7 Ocak 2015 Çarşamba

Karl Marx

Karl Marx (1818-1883)

Almanya’da Trier’de doğdu. Bonn ve Berlin Üniversitelerinde hukuk ve felsefe çalıştı ve 1841’de doktora çalışmasını tamamladı. Tarihsel materyalist teorinin kurucusu olarak bilinir. Marx Alman felsefesinden diyalektiği almış ve bunu materyalist felsefe ile birleştirmiştir.
Hegel’e göre diyalektik “karşılıklı ilişkiler olgusunu ya da etki-tepki sürecini içermektedir”. Evrende her nesne ve varlık kendi içinde negatifini, kendi karşıtını ve çelişkisini içermektedir.
Hegel’e göre tarih diyalektik bir gelişme sürecidir. Bu süreç rasyonel doğruya yönelik bir ilerlemedir.
Diyalektik değişme sürecinin dört yasası bulunmaktadır: bütünlük yasası, çelişme yasası, hareket yasası ve nitel değişme yasası.
Her bir yasa ancak diğerleriyle ilişkili olarak ve bir bütün içinde ele alındığında anlam kazanmaktadır.
Marx, Hegel’den farklı olarak; maddenin ve varlığın düşünceden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini savunmaktadır. Marx’a göre, düşünce maddeden üretilmektedir.
İnsanın üretmesi, bölüşmesi ve tüketmesi bu toplumsal yaşantı ve ilişkiler içinde gerçekleşmektedir. Marx’a göre, insanlar kendilerini ve toplumlarını maddi anlamda ancak toplumsal emek aracılığı ile üretmektedirler.
Marx’a göre, ihtiyaçlarını karşılamak için üretmek zorunda olan insanın doğaya karşı verdiği mücadele, tarihsel materyalizmin ilk hareket noktası ve ilk diyalektik çelişkidir.

Marx’ın Toplum Analizi
İnsan kendi varlığının devamı ve toplumun gelişimi için; diğer bir deyişle toplumsal yaşamın yeniden üretimi için, emeğiyle çalışmak ve üretmek zorundadır.
Marx’ın tarihsel maddeci toplum analizine göre, bir toplumu anlamak için o toplumun altyapı ve üstyapısına bakmak gerekir. Bir toplumun altyapısı (ekonomik temel) üretim güçleri ve üretim ilişkilerinden oluşmaktadır. Üretim güçleri üretim için gerekli üretim araçlarını yani o toplumun üretim yeteneğini ifade etmektedir. Üretim ilişkileri ise, üretim güçlerinin mülkiyet ilişkilerini içermektedir.
Üstyapısı ise, o toplumun yasal ve siyasi kurumlarını, düşünme biçimini, ideoloji ve felsefesini içermektedir.
Marx’a göre gerçekliği belirleyen bilinç değildir. İnsanların bilincini belirleyen toplumsal gerçektir. İnsanların düşünme biçimi içinde yer aldıkları toplumsal ilişkiler tarafından belirlenmektedir.
Toplumsal yapının temel niteliği değişimdir. Değişim ise, o toplumdaki çatışmayı yani sınıflar arası mücadeleyi içermektedir.
Devrimci dönemlerde bir toplumun üretim güçleri, o toplumun üretim ilişkileri (mülkiyet ilişkileri) ile çelişkiye düşer.
Marx’a göre “Çatışma olmadan ilerleme olmaz.”
Marx insanlık tarihini üretim biçimine göre ilkel komünal, asyatik, antik, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum olarak özgül tarihsel dönemlere ayırarak sınıflandırmaktadır.
İnsanlığın ilk dönemini ilkel komünal toplum oluşturur. Bu dönemde özel mülkiyet ve sınışara rastlanmaz.
Asyatik üretim biçimi Batı dışı uygarlıkların yaşadığı toplum modelidir. Bu toplum modelinde işçiler devlete bağımlı olarak yaşamaktadır.
Özel mülkiyetten sonra ortaya çıkan ilk toplumlar, antik toplumlardır. Bu toplumlar efendiler ve köleler olmak üzere iki sınıftan oluşmaktadır. Feodal toplumda ise, efendilerin yerini toprak sahipleri, kölelerin yerini ise toprak sahiplerine bağlı ve onların topraklarında çalışmak zorunda olan köylüler almıştır. Feodal toplum sonrasına denk düşen kapitalist toplum üretim araçlarına sahip burjuvazi ve emek gücünü ücret karşılığı satmak zorunda kalan işçi sınıfından oluşmaktadır. Marx, kapitalist toplumda yer alan bu iki temel sınıf arasındaki çatışmanın sonucunda sınıfsız bir toplumun oluşacağını (sosyalizm) öngörmüştür.
Sınışı toplum yapısında ise, üretim güçlerine sahip toplumsal sınıflar, kendi çıkarları için üretim araçlarının özel mülkiyetinden yoksun olan diğer sınıfları sömürmektedirler. Tarihin akışı bu sınıflar arasındaki çatışmaya dayanır.
Marx’ın toplum teorisinde özel mülkiyet kilit rol oynar. Diyalektik yönteme göre ilkel toplumlar, özel mülkiyete yer vermediği için tez; özel mülkiyetin ortaya çıkmasından sonra görülen toplum modelleri antitez ve sınıf çatışmalarının son bulacağı sosyalizm sentez olarak sunulur. 
Marx’a göre kapitalist toplum, sınıfların olduğu son toplum biçimidir.
İnsanlığın tarihsel gelişim süreci içinde oluşacak sınıfsız toplum ise sosyalizmdir.
Sınışı toplumlarda insanlık kendi yaratıcı doğasına yabancılaşmıştır.
Tarihsel olarak bu diyalektik süreç içinde insanlık tekrar kendi doğasına dönerek yabancılaşmasından kurtulacaktır.

Yabancılaşma
Marx’a göre insanı diğer canlılardan ayıran en önemli unsur, yaratıcı üretim faaliyeti ile içinde bulunduğu dünyayı biçimlendirme ve değiştirme kapasitesidir.
Marx’a göre, emek “insanın kendi kendini gerçekleştiren özü” dür. İnsan kültürünün özünü emek oluşturmaktadır.
Diğer bir deyişle, kültür ancak emek araçılığıyla gerçekleşen insan faaliyetinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır
İnsanlık tarihi insanın doğa üzerindeki denetimini sağlamasının ve yabacılaşmasının tarihidir. Yabacılaşma, “insanların kendi yarattıkları güçlerin kendi karşılarına yabancı güçler olarak çıktığı, onların egemenliğin altına girdikleri bir durum olarak” tanımlanmaktadır.

Yabancılaşma teorisinin dört ana özelliği şunlardır: İnsanın doğadan, kendisinden, türsel varlığından ve başkalarından yabancılaşması.
İnsanın doğadan kopması anlamına gelen yabancılaşmada, insan doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine yeni bir dünya kurar.
İnsanın kendine, türsel varlığına ve başkalarına yabancılaşması ise kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı bir yabancılaşmadır.

Kapitalist toplumda çalışma, işçinin yaşamını sürdürmesi için bir araca dönüşmüştür. Üretim sürecinde makinenin bir parçası haline gelen emek, neyin, ne kadar üretileceğinin bilgisinden yoksundur ve kendi yaratıcı potansiyelini gerçekleştiremez.

Din Teorisi
Marx için din, hâkim sınıfın hâkimiyetini ve baskısını meşrulaştıran bir mittir.
Din ve benzeri mistik açıklamalar, Marx’a göre insanın kendi hayal ürününden başka bir şey değildir.
Dinsel ve benzeri mistik açıklamalar, özellikle sınışı toplumlarda egemen sınıfın imtiyazlı sınıfsal çıkarlarını ve hâkimiyetini meşrulaştırma araçlarına dönüşmüşlerdir.
Marx aynı zamanda dinin baskı ve sömürü altındaki kesimlerin acılarını katlanılır kılmaya çalıştığını da vurgular. Din, acımasız bir dünyada ezilenin sığındığı bir duygudur.

Kapitalizm
Başyapıtı olan Kapital’de kapitalizmin analizini yapar.
Klasik iktisatçılar kapitalist ekonomide, ekonomiye konu olan olay ve olguların sadece görünen yönünü analiz etmişlerdir. Oysa ona göre, görüneni değil görünenin ardında yatan gerçek toplumsal ilişkilerin açığa çıkarılması gerekir. Bu anlamda Marx’ın kapitalizm analizi, aynı zamanda klasik iktisadın eleştirisini içeren bir bakış açısına sahiptir.
Klasik iktisatçılar ekonominin yasalarını evrensel görmektedir. Marx’a göre ise her ekonomik rejimin (üretim biçiminin) kendine özgü yasaları vardır.
Kapitalizm diğer üretim biçimlerinden farklı olarak kendine özgü özel meta üretiminin en yüksek olduğu bir sistemdir. Diğer bir deyişle, her şeyin alınıp satıldığı ve her şeyin fiyatının olduğu bir sistemdir. Özel meta üretim sistemi olarak kapitalizmin özünü ise artı-değer (kâr) yaratma ve bu yaratılan artı-değeri sürekli çoğaltmak oluşturmaktadır.

Meta ve Meta Üretimi
Meta insan emeği tarafından üretilen, kullanım değerine ve değiş-tokuş edilebilme özelliğine (değişim değeri) sahip bir üründür.
Tüm metaların ortak yanı, insan emeği tarafından üretiliyor olmalarıdır.
Marx iki değişim türünden söz etmektedir. Birinci tür değişimde, yani maldan mala giden değişim. Bu süreçte herhangi bir fazla ya da kâr elde etme durumuna rastlanmaz. İkinci tür değişimde, malın değişiminde para kullanılır ve bu değişim türü maldan geçen para olarak tanımlanmaktadır. Özel meta üretim sistemi olan kapitalizmin ayırıcı özelliği maldan geçen para değişimidir ve amaç değişim süreci sonucunda başlangıçta sahip olunandan daha fazlasına sahip olmaktır
Üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyeti ve işgücünün metalaşması, özel meta üretim sisteminin temel koşullarını oluşturmaktadır.

İşgücünün Metalaşması
Marx, işgücü ya da iş yeteneğini bir insanın bedeninde, canlı kişiliğinde var olan ve üretim sürecinde harekete geçirdiği fiziksel ve ruhsal yeteneklerin tümü olarak ifade etmektedir.
İşgücünün metalaşması, bir meta gibi onun da alınıp satılır hale gelmesidir.

İşgücü metanın hem kulanım değerini hem de değerini yaratıyor olmasından dolayı, kapitalist üretim süreci hem kullanım değeri üretme süreci hem de artı-değer üretme süreci olmak üzere ikili bir özelliğe sahiptir.
Basit meta üretiminden farklı olarak, üretime yaratılan sermaye artı-değer aracılığıyla sürekli çoğalmak zorundadır. Sonuç olarak, kapitalist üretim süreci kulanım değeri ve artı-değer üretme süreçlerinden oluşmaktadır.

Emeğin Değeri
İşgücünün değeri herhangi bir malın değeri gibi ölçülür. İşgücünün değeri kendisinin ve ailesinin geçinmesi için gerekli mal ve hizmetlerin miktarına denk düşer. İşgücünün değeri, kendisinin ve ailesinin yeniden üretimi için gerekli olan geçimlik mal ve hizmetlerin (geçinim gereçleri) değeriyle belirlenir.

Artı-Değer
İşçi işgücünün değerini ücret biçiminde almaktadır. İşçinin aldığı ücret, üretim sürecinde harcadığı belli bir zamana denk düşmektedir. Çalışma süresinin belli bölümünü kendisi, geri kalan bölümünü de patronu için harcamaktadır.
Marx iş süresini zorunlu iş süresi ve artı-iş süresi olarak tanımlamaktadır. Zorunlu iş süresi işçinin aldığı ücrete karşılık gelir. Artı-iş süresi işgücünün yarattığı değerin kapitalist tarafından el konulan kısmını oluşturur. Artı-değer ise, işçi tarafından artı-iş sürecinde (fazla çalışma) üretilen ve kapitalist tarafından el konulan değer miktarıdır.
Marx’a göre, kapitalist üretim sürecinde sömürü oranı artı-değer ve işçiye ödenen ücret (sermaye) arasındaki ilişki tarafından belirlemektedir.
Artı-değerin (sömürünün) artması için kapitalist tarafından iki yol izlenmektedir: Birinci yol çalışma süresini uzatmaktır. İkinci yol ise çalışma süresi değiştirilmeden emek verimliğinin artırılmasıdır.

Kapitalizmin Çelişkileri
Art-değeri çoğaltma temelinde örgütlenmiş bir ekonomide kapitalistler arası rekabet artar. Sistemin içsel çelişkilerinden biri olan toplam kâr hadlerinin düşme eğilimi, süreç içinde ortaya çıkacaktır. Kârların düşme eğilimi kapitalist sistemin belli aralıklarla ekonomik krizlere girmesine neden olmaktadır. Kârların düşme eğilimi, ücretlerin düşmesine, ücretlerin düşmesi ise, alım gücünün zayıflamasına neden olur. Ekonominin kendi içindeki gerilim ve gerginlikleri (çelişkisi) kapitalizmin sürekli krizler yaratan bir sistem olmasına neden olur. Bu kapitalizmin ‘sisteme dair çelişkisini’ oluşturmaktadır. Kapitalizmin diğer çelişkisi ise ‘toplumsal çelişkileridir’. Sınıf çatışması toplumsal bir çelişkidir ve kapitalizmin içinden gelişir.

Sınıf Teorisi
Sınıflar üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiye bağlı olarak belirlenirler.
Kapitalist toplum temel olarak iki sınıftan oluşmaktadır. Birincisi, üretim araçlarına sahip olan kapitalist sınıf (burjuvazi) ve diğeri ise mülksüzleşen ve ücret karşılığı çalışmak zorunda kalan işçi sınıfıdır (proletarya).
Marx’a göre sınıf, öncelikli olarak bir karşıtlığın (kutuplaşmanın) ifadesidir. Bir sınıftan söz etmek, önce onun karşıtı olan bir başka sınıfın varlığını kabul etmek demektir.
Marx’ın sınıf teorisinde sınıfların oluşumunu üretim sürecindeki ve üretim araçlarıyla olan ilişkileri çerçevesinde ele alması, sınıfların nesnel konumunu ifade etmektedir. Bu nesnel konum ‘kendinde sınıf’ kavramıyla ifade edilmektedir. Ona göre, örneğin işçi sınıfı öznel olarak ancak kendi çıkarlarının bilincinde olduğu zaman ve kendi sınıfsal örgütlenmesiyle bu çıkarlarının peşine düştüğü zaman gerçek sınıf olmaktadır. İşçi sınıfının sınıf bilincinin oluşması ve kendi çıkarlarının peşinde koşması ise ‘kendi için sınıf’ olduğunu göstermektedir.

İdeoloji
İdeoloji, Marx’ın dilinde gerçeklikteki ve insan bilincindeki tersyüz olmayı ifade etmek için kullanılmaktadır. Marx’ın ideoloji anlayışına göre, insan düşünceleri insan tarafından yapılan maddi gerçekliğin bir ürünüdür ve gerçeklik ise devrimci pratik tarafından değiştirilebilecektir.
İdeoloji, insan zihninin kusurlarından değil, maddi yaşam sürecinin çelişkilerinden doğmaktadır.
 ---
Klasik Sosyoloji Tarihi
Editör: Prof.Dr. Serap Suğur

Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 2685

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder