25 Nisan 2014 Cuma

Orhan Karaveli – Sakallı Celal

Orhan Karaveli – Sakallı Celal
Bir Bilinmeyen Ünlünün Yaşamöyküsü

Galatasaray’ın geleneksel Pilav Günü toplantılarında lisenin önünden başlayıp Taksim Anıtı’na devam eden yürüyüşünde:
Taksim Anıtı’na doğru yürüyüşe geçerken Sakallı Celal Bey’in en öndeki safta bulunmasına özen gösterilirdi.

Bahriye Nazırı 1. Ferik, Hüseyin Hüsnü Paşa’nın oğludur,
Galatasaray Lisesi, 1907 mezunu Celal Yalnız
6 Haziran 1962’de vefat etmiştir.

Son sınıftayken 31 Mart hadisesi olmuş,
Celal, mektepten kaçıp Hareket Ordusu’na gönüllü olarak katıldı.
İtalya Trablusgarp’a hücum ettiği zaman bir Fransız pasaportu uydurarak yelkenli ile ve “Jan Piyer” namı altında mücahitlere cephane götürdü.

Hayata kendini bağlayan en kuvvetli rabıta Galatasaray’dı.

Kırgındı, kötümserdi ama gene de gülebiliyordu. Sanırım, ağlamaktan utandığı için.

Sakallı Celal, Galatasaray Lisesi’ni bitirip, öğrenimini tamamlamak üzere Paris’e gitti.
Sakal, bu Paris yıllarının birikimidir. Yüzünden bir daha da hiç eksik olmamıştır.
Öğretmenliğe ilk olarak görevlendirildiği Üsküp’te başladı. Üsküp’te çocukların oynaması için geniş bir alan futbol müsabakaları tertip etti. Futbol topundan giyinecekleri formalara kadar gerekli ihtiyaçlarını da kendisi temin etti.
Bölgenin yobazları Sakallı Celal’e önce dalaştı, ağızlarının payını aldıktan sonra onu maarife şikâyet etti, çeşitli iftiralarla Üsküp’ten alınmasını sağladı.
Balkan Savaşı yıllarında Kastamonu’da bir okulda muallimdir. Burada da çevresindekiler ondan rahatsız olmakta gecikmiyor.
Kısa zaman sonra İzmit’e tayin ediliyor.
Dünya Savaşı yıllarında Ankara Sultanisinde müdür yardımcısıdır.
Sultaniden ayrılmasına sebep; eğitimli/tahsilli insan kıtlığı nedeniyle, son sınıf öğrencilerinin konusunda müşkülpesent davranılmaması emrini içeren maarif vekili Hamdullah Suphi mühürlü mektuba verilecek olumlu bir cevabı olmayışıdır.
Hayatının bundan sonraki dönemlerinde Gülcemal vapurunda makinist, şark ekspresinde ateşçi, Aydın’da incir tütsüleme fabrikasında çeşitli işlerde çalışır. Aydın’da fabrikada çalışırken bir iş kazasından sona parmaklarından biri duyu yetisini büyük oranda yitirir. Sinirleri zayıf olan parmağını “bu benim komünist parmağım” şeklinde takdim eder.
Bir süre Ankara’da kaldıktan sonra, İstanbul’a yerleşiyor.


Yozlaşmış toplumlarda yaşamak durumunda olmak öyle bir şeydir ki, inan kazara bir çukurun içine düşse ve –tesadüf bu ya- düştüğü yer bir lağım çukuru olsa ama nasılsa üstüne bir damla bile pislik sıçratmadan bir kenarda durmayı başarıp “imdat” istese ve birileri gelip onu oradan kurtarsa, gene de kolay kolay atamaz üstüne sinen pis kokuyu!... (s. 197)


Pergamon Yayınları

7. Baskı, Haziran 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder