25 Ocak 2015 Pazar

Robert Fulford - Anlatının Gücü

Robert Fulford - Anlatının Gücü
Kitle Kültürü Çağında Hikâyecilik


Hikâyecilik tüm edebi sanatların anasıdır.

Massey Konferansları
Kanada genel valisi Vincent Massey’i onurlandırmak üzere 1961’de hayata geçirildi.

Konuşmalar (…) birbiriyle bağlantılı beş ayrı bölüm şeklinde düzenlenmeye başladı. Konular oldukça çeşitli; örneğin aile hayatının sorunları, teknolojinin getirdikleri ya da kapitalizmin önümüzdeki yüzyılda alacağı biçim gibi. (s. 11)

İletişim kurma yöntemlerimiz arasında, hikâye en rahat, en işlevsel ve belki de en tehlikeli olanıdır.

Hikâyeler hiçbir zaman tanışmadığımız (…) insanlarla bağlantı kurmamızı sağlar.

Kitabın ilk bölümü (…) dedikodu biçiminde anlatının temellerini inceliyor.
2. bölümde büyük hırslar arenasına (…) büyük (anlatı yazarlarının) dünyasına adım atıyoruz.
3. bölümün odağı gazetecilik.
4. bölüm Vladimir Nabokov ve Ford Madox Ford tarafından benimsenen “güvenilmez anlatıcı” kavramını inceliyor.
5. bölümde Sir Walter Scott’ın Ivanhoe’da kullandığı romantik anlatıdan başlayıp, anlatının (…) televizyon ve sinema yıldızlarına devredildiği günümüz kitle kültürüne uzanan o görkemli hattın izini sürüyorum. (s. 13)

I. Dedikodu, Edebiyat ve Benlik Kurguları
Anlatı (…) dedikodu, bir kişiden ötekine anlatılan basit hikâyeler biçiminde başladı.

Dedikodu yazın sanatını her daim besledi. (s. 15)

Anlatı hem aşinalık içermeli, bildiğimiz bir şeyden bahsetmeli, hem de ani bir dönüş barındırıp büyük bir değişimden söz etmelidir.

Roman à clef: …gerçek insanların kurgusal birer roman karakterine dönüştürüldüğü anlatılar.

Saul Bellow karısıyla arkadaşı arasında geçenleri öğrendiğinde ortaya bir roman à clef çıktı. (Bellow’un öfkesi) Herzog’un duygusal yakıtı oldu.
Bellow romanda eski eşini ve eski arkadaşını acımasızca alaya alıyor ve bu sayede duyduğu kızgınlığı dışa vuruyordu. (s. 18)

Şikâyet etmek en büyük dünyevi sanatlardan biri…
İnsanın içinde haklı olmaya yönelik şiddetli bir ihtiyaç var.

Öylesine bir hikâye diye bir şey yoktur. Bir hikâye daima anlam yüklüdür.

Günümüzde (…) toplumumuzun geleneksel olarak yöneldiği büyük anlatılar reddedildi ve büyük oranda itibarsızlaştırıldı. (s. 19)

Hikâye
Gerçeği, umudu ve dehşeti bir araya getirdiğimiz bir demet oluşturur. (s. 21)

…iyi bir hikâye duyduğumda onu anlatmak için adeta fiziksel bir ihtiyaç hissettiğimin farkına vardım. (s. 22)

Yetişkin olmak, diğer şeylerin dışında, kendi hayatlarımızın hem geçmişini hem de geleceğini kesintisiz bir bakış açısıyla görmektir. (Psikanalist Erik Erikson) (s. 24)

Gerçeklik olarak algıladığımız şeyle müzakere etmeye hepimiz yatkınız.

…onları pek kabullenemezsek, bizi kötü durumda bırakacak, en azından küçük düşürecek fantezilere yönelmeye başlarız. (s. 32)

II. Büyük Anlatılar ve Tarihin Örüntüleri
Cazın tarihi, büyük bir anlatının kullanımı ve yanlış kullanımı hakkında bize fikir verir.
Büyük bir anlatı değiştirilemez ve çürütülemez bir gerçeğin övgüveniyle konuşur.
Gibbon, Macaulay, Parkman, Creighton, Wells ve Spengler gibi
Hepsi meselenin bütününü görmeye çalışıyordu.
Kendilerine biçtikleri rol (…) okuyuculara toplumların tarihe nasıl dâhil olduğunu göstermekti. (s. 39)

MacIntyre, After Virture (Erdemden Sonra) kitabında, insanların neyi önemli bulacaklarını ve nasıl davranmaları gerektiğini, önceden öğrendikleri hikâyelerden bilinçli ya da bilinçsizce çıkarım yaparak oluşturduklarını söyler.
Çocuklar hikâyeler öğrenerek büyür.
…herhangi bir toplumu anlayabilmek için, o toplumun kökenlerindeki dramatik yakıtı oluşturan hikâyeler bütününü bilmemiz gerekir. (s. 40)

Büyük anlatılardan yararlanan tarihçileri (…) bir imparatorluğun ajanlarına benzetebiliriz.

Annales tarih okulu, tarihçilerin büyük olaylardan ziyade gündelik hayatın detaylarını incelemesi gerektiğini savunan teorisiyle yükselişe geçti. (s. 43)

Toynbe, toplumun sağlığının zorluklarla başa çıkma kabiliyetine bağlı olduğunu iddia ediyordu. (s. 45)

Wells

III. Sokak Edebiyatı ve Haberlerin Yükselişi
Şehir efsaneleri

…çimento kamyonu şoförü (…) öğle vakti evine uğrar. Evin önünde üstü açık bir Cadillac vardır. Pencereden içeriye bir göz atınca, karısıyla arabanın sahibini uygunsuz bir vaziyette görür.
İntikam
Kamyondaki çimento karışımını Cadillac’ın üstüne boşaltır.
Hikâye, kamyon şoförünün işe dönmesiyle son bulur. (s. 63)

Hepimiz bazen bilerek bazen bilmeyerek hikâyeyi kısmen değiştiririz. Bir hikâye anlatırken küçücük bir değişiklik bile yapmayan kimse var mıdır? (s. 64)

Temizlik işçisi tarafından fişi çekilen yaşam destek ünitesi…

Günlük gazeteler kamusal algıda kökten bir değişim yarattı. (s. 69)

İnsanlar aslında gazete okumuyorlar tıpkı bir küvete girer gibi gazetelerin içine dalıyorlar.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına gelindiğinde,
İnsanlar bunu yapmaya (…) ihtiyaç duyduklarını sanmaya başladılar.

İşte bu kitle toplumunun başlangıcıydı. (s. 71)

Mark Turner, The Literary Mind

George Orwell, Wigan İskelesi Yolu
Yeni Gazetecilik

Gerçek hikâyeyi/haberi öyküleştirmek

Gerçekleri bildirirken genellikle (…) kurguya yöneliriz.

IV. Modernitenin Çatlak Aynası
Güvenilmez anlatıcı

Modernizm
Karmaşıklığı, parodiyi, muğlaklığı ve ironik bir özfarkındalığı yüceltmeye başladı. (s. 89)

Postmodern eleştiri,
Edebiyatı gizemlerden arındırıp doğruluğunu araştırmayı, içini açmayı, sorgulamayı ve yapısını bozmayı amaçlar. (s. 92)

Modernizm otorite kurar: fikirlerini açıklarken, karşı çıktığı gelenekler kadar buyurgandır. Bir grup sanatçı yerine başka bir grubu koyar; postmodernizmse muhteşem bir sanatçının var olup olamayacağını ya da bunun gerekliliğini sorgular, hatta mükemmel sanatın varlığından şüphe eder.

Postmodernistler genellikle anlatının aldatmaca olduğunu savunur. (s. 94)

Ford Madox Ford, İyi Asker

Agatha Christie, Roger Ackroyd Cinayeti

Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby

“Bir aptalın anlattığı bir masaldır hayat / anlamsız sesler ve öfkeyle dolu.” Macbeth

Kazuo Ishiguro, Günden Kalanlar

Doris Lessing
Kültürün alelacele üretilmiş parçalar halinde elimize ulaştığını iddia eder. (s. 100)

V. Nabokov, Solgun Ateş

V. Nostalji, Şövalyelik ve Düşler Âlemi
(bir mimar) kendisini işe alan insanların yenilikçi şeyleri sevdiklerini söyleseler de, bir şeyi ilk kez gerçekleştiren kişi olmak istemediklerinden yakınıyor…

Kitle kültürünün döngüselliği hakkında (s. 108-109)
Kitle kültürü, hepimizin bildiği o çok klasik hikâyeleri hep yeniden düzenleyerek, yeniden üreterek karşımıza çıkarır (çizgi roman ilahlarının şimdilerde beyaz perde de efsaneleşmesi gibi). Aşk teması Romeo ve Juliet’ten kurtaramaz kendini. Buna karşın adeta yeni bir şeymişçesine sahiplenilir bütün bu eski püskü hikâyeler… Ne diyoruz buna; kitle kültürünün kapalı devre döngüselliği.

Scott, Ivanhoe’da romans türüne asıl biçimin verdi. (s. 109)

Brecht’in tiyatrosundaki yabancılaştırma etkisi…
Brecht gerçeğe yakın olmayı reddeder.
Sanat bir ayna değil, bir çekiçtir. (s. 122)

Bond filmleri komedi unsuru sayesinde melodram türünü altüst ediyordu. (s. 124)

Anlatı, başkalarıyla empati kurabilmenin yolunu sunar. Fakat öbür tarafa da kayabilir.
Kendimizi gerçekte olduğundan daha iyi anladığımızı sanabilir, bencil kişilere dönüşebiliriz. (s. 129)
---
The Triumph of Narrative: Storytelling in the Age of Mass Culture
Türkçeleştiren: Ezgi Kardelen
Kolektif Yayıncılık

Ekim 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder