Umberto Eco - Popüler Roman Kahramanları
Giriş
…kitabın yapısı, inceleme konusu olarak seçtiği nesnenin
temel özelliklerini yansıtıyor
Bana öyle geliyor ki, sözde Nietzsche’ye özgü ‘üstinsanlık’
kavramının kaynağı ve öğretisel modelinin, Zerdüşt değil, Alexandre Dumas'nın
romanı Monte Cristo Kontu olduğu söylenebilir
Gramsci, yaşadığı dönemdeki soytarıların hâkim kıldığı
Nietzschecilikten söz eder ve (bu soytarılara) açıkça ve polemikçi bir şekilde
şunu söyler: Sizin üstinsanınızın kaynağı Zerdüşt değil, Edmond Dante'dir.
Kara Korsan’ın Gözyaşları
Aşk Hikayesi / Bu tür filmler seyirciyi ağlatacak şekilde
tasarlanır. Dolayısıyla, ağlatırlar.
Kimya asla yanılmaz. Mademki duyguların da bir kimyası
vardır ve mademki çok eski bir gelenek uyarınca, duyguları harekete geçiren
bileşimlerden biri, iyi kurulmuş bir olay örgüsüdür; öyleyse bir olay örgüsü
iyi kurulmuşsa, etki olarak öngördüğü duyguları uyandırır.
İlk olay örgüsü kuramı Aristoteles’le doğar.
…bütün anlatı kuramlarının temelini Aristoteles’in modeli oluşturur.
Aristoteles, bir hikâye, yani bir olay örgüsü, bir anlatısal
dizi kurarak gerçekleştirilen bir hareketin (yani bir olaylar dizisinin) taklidinden
söz eder.
…olay örgüsünün kabul edilebilir olması için gerçeğe uygun
olması gerekir; gerçeğe uygun olması ise, seyirci kitlesinin geleneksel olarak
paylaştığı bir beklentiler sistemine bağlı olması demektir.
Aristoteles modelini Kral Oidipus’a uygulayalım: Oidipus’un
başından, ne onun ne bizim katlanabileceğimiz korkunç olaylar geçer
…kralın kendini cezalandırması seyirciyi rahatlatır
John Ford’un Posta Arabası
Posta Arabasını Kral Oidipus’tan ayıran nedir?
Posta Arabası’nda / hiçbir psikolojik çözümleme girişimi
yoktur, her karakter olabildiğince geleneksel tarzda çizilmiştir ve kişilerin
her hareketi en küçük ayrıntısına kadar önceden tahmin edilebilir…
Halk tarafından anlaşılır olması, bir romanı “popüler”
yapmaz. Buradaki belirleyici ölçüt, / olay örgüsünü kuran kişinin, okur
kitlesinin beklentilerini bilmek zorunda olmasıdır.
Popüler romanda, iyi her zaman kötüye karşı savaşır ve bu
savaşın çözümü, hep ya da her durumda (çözüm mutluluk da getirse, acı da)
iyinin lehine olur ve iyi, ahlak, değerler ve güncel ideoloji çerçevesinde
belirlenir.
Söylemimizi belirsiz kılan şey şudur: Olasılıkla, anlatı ne
kadar nitelik yitirmişse, o kadar karşı koyamadığımız bir büyüyle bizi kendine
çekmektedir
Tanıma
Tanıma ile açığa çıkma arası karışık bir biçim, gerçek
kimliğin açığa çıkması olup daha sonra polisiye romanda temel bir unsur haline
gelmiştir.
Gerçek tanıma, olay örgüsünün tanınması; kurgusal tanıma ise
olay örgüsü içindeki tanıma şeklinde tanımlanabilir.
Gerçek tanıma, bir özdeşleşme süreci üzerinden işliyor
gibidir: Yapıttaki kişiyle özdeşleşen okur, onunla acı çeker, onunla neşelenir
ve onunla aynı sürprizleri yaşar. Kurgusal tanıma, yansıtma süreci üzerinden
işliyor gibidir: Okur, artık sırrını bildiği kişiye kendi düş kırıklıklarını
kendi intikam arzularını yansıtır ve beklenmedik sonucu öngörür
Olay örgüsünün bütün unsurları, veriler, olgular, ifşalar,
apaçık göstergeler, tanımayı harekete geçirmeye katkıda bulunuyor, bir tek
anlatı kişisinin cahilliği sürüyorsa, gerçek bir budalayla karşı karşıyayız
demektir
Haftalık tefrika dağıtımı, keza gelişimi pek çok bölüme
yayılan olay örgüsü, okurun çok fazla muallakta bırakılamaması sonucunu
getirir, aksi takdirde okur aradaki bağlantıları hatırlayamayacaktır.
Gereksiz tanıma kategorisi kapsamına giren son bir
mekanizma, sözde yabancı toposudur. Popüler roman sık sık, bölümün açılışında,
okura yabancı olması gereken gizemli bir kişi takdim eder
Anlatıcı onun sayesinde, bir kez daha, yozlaşmış biçimiyle
tanımanın hazzını yaşatır okura.
…olay örgüsü tekniği açısından, bu niteliğini yitirmiş
araçlar birer anlatısal engel oluştursa da, alımlama psikolojisi ve onaylama
psikolojisi açısından, olağanüstü bir işlev yerine getirirler, çünkü okurun
tembelliği tam da önceden çözdüğü ya da kolayca çözebileceği muammalar
önerisiyle teşvik edilmek ister.
Her dönemin popüler romanında, gerçeklik her zaman önceden
verilidir; bu gerçeklik ya kıyısından köşesinden değiştirilir ya kabul edilir,
asla alaşağı edilmez.
Eugene Sue: Sosyalizm ve Teselli
…bir 'gösteren’ biçimini, ona önceden bir anlam yüklemeden,
tanımlamaya yönelik her çabanın, boş ve yanıltıcı olduğunu biliyoruz; öyle ki,
her tür mutlak biçimcilik, üstü örtülü bir içerikçilikten başka bir şey
değildir.
Bilindiği gibi, Saussure dilbiliminde gösterge iki
bileşenden oluşur: İşitsel imge (gösteren) ile zihinsel kavram (gösterilen)
Bu durumda, bir metne yönelik her yapısal analiz, gizli de
olsa her zaman psikososyal ve ideolojik varsayımların doğrulanmasıdır.
…pazarın (görünürde daha derin mülkiyet ilişkileriyle
bağlantısız olan) özel koşulları, metinsel yapılar üretir ve bu yapılar, daha
uygun “dolgu malzemesi” olarak ideolojik yapıları gerektirir.
Eugene Sue, Paris Esrarını 19 Haziran 1842’de tefrika etmeye
başlar.
Eugene Sue, 1804’te büyük bir hekimler ve cerrahlar
ailesinde dünyaya geldi.
Paris Esrarı, yoksulukla birlikte suç üreten kötü toplumsal
koşuların açığa vurulan gizi olarak sunuluyordu dönemin okuruna.
Kötülük, toplumsal bir hastalıktır. İşte çareleri. Yeraltı
dünyasının destanı olarak başlayan kitap, Mutsuz ve Kurtarılabilir İşçi destanı
olarak utkuyla sona erer.
Sue, romanında Fransız yasalarının, istemeden ahlaksızlığı
ve suçu koruduğunu ortaya koyar
Kötülüğün kaynağı, belli yasalar değil, bütün bir Fransız
yasama sistemidir, bütün bir toplumsal örgütlenme tarzıdır.
Her şeyin eskisi gibi kalması için bir şeylerin değişmesini
dilersiniz.
Görüntüde Sue sosyal demokrat gibi bir şeydir; gerçekte ise
insanların sefaleti üzerinden spekülasyon yapan bir merhamet satıcısıdır.
Sue'yla birlikte klasik tefrika sona erer.
I Beati Paoli ve "Popüler” Romanın İdeolojisi
“tarihsel gerçeklik"e belirgin göndermenin ötesinde,
harekete geçirici bir arka planı olan romandır, onda olumlu modeller olarak
önerilen çeşitli erdemler baskındır.
Oysa popüler roman / kitle eğlence aracı olarak doğar ve
erdemli kahramanlık modelleri önermekle pek ilgilenmez; daha çok, belli bir
sinizmle gerçekçi karakterler betimlemekle ilgilenir: Bu karakterler zorunlu
olarak “erdemli" değildir; önemli olan, okur kitlesinin, daha sonra sözünü
edeceğimiz tatmin duygusunu yaşayabilmeleri için onlarla rahatlıkla
özdeşleşebilmesidir.
…popüler romanın tarihi üç büyük döneme ayrılır
—Birinci dönem ya da romantizm-kahramanlık dönemi, 1830’lu
yılarda başlar
…zanaatkâr-işçi sınıfının oluşturduğu yeni bir okur
kitlesinin doğuşuyla koşutluk gösterir
—İkinci dönem ya da burjuva dönemi: On dokuzuncu yüzyılın
son yirmi-otuz yılını kapsar,
…bu dönemin romanı emperyalizm çağının bir parçası olup
gerici, küçük burjuva ve sıklıkla ırkçı ve Yahudi düşmanıdır.
—Üçüncü dönem ya da yeni kahramanlık dönemi: Yirminci
yüzyılın başlarında başlar ve toplum karşıtı kahramanların, sıradışı
varlıkların sahneye çıkmasına tanık olur
(Popüler roman) Karizmatik kahraman (çizgi roman kahramanı
süpermenlerde halâ gördüğümüz bir özellik), namusludur ve arzudan arınmıştır
Popüler romanın yapısı, tek bir temanın katışıksız, saplantılı
yinelemesidir: Egemenliğe erişim. Egemenliği temsil eden öğe ise kahraman
dediğimiz kişinin girişimidir.
Üstinsan bir an bile alt kesimlerin kendi adlarına karar
verebileceklerini ve vermeleri gerektiğini aklından geçirmez, o yüzden asla
onları aydınlatma ve onlara öğüt verme girişiminde bulunmaz.
Üstinsanın Yükselişi ve Çöküşü
Vathek, krallığı insansız kalmasın diye, öfkesini nadiren
açığa vuruyordu.
Vathek'te duyular düzeninin bozulması, bir aydınlanmaya ve
güç aracına dönüşür; satanizm ve cehenneme iniş, üstinsanlığa doğru gidişin
aşamalarıdır...
Gramsci, Monte Cristo Kontu’nda (ve genel olarak tefrika
romanda), felsefenin ancak daha sonra yaratacağı üstinsan figürünün tohumlarını
keşfetti
Üç Silahşörler
Athos ile Milady’nin bile akılda kalması, gotik romandan
başlayarak çeşitli kereler anlatılmış oldukları içindir: Athos, “Karanlık
Yakışıklı"; Milady ise “Acımasız Güzel"dir.
Tarzan'ın mitolojik nitelikleri
Tarzan ya da doğaya geri dönüş.
Kipling'in Mowgli'sini örnek alıyordu
Kipling’e özgü “beyaz adamın dünyayı uygarlaştırma görevi”
Pitigrilli: Annemin Yüzünü Kızartan Adam
Pitigrili okur kitlesini bilir.
…ne “edebiyatçı" olma çabasındadır, ne de özgün. O,
yalnızca modaya uyar.
Hakikat yoktur, çünkü onu değiştirmek için iki kadeh konyak
yeterlidir.
Anarko-muhafazakâr, siyaset yapan herkesin, halkı aldatan
kişiler olduklarını belirtir.
Yaşamak, canına kıymaktan daha büyük cesaret ister,
Herkesin ebleh olduğu bir dünyada artık yergi olmaz ve
bilmeme olası tek bilme halini alır
Körlerin Krallığında “kalabalık,” herhangi bir mıknatısın
çevresinde toplanan demir tozları gibidir
Pitigrili’yle uğraşmak niye? Başta da belirttiğim gibi,
benim açımdan, çocukluğumun gizemlerinden birini açıklığa kavuşturmak söz
konusuydu. Yasak Yazar'da neyin yasaklanabilir olduğunu anlamak.
Yazar bir gün, annesine üzerindeki mantonun kürkünün hangi
hayvana ait olduğunu sorar. Annesi, petit-gris (Sibirya sincabı) karşılığını
verir.
Fleming’de Anlatısal Yapılar
Ian Fleming, 1953'te 007 serisinin ilk romanı Casino
Royale’ı yayımlar.
Karakterler ile Değerlerin Karşıtlığı
Bond-M ilişkisi, bir sevgi çift anlamlılığı, karşılıklı bir
sevgi-nefret içerir
Ernst Stavro Blofeld, karşımıza ilk kez Yıldırım Harekâtında
çıkar.
Bütün kadınların ortak şeması şudur: 1) kız güzel ve iyidir;
2) ergenlikte geçirdiği katı sınanmalar onu soğuk ve mutsuz hale getirmiştir;
3) bu, onu kötünün hizmetine koşullandırmıştır; 4) Bond’la tanışınca, insani
boyutunu tam olarak gerçekleştirir; S) Bond ona sahip olur, ama sonunda onu
yitirir.
Fleming'in her kitabının olay örgüsü kabaca şudur: Bond,
kökeni belli olmayan, her durumda İngiliz olmayan amansız bir bireyin
bilimkurgusal planını boşa çıkarmak için belirli bir yere gönderilir. Bu kişi,
kendi organizasyon ya da üretim faaliyetinden yararlanarak para kazanmakla
kalmaz, aynı zamanda Batı'nın düşmanlarının oyununu oynar. Bond bu amansız
kişiyle yüzleşirken, onun egemenliğindeki bir kadınla tanışır ve onunla aşk
ilişkisi kurarak onu geçmişinden özgürleştirir;
bu ilişki, kötü tarafından yakalanma ve işkenceyle kesintiye
uğrar. Ama Bond, kötüyü yenilgiye uğratır ve kötü korkunç şekilde ölür; Bond,
büyük yorgunluğunu kadının kolları arasında dinlenerek giderir, kadını
yitirmeye yazgılı olsa da.
Kahramanların adları / imgeyle ya da bir cinasla kişinin
karakterini / açığa vurur
Kötü kumarla mı yaşıyor; adı Le Chiffre (“rakam; şifre;
tutar") olacaktır.
Bond'un adı, Flerning'in belirttiği gibi, karaktere
kesinlikle sıradan bir görünüm vermek için, neredeyse rastlantısal olarak
seçildiyse, o zaman rastlantı eseridir
Bu noktada, Fleming romanlarının nasıl böyle yaygın bir
başarı elde edebildiği netlik kazanmış oluyor: Bu romanlar, bir temel
çağrışımlar ağını harekete geçirir, kökensel ve derin bir dinamiğe gönderme
yapar. Ve bu romanlarda, belli bir estetik hoşlanmayla, hayasızca ve muzır bir
tutumla güncel bağlama çevrilmiş ilksel epiğin saflığını saptayan okur zevk
alır
Fleming / sözcükleri duyumsal bir etki yaratacak şekilde kullanmasını
bilir.
Köpekbalıklarının ısırdığı bilekte saatin olmayışı, yalnızca
ürkütücü bir alaycılık örneği değildir: Nesne odaklı anlatının, çağdaş
nitelikli bir bakış tekniğinin tipik özelliği olarak, önemsiz yoluyla önemliye
işaret etmedir.
Fleming, hiçbir zaman, okurun görme imkânı bulamadığı
sekoyayı tasvir etmez.
…buna karşılık, direksiyonu ya da golf sopasını tutarken
yaşayabileceğimiz zevki uzun uzun anlatır, çünkü bunlar her birimizin yaptığı,
yapabileceği ya da yapmayı isteyebileceği hareketlerdir.
Fleming, önceden bilineni bize fotoğraf kesinliğiyle
aktarmak için zaman ayırır, çünkü özdeşleşme yetimizi ancak önceden
bildiklerimiz üzerinden harekete geçirebilir. Atom bombası çalan kişiyle değil,
lüks bir deniz motorunu kullanan kişiyle özdeşleşiriz
…
Il superuomo di massa
Türkçeleştiren: Kemal Atakay
2017, Alfa Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder