Mete Tunçay - Türkiye Cumhuriyetinde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması
«Başlarında Sultan Halifeyle, büyük bir Müslüman canlanışı
olacağına, ikinci bir İslâm yiğitliği çağının geleceğine ve Türklerin arslanlar
gibi döğüştükleri, sade, aklı başında, dürüst insanlar oldukları eski iyi
günlere dönüleceğine inanan bazı kişiler var. Hattâ bu gibi nitelikler hâlâ bol
bol bulunmakta: ama hani önderleri nerede? Cariylel’ın büyük adamı, bir ulusu
şecaat ve adalet yollarına çevirecek kahraman gelmedikçe, Türkiye’nin yeniden
gelişeceğini hayal etmek, yararsız bir kuruntudan başka bir şey değildir.»
Stanley Lane-Poole, The Story of Turkey, (London, 1888), s.
257-58.
…şapka devrimine doğru atılan ilk adım, donanmada 1925
Mayısında Alman tipli keplerin benimsenmesi olmuştur (Toynbee, Survey 1925/1,
s. 74). Bundan sonra. Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliği’nin ardından Kara
Kuvvetleri vizyerlî kepi kabul etmiştir.
…
Başlangıçta, bir ara şapkanın ekonomik yönü üstünde de durulmuş,
fakat hükümetçe bunun önemli olmadığı, önlemler alındığı ileri sürülerek halk
yetiştirilmiştir. Sonradan doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine ise;
hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hâl kalmamıştır;
çünkü görülmüştür ki, artık sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin
giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir.
…giyim kuşam devrimleriyle ilgili olarak yapılabilecek iki
önemli gözlem vardır. Birincisi, kadınların giyimi hakkında, —hiç kuşkusuz,
büyük tepkiler yaratmamak amacıyla— peçe ve çarşafın yasaklanması gibi herhangi
bir resmî karar alınmamış olması; İkincisi de, yasa yapılmadan önce bir hava
yaratmak, hiç değilse aydınların giyim alışkanlıklarında fiilî değişiklikler
meydana getirmek çabalarına girişilmiş bulunmasıdır (s. 150-151).
…rütbe, nişan, üniforma ve dinsel giysi konusunda getirilen
sınırlamalar, 30 Kasım 1925 tarih ve 676 sayılı «Ceza Kanununun 131’inci
Maddesini Muaddil Kanun»la yaptırıma bağlanmıştır. Şapkadan başka bir başlık
giymenin «itiyat» haline gelmesi İse, Ceza Kanununun 526’ıncı maddesinin ancak
1939’daki tadilinde üç aya kadar hapis cezasıyla müeyyidelendîrilmiştir (s.
151).
Yurt dışındaki Halide Edip (Adıvar) Hanım da, «Şapka
Kanunu»nun bu dönemde girişilen devrimlerin ilki ve en gözalıcısı olmakla
birlikte, aynı zamanda en beyhude ve sathîsi olduğunu söylemekteydi. Ona göre,
(devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan) bu yasaya sokaktaki adamın
karşıtlıği, yasayı yapanlardan gerçek te çok daha Batılıydı. («Dictatorship and
Reforms in Turkey,» Yale Review, 1929, Güz sayısı, s. 30.) / s. 151
Şark İstiklâl Mahkemesi, daha Şeyh Sait davasının hükmünde,
bu kuruluşların birer fitne ve fesat ocağı haline geldikleri, amaçlarından
saparak siyasal dernek niteliği almakla «ruhsatsız cemiyet» durumuna düştükleri
için, görev bölgesi dahilindeki bütün tekke ve zaviyeleri kapatma kararını
almıştır (s. 151-152).
30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle
Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklarla Bir Takım Unvanların Men’ ve ilgasına
Dair Kanun çıkarılarak, söz konusu kuruluşlar bütün ülke çapında
yasaklanmıştır.
Şapkanın üstüne, bir de tarikatların yasaklanması ve
tekkelerin kapatılması eklenince, ülkenin dört bir bucağında, bunları «dinin
elden gitmesi» diye gören tepkiler yükselmiş ve «seyyar» Ankara istiklâl
Mahkemesi yıldırım hızıyla oradan oraya koşup, «gericileri terörle sindirmeye çalışmıştır
(s. 152).
(Cumhuriyet, 5 Mart 1926), Diyanet İşleri Riyaseti şapka ile
namaz kılınabileceğini tebliğ etmiştir.
(Vakit, 6 Nisan 1926), gazeteye resmi de basılan “Münevver
Bir Hocamız [Göztepe Camii İmamı Hacı Cemalettin Efendi] Türkçe Namaz Kıldırdı”
…bu girişim bir aya kalmadan Rıfat (Börekçi) Hocanın karşı
çıkmasıyla durdurulmuştur. Nitekim, üçüncü haber şöyledir: «Türkçe namaz
kılınabilir mi? Diyanet İşleri Reisinin beyanatı — Kılınamaz.» (Cumhuriyet, 3
Mayıs 1926) / s. 158
Görülüyor ki, bir takım ileri yoklamalar yapılsa da,
çağdaşlaştırmacılar olsun, onlarla işbirliğine giren gelenekçiler olsun,
toplumu zorlamada nereye kadar gidilebileceği hakkında kesin bir fikre
sahiptirler (s. 159).
İstiklâl Mahkemelerinin adaletin gereklerine ve hukukun
genel ilkelerine uygun olmasalar bile, hiç değilse bir yasaya dayanarak ve bir
parlamento kararıyla kurulmuş olmaları bakımından, biçimce yasal oldukları
savunulabilir (s. 170).
İstiklâl Mahkemelerinde avukat olup olmaması…
istiklâl Mehakimi Kanunu’nda buna engel bir hüküm
bulunmamakla birlikte, görülen davalarda genellikle avukat tutulmasına izin
verilmediği anlaşılmaktadır.
{Nutuk, II, s. 894-97)
«Biz, fevkalâde ittihaz olunan ve fakat kanunî olan
tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir suretle, kanunun fevkine çıkmak için vasıta
olarak kullanmadık; bilâkis, memlekette sükûn ve asayiş tesisi İçin tatbik
ettik; devletin hayat ve istikbalini temin için kullandık. Biz o tedbirleri,
milletin medenî ve içtimai inkişafında istifadeli kıldık.»
«...milletimizin başında cehil, gaflet ve taassubun ve
terakki ve temeddün düşmanlığının alâmet-i farikası gibi telâkki olunan fesi
atarak onun yerine bütün medenî âlemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek
ve bu suretle, Türk milletinin medenî hayat-ı içtîmaiyeden, zihniyet itibarıyla
da hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lâzime idi. Bunu, Takrir-i Sükûn,
Kanununun câri olduğu zamanda yaptık. Bu kanun câri olmasaydı, yine yapacaktık.
Fakat bunda kanunun mer’iyetı de sühuletbahş oldu denirse, bu çok doğrudur.»
«...tekke ve zaviyelerle türbelerin şeddi ve alelumum
tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve
türbedarlık ve ilâh, gibi birtakım unvanların men ve İlgası da Takrir-i Sükûn
Kanunu devrinde yapılmıştır. Bu husustaki icraat ve tatbikat, heyet-i
içtimaiyemizin hurafeperest, iptidaî bir kavım olmadığım göstermek nokta-i
nazarından ne kadar elzem idi, bu takdir olunur.» / s. 181-182
İsmet İnönü’nün 1 Kasım 1945’te TBMM’ni (VII. dönemin 3.
yılı) Açık Konuşmasından:
«İlk devirler(in)de fesin yerine şapkanın giyilmesini ve
devletin lâik bir cumhuriyet olmasını ve Latin harflerini, bütün bunları açık
ve uzun tartışma ile kabul ettirmemizi bekleyemezdik. Bütün bu devrimler yine
[de] bir diktatörlük rejiminin eseri olarak meydana gelmemiş, hepsi BMM’nin
kanunlarıyla kurulmuş ve tepkileri BMM’nin denetleri ve hesap sorumları önünde
yenilmiştir.» / s. 332
“Bir ulusun hali vakti ne kadar yerindeyse demokrasiyi
yaşatma şansı o kadar yüksektir.”
S.M. Lipset,
1920’ler Türkiyesinin —deyim yerindeyse— çağdaş demokrasinin
altyapısına sahip bulunmadığını belirtmeli…
…
Yurt Yayınları, Ankara, 1981
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder