Umberto Eco - Genç Bir Romancının İtirafları
Soldan Sağa Yazmak
Roman yazmaya çocukken başladım. Aklıma ilk gelen, romanın
adı olurdu, genellikle de o günlerde okuduğum, Karayip Korsanları türünden
serüven romanlarından esinlenirdim.
Neden Homeros yaratıcı yazar sayılırken Platon'un sayılamadığını
bir türlü anlayamamışımdır.
…notları alırken, bir keşişi gizemli bir kitap okurken
zehirlemenin güzel olacağını anlamıştım, hepsi bu. Böylece Gülün Adı'nı yazmaya
başladım.
İlk romanımı yazdığım sırada birkaç şey öğrendim. İlki şu:
"İlham", sanatsal açıdan saygın görünebilmek için hilebaz yazarların
başvurduğu kötü bir kelimedir.
Gülün Adı'nı yazmanın sadece iki yılımı aldığım söylemek
isterim, bunun tek nedeni Ortaçağ hakkında araştırma yapmaya ihtiyacım
olmamasıydı.
…belli bir konuyu seçmemin nedeni, daha önceden o konuya
aşina olmamdır
Foucault Sarkacı sekiz yıl, Önceki Günün Adası ve Baudolino
altı yıl. Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi'ne sadece 4 yıl harcadım
Gülün Adı için, kitapta yer alan bütün keşişlerin portrelerini
çizmiştim.
Gülün Adı’nı yazdıktan sonra, bu ilk (ve belki de son)
romamma kendim hakkında, dolaylı bile olsa, söyleyebileceğim her şeyi koymuş
olduğum duygusuna kapıldım.
Yazar belli bir anlatı dünyası kurduktan sonra sözcükler
arkadan gelir ve o özel dünyanın istediği sözcükler olurlar. Bu nedenle Gülün
Adı'nda kullandığım üslup bir Ortaçağ vakanüvisine uygun düşen üsluptu: kesin,
naif, gerekirse yavan (on dördüncü yüzyıldaki mütevazı bir keşiş, Joyce gibi
yazamaz, Proust gibi bir belleği de yoktur).
…eğer ortada çok sayıda yaratıcı fikir varsa bu onların
yaratıcı olmadığını gösterir.
Baudolino
Belli bir noktada, kahramanımın, / Frederick Barbarossa
tarafından kuşatılmış Alessandria'da doğmuş küçük bir oğlan çocuğu olmasına
karar vermiştim.
Baudolino'mun, Frederick Barbarossa’yı / kenti ele geçirmek
üzereyken ona kötü bir oyun oynayarak, sahtekârlık yaparak kandıran efsanevi
Gagliaudo'nun oğlu olmasmı da istiyordum
Gülün Adı'yla tam bir tezat oluşturdu. Gülün Adı, yüksek
nitelikli bir dille konuşan entelektüellerin hikâyesiydi, Baudolino'da ise
köylüler, savaşçılar ve haddini bilmez Goliardlar vardı. Böylece seçtiğim üslup
anlatacağım hikâyeyi belirledi.
Kalkıp gittim İstanbul'a. Yüzeyini, katmanlarını inceledim
ve hikâyem için gerekli olan başlangıç imgesini buldum: Kentin 1206'da Haçlılar
tarafından ateşe verilmesi.
Alevler içindeki İstanbul'u alın, buna genç bir yalancıyı,
bir Alman İmparatoru'nu ve birkaç Asyalı canavarı ekleyin: İşte size roman.
…bütün hikâyenin -yalancı olduğu varsayılan- Baudolino'nun
Niketas'a anlatacağı bir rapor biçiminde olmasına karar verdim.
Sadece Niketas'm değil anlatıcının ve okurun bile
Baudolino'nun ne anlattığından asla emin olamayacakları bir hikâye olacaktı.
Başarılı bir roman yazmak istiyorsanız bazı formülleri
kendinize saklamalısınız.
"Çifte kodlama", metinlerarası ironinin, üstü
kapalı olarak başvurulan üst-anlatıyla birlikte eşzamanlı kullanılmasıdır.
Gülün Adı, Ortaçağ'a ait bir metnin yazarın eline nasıl geçtiğinin
anlatılmasıyla başlar. Metinlerarası ironinin bariz bir örneğidir bu, çünkü
yeniden bulunan elyazmasının topos'unun
(yani edebi açıdan beylik söz olmasının) çok saygıdeğer bir kökeni
vardır. İroni iki mislidir, hem de üst-anlatısal bir öneridir, çünkü metinde
elyazmasının, özgün nüshasının on dokuzuncu yüzyılda yapılan bir çevirisi kanalıyla
elde edilebildiği iddia edilmektedir
Yazar, Metin ve Yorumcular
Bir metin, Örnek Okur'unu yaratmak üzere tasarlanan bir
araçtır.
Bir metnin amacını anlamak, göstergelere dayanan bir
stratejiyi anlamak demektir.
Yıllardır görmediğim bir çocukluk arkadaşım ikinci romanım
Foucault Sarkacı'ndan sonra bana şöyle yazdı: "Sevgili Umberto, amcamla
yengemin dokunaklı hikâyesini sana anlattığımı hatırlamıyorum, ama bu bilgileri
romanında kullanman tam bir boş-boğazlık."
Foucault Sarkacı'ndaki ana karakterlerimden birine
"Casaubon" adını verirken aklımda, 1614 yılında Corpus Hermeticum'un
bir sahtekârlık olduğunu ortaya çıkaran Isaac Casaubon vardı
Yaratıcı süreci anlamak demek, aynı zamanda metindeki bazı
çözümlerin tesadüfen ya da nasıl işlediğinin farkına varılmayan tekniklerle
ortaya çıktığım anlamak demektir.
Kurmaca Karakterler Üzerine Birkaç Not
Gülün Adı yayımlandıktan sonra pek çok okurum bana mektup yazarak
hikâyemde yer alan manastırı bulup ziyaret ettiğini anlattı.
Manastırın hem krokisini hem de yerini uydurduğumu söylememe
gerek yok
Gerçek manastırı ve gerçek elyazmasını arayanlar belki de
edebiyatın usullerine yabancı olan saf okurlardı,
Scarlett O'Hara'nın kaderine gözyaşı dökmeyen ama Anna
Karenina'nın kaderine isyan eden pek çok kültürlü okur vardır herhalde.
Papa ile Dalai Lama, İsa Peygamber'in Tanrı'nın oğlu olup
olmadığını yıllarca tartışabilirler, ama (eğer edebiyat ve çizgi romanlar
hakkında yeterli bilgileri varsa) her ikisi de Süperman'in Clark Kent, ya da
Clark Kent'in Süperman olduğunu kabul ederler.
Eğer intihar etmeseydi Madame Bovary yine Madame Bovary olur
muydu?
Moby Dick'ten alınacak ders, Balina'nın nereye isterse oraya
gideceğidir. Büyük tragedyaların zorlayıcı yapısı, kahramanlarının feci bir
kaderin önünden kaçmak yerine -kendi elleriyle kazdıkları- uçuruma
atlamalarından kaynaklanmaktadır, çünkü kendilerini neyin beklediğini
bilmezler; biz onların körlemesine nereye yöneldiklerini biliriz ama onları
durduramayız.
Asyndeton, bir dizinin öğeleri arasındaki bağlaçları ortadan
kaldıran bir sözbilim stratejisidir.
Asyndeton'un zıddı, polysyndeton'dur, o da bütün öğeleri
bağlaçlarla birbirine bağlar.
(Örnek) Milton'un Kayıp Cennet'inin ikinci cildinde, 949.
satırda asyndeton görülür, bunu, altındaki satırda da polysyndeton izler:
Kafayla, ellerle, kanatlarla, ya da ayaklarla yolunu izler
Ve yüzer ya da batar
ya da bata çıka yürür ya da sürünür ya da uçar.
Listelerim
Kurmaca yazarlığı kariyerimin başlangıcında, listelerden ne
kadar hoşlandığımı anlayamamış olabilirim. Şimdi, beş roman ve birkaç tane daha
edebiyat çalışmamın ardından listelerimin eksiksiz bir listesini çıkarabilecek
durumdayım.
Pratik bir liste / sınırlı türdendir. Bu nedenle
değiştirilemezler
…şairane listeler açıktır, ve bir bakıma en altta bir
vesaire bulunmasını gerektirirler.
…yazarlar ya üzerinde çalıştıkları maddelerin sayısı
hatırlanmalarını zorlaştıracak kadar fazla olduğunda ya da bir dizi nesnenin
adı olan sözcüklerin tınısına âşık olduklarında liste yaparlar.
Edebiyat tarihi, saplantıyla biriktirilmiş nesnelerle doludur.
Bir müze katalogu pratik bir listeye örnektir
Homeros kalkanı bir biçim sayarak tarif eder, çünkü o
toplumdaki hayatın nasıl işlediğini iyi bilir; savaşçıları listelemekle
yetinir, çünkü sayılarını bilmez. Bu durumda biçimlerin, ancak keşfetmeyi ve
tanımlamayı başardıkları dünyayı tanıyan olgunlaşmış kültürlere özgü olduğunu
düşünebiliriz
Her felsefenin ve bilimin rüyası, eski Yunan'dan bu yana,
nesneleri özlerine göre tanımak ve tanımlamak olmuştur. Aristoteles'ten beri öz
bağlamında tanımlamak, belli bir şeyi belli bir türün bir üyesi olarak tanımlamak
anlamına gelmiştir, tür de belli bir kategorinin üyesi sayılmıştır.
Bir platypus (ornitorenk), monotrem (yumurtlayan) memeliler
türünden gelir. Ama ornitorenk keşfedildikten sonra, yumurtlayan bir memeli
olduğu anlaşılana kadar seksen yıl geçti.
Gerçek şu ki nesneleri nadiren özlerine göre tanımlarız;
daha çok, niteliklerini sıralarız.
Homeros listeye başvurmuştu, çünkü ele aldığı konunun hakkım
verecek kelimelerden yoksundu ve ifade edilemeyenin topos'u listelerin
poetikasım yüzyıllarca hükmü altına almıştı.
…
Confessions of a young
novelist
Türkçeleştiren: İlknur Özdemir
Kırmızı Kedi Yayınları, 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder