24 Nisan 2014 Perşembe

John R. Searle – Söz Edimleri

John R. Searle – Söz Edimleri

Dil felsefesi ile dilci felsefeyi birbirinden ayırıyorum. Dilci felsefe, belirli bir dildeki belirli sözcüklerin ya da başka öğelerin kullanımlarına bakarak felsefe sorunlarını çözme girişimidir.

Dil felsefesi ise dilin gönderme, doğruluk, anlam ve zorunluluk gibi dikkat çeken belli başlı yanlarına ışık tutan felsefi betimlemeler yapma girişimidir.
Bununla birlikte dil felsefesinin soruşturma yöntemi, a priori ve kurgusal olmaktan çok deneysel ve ussal olduğu oranda elbette onu varolan doğal dillerle ilgili olguları da hiç gözden kaçırmamaya zorlar.

Dilci felsefe bir yöntemin adıdır; dil felsefesi ise bir alanın adıdır. (s. 70)

Aslında bir sözcüğün ne anlama geldiğini bilmek demek de bu bilgiye sahip olmak demektir. (s. 73)

Kavramlarımız için ölçütler arama girişimleri (en doğru yorumuyla) aslında kavramlarımızı açıklama girişimidir.

Felsefenin temel görevlerinden birinin bu olduğuna inanıyorum. Benim burada söylemek istediğim, üstün tuttuğumuz bazı açıklama modelleri kimi kavramlarımızı açıklayamıyorsa, gitmesi gerekenin kavramlar değil, modeller olduğudur.

Bir dili konuşmak demek, kurala dayalı (son derece karmaşık) bir davranış girişiminde bulunmak demektir.

Bir dili öğrenip ona hâkim olmak demekse, (inter alia: Başka şeylerin yanında) bu kuralları bilmek ve onlara hâkim olmak demektir. (s. 79)

Bir yöntemin kendisine dayanarak yaptığı şey, altını çizmiş olduğum gibi, anadilini konuşan kişinin sezgileridir.

Bu sezgilerin doğruluğu gerçekten de gösterilebilir ama ancak başka sezgilerin yardımına başvurularak.

Bir dili konuşmak demek, söz edimlerinde bulunmak, yani bildirimde bulunmak, emir vermek, soru sormak, söz vermek vb. ile göndermede bulunmak ve yüklemek gibi biraz daha soyut edimlerde bulunmak demektir.

Bu edimleri olanaklı kılan, çoğunlukla dilsel öğeleri yöneten kurallardır; bu edimler de bu kurallara göre yerine getirilir.

Söz edimleri üzerinde yoğunlaşma gereğinin nedeni basitçe şu: Her dilsel iletişim dil edimleriyle olur. Dilsel iletişim birimi, genellikle sanıldığı gibi, simge, sözcük ya da tümce örneği değil, söz ediminde bulunurken simge, sözcük ya da tümce üretme ya da kâğıda dökme edimidir. (s. 83)

Benim dil kavrayışım eğer doğruysa, bir dil kuramı, konuşmak kurala dayalı bir davranış olduğu için bir eylem kuramının parçasıdır. (s. 84)

Ben söz edimleriyle ilgili, gereken niteliklere sahip bir soruşturmanın bir langue soruşturması olduğunu savunuyorum.

Dil felsefesi alanında yapılan çağdaş çalışmalarda, biri konuşma ortamlarında anlatımların kullanımları, öteki tümcelerin anlamları üzerinde duran en az iki çizgi ayırt etmek olanaklıdır. (s. 86)

‘Dile getirilebilirlik ilkesi’ diye anacağım, anlatılmak istenebilecek her şeyin dile getirilebileceği ilkesi bu kitapta bundan sonra ileri sürülecek savlar açısından oldukça önemlidir.

Bir dil bize, anlatmak istediklerimizi söylemek için sınırlı sayıda sözcük ve dizimsel yapı verir. Fakat belirli bir dilde ya da her dilde dile getirilebilirlikle ilgili bir üst sınırın, yani o belirli bir dilde ya da her dilde dile getirilemez düşüncelerin olması mutlak bir doğru değil, olumsuz bir durumdur. (s. 87)

İlki, dile getirilebilirlik ilkesi, dinleyen kişi üzerinde yaratılmak istenen bütün etkileri, örneğin yazınsal ya da şiirsel etkileri, duygulanımlar, inançlar vb. yaratacak bir anlatım ya da anlatım biçimi bulmanın ya da uydurmanın her zaman olanaklı olduğunu söylemiyor. Konuşan kişinin anlatmak istediği şeyi, onun dinleyen kişiler üzerinde yaratmak yöneliminde olduğu belli etkilerden ayırmamız gerekir.

İkincisi, anlatılmak istenebilecek her şeyin dile getirilebileceği ilkesi, söylenebilecek her şeyin diğerleri tarafından anlaşılabileceğini ileri sürmüyor; çünkü bu, özel dilin, yani konuşan kişi dışında başka herhangi biri tarafından anlaşılması mantıksal olarak mümkün olmayan dilin var olma olanağını ortadan kaldırır. (s. 88)

Söz ediminin temel iletişim birimi olduğu varsayımı, konuşan kişinin anlatmak istediği şey, sözcelenen tümcenin (ya da başka bir dilsel öğenin) taşıdığı anlam, konuşan kişinin yönelimleri, dinleyen kişinin anladığı şey ve dilsel öğeleri yöneten kurallar ile söz edimleri kavramı arasında bir dizi çözümleyici bağ olduğunu söylüyor bize. (s. 89)

Bir dili konuşmak demek, kurala dayalı bir davranış girişiminde bulunmak demektir. Daha anlaşılabilir bir biçimde dile getirmek gerekirse, konuşmak kurallara uygun davranışlarda bulunmak demektir. (s. 91)

Konuşan kişi en az üç farklı edimde bulunur:
a)    Sözcükler (biçimbirimler, tümceler) sözceler
b)    Gönderme yapıp yüklemede bulunur (önerme ediminde bulunmak)
c)    Bildirir, soru sorar, emreder, söz verir vb. (edimsöz ediminde bulunmak) (s. 93)

Austin’in etkisiz edimi kavramını eklemek istiyorum. Bu edimsöz edimi kavramıyla bağlantılı, edimsöz edimlerinin dinleyen kişilerin eylemleri, düşünceleri, inançları vb. üzerindeki sonuçlarını ya da etkilerini gösteren bir kavramdır. (s. 94)

Önerme edimleri tek başına karşımıza çıkmaz; yani bir insan bir kesinlemede bulunmadan, bir soru sormadan ya da başka bir edimsöz ediminde bulunmadan yalnızca gönderme ve yükleme edimlerinde bulunamaz.

Bir şeyi söylemek için sözcükler değil tümceler kullanılır, sözcüklerin ancak bir tümce bağlamında göndergeleri olur derken Frege’nin de anlatmak istediği budur.

Öncelikle nesnelere tümeller değil, anlatımlar yüklenir. (s. 95)

Gönderme bir söz edimidir; söz edimleri ise sözcükler değil, konuşan kişiler tarafından sözcükler sözcelenirken yerine getirilir.

Gönderme anlatımları üç çeşittir; özel adlar, belgili adlarla belgili betimlemeler bir de adıllar. (s. 98)

Bildirmek ve kesinlemek birer edimdir, ama önermelerin kendileri edim değildir. Önerme, kesinleme ediminde kesinlenen, bildirme ediminde bildirilen şeydir. Başka bir biçimde dile getirilecek olursa, bu kesinleme, bir önermenin doğruluğu konusunda (çok özel) bir güvence vermek demektir. (s. 99)

Sözcelenen içindeki önermeyi açıkça gösteren tümcecikler tam tümceler değildir. Dile getirilen bir önerme her zaman bir edimsöz edimi içinde dile getirilir. (s. 100)

Düzenleyici kurallar, önceden varolan bir etkinliği, varolması mantıksal bakımdan kuralların varolmasına bağlı olmayan bir etkinliği düzenler. Oluşturucu kurallar ise, varolması mantıksal bakımdan kuralların varolmasına bağlı olan bir etkinliği oluşturur (ve düzenler).

Düzenleyici kurallar, öteki kurallardan farklı olarak, emir tümceleri biçimini alır ya da emir tümceleri olarak dile getirilebilir. (s. 105)

Bir dilin anlam yapısı, altta yatan bir dizi oluşturucu kural kümesinin uylaşımsal gerçekleşimi biçiminde görülebilir; söz edimleri de başka edimlerden farklı olarak, anlatımların bu oluşturucu kural kümelerine uygun olarak sözcelenmesiyle yerine getirilen edimlerdir. (s. 108)

Bir şey söylemek ve onu anlatmak istemek bir edimsöz ediminde bulunma işidir. Bu etkisöz ediminde bulunma yöneliminin olması zorunlu değildir. (s. 116)

Anlatmak istemek, bir yönelim işi olmaktan fazla bir şeydir; hiç olmazsa kimi durumlarda bir uylaşım işidir. (s. 117)

Bir tümceyi sözcelemek ve onu anlamak istemek, şu üç yönelme işidir; a) dinleyen kişinin, birtakım kuralların belirttiği birtakım olguların geçerli olduğunu bilmesi (kavramasını, fark etmesini) sağlamaya yönelik (y-1); b) dinleyen kişinin bu şeyleri, y-1’i kavramasını sağlamak yoluyla bilmesini (kavramasını, fark etmesini) sağlamaya yönelik; c) dinleyen kişinin, sözcelenen tümceyle ilgili kurallara ilişkin bilgisinin bir sonucu olarak y-1’i kavramasını sağlamaya yönelmek. (s. 121)

Söz verme, söz verilen şey söz verilen kişinin yapılmasını istemediği bir şeyse kusurludur; ayrıca söz veren, söz verilen kişinin söz verilen şeyin yapılmasını istediğine inanmıyorsa söz verme yine kusurlu olur; çünkü kusursuz bir sözün, tehdit ya da uyarı olarak değil, söz verme yönelimiyle verilmesi gerekir. Dahası verilen bir söz, yapılan bir davetten farklı olarak, verilen bu sözden sözün talep ettiği bir durumu da gerekli kılar. Böyle bir durumun en önemli yanı, söz verilen kişinin bir şey yapılmasını istemesi (gereksemesi, arzulaması vb.) söz verenin de bu isteğin (gereksinimin, arzunun vb.) ayırdında olmasıdır. (s. 134)

Bu koşula içtenlik koşulu diyorum.
Söz vermenin temek özelliği, belli bir edimde bulunma yükümlülüğünün istenilmesidir. (s. 137)

İçten olmayan söz vermeler.
Konuşan kişi içten olmayan bir söz verdiğinde
Söz verdiği edimi gerçekleştirme yönelimi taşımaz. (s. 139)

Edimsöz gücü belirtme aracının kullanım kuralları:
-          Önerme içeriği kuralı
-          Hazırlayıcı kurallar
-          İçtenlik kuralı
-          Temel kural (s. 140)

1-    Edimin yerine getirilişi o ruhsal durumun bir dışavurumu sayılır. (s. 142)
2-    Edimde bulunmanın bir ruhsal durumun dışavurumu sayıldığı yerde, içten olmamak olanaklıdır.

Konuşan kişi, hazırlayıcı koşulları (hazırlayıcı koşulların yerine geldiğini) sezindirir, içtenlikli koşullarını (içtenlik koşullarının yerine geldiğini) dışa vurur, temel koşulu (temel koşulun belirttiği şey, her neyse) onu söyler. (s. 143)

Bir Söz Edimi Olarak Gönderme
…söylem içinde anılırlar, yani onlardan söz edilir. (s. 153)

Bir özel ad, adlandırılan şeyle ad arasında gerçekten fark varsa bir özel ad olabilir ancak. Bunlar aynı şeylerse adlandırma ve gönderme kavramlarını uygulamak olanaklı olmaz hiç. (s. 155)

Bir yüklem bir nesne için doğruysa, o nesneyle özdeş olan başka her şey için de, bu başka şeye göndermede bulunmak için kullanılan anlatımlar ne olursa olsun doğrudur. (s. 157)

Konuşan kişinin bir nesneyle göndermede bulunması demek, konuşan kişinin, dinleyen kişi için o nesneyi bütün öteki nesnelerden ayrı olarak belirlemesi ya da istenirse belirleyebilecek durumda olması demektir. (s. 159)

İnsan olguları hep bir anlamda nesneler hakkında diye görürse, varoluş önermelerinin önceliğini göremezse, hemen o geleneksel töz anlayışına çıkan yola girer.

Wittgenstein, Tractatus’ta nesnelerin olgulardan bağımsız olarak adlandırılabileceğini, olguların nesne bileşimleri olduğunu söylerken, olgular ile nesneler arasında, artık daha başak bir ayrıma indirgenemez böyle bir metafizik ayrım yapmaktaydı. Bu bölümün amaçlarından biri de onun bu kuramını doğrulayan bir dilin olanaklı olmadığını göstermektir; nesneler olgulardan bağımsız olarak adlandırılamaz. (s. 176/177)

Yükleme
Frege: Kavram ve Nesne
1-    Frege, bir gönderme anlatımı ile bir yüklem anlatımının işlevleri arasında o can alıcı ayrımı çizerken yerinde bir şey yapıyordu.
2-    Yüklem anlatımlarının da göndermede bulundukları savında direttiği için getirdiği açıklama bir çelişmeyle son bulmuştur. (s. 200)

Tümeller
Dünyadaki olguların yardımına başvurularak belirlenemezler; amaca uygun anlamları olan anlatımlar sözcelenerek bilinebilirler. Sözün kısası, tümellerin olgular yoluyla değil, anlamlar yoluyla belirlendiklerini söyleyebiliriz. (s. 204)

Yükleme edimini göndermenin bir türü ya da bir benzeri olarak görmek Batı felsefesi tarihinin en yaygın yanlışlarından biridir. (Aristoteles mantığına karşı ciddi itirazlar görüyoruz burada) (s. 210)

Yükleme edimini ‘sorunu gündeme getirmek’ aracılığıyla tanımlamak, onun apayrı bir edim olduğu anlamına gelmez; onun, belli/belirli bir içeriğin yer aldığı bütün edimsöz edimlerinin ortak olduğunu gösterir yalnızca. (s. 215)

Günümüz Felsefesinin Üç Yanılgısı
Doğalcılık Yanılgısı
Bu, genellikle betimsel diye nitelenen bir bildirimi sıkı gerektirmesinin olanaksız olduğunu sanma yanılgısıdır. (s. 222)

Yapmak istediğim şey, betimsel bildirimlerden değerlendirici bildirimler elde etmenin olanaksızlığını ortaya koymak için verilen örneklerin bütünüyle betimsel bildirimlerden değerlendirici bildirimlerin elde edilebildiği örnekler olduğunu göstermek. (s. 223)

Söz Edimi Yanılgısı
Kesinleme Yanılgısı

Gönderme Sorunları
Bir önerme edimi, hiçbir koşulda bir edimsöz edimi olan kesinleme edimiyle özdeşleştirilemez; çünkü bir önerme edimi ancak bir edimsöz ediminin bir parçası olarak ortaya çıkar, asla tek başına bulunmaz. (s. 254)

İçinde belgili bir betimleme geçen her edimsöz edimini içinde bir kesinleme geçiyor diye yorumlamak saçmadır. (s. 257)

Özel Adlar
Ad nesnenin yerine geçer.
Bu söylenenler doğru olmakla birlikte hiçbir şeyi açıklamaz. ‘Yerine geçer’ ile anlatılmak istenen nedir? Özel adların bir anlamı var mıdır? (s. 257/258)

Özel adların anlamları yoktur, adlandırılanları vardır ama çağrışımları yoktur.

Bir belgili betimlemenin bir nesneye uyduğunu bilmek demek, o nesneye ilişkin bir olguyu bilmek demektir. Oysa adını bilmek demek onunla ilgili bir olguyu bilmek anlamına gelmez. (s. 258)

Biz özel adları betimlemek için değil göndermede bulunmak için kullanırız. Özel adlar hiçbir şeye yüklenemezler, bunun için de anlamları yoktur.

“Ad nesneyi anlatır, nesne onun anlamıdır.”
Tractatus

Sözcüklerin anlamı dünyadaki olumsal olgulara bağlı olamaz, çünkü biz olgular değişse de dünyayı betimlemeyi sürdürebiliyoruz. Oysa sıradan nesnelerin varlıkları olumsaldır. Demek nesnelerin adları, aslında gerçek ad değil! Varlıkları olumsal olmayan bir nesneler sınıfı, olsa gerek; ancak onların adları gerçek adlar olabilir. Peki, bu ne anlama geliyor?

Burada bütün metafiziğin ilk günahın açık bir örneğini bir kez daha görmekteyiz: Dilin gerçek ya da sözde özelliklerini dünyaya yakıştırmak. (s. 259)

Bütün söz vermeler, kişinin kendini, söz verdiği şeyi yapma konusunda bir yükümlülük altına sokması edimidir. (s. 275)

Değerler, içinde yaşadığımız dünyada yer alamazlar; çünkü olsalardı değer olmaktan çıkar, dünyanın bir parçası haline gelirlerdi. (s. 282)


Sunum ve Çeviri: R. Levent Aysever
Ayraç Yayınları
Nisan 2000, Ankara


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder