3 Ocak 2015 Cumartesi

Max Weber

Max Weber (1864-1920)

Almanya’da Erfurt’da doğdu. Heidelberg, Berlin ve Göttingen Üniversitelerinde çalıştı. 1902’de Alman Sosyoloji Derneğinin kurucuları arasında yer aldı.
Weber, doğa bilimleri ile kültür bilimleri arasında kesin bir ayrım yapan Alman felsefe geleneğinde yetişmiştir.
Durkheim için sosyolojinin konusu toplumsal olgular iken, Weber için sosyolojinin konusu toplumsal eylemlerdir.
Marx’ın çalışmaları ile karşılaştırıldığında; Marx temelde bir kapitalizm teorisi sunarken Weber’in çalışmalarında esas olarak bir rasyonelleşme/akılcılaşma teorisi sunduğu savunulur.

Sosyolojinin Konusu
Weber’in yorumlayıcı sosyolojik yaklaşımına göre, düşünen bir varlık olarak insan, başkalarının düşüncelerini ve tepkilerini dikkate alarak hareket eden kültürel bir varlıktır. Ona göre, sosyoloji toplumsal eylemleri yorumlayarak anlayan ve bu eylemleri kendi süreç ve etkileri (sonuçları) açısından nedensel olarak açıklamak isteyen bir bilim dalıdır.
Bireylerin içgüdüsel nitelik taşımayan anlamlı bütün eylemleri toplumsal eylemdir.
Ona göre sosyolojinin ampirik olarak ele alabileceği nesne, gözleme uygun olan insanın toplumsal eylemidir.
Weber’in sosyolojik yaklaşımında toplumsal gerçekliğin ilk ve temel düzeyinde toplumsal eylemler yer almaktadır. İkinci düzeyde bu toplumsal eylemlerle ilintili toplumsal ilişkiler içerilmektedir. Üçüncü düzeyde ise, süreç içinde oluşan toplumsal oluşumlar yer alır.
İnsan eylemi burada tek başına fiziksel bir hareket olarak düşünülmemektedir. Önemli olan insan eylemini etkileyen, bu eyleme yön veren, bu eyleme neden (motif) olan değer, norm, kural, ilke, ekonomik düzen, siyasal rejim gibi kültürel niteliklerdir. İnsan eylemleri sadece bu eylemlere neden olan kültürel nitelikler aracılığıyla anlaşılabilir.

Nedensellik
Herhangi bir insan eylemini yönlendiren, motive eden nedenleri bilebildiğimiz sürece bize o değerler anlamlı görünebilir.
Eylemleri anlaşılır kılan belirli bir anlam bağlamı içinde gerçekleştirilmiş olmalarıdır. Weber’in anlamacı yöntemi nedensel açıdan geçerli bir yorumlamayı içermektedir.

Değer İlgisi ve Değer Yansızlığı
“Değer ilgisi, bilim insanının araştıracağı konuyu kendi ilgisine göre seçmesi iken, “değer yansızlığı” ise araştırmacının araştırma sırasında ortaya çıkan verilere kendi ve başkalarının değerlerini dayatmaması anlamına gelmektedir.
Weber sosyologların araştırma sırasında, kendi kişisel değer yargıları ile ortaya çıkan toplumsal gerçekliği karıştırmaması gerektiğini düşünmektedir.
Ona göre, aynı kavrama çok farklı anlamlar verilebilmektedir. Weber bundan kurtulmak için ideal tip olarak ifade edilen yöntemsel aracı kullanmaktadır.

İdeal Tip
İdeal tip, değer yargılarından arınmış, tekil bir olgunun ortalama özelliklerini ifade eden, gerçek hayatta rastlanmayan açıklayıcı kurgulardır.

Toplumsal Eylem Tipleri
Geleneksel motiflere dayanan eylemler: Bireylerin bu eylem biçimi alışılagelmiş inançlar tarafından belirlenir (selamlaşmak gibi…).
Duygusal motiflere dayalı eylemler: Bir uyaran sonucunda meydana gelebilir.
Değersel-akılcı eylemler: Belli bir hedefi olan, amacı planlı olarak belirlenmiş eylem tipidir. Burada kişinin amacına ulaşmayı etkileyen nedenler görev, şeref, din, bağlılık, sorumluluk gibi değerler temelinde gelişir. Rüşvet teklifini, insanlık onuruna yediremeyen bir bürokrat -ütopik de olsa- bu eylem biçimine örnektir).
Amaçsal-akılcı eylemler: Planlı ve rasyonel bir eylem tipidir. Kişi belirlediği bir hedefe ulaşmak için, amacı için en uygun akılcı araçları seçer.

Otorite Tipleri
Weber, iktidarı “insanları itaat etmeye ve arzu etmedikleri şeyleri yapmaya zorlayabilme” olarak ifade etmiştir. Weber iktidarı meşru ve meşru olamayan iktidar olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Bu ikili ayırımda rızaya dayanan/meşru iktidara ise otorite adını vermektedir.
Geleneksel otorite: Kaynağını gelenekler oluşturmaktadır. Liderin yönetimi gelenekler tarafından kabul görmekte ve uygulamaları ise keyfi ve kişisel olabilmektedir. Liderler, otoritelerini miras yoluyla elde ederler.
Karizmatik otorite: Meşruluğunu lider kişinin kişisel özelliklerinden, kutsallığından, kahramanlık gücünden alır.
Yasal-ussal otorite: Meşruluğu akılcı ilkelere göre oluşturulmuş kanunlara dayanmaktadır. Yasal-ussal otorite tipinin yönetim (örgüt) aygıtı bürokrasidir.
Bu otorite tipinde insanlar, aslında liderlere değil kurallara itaat etmiş olurlar.

Bürokrasi
Weber’in çalışmalarında rasyonelleşmenin, özellikle de formel rasyonalitenin en tipik örneğini bürokrasi oluşturur.
Bürokrasi “her biri uzmanlaşmış bir işlevi yerine getiren çok sayıda birey arasındaki işbirliğinin sürekli örgütlenmesi” olarak tanımlanmaktadır.

Bürokrasinin somut işleyiş biçimi
1) Yazılı kurallar örgüt içinde yer alan her bireyin hareketini belirler.
2) Kesin bir hiyerarşi vardır. Yukarıdan aşağıya doğru uzanan bir emir zinciri vardır.
3) Bürokrasinin yönetimi yazılı belgelere (dosyalara) dayanır. Çalışanları, maddi araçları ve dosyaları ile birlikte bu birime kamu sektöründe daire özel sektörde ise büro denir.
4) Büro ve dairenin gelişmesine paralel olarak resmi işlerin niteliği buralarda çalışanların çalışma kapasitelerini tam olarak kullanmalarını gerektirir.
5) Bürokratlar belli kurallara uymakla yükümlüdür. Bu kurallar kapsamlı ve istikrarlıdır.
6) Örgütte çalışan insanlar maddi kaynakların sahibi değildir.

Bürokratik yapı içinde gücü elinde tutan belli bir kesim aynı zamanda bu yapıyı da yönetmektedir. Weber’in bürokrasi konusundaki en büyük korkusu ise bürokratik yaşamın bütün özelliklerine egemen olan rasyonelleşmenin bireysel özgürlük için bir tehdit oluşturmasıdır. Modern bürokrasiler, kendi kurallarına köle gibi bağlı bireyler yaratmakta ve bireylerin özgürlük ve özerkliklerini yok etmektedirler. Bu yüzden bürokrasi insanları “demir kafese” hapsetmektedir.

Weber’e göre, modern toplumları önceki toplumsal organizasyon biçimlerinden ayıran şey, yeni sınıf mücadelesi biçimleri değil, rasyonalitenin ortaya çıkışıdır. Kapitalizm ve demokrasinin ortaya çıkısıyla gündelik hayat rasyonelleşir ve büyüsü bozulurken, dünya bilim ve aklın etkisiyle gizemli ve büyüsel niteliklerini yitirir.

Weber bu çalışmasında dinsel faktörlerin ekonomik bir düzenleme biçimi olarak kapitalizmin oluşumu üzerindeki etkilerini incelemektedir.
Weber, ilk olarak ideal bir tip olarak kapitalizmin tarihsel kavramsallaştırmasını istatistiksel analizler temelinde oluşturur. Avrupa’da Protestanların ve özellikle bazı mezheplerin ekonomik bakımdan önemli düzeyde bir servete sahip olduklarını tespit eder.
Daha sonra Protestan ahlâkı anlayışı ile kapitalizmin anlayışı arasında önemli bir ilişki olduğunu analiz etmektedir.
Protestanlığın; kalvinizm, methodism, pietism ve baptism olmak üzere dört eğilimi vardır. Weber, Protestan ahlâkı olarak adlandırdığı kavramı daha çok Protestanlığın Calvinist eğilimine dayandırmaktadır. Protestan ahlâkını oluşturan Calvinist ilkeler şöyle özetlenmektedir:
1. Dünyayı yaratan ve yöneten tanrıdır.
2. Tanrı, herkesin kurtuluşunu veya lanetlenmesini önceden belirlemiştir. Bu kutsal kararlar çabalarla değiştirilemez.
3. Kurtulması ya da lanetlenmesi gereken insanın esas ödevi Tanrı için çalışmak ve yeryüzünde Tanrının krallığını kurmaktır.
4. İnsanın kurtuluşu sadece tanrının merhameti ile mümkünüdür.
Calvinizmin bu ilkeleri insanları Tanrı için çalışmalıdırlar yaklaşımıyla örgütlenmiştir.
Tanrı için çalışma eylemi, toplumsal yaşamın ekonomik örgütlenmesi için temel bir motif olmuştur.
Ona göre, Çin, Hindistan ve İslam uygarlıklarında Batı tipi kapitalizmin oluşumu için gerekli toplumsal ve dinsel koşullar mevcut olmadığı için kapitalizm Batı toplumlarına özgü bir sistem olarak gelişmiştir.
Weber için, Hıristiyanlık kâr anlayışı ile akılcı çalışma disiplinini ilk defa birleştiren bir dindir.

Kapitalizmin özellikleri:
1. Özel mülkiyetin gelişmesi ve girişimcinin üretim için gerekli araçlar üzerinde kontrolünün sistematikleşmesi.
2. Emeğin piyasanın talep koşullarına bağlı olarak özgürce hareket etmesi.
3. Ticaretle ilgili bütün akılcı olmayan kısıtlamaların kaldırılması.
4. Bireyleri içine alan genel hukuksal çerçevenin olması.
5. Rasyonel teknoloji kullanımının yoğunlaşması.
6. Ekonomik yaşamın ticarileşmesi.

TABAKALAŞMA TEORİSİ
Sınıf
Weber tabakalaşma teorisinde, Marx gibi sınıf kavramından söz etse de bu kavramı Marx’tan önemli ölçüde farklı bir çerçevede tanımlar. Weber’in teorisinde sınıf konumları mülkiyetin yanı sıra mülkiyet dışında kalan beceri, eğitim, bilgi ve benzeri bireylerin piyasaya sunduğu çeşitli nitelikteki ekonomik faktörlere göre belirlenmektedir.
Weber’in sınıf kavramı ortak sınıfsal koşulları paylaşan herhangi bir insan topluluğunu içermektedir.
Weber’e göre ekonomik kaynaklar üzerinde mülkiyet hakkına sahip olup olmama
sınışarın temel ayrım noktasıdır. Diğer bir deyişle, “mülkiyet” ve “mülksüzlük” bütün sınıf konumlarının temel kategorisidir.
Sınıfın “mülkiyet” ve “mülksüzlük” temelinde yapılan ayrımından sonra, Weber olumlu ve olumsuz ayrıcalıklı sınıf tipleri gruplandırır. Ona göre; Olumlu ayrıcalıklı sınıflar içinde mülkiyetçi ya da mülk sahibi ile kazanç veya ticari olmak üzere iki tip sınıf yer almaktadır:
a) Mülkiyetçi veya mülk sahibi sınıfların içine toprak, maden, fabrika gibi
mülklere sahip ve bunlardan rant elde edenleri yerleştirmektedir.
b) Kazanç veya ticari sınıf içinde ise, piyasaya arz edilebilecek malları olanlar; yani endüstri veya tarım alanındaki girişimciler, tüccarlar, bankerler, eğitimleri nedeniyle piyasaya hizmet sunan meslek sahipleri üyeleri yer almaktadır.
Olumsuz ayrıcalıklı sınıf içinde ise herhangi bir şekilde üzerinde tasarruf yapabilecekleri mülkiyeti ve hünerleri olamayan ücretli çalışan işçiler yer almaktadır.
Weber’e göre, insanların üretim sürecindeki sınıfsal konumlarını belirleyen temel faktör, bireyin sahip olduğu bilgi, beceri ve niteliğidir.

Statü
Statü birey ve gruplara başkalarınca yüklenen toplumsal saygınlık veya itibarı ifade etmektedir.
“Sınıf” temelli tabakalaşma üretim ve mülkiyet ilişkilerine dayanırken, “statü” temelli tabakalaşma ise yaşam tarzlarını temsil eden tüketim biçimlerine göre şekillenmektedir.

Parti

Weber statü ve partilerin bireylerin ve grupların ekonomik koşullarını ciddi düzeyde etkilediğini belirtmektedir. Bu siyasal güç kişilerin yaşam şanslarını ve toplumda var olan fırsatlara ulaşmalarını önemli ölçüde etkileyebilmektedir.
---
Klasik Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof.Dr. Serap Suğur
Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 2685

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder