28 Ocak 2015 Çarşamba

Etnometodoloji

Etnometodoloji
Etnometodoloji fenomenolojik düşüncelerin araştırmalara uygulanmasını içeren bir yaklaşımdır. Harold Garfinkel tarafından geliştirilmiştir.
Etnometodoloji, en basit şekilde insanların toplumsal düzenleri üretmek için kullandıkları yöntemlerin incelenmesi şeklinde tanımlanabilir.
Etnometodoloji mikro yapılarla da makro yapılarla da ilgilenmez.
İnsanların hem mikro hem de makro yapılara anlam vermek için kullandıkları yöntemleri betimlemeye çalışır.
Etnometodoloji toplumsal düzeni bireylerin deneyimleri sonucunda kurulan bir düzen olarak görür.
Etnometodoloji, bireylerin eylem ve etkinliklerinden bağımsız bir toplumsal gerçeklik anlayışını reddeder. Gerçekte bir toplumsal düzen de yoktur, toplumun üyeleri bir düzen algıladıkları için toplumsal düzen varmış gibi görünür. O halde toplumu bir arada tutan şey nedir? Cevap; gündelik yaşamın gerçekliğidir, yani görüş birlikleri, karşılıklı beklentiler ve özellikle de gündelik yaşamın rutinleri ve sağduyu arkasındaki paylaşılan anlamlardır.
Garfinkel’e ve çoğu diğer etnometodologa göre insanların içinde yaşadıkları dünyayı anlamlandırmak, hatta yaratmak için kullandıkları temel araç dil ve konuşma etkinliğidir.

Harold Garfinkel
1917’de ABD’de doğdu. Bir dönem Talcott Parsons ile çalışmışsa da Schutz’un düşüncelerini analiz etmiş ve geliştirmeye çalışmıştır.
1967 yılında yayımladığı Etnometodolojide Çalışmalar adlı eseriyle ayrı bir sosyolojik yaklaşım olarak etnometodolojiyi kurduğu kabul edilmektedir.
Etnometodolojide toplumsal olgular etkileşimsel etkinlikler olarak ele alınır, eylemlerin de eyleme katılanlar (üyeler) tarafından daha önceden belirlenmiş bazı kural veya gerekliliklere göre gerçekleştirildiği kabul edilir. Bu nedenle Garfinkel’e göre sosyologlar eylemde bulunanların eylemde bulunma biçimlerindeki düzenlilikleri, yani toplumsal eylemlerin düzenli özelliklerini ortaya koymaya çalışmalıdırlar.
Garfinkel, Schutz’un kullandığı “aktör” kavramı yerine “üye” kavramını kullanır.
Garfinkel’e göre gündelik yaşam sürekli olarak gelişen, sürekli yeni şeylerin ortaya çıktığı, katılım gerektiren, deneyimlendiği gibi bir dünyadır, teorisyenlerin olması gerektiğini söyledikleri gibi bir dünya değildir, bu açıdan gündelik yaşam koşullara bağlıdır.

Belgeleme Yöntemi
Gündelik yaşamda yaşadığımız olaylar bize anlamlı gelir, etnometodolojiye göre bunun nedeni, bu olayları anında diğer aktörlere de anlaşılır gelecek bir şekilde üretmemiz ve algılamamızdır. Böylece etrafımızdaki olaylara anlam verirken kullandığımız yöntem sayesinde ortak bir toplumsal dünya yaratmış oluruz.
Garfinkel’e göre üyeler toplumsal dünyayı kurgularken üyelerin yöntemleri adı verilen birtakım yöntemleri kullanırlar. Bu yöntemler verili kabul edilen, sorgulanmayan, analiz edilmeyen, örtük yöntemlerdir ve etnometodolojinin görevi de bu yöntemleri betimlemektir.
Belgeleme yöntemi; mevcut bir görünümü, altta yatan kalıbın ‘belgesi’ ya da ‘işareti’ olarak görmeyi” içerir. Belgeleme yöntemi”, belirli bir görüntüye, temelde bulunan kalıpların ‘belgesi’ imiş gibi davranılması, bu görüntünün temeldeki kalıbın adına, onu göstermek için var olduğunun düşünülmesidir.

Refleksivite (Reflexivity)
Refleksivite, neden sonuç ilişkisi açısından kendisine geri dönen olguların niteliği ya da neden ve sonuç arasındaki döngüsel bir hareket olarak tanımlanabilir. Bu durumda neden ve sonuç karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler.
Garfinkel’e göre belgeleme yöntemi refleksiftir. Toplum üyeleri toplumsal dünyayı dil aracılığıyla yalnızca anlamlandırıp açıklamış olmazlar, aynı zamanda onu inşa etmiş, yaratmış da olurlar.

Dizinsellik (Indexicality) veya Anlamın Bağlama-Gönderimliliği
Garfinkel’e göre başkalarıyla gündelik iletişimimizde kullandığımız kelimelerin, dilsel ifadelerin ve de eylemlerimizin konuşmalarımızın geçtiği bağlamın dışında bir anlamı yoktur. Dizinsellik veya anlamın bağlama-gönderimliliği, herhangi bir nesnenin ya da etkinliğin anlamının, kendi bağlamından türetildiği, yani belirli bir bağlama endekslendiği (dizinlendiği) anlamına gelir.
Üyeler konuşmalarını ve eylemlerini bağlama gönderimli kılmak zorundadırlar, bunun için de içinde bulunulan duruma veya koşullara ilişkin muhtemel tanımları eleyerek kesin bir tanım yapmak zorundadırlar; işte bu eleme ve seçmenin yapıldığı yöntem de Garfinkel’in belgeleme yöntemi olarak adlandırdığı yöntemdir.

Etnometodolojiye göre dizinsellik/ anlamın bağlama gönderimliliği sadece toplumsal kavramların değil, bilimsel kavramlar da dâhil olmak üzere bütün kavramların bir özelliğidir. Bütün kavramların, özellikle de toplumsal kavramların ve açıklamaların dizinsel olması, etnometodologlara göre geleneksel sosyolojide ulaşılmaya çalışan genelleştirilmiş sosyolojik açıklamaların yapılamayacağı ve pozitivist veya empirist açıdan fenomenlere doğrudan gönderme yapan bir bilim anlayışının kabul edilemeyeceği anlamına gelir.
Sosyolojinin görevi toplum üyelerinin içinde yaşadıkları kendi toplumsal gerçekliklerini nasıl her gün yeniden ürettiklerini açıklamakla sınırlıdır.

Toplumsal Düzenin Kırılganlığı
Belgeleme yöntemi ve refleksivite başlıkları altında anlatılanlar toplumsal iletişimin temelleridir. Gündelik hayatta insanlar bir konuda konuşurlarken oluşan anlam bağlamının konuştukları kişi tarafından da bilinmesi gerektiğini varsayarlar (markette ne yapılacağını herkesin bildiğini varsayarız, bir müşteri rafları düzenlemeye kalkarsa ona deli muamelesi yapılabilir). Hemen bütün etkileşim ve iletişim biçimleri bu varsayımlar dâhilinde yürümektedir. Bu kalıpların dışına çıkan örnekler, anormal kabul edilir.

Öznel ve Nesnel İfadeler
Bir bilim olarak sosyoloji, toplumsal ilişkileri iletişim düzeyinde incelerken nesnel ifadelere ihtiyaç duyar ancak insanlar gündelik hayatlarında ağırlıkla öznel ifadeler kullanırlar. Garfinkel bu durumu gözeterek öznel ve nesnel ifadeler ayrımı yapar. İnsanlar teknik konularda, kesinlik belirttiği için nesnel ifadeler kullanır (doktor – hasta ilişkisinde, doktor nesnel; hasta öznel ifadeler kurabilir). 

Garfinkel’in geliştirdiği belgeleme yöntemi, reşeksivite ve dizinsellik/ anlamın bağlama-gönderimliliği kavramları toplum üyelerinin gerçekliği yaratma ve yorumlama yollarını ortaya koyar. Garfinkel, üyelerin norm ve değerlere göre düşünmeksizin davranmadığını, kendi sıradan empirik bilgilerine dayanarak eylemde bulunmadan önce düşündüklerini belirtmektedir.

Schutz gibi Garfinkel de geleneksel sosyolojiyi öznel bir gerçeklik hakkında nesnel bir açıklama inşa etmeye çalışması nedeniyle eleştirmektedir.

Aaron Cicourel
Sosyolojik çalışmalar ağırlıkla istatistikten yararlanarak genel eğilimleri tespit eder ve bu veriler üzerinden toplum hakkında yorumda bulunurlar. Etnometodologlar bu noktada sosyolojik araştırmaları eleştiriler.
Cicourel’in çalışmaları da bu çerçevede değerlendirilir. 1964 yılında “Sosyolojide Yöntem ve Ölçüm” adlı kitabında Schutz’un ve Garfinkel’in düşünceleri çerçevesinde sosyolojik araştırmaların mevcut biçimlerini değerlendirmiş, mevcut sosyolojik araştırma yöntemlerini eleştirmiştir.
İstatistik, araştırmayı yapan kişilerin algı ve yargıları sonucunda şekillenir ve dolayısıyla sağladığı veriler, ancak o araştırmayı yapanların düşünce süreçleri hakkında bilgi verebilir.
Sosyologların toplumsal dünyada paylaşılan anlamları, kolektif davranışları ve toplumsal düzeni inşa ederken kullandıkları verili kabul edilen, sorgulanmayan yöntemleri incelemeleri gerektiğini belirtmektedir.

Don H. Zimmerman
Zimmerman’ın çalışması bürokratik kurumlardaki kurallarla ilgilidir. Zimmerman, insanların davranışlarını kuralların yönlendirmediğini, üyelerin kendi etkinliklerini tanımlamak ve açıklamak için bu kuralları kullandıklarını savunmuştur. Etkinliklerin bir kısmı kuralların ihlalini içerebilirse de bu ihlaller de kurala gönderme yapılarak haklı kılınır. Yani üyeler kurallara uyuyorlar diye düzenli davranış kalıpları olduğu sonucuna varmamamız gerekir; çünkü üyeler kuralları kendi davranışlarını tanımlayıp açıklamak için kullanmakta, böylece içinde bulundukları toplumsal ortamda bir düzen varmış gibi görünmesini sağlamaktadırlar.

Harvey Sacks
Harvey Sacks, konuşma üzerine analizler yapmış, konuşmanın toplumsal örgütlenişi üzerinde durmuştur. Bu çalışmalarda Sacks, dizinsel ifadelerle kurulan iletişim sırasında üyelerin, bağlamın ne olduğunu nasıl anlayabildikleri, yani konuşmanın neye gönderme yaptığını, ne anlam ifade ettiğini nasıl bilebildikleri sorusunu yanıtlamaya çalışmaktadır.
Sacks üyelerin bunu başarabilmek için bazı yöntemler kullandıklarını, “kimlik’/‘üyelik kategorisi” ve “üyelik sınıflandırma aygıtı” kavramlarının bu yöntemler açısından önemli kavramlar olduğunu ileri sürer. Üyelik kategorisi, üyeleri doğru bir şekilde betimleyen çok sayıdaki kategorilerdir.

Emmanuel Schegloff
Emanuel Schegloff, Harvey Sacks ve Gail Jefferson ile birlikte “konuşma analizi” olarak bilinen alanın kurucularındandır.
Schegloff özellikle konuşmanın ardışık örgütlenmesi üzerinde, yani konuşmaya katılanların sırayla hem konuşmacı hem dinleyici olmaları üzerinde durmuş, Konuşma Açılışlarında Sıralama adlı kitabında konuşmaya katılan iki tarafın söylediklerinin konuşma sırasında nasıl düzenli bir ardışıklığa dönüştüğünü incelemiştir.
Schegloff’a göre gerçeğe ulaşmak ancak dünyayı anlayacak teknik bir araç geliştirmekle mümkün olabilir, bu araç da sıralılık, ardışıklık, teknik düşünceler, tercihlerin örgütlenmesi ve benzeri ilkelerden oluşur.

Michael Lynch
Michael Lynch, bilginin toplumsal olarak inşa edilen doğasına dikkat çekmiş ve bu inşanın empirik çalışmalarla detaylı bir şekilde açıklanması ve bilimin inşa edici yorumlamalarını ortaya koyacak çalışmalar yapılması gerektiğini savunmuştur.
Lynch, araştırmacıların neye bakacaklarını ve ne göreceklerini bilmek üzere eğitildiklerini belirtmektedir. Bu durum bilimin “gerçek”lerinin bir araştırma laboratuvarında gerçekleşen gündelik etkinlikler tarafından nasıl toplumsal olarak oluşturulduğunu göstermektedir.

Etnometodolojiye Getirilen Başlıca Eleştiriler
1- Etnometodoloji betimleme yapmaktan öteye gidememekle ve büyük teoriler geliştirememekle eleştirilmiştir.
2- Etnometodoloji çok küçük toplumsal süreçlerle ilgilenmekle, “önemsiz” görünen konulara odaklanmakla eleştirilmiştir.
3- Etnometodoloji, yaşamı sadece bireysel gündelik yaşam etkinliklerinden oluşan bir şekilde ele almakla eleştirilmiştir.

Toplumsal İnşacılık
Peter Berger ve Thomas Luckmann tarafından geliştirilen bir teoridir.
Bu teori, toplumsal dünyanın önce tipleştirme süreciyle inşa edildiğini, daha sonra bu tipleştirmelerin kendilerini üreten bireylerin ötesinde nesnel bir nitelik kazandığını ileri sürerek toplumsal eylem yaklaşımı ile yapısalcı yaklaşımları bir araya getirmeye çalışan ve temel olarak etnometodolojiye dayanan bir teoridir.
İnsanların gündelik yaşamı anlamlandırarak ve yorumlayarak kurguladıklarını, daha sonra ise bu dünyanın nesnel bir dünya haline dönüştüğünü ileri sürmektedirler. Gündelik yaşamın kurgulanması başlığı altında sembolik etkileşimcilikten ve etnometodolojiden yararlanmışlardır.

Berger ve Luckmann’a göre gerçeklik kendi irademizden bağımsızmış gibi kabul ettiğimiz, bizden bağımsız, dışarıda, bizim ötemizde ve herkese açık bir gerçekliktir. Ancak onu bireyler inşa etmiştir.
Bu yaklaşıma göre toplumsal gerçeklik kendi başına bir toplumsal olgu değildir, üretilen ve iletişimle iletilen bir şeydir; toplumsal olarak inşa edilir ve bir kez inşa edildikten sonra da çeşitli yollarla muhafaza edilir.

Gerçekliğin inşası, dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirme şeklinde üç evrenin diyalektik ilişkisi ile mümkün olur. Bu üç evre, insan eylemi, toplumsal kurumlar ve öznel bilinç arasındaki karşılıklı ilişkiyi analiz etmek için kullanılan üç temel kavramdır.

İnsanlar dünyayı kültür aracılığıyla yaratır ve dışsallaştırırlar. Dışsallaştırma sürecinde insanlar bir yandan teknoloji ve teknik araçlar üreterek nesnel kültürü, bir yandan da dil, imaj ve değerler üreterek belirleyici kültürü (anlam ifade eden kültürü) yaratırlar.

Fiziksel dünyaya bağlı olan dağ, nehir, deniz, kaya gibi gerçeklikler kaba gerçeklikler olarak adlandırılır. Toplumsal gerçekler fiziksel dünyaya daha az bağlı gerçeklerdir, örneğin sandalye, masa gibi gerçekler toplumsal gerçeklerdir. Kurumsal gerçekler tamamen soyut olabilen gerçeklerdir, örneğin para, evlilik, özel mülkiyet gibi gerçekler kurumsal gerçeklerdir. Sembolik gerçekler ise özgürlük ya da aşk gibi, hiçbir fiziksel varlığı olmayan ve varlığı tamamen insanlara bağlı olan gerçeklerdir.

Anlamı insanlar yarattığı için, bir kez dışsallaştırdıktan sonra kültürün nesnelleştirilmesi gerekir. Aksi durumlar kargaşaya neden olur.

Nesnelleştirmenin Yolları
1- Kurumsallaştırma: davranışların tipleştirilmesi, tekrar edilmesi ve alışıldık hale gelmesidir.
2- Tarihsellik: Birey, içine doğduğu toplumda yerleşik olan tipleştirmeleri, ilişki ve davranışları zaman içinde algılar ve nesnelleştirir. Tipleştirmelerin tarihselleşmesi, nesnelleştirmenin kuvvetini artırması bakımından önemlidir.
3- Meşrulaştırma: Meşrulaştırma, toplumsal düzeni açıklayan, meşru kılan ve “neden” sorusuna yanıt veren ikinci derecede bilgidir.
Meşrulaştırma, farklı düzeylerde gerçekleşir; bunlar açık meşrulaştırma (hırsızlık kötüdür), teorik meşrulaştırma (hırsızlık cezai karşılığı olan bir suçtur) ve sembolik evrenlerin meşrulaştırılmasıdır (hırsızlık günahtır).

Hiç kimse bir kültürün tamamını içselleştiremezse de en genel düzeyde inanç ve varsayımların içselleştirilmesi sayesinde insanlar sembolik bir evren yaratırlar ve bu sayede gündelik yaşamlarındaki rutin etkinlik ve deneyimlerini anlamlı ve gerçek kılmış, yani öznel bir düzen yaratmış olurlar.

Bu yaklaşıma göre toplumsal gerçeklik ne tamamen nesneldir ne de tamamen özneldir; insanlar kendi öznel gerçekliklerini nesnelleştirir ve sonra da içselleştirirler; bu açıdan önce gerçekliği üretirler, daha sonra ise bu gerçeklik onları yönlendirir.

Gündelik Yaşam Sosyolojisi
Gündelik yaşam sosyolojisi terimi ilk olarak Jack Douglas ve öğrencileri tarafından kullanılmıştır.
Douglas, gündelik yaşamı anlamanın bütün sosyolojik teori ve araştırmaların temeli olması gerektiğini savunmuştur.
Gündelik yaşam sosyolojisindeki teorik yaklaşımlardan biri Varoluşçu Sosyolojidir. Varoluşçu sosyolojiyi diğer gündelik yaşam teorilerinden ayıran özellikleri, alt alanları birleştirerek aktörün ve toplumsal dünyanın daha karmaşık, çelişkili ve çok boyutlu bir anlayışını geliştirmiş olması, insanların tamamen rasyonel ya da sembolik olmadığını ve duyguları temelinde eylemde bulunduklarını ileri sürmesidir. Toplumu gücü elde etmeye yönelik çabalarla bölünmüş, karmaşık ve çoğulcu bir yapı olarak görürler. Toplumdaki çeşitli gruplar diğer gruplardan bazı şeyler saklamak istediği için insan etkinliği dışarı sunulan gerçeklik ve içeridekiler için saklanan gerçeklik şeklinde iki gerçekliğe sahiptir ve insanlar diğerlerine gösterecekleri imajı yönetebilirler.

Gündelik yaşam sosyolojisinde öne çıkan alanlardan biri olan duygu sosyolojisine göre göre duygular etkileşim sürecinde ve etkileşimle ilişkili olarak meydana gelirler. Duygu sosyolojisi alanındaki çalışmalar genel olarak organistik ve inşacı olmak üzere iki ana yaklaşım hâlinde incelenebilir. Organistik yaklaşım duyguların organik kökleriyle ilgilenir, toplumsal etkileşim, derinlerdeki birtakım duyguları tetikler.
İnşacı yaklaşım ise duyguların biyolojik yönleri üzerinde durmak yerine duyguları oluşturan ve harekete geçiren psikolojik süreçlerin nasıl biçimlendiğini, nasıl yapılandığını ve bunlara nasıl anlam atfedildiğini inceler. Bu yaklaşıma göre duygular gündelik yaşam deneyimlerinden bağımsız olarak var olamazlar; duyguları yaratan, şekillendiren, harekete geçiren şey gündelik yaşamdaki deneyimlerdir.

Gündelik yaşam sosyolojisi genel olarak yapıdan kopuk olmakla; politik faktörleri görmezden gelmekle; odağı ve bulguları açısından önemsiz olmakla, büyük ölçüde çağdaş olana odaklanarak tarihi dışlamakla eleştirilmiştir.
---
Modern Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof. Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304, Eskişehir, Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder