Ali Topuz - Değişimi Yaşamak (1932-1972)
…Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Kanboz, kabadayısı bol,
çok silah kullanan, sorunlarını silahla çözme alışkanlığı olan, kan davalarının
da çokça görüldüğü bir köy. Sadece Kanboz da değil, bir ölçüde Potomya’da ve
Rize’de de benzer bir durum söz konusu.
Bölgede silahlı kişiler ve gruplar, sadece kendi çıkarları
için kabadayılık amacıyla ortaya çıkmış değillerdi. Rus işgali sırasında ve
işgalden sonra bölgede kalan Rum ve Ermeni çeteleriyle mücadele etmek amacıyla
da Türk gençleri tarafından, adına çete denilen silahlı savunma grupları
oluşturulduğu bilinen bir gerçektir (s. 21).
Bizim semt camisinin imamı Hüseyin Efendi herhalde köyümüzün
(İslahiye köyünün) imamı Hacı Hasan Efendi’den ya da Potomya’daki Ulucami imamı
Hafız Şaban Koliva Hoca’dan almış olduğu talimatla, bir gün babamı çağırıyor,
bir iki öğrencisini daha çağırıyor ve bunların eline birer ikişer mektup yazıp
veriyor. Bu mektupları alın, falan filan yerlere götürün. Sen şuraya, sen
şuraya, sen de şuraya götür, diye talimat veriyor.
Verdiği adresler de civardaki camilerin imamları ya da köylerin hatırı sayılır ve
çevresi olan güçlü kişileri. Babam eve geliyor. Annesine, babaannesine
durumu anlatıyor. Hüseyin Efendi, babama iki mektup vermiş, mektuplardan biri
de bizim evimizden yaya olarak en az bir buçuk saat uzaklıktaki bir köyde
oturan Mustafa Kandemir’e götürülecek, yani dedeme gidecek. Babam, annesine
diyor ki: “Mustafa Kandemir’in mektubunu sen götür, senin akraban nasıl olsa.”
Babaannem akıllı bir kadın. “Ne var bu mektubun içinde acaba?” diye soruyor,
açıp okuyorlar.
Mektupta yazılanlar ilginç. Mealen deniliyor ki, “Filan günde Potomya’daki
Ulucami’de Cuma namazından sonra toplantı yapacağız. Bize şapka giydirmek
istiyorlar. Bu gâvurluktur. Şapkayı giymeyeceğimizi ilan edeceğiz. Çevrede ne
kadar eli silah tutan adam varsa, onları da silahlarıyla birlikte getirin,
namaz öncesi Potomya’da buluşalım.”
Evet, birileri düğmeye basmış. Potomya’da gerçekleştirilecek
bir başkaldırı planlanıyor. Ama, babam olacakları pek kestiremiyor. Bu
mektupların bir isyanı tetikleyeceğini idrak edemiyor. Babaannem Sırma Hanım’ın
canı sıkılıyor, o durumu anlıyor ve tabii ki kaygılanıyor. Başlarına bir şey
gelir diye çekiniyor ama mektubu da götürüyor. Babam da diğer mektubu
ilgilisine götürüp teslim ediyor.
Böylece, bu mektupları dağıtıyorlar. Ve kalabalık söz konusu
günde Potomya’da toplanıyor. Bizim köyden de birçok kişi gelmiş. Dedem de
silahlı adamlarıyla orada. Çok etkin ve çevresi çok geniş bir adamdı dedem. O
ailenin en sözü geçen adamıydı. Bizde klasik anlamda ağalık falan yoktur; ama
böyle sözü geçen adamlar, bir anlamda ağalık yaparlardı. Anlaşmazlıkları da
dedem gibi kişiler çözermiş.
Evet, Şapka Kanunu’nun kabul edildiği 25 Kasım 1925
tarihinden hemen sonra, Potomya Ulucami’nin önünde toplananlara Ulucami imamı Hafız Şaban Hoca (Şaban
Koliva) orada bir konuşma yapıyor. Asıl planlayıcı olan kişi bu imam. Bizim
köydeki imamı da, bizim semtteki Hüseyin Efendi’yi de, diğer imamları ilk
örgütleyen o. Bu imamın (s. 31) konuşmasından sonra iş başka bir noktaya
taşınıyor. Önce şapkanın gâvur icadı olduğunu, şapka giydirenlerin din düşmanı
din düşmanı olduğunu söylüyor. Ardından topluluk dalgalanıyor ve isyan fiili
olarak başlamış oluyor.
(…)
Dedem
Mustafa Kandemir’in bana anlattığına göre: Ulucami imamı, konuşmanın ardından
kalabalığı adamakıllı tahrik ederek, jandarma karakolunu basmaya çağırıyor.
Basıyorlar da. Karakolun başında bir jandarma onbaşısı var. Onbaşı önce
direniyor. Bakıyor ki başa çıkacak gibi değil, teslim oluyor. “Ben de sizinle
beraberim” diye kendini kurtarmaya çalışıyor. Yine de dinlemiyorlar. Ayaküstü
karar vererek onbaşıyı asmaya kalkıyorlar.
Mustafa
Dedem hemen öne çıkıyor, itiraz ediyor. “Biz buraya şapka giymeyeceğuz demeye
gelduk. Adam öldürmeye gelmeduk, isyan etmeye de gelmeduk” diyor. Tartışma
başlıyor. Tabii dedem, diğer semtlerden gelenler üzerinde de etkili olunca,
bizim köyden gelenler, İslahiye köylüleri, isyancılardan desteği çekiyorlar.
Hükûmete destek verir konuma geliyorlar. Böylece isyancılar zaman kaybederken,
Rize’den askeri (s. 32) birlikle geliyor. Askerler bunların bir kısmını kuşatıyor,
bir kısmını da kaşarken dağlarda yakalıyor ve hepsini teslim alıp götürüyorlar.
İstiklal Mahkemesine sevk esiyorlar.
(…)
Açıkça
ifade etmek isterim ki Potomya’daki isyan hareketini, devletin güvenlik
güçlerinden önce, İslahiye köyünden gelenler başta olmak üzere Potomyalılar
etkisizleştirmiş ve güvenlik güçlerinin işini kolaylaştırmışlardır.
İstiklal Mahkemesi’nde kimilerine ölüm cezası veriliyor.
Kimileri de farklı sürelerle kürek cezasına mahkûm ediliyor. Dedem de on yıl
kürek cezası verilenler arasında. Dedemi idamdan kurtaran, isyancıların asmaya
kalkıştığı onbaşının ifadesi oluyor. Onbaşı dedemi göstererek, (s. 33) “Bu adam
olmasaydı, beni asacaklardı” deyince, dedem idamdan kurtuluyor. Yoksa
asacaklardı, çünkü isyanın öncülerinden görünüyordu (s. 34).
Mustafa
Kemal’in medreselerin açılmayacağını kesin bir ifadeyle söylemesi, Rize’deki ve
özellikle Potomya’daki hocaları ve tarikatçıları kızdırmıştı. Onlar,
etkinliklerini ve itibarlarını medreseden alıyorlardı. Askerlik hizmetinden
muaf sayılan ve geçimlerini medreselerden sağlayan bu kişiler, imtiyazlarını
kaybetmiş olmayı içlerine sindiremiyorlardı. Sıradan vatandaş haline gelmek,
onların tepki göstermelerine neden (s. 35) oluyordu. Bu durum, Rize
dışından gelen kışkırtıcılara da çok uygun bir ortam hazırlıyordu.
“Din elden gidiyor” iddiaları ve istismarcılığıyla Mustafa
Kemal’e ve onun getirdiği rejime, devrimlere karşı örgütlenerek tavır koymaya
yönelenler, Şapka Devrimi’ni bahane ederek, isyan hareketini camilerden ve
imamların öncülüğünde başlatarak yürüttüler.
Peçeli
Mehmet’in, “M. Kemal Paşa üç yerinden yaralı olarak doktorlar elindedir. İsmet
Paşa ortadan kaldırılmıştır” sözleri, bu kalkışmanın yalanlara dayandırılan bir
tertip olduğunu kanıtlamaktadır.
(…)
Hiç şüphe yoktur ki, bir avuç kendini bilmez, Potomya’ya,
Rize’ye ve bölge halkına büyük bir kötülük yapmıştı. Tarihimize acı bir sayfa
eklemişlerdi…
Bu olay dolayısıyla Potomyalılara haksızlık edilmemelidir.
Bu olayların asıl suçluları, belki de cezasını hayatıyla ödeyenlerden çok,
perde arkasında kalıp da teşvik ve kışkırtma yapan kişilerdir (s. 36).
…Potomya, Türk siyasi tarihinde, Atatürk devrimlerine karşı
ilk ciddi isyan hareketlerinden birinin bastırıldığı yer olarak değil,
başlatıldığı yer olarak geçiyor. Belki de bu nedenle, Rize ili çok tutucu bir
yer olarak algılanıyor.
(…)
…Potomya’nın şapka isyanının başladığı yer olarak değil,
isyanın bastırıldığı yer olarak algılanması sağlanabilmiş olsaydı, belki de
tutuculuk kimliğinden de kurtarma olanağı bulunacaktı (s. 37).
…
Gazete Haberi
Şapka isyanı konusunda genç yaşta bazı tartışmaları yaşadım.
Gördüm ki şapka bahane edilmiş. Atatürk'e karşı güvensizliği olan çevreler
şapkayı bahane edip şapkayı giymeyeceğiz, diye insanları tahrik edip isyan
hareketine dönüştürmeye başlamıştır. Dedem 'biz adam öldürmeye gelmedik, şapka
giymeyeceğiz demeye geldik' diyor. Babaannem, babamın da başına bir şey gelir
diye onu İstanbul'a göndermiş. Din adamlarının saygınlığı ile din adamlarının
sorumsuzca yaptıkları şeyleri algılama imkânı buldum. Objektif bakabilecek
noktaya getirdim kendimi. Dengeli bir bakış açısına götürdü bu olayları yaşamış
olmam.
Yaptığım incelemelerde gördüğüm kadarıyla orantısız ceza
uygulamışlar. İdam cezalarının olmamasını düşünüyorum. Evet bir inkılap
yapılmış, otorite sağlanması lazım, ama bunun için idam cezasını kullanmak
fevkalade yanlış olmuştur. Suç işlemişse ceza vermenin çeşitli yolları vardır,
hürriyetleri tehdit edersin, ama canını almak olur mu? Hangi hakla alıyorsun
canını? İstiklâl Mahkemeleri’ndeki idam cezaları, Yassıada’daki idam cezaları,
insanlık adına savunulacak şeyler değildi. Keşke bunlar olmasaydı (https://www.haberler.com/chp-li-ali-topuz-sapka-kanununa-karsi-cikanlara-3441690-haberi/).
Doğan Kitap, İstanbul, 2011
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder