28 Ocak 2015 Çarşamba

Fenomenolojik Sosyoloji

Fenomenolojik Sosyoloji


Sosyoloji teorileri temel varsayımları ve çalışma nesneleri açısından iki kategoride ele alınabilir.
Bu sınıflamada birinci grubu yapısalcı teoriler ya da makro sosyoloji oluşturur. Bunlar insan davranışını, toplumsal yapıların belirlediği temel önermesinden yola çıkarlar.
İkinci grubu ise bireysel aktörlere ve bu aktörlerin eylemlerine ve karşılıklı etkileşimlerine odaklanan teoriler oluşturur (yorumlayıcı yaklaşımlar, toplumsal eylem yaklaşımları ya da mikro sosyoloji).
Fenomenolojik sosyoloji, yorumlayıcı sosyolojik yaklaşımlardan biridir. Fenomenolojiye göre sosyoloji, insanların içinde bulundukları toplumsal dünyaya atfettikleri anlamı anlamanın ötesine gidemez. Başka bir deyişle fenomenoloji, insan eyleminin nedensel bir açıklamasının yapılmasının mümkün olamayacağını savunur.
Fenomenoloji ve fenomenolojik düşünceden gelişen etnometodoloji, toplumsal eylemin nedensel açıklamasını reddettikleri için pozitivist metodolojiden ve yapısalcı yaklaşımlardan en radikal biçimde ayrılan yaklaşımlar olarak kabul edilmektedir.

Fenomenoloji, Edmund Husserl tarafından geliştirilen, gündelik yaşamda sorgulamaksızın verili kabul ettiğimiz gerçekliğin bilincimiz tarafından nasıl inşa edildiğini anlamaya çalışan felsefi bir ekol, felsefi bir araştırma yöntemidir. “Fenomen” (görüngü) kavramının iki temel anlamı vardır. Bunlardan birincisi dış dünyanın var olduğu ve bizim duyularımız aracılığıyla algılayabileceğimiz bir gerçekliğe sahip olduğunu varsayan bir tanımdır.
İkinci tanım ise “bir nesnenin herhangi bir duyu tarafından edinilen algısı, yani duyularımız aracılığıyla algıladığımız her şey”dir. Bu tanım daha çok kendine ait bir gerçekliğe sahip olabilecek ya da olamayacak olan dış dünyayı, duyularımız aracılığıyla algılayışımız ve beynimiz aracılığıyla anlamlandırmamız ile ilgilidir.
Fenomenoloji terimi, fenomen kavramının “duyular ve sezgiler tarafından algılanan her şey” şeklindeki bu ikinci anlamından türemiştir.
Fenomenolojiye göre fiziksel dünya herkes için aynı anlamı taşıyan, bireylerden bağımsız bir gerçekliğe sahip değildir. Fiziksel dünya görelidir. Bu görelilik durumu, toplumsal dünyada, fiziksel dünyada olduğundan daha belirgindir. Mesela ‘yoksulluk’ ya da ‘ceza’ gibi kavramlar insanların yarattığı anlamlardan ibarettirler.

Fenomenolojiye göre toplum kendi kendine var olan bir şey değildir. Toplumu diğer insanlarla paylaştığımız varsayımlar aracılığıyla yarattığımız için toplumsal dünyayı diğer insanlarla ortak bir şekilde tanırız.
Gündelik yaşamları sırasında insanların etraflarındaki dünyayı sorgulamamaları, bu dünyanın gerçekliğini kendiliğinden, doğal bir tutumla verili kabul etmeleri, fenomenolojik yaklaşıma göre bir sorun yaratmaktadır. Bu ‘doğal tutum’, başka bir şey olabileceği doğrultusundaki bütün şüpheleri askıya alarak, gündelik dünyanın gerçekliğini kabul eden tutumdur. Fenomenoloji, bilincimizin sorgulamadığımız, doğal bir tutumla verili kabul ettiğimiz bu gerçekliği ne şekilde elde ettiği, nasıl inşa ettiği sorusunu sormaktadır.
Fenomenolojiye göre bireylerden ayrı ve nesnel bir gerçekliğe sahip olan, değişmeyen, herkese göre aynı olan fiziksel bir dünya yoktur. Dünya, insanların ona yüklediği anlamlara bağlı olarak görelidir.
Husserl’in fenomenolojik felsefesine göre “gerçeklik, insan öznenin bilincini nesnelere yöneltmesi anlamında ‘yönelimsel’dir. Nesnenin anlamı nesnenin kendisinde değil, öznenin kendisinde içkindir.  Nesnelerin gerçek doğası hakkındaki bilgimizden emin olamayacağımız için, bildiğimizi varsaydığımız bilgileri bir kenara bırakmamız, bu bilgi yokmuş gibi davranmamız, dünyayı ya da belirli toplumsal durumları, bunu deneyimleyenlerin açısından görmeye çalışmamız gerekir. Sağduyuya ve deneyime dayalı bu bilgileri bir kenara atma süreci ‘paranteze alma’, ‘fenomenolojik indirgeme’ veya ‘epoche’ olarak bilinir.
Husserl’e göre toplumsal dünya ve toplumsal gerçeklik, insanların varsayımlarından ve yorumlarından oluşmaktadır. Toplumsal dünyanın özünü kavrayabilmemiz için bilincimiz tarafından oluşturulmuş olan ve verili kabul ettiğimiz bu doğal tutumu bir tarafa bırakmamız gerekir. Bu yok sayma süreci “paranteze alma” ya da “fenomenolojik indirgeme” olarak adlandırılır.
Husserl, saf bilince ulaşmak adına bilincin dış dünya ile ilgili bütün fikirlerinden vazgeçerek bir anlamda toplumu, kültürü ve tarihi paranteze alarak devre dışı bırakır. Böylelikle de “saf bilincin yönelimselliğini”nin ürünü olarak gördüğü bilgiye ulaşıldığını düşünür.
Fenomenolojik analiz, bilimsel araştırmalar gibi empirik gözlemlerle sınırlı kalmaz, bu eylemlerin anlamını arar, bu eylemlere yönelik olarak Weber’in ideal tipi gibi soyut tipleştirmeler kurmaya çalışır. Bir toplumsal örgüt ya da bir toplumsal ilişki gibi belli bir olgunun özünü görmek, keşfetmek ve bu olguya ilişkin bu tip soyut tipleştirmeler geliştirmek şeklinde gerçekleşen bu analize Husserl eidetic analiz adını vermektedir.
Husserl’in kurmayı amaçladığı bu felsefeye göre insan olmanın özü, aklın rehberliğindeki toplumsal dünyada özgün bir insan varlığı olmaktır.
Nesne ile özne ayrımına karşı çıkan fenomenoloji, bu ayrıma koşut olarak bilgiye ulaşmada da hem ampirizme hem de rasyonalizme karşı bir eleştiri, bir yanıt olarak geliştirilmiştir. Bu açıdan fenomenoloji, insan bilincine odaklanarak ampirizm ve rasyonalizm arasında bir köprü kurar.

FENOMENOLOJİK SOSYOLOJİ
Fenomenoloji, Alfred Schutz tarafından sosyolojik bir yaklaşım hâline getirilmiştir.
Fenomenolojik sosyoloji, deneyim ve bilinç arasındaki ilişkiyle ve gündelik yaşamda sağduyu olarak kabul edilen, genel olarak kabul edilip paylaşılan örtük bilgi türüyle ilgilenir.
Fenomenolojik sosyoloji insanların fenomenler hakkındaki deneyimlerinin büyük kısmının temel olarak toplumsal ve kültürel olduğunu, temel olgunun da bilinç değil, gündelik yaşamda yaşadığımız yaşam dünyası olduğunu ileri sürer.

Schutz’a göre yaşam dünyası kavramı, sıradan insanların rutin etkileşimleriyle inşa ettikleri gündelik maddi ve toplumsal dünyayı ifade eden bir kavramdır.

Fenomenolojik sosyoloji, fenomenolojinin pozitivizm eleştirisini içerir. İlk eleştirisi, pozitivizmin insan ve toplum anlayışına yöneliktir. Fenomenolojiye göre insanların eylemleri kendi amaçladıkları eylemlerdir.

Pozitivizmin bilimsel yöntemi ile toplumu ya da toplumsal durumları, bu durumu yaşayan, deneyimleyen kişilerin anlamlandırmaları ve yorumları açısından anlamak mümkün değildir. Bu nedenle fenomenoloji bilimsel yöntemi ve pozitivist analizi reddeder. Fenomenolojiye göre sosyologların toplumsal dünyayı anlayabilmeleri için bu toplumsal dünyaya dâhil olmaları gerekir. Bu nedenle fenomenolojik araştırmalarda genellikle katılımcı gözlem gibi teknikler kullanılır.
Schutz, Weber’in öznel anlama ve yorumlama kavramlarının çok yüzeysel olduğunu, bu kavramların daha çok bireysel yorumlama ve anlamaya işaret ettiğini, bu bakış açısıyla toplumsal dünyanın kişisel ve öznel bir dünyaymış gibi göründüğünü belirtir. Schutz’a göre toplumsal dünya dil ve toplumsallaşma aracılığıyla paylaşılan, ortak, özneler arası bir dünyadır.
Schutz’a göre toplumsal düzen ortak varsayımlara ve yorumlamalara dayanan, üzerinde uzlaşılmış bir gerçekliktir.

Özneler Arasılık
Schutz’a göre toplumsal dünya özneler arası bir dünyadır. Öznellik ve nesnellik arasında, benlik ile diğerleri arasında bir köprü vardır.

Schutz’a göre özneler arasılığı oluşturan üç öge vardır. Bu ögeler; sağduyu bilgisi, tipleştirme ve bakış açılarının karşılıklılığıdır ve bunlar aynı zamanda gündelik yaşama ilişkin bir düzen görüntüsü de yaratırlar.

Sağduyu Bilgisi: toplumun üyelerinin ortak olarak sahip olduğu ve gündelik yaşamın sürmesi için gerekli olan bilgi birikimidir. Schutz’a göre, toplumsal dünya, sağduyunun dünyasıdır

Tipleştirme: Sağduyu bilgisi, tipleştirme süreciyle oluşur ve birikir. Aynı tipteki şeyleri bir araya getirerek nesneleri ve olguları tipleştiririz. Tipleştirmeleri bireyler olarak kendi başımıza yapmayız, toplumsallaşma sürecinde dil aracılığıyla, dinleyerek ya da okuyarak öğreniriz ve aynı şekilde diğer insanlarla da paylaşırız.
Tipleştirmeler, toplum üyeleri arasında ortak bir dünyanın yaratılmasını sağlar ve Schutz’a göre sosyolojinin konusu da sağduyu bilgisini meydana getiren bu ‘tipleştirmeler’dir.

Bakış Açılarının Karşılıklılığı: Tipleştirmeler ve sağduyu bilgisi sayesinde, diğer insanların da dünyayı bizim gördüğümüz gibi görüp algıladıkları şeklindeki ortak, paylaşılan temel bir varsayımdır.

Tipleştirmeler sayesinde oluşturulan ve bakış açılarının karşılıklılığını üreten sağduyu bilgisi, gündelik yaşamın görünüşteki düzenini yaratır, diğer bir deyişle gündelik yaşamın ve toplumsal dünyanın bir düzene sahip olduğunu düşünmemizi sağlar.

İnsanların sağduyu bilgisi sayesinde toplumsal yaşamın bir düzeni olduğuna inanmaları son derece önemlidir. Toplumun üyelerinin paylaştıkları ortak varsayım ve anlamlar olmadığı takdirde toplumsal düzensizlik ve kaos meydana gelir.

Schutz, eylemlerin birden fazla anlamı olabileceğini ve bir eyleme anlamın, eylem gerçekleştikten sonra atfedildiğini belirtir. Bu açıdan anlam, eylemin kendisi değildir, ulaşılan amaçtır ki bu amaç da daha sonra girişilecek başka, uzun vadeli projelerde araç haline dönüşebilir.

“Amacıyla” Güdüsü ve “Çünkü” Güdüsü
Sosyolojide başka insanların eylemlerinin öznel anlamını anlamaya çalışırken kullanılan en önemli kavramlardan biri “güdü“dür (motive).
Schutz, bu kavramın iki farklı anlamı olduğunu vurgulayarak “amacıyla“ (in order to) güdüsü ile “çünkü” (because) güdüsü arasında bir ayrım yapar. Her ikisi de eylemi açıklamaya çalışan bu güdülerden ilki, yani amacıyla güdüsü, gelecek yönelimli bir güdüdür. Çünkü güdüsü ise geçmişe yöneliktir, eylemin ortaya çıkmasına katkıda bulunan geçmiş deneyimleri tanımlamaya çalışır.

İlişkilerde Karşılıklı Anlama
Bireylerin karşılıklı olarak birbirlerini en yüksek düzeyde anladıkları yönelim, “sen” yönelimidir. “Sen” yönelimi, yüz yüze ilişkilerdir.
Bütün diğer ilişkiler biz ilişkisine bağlıdır.
Karşılıklı anlamanın en yüksek düzeyde gerçekleştiği ilişki ‘biz’ ilişkisidir.
Onlar ilişkisinde de insanlar bir arada olabilirler, ancak birbirleriyle özgün insanlar olarak ilişki kurmaz, toplumsal rollerinin gerektirdiği şekilde daha kısıtlı bir ilişki kurarlar. “Onlar” ilişkisi, bilgi edinme açısından önemlidir.

Sosyolojik Bilgi ve Sosyolojinin Görevi
Schutz, sosyolojinin görevinin bireylerin öznel bilinçlerini kavramak değil, anlamanın ideal tiplerini oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Sosyoloji bu amacına, gündelik yaşamda yaptığımız birinci dereceden tipleştirmelere dayanan ikinci dereceden tipleştirmeler yaparak ulaşacak, böylece gündelik yaşam dünyası yerine rasyonel bir dünya modeli inşa edecektir.

Fenomenolojiye Getirilen Başlıca Eleştiriler
Schutz, düşüncelerinin toplumsal dünyanın empirik çalışılmasına nasıl uygulanabileceğine dair fazla bir şey söylememekle ve toplumsal dünyanın fenomenolojisini işlemselleştirmemekle eleştirilmiştir.

---
Modern Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof. Dr. Serap Suğur

Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2304, Eskişehir, Ocak 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder