancılar zaman kaybederken, Rize’den askeri (s. 32) birlikle geliyor. Askerler bunların bir kısmını kuşatıyor, bir kısmını da kaşarken dağlarda yakalıyor ve hepsini teslim alıp götürüyorlar. İstiklal Mahkemesine sevk esiyorlar.

(…)

Açıkça ifade etmek isterim ki Potomya’daki isyan hareketini, devletin güvenlik güçlerinden önce, İslahiye köyünden gelenler başta olmak üzere Potomyalılar etkisizleştirmiş ve güvenlik güçlerinin işini kolaylaştırmışlardır.

İstiklal Mahkemesi’nde kimilerine ölüm cezası veriliyor. Kimileri de farklı sürelerle kürek cezasına mahkûm ediliyor. Dedem de on yıl kürek cezası verilenler arasında. Dedemi idamdan kurtaran, isyancıların asmaya kalkıştığı onbaşının ifadesi oluyor. Onbaşı dedemi göstererek, (s. 33) “Bu adam olmasaydı, beni asacaklardı” deyince, dedem idamdan kurtuluyor. Yoksa asacaklardı, çünkü isyanın öncülerinden görünüyordu (s. 34).

 

Mustafa Kemal’in medreselerin açılmayacağını kesin bir ifadeyle söylemesi, Rize’deki ve özellikle Potomya’daki hocaları ve tarikatçıları kızdırmıştı. Onlar, etkinliklerini ve itibarlarını medreseden alıyorlardı. Askerlik hizmetinden muaf sayılan ve geçimlerini medreselerden sağlayan bu kişiler, imtiyazlarını kaybetmiş olmayı içlerine sindiremiyorlardı. Sıradan vatandaş haline gelmek, onların tepki göstermelerine neden (s. 35) oluyordu. Bu durum, Rize dışından gelen kışkırtıcılara da çok uygun bir ortam hazırlıyordu.

“Din elden gidiyor” iddiaları ve istismarcılığıyla Mustafa Kemal’e ve onun getirdiği rejime, devrimlere karşı örgütlenerek tavır koymaya yönelenler, Şapka Devrimi’ni bahane ederek, isyan hareketini camilerden ve imamların öncülüğünde başlatarak yürüttüler.

Peçeli Mehmet’in, “M. Kemal Paşa üç yerinden yaralı olarak doktorlar elindedir. İsmet Paşa ortadan kaldırılmıştır” sözleri, bu kalkışmanın yalanlara dayandırılan bir tertip olduğunu kanıtlamaktadır.

(…)

Hiç şüphe yoktur ki, bir avuç kendini bilmez, Potomya’ya, Rize’ye ve bölge halkına büyük bir kötülük yapmıştı. Tarihimize acı bir sayfa eklemişlerdi…

Bu olay dolayısıyla Potomyalılara haksızlık edilmemelidir. Bu olayların asıl suçluları, belki de cezasını hayatıyla ödeyenlerden çok, perde arkasında kalıp da teşvik ve kışkırtma yapan kişilerdir (s. 36).

 

…Potomya, Türk siyasi tarihinde, Atatürk devrimlerine karşı ilk ciddi isyan hareketlerinden birinin bastırıldığı yer olarak değil, başlatıldığı yer olarak geçiyor. Belki de bu nedenle, Rize ili çok tutucu bir yer olarak algılanıyor.

(…)

…Potomya’nın şapka isyanının başladığı yer olarak değil, isyanın bastırıldığı yer olarak algılanması sağlanabilmiş olsaydı, belki de tutuculuk kimliğinden de kurtarma olanağı bulunacaktı (s. 37).

 

Gazete Haberi

Şapka isyanı konusunda genç yaşta bazı tartışmaları yaşadım. Gördüm ki şapka bahane edilmiş. Atatürk'e karşı güvensizliği olan çevreler şapkayı bahane edip şapkayı giymeyeceğiz, diye insanları tahrik edip isyan hareketine dönüştürmeye başlamıştır. Dedem 'biz adam öldürmeye gelmedik, şapka giymeyeceğiz demeye geldik' diyor. Babaannem, babamın da başına bir şey gelir diye onu İstanbul'a göndermiş. Din adamlarının saygınlığı ile din adamlarının sorumsuzca yaptıkları şeyleri algılama imkânı buldum. Objektif bakabilecek noktaya getirdim kendimi. Dengeli bir bakış açısına götürdü bu olayları yaşamış olmam.

 

Yaptığım incelemelerde gördüğüm kadarıyla orantısız ceza uygulamışlar. İdam cezalarının olmamasını düşünüyorum. Evet bir inkılap yapılmış, otorite sağlanması lazım, ama bunun için idam cezasını kullanmak fevkalade yanlış olmuştur. Suç işlemişse ceza vermenin çeşitli yolları vardır, hürriyetleri tehdit edersin, ama canını almak olur mu? Hangi hakla alıyorsun canını? İstiklâl Mahkemeleri’ndeki idam cezaları, Yassıada’daki idam cezaları, insanlık adına savunulacak şeyler değildi. Keşke bunlar olmasaydı (https://www.haberler.com/chp-li-ali-topuz-sapka-kanununa-karsi-cikanlara-3441690-haberi/).

 

 

Doğan Kitap, İstanbul, 2011


Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 17 - 18 - 20) - Notlar

Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 17)

MEDRESELERİN AÇILMASINI İSTEYEN MÜFTÜLER HAKKINDA BAŞVEKİL İSMET PAŞA'YA (18 EYLÜL 1924) / s. 25

Şifre

Başvekil İsmet Paşa Hazretleri'ne

Bugün Rize'den ayrıldığım sırada Rize ve Atina müftülerinin temsil ettiği bir hoca heyeti, bütün memleket ve civar halkı önünde kapattırılan medreselerin açılmasını dilekçeyle talep ettiler.

Dilekçeyi okuduktan sonra çok kızdım. Yüksek ve şiddetli bir sesle kendilerini azarladım ve memleketin, milletin şimdiye kadar felaketi sebeplerinin kendileri olduğuna işaret ettim.

"Mektep istemiyorsunuz! Halbuki millet onu istiyor. Bırakınız, artık bu zavallı millet, bu memleketin evlatları yetişsin. Medreseler açılmayacaktır. Millete mektep lazımdır" diye bağırdım.

Bütün halk ve mektep talebesi "bravo!" sesleri ve heyecanlı alkışlarla karşıladılar. Ayrılmamdan sonra bu hocalara halkın bir fenalık yapmaları dahi muhtemeldir. Buna karşılık, Rize'deki liseyi canlandırmak elzemdir. Mektep binası ve eğitim aletleri yoktur.

Hocaları çok olan bu muhitte ilim ve irfan teşkilatımızın süratle faaliyete başlaması pek lüzumludur. Burada Osman Ağa'nın oğlu İsmail Bey, yirmi bin liralık bir mektep binası yapmak üzere imiş. Bunu taltif ederek, işin hızlandırılması ve hemen eğitim aletleri göndermek ve fazla alaka göstermek suretiyle, halkın taassuba karşı gösterdiği fiili tezahüre karşılık vermek icap eder.

18 Eylül 340 (1924)

Reisicumhur

Gazi M. Kemal

 

İNEBOLU TÜRK OCAGI'NDA NUTUK (27 AÖUSTOS 1925) / s. 283-286

…Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti'ni tesis eden Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, hakikatte medenidir. Fakat medeni aleme -ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum- medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, aile hayatıyla, yaşayış tanıyla medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Kısacası medeniyim diyen, Türkiye'nin hakikaten medeni olan halkı, başından aşağıya kadar harici vaziyetiyle dahi medeni ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi çok açık beyan etmeliyim ki, bütün memleket ve cihan ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın. Bu izahatımı yüksek heyetinize, hepinize bir soru yönelterek yapmak istiyorum, soruyorum:

Bizim kıyafetimiz milli midir'! (Hayır; hayır sesleri.)

Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? (Hayır, hayır sesleri.)

Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir ve ne de milletlerarasıdır. O halde kıyafetsiz bir millet! Bu olur mu arkadaşlar? Böyle vasıflandırılmaya razı mısınız arkadaşlar? (Hayır, hayır, katiyen sesleri.) Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayacak alemin gözleri önüne koymakta mana var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru almak elzemdir ve tabiidir. Cevherin muhafazası için bir mahfaza yapmak lazımsa onu altından veya platinden yapmak icap etmez mi? Bu kadar açık bir hakikat karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına ve bönlüğüne hükmetmekte hala mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya mahal yoktur.

Medeni ve milletlerarası kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantalon, üstünde yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siperlikli başlık... Bunu çok açık söylemek isterim; bu başlığın ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız. Buna caiz değil diyenler vardır.

Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim: Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara ve bütün m illetime hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel kisvesi olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler! (…)

Arkadaşlar, bilhassa telaffuz ediyorum. Korkmayınız, bu gidiş zaruridir. Bu zaruret bizi yüksek ve mühim bir neticeye ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye ulaşmak için lazım gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ziyanı yoktur.

 

KASTAMONU CUMHURİYET HALK FlRKASI'NDA NUTUK (30 AÖUSTOS 1925) / s. 292-296

Efendiler ve ey millet, iyi b iliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat. medeniyet tarikatıdır. (Sürekli alkışlar) Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kafidir. Tarikat reisleri bu dediğim hakikati bütün açıklığıyla idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak. müridlerinin artık reşit olduklarını elbette kabul edeceklerdir.

(…)

İnebolu'da ve diğer bazı yerlerde söyledim. Bugünün meselesi gibi değerlendirilebileceğinden burada da bahsetmek isterim. Her milletin olduğu gibi bizim de milli bir kıyafetimiz varmış, fakat inkar edilemez ki, taşıdığımız kıyafet o değildir. Hatta milli kıyafetimizin ne olduğunu bilenler içimizde azdır bile. Mesela karşımda kalabalığın içinde bir zat görüyorum. (Eliyle işaret ederek) Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu acayip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü? (Hayır, güldürmez sesleri.)

 

ÇANKIRI'DA NUTUK (31 AGUSTOS 1925) / s. 298-

"Kıyafetin medeni bir şekle sokulması için kanun lazım değildir. Millet karar verir, yapar. Yalnız bir Diyanet İşleri Riyaseti ve bu makama mensup müftü, imam ve hatipler vardır. Bu sınıfa ait olan kıyafeti tanırız. Bu işlerle vazifeli olmayıp da haricinde kalanların aynı kisveyi giymeleri doğru değildir. Bu gibilerini kimse tanımaz ve kabul etmez.

Biz de medeni kisvenin bütün teferruatını kabul ettik. Bunu memurlar ve mebuslar lüzumu kadar tatbik ederek halka rehber olmalıdırlar. Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her şubede yol gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz.

 

Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 17 – 1924-1925), Kaynak Yayınları, 2005

 

Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 18)

ŞAPKA GİYİLMESİ HAKKINDA BURSA'DA HALKA NUTUK (28 EYLÜL 1925) / s. 24-25     

Arkadaşlar! Bir zamanlar bu milletin başına fes giydirebilmek için şeyhülislamlar değiştirildi; fetvalar çıkarıldı. Şükrana ve övgüye değerdir ki, bugün milletimiz böyle hissiz, manasız, mantıksız vasıtaların hiçbirine ihtiyaç duymuyor. Bu gibi kılavuzlara ihtiyaç göstermiyor. Bizim kılavuzluğumuz ise milletimizden aldığımız ilhamdan başka bir şey değildir ve olamaz.

 

ŞAPKA MİTİNGLERİ YAPILMASI HAKKINDA BAŞVEKİL İSMET PAŞA'YA (30 EYLÜL 1925) / s. 29

Şapkanın İstanbul'da ve diğer şehirlerde henüz ekseriyetle memurlar kısmıyla sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. 28 Eylül'de Bursalıların, herkes tarafından şapka giyilmesi hakkında yaptıkları miting ve bunun neticesinde alınan karar, şapkanın köylüler dahil bütün halk sınıfları arasında yayılmasını temin etmiştir. Her tarafta benzer mitingler yapılması faydalı görülmektedir.

Reisicumhur

Gazi M. Kemal

AKHİSAR TÜRK OCAGI'NDA NUTUK (l0 EKİM 1925) / s. 46

İnkılabın temellerini her gün derinleştirmek, takviye etmek lazımdır. Muhterem ahali, birbirimizi aldatmayalım. Medeni cihan çok ileridedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dahil olmak mecburiyetindeyiz. Bütün safsataları boş sözleri bertaraf etmek lazımdır. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler manasızdır. Şapka da giyeceğiz, Batı'nın her türlü medeni eserlerini de alacağız.

Efendiler, medeni olmayan insanlar medeni olanların ayakları altında kalmaya maruzdurlar. Sevincimi, şükranımı tekrar ederim.

Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 18 – 1925-1927), Kaynak Yayınları, 2006

 

Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 20)

s. 352-353

Efendiler, milletimizin başında, cehalet, gaflet ve taassubun ve ilerleme ve medeniyet düşmanlığının alameti farikası gibi kabul olunan fesi atarak, onun yerine, bütün medeni alemce başlık olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle Türk milletinin medeni toplumlardan zihniyet itibariyle de hiçbir farkı olmadığını göstermek lüzumlu idi. Bunu, Takriri Sükun Kanunu cari olduğu zamanda yaptık. Bu kanun cari olmasaydı yine yapacaktık. Fakat, bunda, kanunun yürürlükte olması da kolaylık sağladı denirse, bu çok doğrudur. Hakikaten, Takriri Sükun Kanunu'nun yürürlükte oluşu, bazı mürtecilerin, milleti geniş ölçüde zehirlemesine meydan bırakmamıştır.

Atatürk'ün Bütün Eserleri (Cilt: 20 – Nutuk II, 1927), Kaynak Yayınları, 2007


Bernard Lewis - Modern Türkiye'nin Doğuşu

Bernard Lewis - Modern Türkiye'nin Doğuşu

Yeni ordu için 1826’da çıkarılan yönetmelikte, askerlerin üniformalarının Avrupa stilinde ceket ve pantalondan ibaret olduğu belirtildi. Yirmi yıl önce yardımcı birliklere Frenk giysisi giydirme teşebbüsü 1807 ayaklanmasını başlatmış ve doğrudan doğruya III. Selim'in tahttan indirilmesine yol açmıştı. Bu kez, muhalefet mırıldanmaları yine eksik olmamakla beraber, reform kabul edildi ve birlikler "bir şubara, bir takım elbisesi, bir kısa tünik ve bir çuha yelek, sıkı şayak dizlikler ve potin" ile donatıldı.

Frenk üniformaları sorunu, levazım subayının ambarında çözülemiyecck daha büyük sorunlar ortaya çıkardı. Eski zamanlardan beri, giysi ve her şeyden önce başlık, bir insanın dinini ve sosyal statüsünü belirttiği araçlardı. İpek hakkındaki bir yasak dışında, İslam hukuku gerçekte hiç bir çeşit giysiyi yasaklamaz; fakat sayısız gelenekler Müslümanlardan, görünüşte bile kendilerini kafirlerden ayırmalarını ve diğer her şeyde olduğu gibi, onların kıyafetini de taklitten kaçınmalarını ister. "Tanrı ve melekler inayetlerini Cuma namazında sarık saranlara verirler", "Sarıkla iki rekat namaz, sarıksız yetmiş rekattan daha üstündür", "Sarık iman ile imansızlığı ayıran maniadır", "Kendini putperestlerden ayır; sakal bırak ve bıyıklarını düzelt", "Bir milleti taklit eden, onlardan biri olur." Peygambere atfedilen bu ve diğer birçok benzer sözler, bir insanın kendi giyinme şeklini terk edip diğer birini benimsemesinin bir ihanet ve dinden çıkma hareketi olduğu hakkındaki genel duygunun kuvvetlenmesine yardım etti (s. 100-101).

 

Müslüman olmıyanların Müslüman kıyafetine girmesi yasaklanmıştı, Müslümanlar, Hristiyan veya Yahudi kılığını almayı hayal bile etmezlerdi. Müslüman toplumu içinde bile, toplumun her katının kendine özel farklı başlığı vardı; ulema, yeniçeri ve kalem mensubunu hayatlarında birbirinden ayırt eden farklı biçimdeki başlıklar, öldükten sonra da mezar taşlarına oyulurdu (s. 101).

 

Çeviren: Metin Kıratlı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1993


Bülent Ecevit - Atatürk ve Devrimcilik

Bülent Ecevit - Atatürk ve Devrimcilik

 

Din Sömürüsünün Ardında Çıkarcılık Vardır

Aslında, yeniliklere karşı din adına gösterilen bütün tepkiler, başka bir takım amaçları, öncelikle ekonomik çıkarları saklar (s. 70).

Bir an için kabul edelim ki “şapka gavur icadıdır, o yüzden İslam dinine aykırıdır…” Fakat, “toprak işleyenindir” ilkesi, İslam dininin, Müslüman toplum düzeninin temel ilkelerinden biri olduğu halde, bu ilkeye dayanan bir toprak reformu ile çıkarlarının bozulacağını düşünenler, böyle bir reform isteyenleri de kafirlikle, komünistlikle suçlamaktan kaçınmamaktadırlar (s. 71).

 

Şapka Devrimi Ve Köylü

Yukarda da değindiğim gibi, örneğin bir şapka devrimi, hiç kuşkusuz, yararlı, gerekli bir devrimdi. Ama köylüye ne getirmişti? Ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan ne getirmişti? Hatta biçimsel olarak ne getirmişti?

Köylünün, aslında ne fesden yana ne de şapkadan yana olması beklenebilirdi. Köylü, ne serpuş bulabilirse; kendi işiyle, yaşamıyla ve olanaklarıyla bağdaşabilen ne serpuş bulabilirse, onu geçirirdi başına.

Fes yerine şapka giydirilmesine karşı tepki de, zaten, köyde doğmamıştı. Şapkaya karşı tepki, kasabalarda bazı tutucu çevrelerden, çoğu da okur yazar olan kimselerden gelmişti (s. 75).

Tekin Yayınevi, 2. Baskı, 1973


Atatürk, Çağdaşlaşma ve Laik Demokrasi

Ergün Aybars - Atatürk, Çağdaşlaşma ve Laik Demokrasi

(1923 - 1927) Türkiye’nin devlet yapısının ve sosyal yapının köklü değişiklikler geçirdiği, devletin laik temele oturduğu, çağdaş hukukun ülkeye girdiği yıllar oldu / Ceza, Borçlar Kanunları, şapkanın giyilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılışı hep bu yıllarda gerçekleşti (s. 58-59).

 

…tekke ve zaviyelerin kapatılışı, şapka, Medenî Kanun, diğer köklü değişiklikler, çağdaş dünyanın benimsediği yaşam biçimine geçişin esaslarını oluşturuyordu (s. 96).

 

Abdürrahman Dilipak, Hürriyet Gazetesinin 2 Şubat 1992 günlü sayısında (röportajda) Kurtuluş Savaşı'nda 12 bin kişi öldü, İstiklal Mahkemelerinde 120 (yüz yirmi) bin kişi asıldı diyor.

Murat Belge, Sol Kemalizme Bakıyor başlıklı kitapta (s. 111), şapka giymedi diye bazen insanların İstiklal Mahkemeleri kararıyla asıldığını" ileri sürüyor (s. 179).

 

İstiklal Mahkemeleri Milli Mücadele'de vukuatlı asker kaçağı (ırza tecavüz, cinayet, soygun suçlusu ve ıslah-ı nefs olmayacak) casus, bozguncu, eşkiya, düşmanla işbirliği yapan vb. suçlardan dolayı azami 1500 (bin beş yüz) kişiyi idam etmiş, 2827 kişinin idamını uygulamayıp, son bir hak tanıyarak cepheye sevk etmiş, 40.000 dolayında asker kaçağını kaçtığı sayı çarpı on hesabıyla dayak cezaları ile cepheye sevk etmiştir. Cumhuriyet döneminde ise 7 Mart 1925 - 7 Mart 1927arasındaki idam sayısı ise350 kişi kadardır. Şapka giymediği için idam edilen olmamıştır. Şapkayı bahane ederek dini kışkırtıcılık aracı yapıp, şeriatı ve Halifeyi getirmek için silahlı isyan ve isyanı kışkırtma suçlarından 26 kişi idam edilmiştir (s. 180).

 

Cumhuriyet döneminde ise şapka giymediği için kimse idam edilmedi. Erzurum, Rize ve Malatya'da "Şapka kafirliktir, şeriat isteriz" diye silahlı isyan çıkartanların ele başlarından Erzurum'da Divan-ı Harp kararıyla 6 kişi, Malatya ve Rize'de ve Ankara’da yapılan yargılamalarda Ankara İstiklal Mahkemesi kararı ile, "Dini politikaya alet ederek, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için silahlı isyan çıkartmak” suçundan 18 kişi olmak üzere 24 kişi asıldı. İstiklal Mahkemelerinin 1925 - 1927 yılları arasında, Şeyh Sait isyanı suçluları (48), İzmir Suikastı suçluları (18), Saltanat ve Hilafeti geri getirmek için isyan ve isyana teşvik suçlarından (40) kişi; firar, soygun, öldürme, ittihatçıların yargılanması sonucu idam cezaları 350'yi bulmaktadır (s. 194).

 

Yayına Hazırlayan: Erkan Serçe, İleri Kitabevi Yayınları, İzmir, 1994


Falih Rıfkı Atay – Çankaya

Falih Rıfkı Atay – Çankaya

 

…babam şiddetli bir romatizmaya tutulmuştu. …doktor çağırmağa karar verdiler.

İçeri girince şapkasını çıkardı, kapının yarımdaki alçak rafın üstüne bıraktı, yukarı çıktı. Usulca avluya indim, rafa doğru yanaştım. Katı, kara bir şapka... Şu bildiğimiz melon şapka... Parmağımın ucunu dokundurdum ve hemen, ateş yalamış gibi, geri çektim. Parmağımı üstüme süremiyordum. Simsiyah bir şey... Gözü, kulağı ve sesi varmış gibi bir şey... Sanki bir cin başı! / s. 429

 

Pek Müslüman beslememiz, o gittikten, sonra, şapkanın bulunduğu yeri kim bilir kaç defa kaynar su ile şartlamıştır! Müslümanlar Hıristiyanın iyisine mâkul kefere, kötüsüne gâvur, beterine şapkalı gâvur derlerdi.

Şark milletlerini garplılaştırmakla, eski kıyafet ve başlıkları değiştirmek bir arada gitmiş, bu pek sathîlere göre bir benzeme ve şekilce farksızlaşma, devrimcilere göre kafanın dışını değil, içini değiştirme sayılmıştır. Büyük Petro Ortodoks Ruslara kalpak yerine şapka giydirebilmek için Moskova şehrinin etrafını topçu bataryaları ile çevirmişti.

Vakanüvis Lütfi Efendi, 1828 vakaları arasına şu hikâyeyi sıkıştırır: Padişah, setre-pantolonun halk üzerinde nasıl bir tesir bırakacağını anlamak için, saray adamlarından Hüsnü Bey'le Avni Bey’i yeni kıyafete sokar ve çarşı içine salıverir. Bir Ramazan günü imiş: Halkın bu iki zamane züppesini bir parçalamadığı kalmış. Padişah kabahati Hüsnü ve Avni Beylere yüklemek için, oruç yediklerini bahane ederek, ikisini de sürmüş (s. 430).

 

Sultan Hamit, 1903 de, süvari ve topçu askerlerine kalpak giydirdiği sırada, ulema ve softalar «fesin din ve iman alâmeti olduğunu» ileri sürerek buna da itiraz etmişler.

Enver (Paşa), bilhassa sıcak memleketlere giden kıtaları düşünerek, Kabalak adlı ve güneş - siperli başlığı icat etmişti. Bunun adına Enveriye de denirdi.

Kuvay-i Milliye kalpaklı idi: Ordunun İzmir’e girdiğinin haftasında bütün iç sokaklar, Anadolu’ya geçen Rum esirlerin başlarından attıkları şapkalarla kaldırım gibi döşeli iken, halkın Anadolu’dan gelen kalpağa selâm verdiğini görmüştüm.

İkinci Mahmut devrinde ulema ve softalarca «giyilmesi caiz olmayan» fes, İkinci Hamit devrinde yine ulema ve softalarca «din ve iman alâmeti» idi (s. 431).

 

(Mustafa Kemal’i kastederek) Fes ve şapka demek, medeniyet demek olmadığını pek iyi bildiğine şüphe yoktu. Fakat başlık değiştirmenin din ve iman değiştirme olduğu gibi batıl inanışlara saplanan ve mıhlanan bir kafaya, hiçbir ileri tefekkür ışığı vurmıyacağını da bilirdi. Asıl mesele kafanın içindeki batıl inanışları söküp atmakta idi, Bu başlık değil, baş dâvası idi (s. 432).

 

(Kastamonu ziyareti) Mustafa Kemal o yolculuktan Ankara’ya şapkalı döndü.

İlk havadisi duyar duymaz başına şapka giyerek İstiklâl Mahkemesine geldiği için «Vakit» muhabirini huzurundan kovan ve hapsettirmeğe kalkışan rahmetli Afyon milletvekili Ali Bey de, şapkası ile, karşılayıcılar arasında idi (s. 434).

 

Şapkanın benimsenmesi, giyilmesinden çok uzun sürdü. Pek iyi hatırlıyorum: Ekim ayı sonlam a kadar fötr ve melon biçimlerine alışan iç sokaklar halkı, bizi ilk defa silindir şapka ile gördükleri vakit peşimize takılmışlardı. Bazı pencerelerin arkasından «— Gâvurlar!» iltifatını da işitmiştik.

Şapka, Kemalizm’i Osmanlı ıslahat hareketlerinden tavizci ve muvazaacı olmamak karakteri ile ayırır. Mustafa Kemal Deniz kızı masalına inanmıyordu. Ya balık, ya insan vardır. Mustafa Kemal geri bir memlekette medeniyet meselesi halledilmedikçe hiçbir meselenin halledilemiyeceğini biliyordu. Şarklı - garpliye inanmıyordu. Ya şark, ya garp vardır. Garp medeniyetinin temeli, hür tefekkürdür. Şapka bir başlık taklidi değil, tefekkür inkılâbının bir sembolü idi (s. 435).

 

İzmir zaferi sıralarında gericilik alabildiğine itibarda idi. İzmir’e giren ordunun, tesadüf eseri başında bulunan komutan vizita kartına hemen «İzmir fatihi» sözünü yazdırdıktan sonra müfti ile, Meclisteki gerici takımı ile elbirliğine kalktı idi. İstenen şey gâvurdan temizlenen memlekette Tanzimat tan da geri bir taassup rejimi kurmaktı.

Mustafa Kemal’e o zamanlar her şey teklif edilmişti: Padişahlık da halifelik de! Fani ömür değil midir hu? Umumi temayüllere uyarsa belki de başına taç giyecek, ve taht üzerine o utacaktı. Enderunları ile, haremleri ile bir şark padişahının bütün zevklerine kavuşacaktı (s. 533).

 

Bateş Yayınları, İstanbul, 1980


Cumhuriyet Dönemi Din Devlet ilişkileri 2. Cilt

Hasan Hüseyin Ceylan - Cumhuriyet Dönemi Din Devlet ilişkileri 2. Cilt

s. 52-53

Gazete haberini kaynak göstererek, gazete haberinde yer almayan hatalı iddialara yer veriyor. (s. 52)

“…göstericilerle askerler arasında çalışma çıkmış…”

 

Mahkemenin suçlarını sabit görerek 14 Aralık 1925’de idam ettiği kişiler şunlardır: (s. 53)

“Ulu cami İmamı Şaban Hoca. Muhtar Yakup Çavuş. Köy İmamı Hasan. Belediye Bekçilerinden Bekçi Kadir Ağa. Rize Asli Mahkeme Başkatibi Hafız Osman ve kardeşi Avukat Hulisi Bey. Rizeli imam Hafız Kamil. Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Arslan Çavuş. Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Tarakçı Sabit.”

Yazar bu liste için 30 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet gazetesini kaynak gösteriyor. Halbuki gazetedeki haberde isimler yazarın belirttiği gibi hatalı değil, doğru şekilde yazılmıştı.

 

Rehber Yayınları, Ankara, 1991


Cumhuriyet Dönemi Din Devlet ilişkileri 3. Cilt

Hasan Hüseyin Ceylan - Cumhuriyet Dönemi Din Devlet ilişkileri 3. Cilt

 

Rize’de 15 Aralık 1925 Tarihinde Sekiz Alim Birden İdam Edildi

“Zorla şapka giymek istemiyoruz. Bizim sarığımız bize yeter” diyerek Rize Ulucami önünde toplanan halkın üzerine jandarmanın ateş açması sonucu onlarca müslüman şehit düşmüş ve 143 kişiden sekiz tanesi hemen Rize Ulucami önünde idam edilmişlerdir.”

Medreselerin kapatılması din eğiliminin her türlüsünün yasaklanması, Şer'iye Vekaletinin ilgası ve şeriat mahkemelerinin kaldırılmasıyla hemen her sahada dinin etkisinin müslüman halk nezdinde zaten belli oranda tepkiler meydana getirmişken, bir de 25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayı ile "şapka kanunu" ve hemen abasından da 30 Kasım 1925 tarih ve 676-677 sayılı yasalarla Tekke Zaviye ve Türbelerin kapatılmasıyla halk nazarında haklı olarak “din elden gidiyor” düşüncesini gündeme getirmişti (s. 49).

 

Aralık 1925’ın ilk haftasında “şapka yüzünden” Erzurum'da 3.000 kişilik bir grubun üzerine askerlerce ateş açılması Maraş’ta Cami-i Kebir'e sığınan müslümanların cami içinde kurşuna dizilmeleri hemen her bölgede inanan insanların ayaklanmasını hızlandırmıştı.

Bu ayaklanmalardan bir tanesi de Aralık 1925’in ikinci haftasında meydana gelen Rize olayları idi.

Rize Ulu Cami imamlarından ve bölgenin en sevilen kişisi Hafız Şaban Hoca, Ulu Cami etrafında toplanan 1000 kadar kişiye, “Biz dinimize bağlılık isteriz. Akaid-i Diniye'ye hizmetkarlık isleriz, inanmayanlar inanmasın, fakat inananlara zulüm yapılmasın. Eğer bize zulmederlerse, biz de onlara zulmederiz. Tek isteğimiz sangımıza sakalımıza, cübbemize dokunulmasın. Şapkayı giyenler giysin, ama giymeyenler de hapse atılmasın...” diyerek bir hitabede bulunmuş ve o kalabalıkla birlikte hükümet konağına, oradan da jandarma karakoluna doğru yürüyüşe geçmişli.

Hatta Şaban Hoca ve Merkez Cami imamı Hafız Kamil Efendi bölgede çok etkin kişiler olduklarından bütün Rize ahalisi ve hemen hemen bütün köyler Şaban Hoca'nın istekleri doğrultusunda harekete geçmişlerdi.

Rize olayları bir haftalık bir zaman zarfında o kadar büyümüştü ve köylere kadar öylesine bir geniş alanda etkisini göstermişti ki hükümet halkı sindirmek için Rize Limanına dönemin en büyük savaş gemisi, Hamidiye Zırhlısını demirlemek mecburiyetinde kalmıştı.

Hamidiye Zırhlısı sık sık Rize'nin Bataniye bölgesine -ki Ulu Caminin bulunduğu bölgeye- doğru top atışları yaparak, halkın sindirilmesini sağlıyordu (s. 50).

 

15 Aralık 1925 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ve Hakimiyet i Milliye, Rize olayları ile bildirdi:

"Rize'nin Bataniya bölgesinde Ulu Cami İmamı Hafız Şaban Hoca ile, Muhtar Yakup ve arkadaşları Rize’nin merkezinden ve çevre köylerden kalabalık bir halk kitlesini Ulu Cami önünde toplamıştı. Kalabalığa karşı dini bir nutuk irad eden Ulu Cami İmamı Şaban Hoca, "dinin elden gitmekte olduğunu, hükümetle din düşmanlığının baş gösterdiğini, herkesin şapka giymeye zorlandığını, giymeyenlerin hapisten-idama kadar çeşitli cezalara çarptırıldığını..." dile getirerek: "ayaklanma bu şartlarda vacip olur. Bütün bu yapılanlara karşı duyarsız kalmak dinimizce günahtır," diyerek kalabalık halk kitlesini galeyana getirip, hükümet binası ve jandarma karakoluna doğru yürüyüşe geçtiler. Hakimiyet-i Milliye'nin anlattıklarına göre hükümet binasını ele geçiren Şaban Hoca ve taraftarları: “Biz sadece dinimize bağlılık istiyoruz. Din düşmanlığı affedilmez bir suçtur. Biz herkes bizim dinimize girsin demiyoruz. Ama müslümanlara ve İslâm'a zulmedilmesine de asla müsaade etmeyiz!...” diyerek başkaldıran hemen herkesçe benimsenmesini sağlamışlardı. Ve nitekim öyle de oldu. 12 Aralık 1925 tarihine gelinildiğinde bütün Rize ve çevresi Şaban Hoca'nın ortaya koyduğu espri ile bütünleşmiş vaziyetleydi.

Ankara Hükümeti olayın çevre bölgelere de sıçrayabileceğini düşünerek bölgeye çok büyük bir askeri kuvvet göndermişti. Askerlerle halk arasında üç gün süren şiddetli silahlı çatışmalar meydana geldi ve yüzlerce Rizeli bu asker kurşunlarına hedef olarak canını kaybetti. Başkaldırı çok kanlı bir şekilde bastırılmıştı.

 

Sekiz Âlim İdam Ediliyor!

Çatışmalar sırasında ele geçen 143 kişi de hemen bölgeye yetişen gezici Ankara İstiklal Mahkemesine intikal ettirildi. Mahkeme olayda en çok imamların, şeyhlerin, hocaların ve özellikle de Ulu Cami İmamı Hafız Şaban Hocanın tesirinin olduğu kanaatine vararak 14 Aralık 1925 günü, bir günlük bir yargılama sonucunda 143 kişiyi çeşitli cezalara çarptırıverdi.

143 sanıktan 8’i hemen idama. 14 kişi 15'er yıl hapis. 22 kişi 10'ar yıl hapis, 19 kişi de 5 yıl hapis ve diğerleri de hafif cezalara çarptırılarak yargılama sona erdirilmiş oldu.

Mahkemenin, "bunlar İslâm devleti istiyorlar, hilafet bağlılığını arzuluyorlar, kendi şer düşüncelerine halkı da alet ediyorlar" diyerek idamına karar verdiği Rizeli sekiz kişi şunlardı (s. 51):

“Ulu Cami İmamı Hafız Şaban Hoca, Mahalle Muhtarı Tarikatçı Yakup Çavuş, İslahiye İmamı Hacı Hasan Efendi, Belediye Bekçisi Kadir Ağa, Rize Asli Mahkeme başkâtibi Hafız Osman Efendi ve kardeşi Avukat Hulusi Bey, Merkez Cami İmamı Hafız Kamil, Peçelioğullarından Mehmet ve Ahmet Arslan Çavuş kardeşler, Kamburoğlu Hafız Mehmet ve Nakşi Şeyhlerinden Şeyh Numan Sabit Efendi… / s. 52

 

 

Rehber Yayınları, Ankara, 1991


İsmet İnönü'nün TBMM'deki konuşmaları 1920-1973 (Birinci Cilt (1920 - 1938)

İsmet İnönü'nün TBMM'deki konuşmaları 1920-1973 (Birinci Cilt (1920 - 1938)

 

12 Aralık 1925 – TBMM, İsmet Paşa’nın konuşması

 

25 Teşrinisanide Rize'de bir hadise oldu. Bir iki hocanın delaletiyle, orada dinsizliğe doğru gidiyoruz. Hükümeti dinsizlikten menetmelidir, iddiası altında bir hareket yapılmak istenildi. Bu vakada derhal bastırıldı, ileri gelenler derdest olundu, mahkemededirler, İstiklâl Mahkemesi bugün Rize'de bulunuyor,

 

Maraş'ta, Giresun'da, Rize'de münhasıran hoca namı altında bulunan bir kaç kişi pişva görülmektedir; bu hadisata iştirak edenler içinde günü gününe iğfal olunarak cahilane bir gayretle harekete gelenler vardır. Fakat propagandaların mütehit noktaları, hariçle olan teması, zamanla olan vahdet; heyeti umumiyesinin bir merkezden idare edilmekte oldukları kanaatini mahkemelere telkin etmiştir (s. 232-233).

 

Derleyen: Ali Rıza Cihan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayınları, Ankara, 1992


İsmet İnönü – Hatıralar

İsmet İnönü – Hatıralar

Saltanat 1922’de kaldırılmış; 1923’te cumhuriyet ilan edilmiş. 1924’te hilafetin ilgası, Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması, tedrisatın birleştirilmesi hakkında kanunlar tatbike konmuş. Cumhuriyet henüz bir yılını yeni doldurmuş. Memleketin her tarafında irtica alabildiğine tahrik ediliyor. Memleketin bir köşesinde silahlı bir irtica ayaklanması başlamış, hadise süratle yayılıyor. Bütün bu şartlar içinde Takriri Sükûn Kanunu ve istiklal mahkemeleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden cumhuriyeti, yeni rejimi korumak mümkün müdür? / s. 463

 

Şapka giymek o zamana kadar dinsizliğin başlıca alameti sayılıyordu.

(…)

Milli Mücadele yıllarında fes yerine kalpak giyilmesi için bir mebus arkadaşın yaptığı teklifi, Büyük Millet Meclisi ekseriyetinin tezahüratla nasıl reddettiğini düşünmeliyiz. Şimdi, 1925 yılında, Şapka Kanunu tatbik edilebilir mi, meselesini buna göre değerlendirmek lazımdır (s. 470).

 

Hacı Bedir Ağa: “…hakkınızda çok insafsız şeyler söylüyorlar.”

Hacı Bedir Ağa’ya “Ne diyorlar? Hırsız mı diyorlar?” dedim.

Hacı Bedir Ağa fena halde sıkıldı. Bir türlü söyleyemiyordu. “Canım bunlar da bir şey mi, çok daha fenasını söylüyorlar” diyordu.

Nihayet mahcup bir şekilde açıldı: "Bunlar adama şapka giydirirler, şapka giydirirler, diyorlar. Bunu bile söylüyorlar” dedi.

Hacı Bedir Ağayı pek az zaman sonra, şapka inkılabının ilk günlerinde bir melon şapka ile gördüm (s. 471).

Hazırlayan: Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi (3. Baskı), Ankara, 2009


Kâzım Karabekir - Günlükler (1906-1948) 2 Cilt

Kâzım Karabekir - Günlükler (1906-1948) 2 Cilt

 

30 Eylül 1925 Çarşamba

Vakit gazetesinde makale: Namazda Kuran’ın Türkçe okunması lâzımdır (Mehmet Nuri).

1 Ekim 1925 Perşembe

Vakit ’te başmakale: Camilere kundura ile girilmeli, secde yerleri yüksek olmalı.

 

24 Ekim 1925 Cumartesi

İsmet Paşa ile ikinci mülâkat. 2 sonrada.

İsmet diyor ki: “İrtica zamanı Trabzon seferberlik aleyhinde bulundu. Propaganda hâlâ devam ediyor.” Halbuki Trabzon’da İstiklâl Mahkemesi’ne getirilenler beraat etmiştir.

 

25 Kasım 1925 Çarşamba

Erzurum’da irtica hadisesi olmuş. Hükümet idare-i örfiye ilan etmiş. Meclis’ten tasdikini istedi. İsmet Paşa’nın verdiği izahat zabıt ceridesinde.

Nurettin Paşa bir takrirle Şapka Kanunu’nun Teşkilât-ı Esasiye’ye münâfi olduğunu bildirdi. Hararetli münakaşalar oldu.

 

27 Kasım 1925 Cuma

Dünden beri şiddetli lodos fırtınası devamda. Fakat hava pek soğuk değil. Az yağmurlu.

Bugün Maraş’ta da irtica hadisesi olduğunu, Rize’de mahsus olduğundan Hamidiye Zırhlısı gönderildiğini 1 Kânunuevvel tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi yazıyor. İstanbul gazeteleri 30 Teşrinievvel nüshalarında yazmışlar (s. 972).

 

7 Aralık 1925 Pazartesi

Hazro’da bir bölüğümüzü Kürtler muhasara etmiş. Bir jandarma alayı tarafından kurtarılmış.

 

(12 Aralık) Şâyân-ı hayret olan, 7 Kânunuevvel’de Hazro ’da bir bölüğün muhasarasıdır.

Bu tarihte Meclis-i Akvâm da karar vermektedir.

16 Aralık 1925 Çarşamba

Cemiyet-i Akvâm Musul hakkındaki kararını verdi: Irak mandasına dahil olacak (kesikler) (s. 973).

 

Tarihin asırlar zarfında meydana getirdiği şeyi emirnamelerle değiştirmek isteyen mevki-i iktidar gafildir (Gustave Le Bon).

Hazırlayan: Yücel Demirel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009


Mahmut Esat Bozkurt - Atatürk İhtilali

Mahmut Esat Bozkurt - Atatürk İhtilali

Şapka giymek ne demek? Bütün ilerlemelerin başında bu mu gelir?

Evet ve bunda hiç şüphe edilmemelidir.

Fes Zihniyeti

Gerçi fes giymek bir mesele değildir. Fakat mesele fese bir kutsallık veren, onu çıkarıp atmayı, mukaddesata hakaret sayan zihniyettedir. Şapka giymek, işte böyle sakat bir zihniyeti yerlere, çamurlara çalmak için gerekliydi ve gereklidir. Bu zihniyet kaldıkça, bir nevi Hotantolar fetişizmi olan bu anlayış devam edip gittikçe, hiçbir şey yapılamazdı. Şapka giymekle, ilerlemelere mani olan bu kara engel söküldü, yıkıldı, yerin dibine geçirildi. Büyük yürüyüş yolları açıldı.

Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!' / s. 94-95

TÜPRAŞ Yayını, İstanbul, 2003


Mete Tunçay - Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması


Mete Tunçay - Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması

 

«Başlarında Sultan Halifeyle, büyük bir Müslüman canlanışı olacağına, ikinci bir İslâm yiğitliği çağının geleceğine ve Türklerin arslanlar gibi döğüştükleri, sade, aklı başında, dürüst insanlar oldukları eski iyi günlere dönüleceğine inanan bazı kişiler var. Hattâ bu gibi nitelikler hâlâ bol bol bulunmakta: ama hani önderleri nerede? Cariylel’ın büyük adamı, bir ulusu şecaat ve adalet yollarına çevirecek kahraman gelmedikçe, Türkiye’nin yeniden gelişeceğini hayal etmek, yararsız bir kuruntudan başka bir şey değildir.»

Stanley Lane-Poole, The Story of Turkey, (London, 1888), s. 257-58.

 

…şapka devrimine doğru atılan ilk adım, donanmada 1925 Mayısında Alman tipli keplerin benimsenmesi olmuştur (Toynbee, Survey 1925/1, s. 74). Bundan sonra. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliği’nin ardından Kara Kuvvetleri vizyerlî kepi kabul etmiştir.

Başlangıçta, bir ara şapkanın ekonomik yönü üstünde de durulmuş, fakat hükümetçe bunun önemli olmadığı, önlemler alındığı ileri sürülerek halk yetiştirilmiştir. Sonradan doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine ise; hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hâl kalmamıştır; çünkü görülmüştür ki, artık sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir.

…giyim kuşam devrimleriyle ilgili olarak yapılabilecek iki önemli gözlem vardır. Birincisi, kadınların giyimi hakkında, —hiç kuşkusuz, büyük tepkiler yaratmamak amacıyla— peçe ve çarşafın yasaklanması gibi herhangi bir resmî karar alınmamış olması; İkincisi de, yasa yapılmadan önce bir hava yaratmak, hiç değilse aydınların giyim alışkanlıklarında fiilî değişiklikler meydana getirmek çabalarına girişilmiş bulunmasıdır (s. 150-151).

 

…rütbe, nişan, üniforma ve dinsel giysi konusunda getirilen sınırlamalar, 30 Kasım 1925 tarih ve 676 sayılı «Ceza Kanununun 131’inci Maddesini Muaddil Kanun»la yaptırıma bağlanmıştır. Şapkadan başka bir başlık giymenin «itiyat» haline gelmesi İse, Ceza Kanununun 526’ıncı maddesinin ancak 1939’daki tadilinde üç aya kadar hapis cezasıyla müeyyidelendîrilmiştir (s. 151).

 

Yurt dışındaki Halide Edip (Adıvar) Hanım da, «Şapka Kanunu»nun bu dönemde girişilen devrimlerin ilki ve en gözalıcısı olmakla birlikte, aynı zamanda en beyhude ve sathîsi olduğunu söylemekteydi. Ona göre, (devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan) bu yasaya sokaktaki adamın karşıtlıği, yasayı yapanlardan gerçek te çok daha Batılıydı. («Dictatorship and Reforms in Turkey,» Yale Review, 1929, Güz sayısı, s. 30.) / s. 151

 

Şark İstiklâl Mahkemesi, daha Şeyh Sait davasının hükmünde, bu kuruluşların birer fitne ve fesat ocağı haline geldikleri, amaçlarından saparak siyasal dernek niteliği almakla «ruhsatsız cemiyet» durumuna düştükleri için, görev bölgesi dahilindeki bütün tekke ve zaviyeleri kapatma kararını almıştır (s. 151-152).

30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Men’ ve ilgasına Dair Kanun çıkarılarak, söz konusu kuruluşlar bütün ülke çapında yasaklanmıştır.

 

Şapkanın üstüne, bir de tarikatların yasaklanması ve tekkelerin kapatılması eklenince, ülkenin dört bir bucağında, bunları «dinin elden gitmesi» diye gören tepkiler yükselmiş ve «seyyar» Ankara istiklâl Mahkemesi yıldırım hızıyla oradan oraya koşup, «gericileri terörle sindirmeye çalışmıştır (s. 152).

 

(Cumhuriyet, 5 Mart 1926), Diyanet İşleri Riyaseti şapka ile namaz kılınabileceğini tebliğ etmiştir.

(Vakit, 6 Nisan 1926), gazeteye resmi de basılan “Münevver Bir Hocamız [Göztepe Camii İmamı Hacı Cemalettin Efendi] Türkçe Namaz Kıldırdı”

…bu girişim bir aya kalmadan Rıfat (Börekçi) Hocanın karşı çıkmasıyla durdurulmuştur. Nitekim, üçüncü haber şöyledir: «Türkçe namaz kılınabilir mi? Diyanet İşleri Reisinin beyanatı — Kılınamaz.» (Cumhuriyet, 3 Mayıs 1926) / s. 158

 

Görülüyor ki, bir takım ileri yoklamalar yapılsa da, çağdaşlaştırmacılar olsun, onlarla işbirliğine giren gelenekçiler olsun, toplumu zorlamada nereye kadar gidilebileceği hakkında kesin bir fikre sahiptirler (s. 159).

 

İstiklâl Mahkemelerinin adaletin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine uygun olmasalar bile, hiç değilse bir yasaya dayanarak ve bir parlamento kararıyla kurulmuş olmaları bakımından, biçimce yasal oldukları savunulabilir (s. 170).

 

İstiklâl Mahkemelerinde avukat olup olmaması…

istiklâl Mehakimi Kanunu’nda buna engel bir hüküm bulunmamakla birlikte, görülen davalarda genellikle avukat tutulmasına izin verilmediği anlaşılmaktadır.

 

{Nutuk, II, s. 894-97)

«Biz, fevkalâde ittihaz olunan ve fakat kanunî olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir suretle, kanunun fevkine çıkmak için vasıta olarak kullanmadık; bilâkis, memlekette sükûn ve asayiş tesisi İçin tatbik ettik; devletin hayat ve istikbalini temin için kullandık. Biz o tedbirleri, milletin medenî ve içtimai inkişafında istifadeli kıldık.»

«...milletimizin başında cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve temeddün düşmanlığının alâmet-i farikası gibi telâkki olunan fesi atarak onun yerine bütün medenî âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle, Türk milletinin medenî hayat-ı içtîmaiyeden, zihniyet itibarıyla da hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzime idi. Bunu, Takrir-i Sükûn, Kanununun câri olduğu zamanda yaptık. Bu kanun câri olmasaydı, yine yapacaktık. Fakat bunda kanunun mer’iyetı de sühuletbahş oldu denirse, bu çok doğrudur.»

«...tekke ve zaviyelerle türbelerin şeddi ve alelumum tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık ve ilâh, gibi birtakım unvanların men ve İlgası da Takrir-i Sükûn Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tatbikat, heyet-i içtimaiyemizin hurafeperest, iptidaî bir kavım olmadığım göstermek nokta-i nazarından ne kadar elzem idi, bu takdir olunur.» / s. 181-182

 

İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1945’te TBMM’ni (VII. dönemin 3. yılı) Açık Konuşmasından:

«İlk devirler(in)de fesin yerine şapkanın giyilmesini ve devletin lâik bir cumhuriyet olmasını ve Latin harflerini, bütün bunları açık ve uzun tartışma ile kabul ettirmemizi bekleyemezdik. Bütün bu devrimler yine [de] bir diktatörlük rejiminin eseri olarak meydana gelmemiş, hepsi BMM’nin kanunlarıyla kurulmuş ve tepkileri BMM’nin denetleri ve hesap sorumları önünde yenilmiştir.» / s. 332

 

“Bir ulusun hali vakti ne kadar yerindeyse demokrasiyi yaşatma şansı o kadar yüksektir.”

S.M. Lipset,

 

1920’ler Türkiyesinin —deyim yerindeyse— çağdaş demokrasinin altyapısına sahip bulunmadığını belirtmeli…

 

Yurt Yayınları, Ankara, 1981

Mahmut Goloğlu - Türkiye Cumhuriyeti Tarihi – I, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930)

 

Mahmut Goloğlu - Türkiye Cumhuriyeti Tarihi – I, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930)

…bu olaylarda mahkûm olanlar, şapka giymedikleri için ceza almamışlardır. Bunlar, şapka giyilmesini protesto ettikleri, buna engel olmak istedikleri, bu nedenle baş kaldırdıkları, ayaklanma teşebbüsünde bulundukları için cezalandırılmışlardır. / s. 136

 

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Baskı, 2017

Necip Fazıl Kısakürek - Son Devrin Din Mazlumları

Necip Fazıl Kısakürek - Son Devrin Din Mazlumları

Atıf Hoca’ya Doğru (s. 73 vd.)

Örf ve âdet ölçüleri dururken kılığı kanunla biçilmiş ve mecburî kılınmış hangi millet var bu dünyada? / s. 73

 

Şeyh Said hâdisesinin hemen arkasından başlayan ve lâiklik teranesiyle devam eden İslâmı kazıma hareketi hiçbir fikrî, ilmî ve hukukî tepkiye çarpmadı. / s. 74

 

… Erzurum, Rize, Giresun, Maraş, Kayseri, Konya ve daha bazı merkezlerden mahzun müslümanların acıklı direnmeleri başlıyor.

Kısa kısa noktalayalım.

İlki Erzurum:

Çarşıda kapatılan dükkânların kepenk sesleri... Heyecanlı bir kalabalık... Kalabalık Vilâyet binasının önünde...

Sesler:

- Şapkayı istemiyoruz! Gâvur kılığına giremeyiz!

Kalabalık süngülü jandarma zoruyle dağıtılıyor. Erzurum’da Sıkı Yönetim... İstiklâl Mahkemesi... Başta Gavur İmam lâkaplı bir hoca ile Hoca Osman isimli bir din adamı, aralarında da bir kadın, sehpada 33 ceset...

Rize;

Güneysu nahiyesi... Sabit Tarakçıoğlu adında gayet itibarlı, kafası ilim ve kalbi vecd dolu bir vâiz halka hitap ve şapkanın din gözünde mahiyetini izah etmekte... Heyecan...

Câmiden çıkan yığın soluğu karakolda alıyor:

Karakoldaki onbaşı halka «Ben de sizdenim!» diyor ve başındaki şapkayı yere çalıyor. Ne hazindir ki, İstiklâl Mahkemesi gelince direnicileri tek tek haber veren ve kimi gösterdiyse asılmasına sebep olan ve Mahkemece lütuflandırılan bu alçaktır.

Güneysu ahalisi Rize istikâmetinde yürümeye koyuluyor. Yolda bazı nasihatçıların tesiriyle kalabalık zayıflıyorsa da civar köylerden bazı katılmalarla yine dolgunca çapta il merkezine varıyor.

Vali Hurşit telgraf başında:

- Rize ayaklanmıştır! Süratle tedbir!.. / s. 78

 

Halbuki bütün suçu «şapka giymeyiz!» demekten ibaret ve her türlü fiilî isyan davranışından çekingen kalabalık, çoğu seyirci ve körü körüne katılmış 80-100 kişi...

Ankara telâşta... Bir zamanların kahraman Hamidiye’si şimdi Rize önünde ve kahramanlık toplarım havaya ateş etmekle göstermekte... İstiklâl Mahkemesi de tezgahını kurmuş, dirhem kafesi yere mıhlı adalet terazisini dengelemekle meşgul...

8 idam kararı... Vâiz Sabit Tarakçıoğlu, Mehmed Peçe, Arslan Peçe, köy muhtarı Yakup Peçe, köy bekçisi Kadir Koliva, Hafız Şaban Koliva, Hasan Külünkoğlu, Mahmut Kamburoğlu...

Sabit Hoca o gece mahkûmları uyandırmış:

- Kalkınız, abdest alınız, namaza duralım! Birkaç saat sonra Rabbimize kavuşacağız!

Diye haykırmıştır. Birkaç saat sonra Allah’a kavuşacaklarını bilenlerin bir müjde saadeti içinde kıldıkları namaz...

Asılanları deniz kenarında, rastgele atıldıkları çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar... Yakınları tarafından cesetleri çalınmasın diye de başlarında süngülü nöbetçi bekletiliyor.

3-4 ay sonra gece çıkartılmak şartıyle, ailelerine, cesetleri almak müsaadesi çıkıyor.

Çukurlar açılınca meydana çıkan müthiş manzara:

Hiçbir ceset çürümemiş ve hepsinin gözü Kıbleye doğru...

Cesetleri kilimlere sarıyor, sırıklara takıyor ve köylerine götürüp gömüyorlar...

Arka arkaya, kilimlere sardı ve sırıklara takılı 8 cesedi, gece karanlığında, destanlık hayaletler gibi öz topraklarına taşıyan köylüler... Hakikati bilselerdi, nur mayasından yuğrulu bu cesetleri kilimlere sarıp taşıyacakları yerde, o kilimlerin içinde olmayı tercih ederlerdi (s. 79).

 

Şapka kurbanları, mazlumluk ve şehitliğin en üst mertebesindedir... / s. 80

KISAKÜREK, Necip Fazıl (2018), Son Devrin Din Mazlumları, 36. Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul


Nilüfer Uğurlu Şenel - Mahmut Esat Bozkurt

 

Nilüfer Uğurlu Şenel - Mahmut Esat Bozkurt

 

Mahmut Esat, Türk inkılabına muhalefet eden güçleri şöyle sıralamaktadır:

1- Yabancılar, 2- Halife sultanlar, 3- Saltanat, hanedan, 4- Şeriatçılar, 5- Bir kısım hukukçular, 6- Yeni kanunlar yüzünden menfaatleri bozulan bir zümre, 7- Yüzellilikler, 8- Türk olmayan, Türklüğü benimsemeyenler, 9- Hırsızlar, 10-» Yeni harfler yüzünden okuma yazmasını kaybedenler, şapka taassuplarını tahrik edenler, 11- Bütün bunlarla alakası olan milyonlarca insan (s. 258) / Mahmut Esat, “Muhalefetin Armağanları III”, Anadolu, 9 Ağustos 1931, s. 1.

Ancak bu sıralama dikkatle incelendiğinde, halkın azımsanamayacak bir kısmının, muhalif olarak değerlendirildiğini görmekteyiz. Bu durumda muhalefete karşı gösterilen hoşgörüsüz yaklaşımın anlaşılması da kolaylaşmaktadır.

 

Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2004


Niyazi Berkes - Atatürk ve Devrimler

Niyazi Berkes - Atatürk ve Devrimler

Amir Ali şiidir. Diğeri ise İsmailî Mezhebinin başkanı ve aynı zamanda İngiltere’de Krallık Konseyi’nde üye bulunan biridir (s. 110).

 

Hilafet-Saltanat bileşimi olan bir rejim yerine, laik bir cumhuriyet rejimi gelişi bir rastlantı değil, planlı olarak yürütülen bir devrim sonucu olmuştur (s. 134).

 

(Toynbee’den aktarıyor) Türkiye’de 1768 Türk-Rus savaşının başlamasından 1918’de Birinci Cihan Harbi’nin sona ermesine kadar Osmanlı ordusunu Garplılaştırma siyasetini gönülsüz olarak kabul edenler, yanıldıklarını gösteren elem verici hadiselere rağmen, yabancı bir kültürden unsurlar alırken istediklerini seçip almanın mümkün olduğu hülyasına saplanmaya devam ettiler ve bir kültür ya tamamen veya hiç alınmayacak bir hayat bütünü değilmiş gibi düşündüler (s. 178).

 

Ancak 1919’da Türkler, anavatanlarını da kaybetmek tehlikesiyle karşılaştıkları zamandır ki, Atatürk ve arkadaşları bütün halinde Garplılaşma siyasetinin zaruretini gösterdiler.

Adam Yayınları, 1982