6 Ocak 2015 Salı

Waldo Sen Neden Burada Değilsin

İsmet Özel – Waldo Sen Neden Burada Değilsin


Bu kitabı intihar eden birçok arkadaşıma ve paranoyadan, şizofreniden mustarip birçok arkadaşıma ithaf ediyorum.

…bu kitabın konusunu şiirin ve siyasi bağlanmanın birbirine geçiştiği bölge veya bölgeler oluşturacak.

Dünyaya gelmek, bir saldırıya uğramaktır.

Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir.
…son nefesimizi verdiğimizde bize yapılan ilk saldırıyı tamamen püskürtmüş oluruz. Savaş bitmiştir.

Ana kucağı, bütün saldırılara karşı ilk barınak, (…) derece derece başka korunma bölgelerine uğrar insanoğlu. Ailesi, dostları, kavmi ve belki bütün insanlık, bir tek insanın yüzyüze geldiği saldırılarda bazan bir zırh, bazan bir kalkan olarak kullandığı unsurlar sayılabilir. (s. 9)

Hiçbir insan bir diğerini eli, ayağı, beyni vardır diye var kabul etmez. Bir insanı diğeri için var kılan, karşısındakinin kendisiyle kurduğu anlam bağıdır.

Ailenizi savunur, topluma saldırırsınız; dostlarınızı savunur, ailenize saldırırsınız. Bir toplum kuruluşu tarafından savunuluyor olmak, sizi bir başka toplum kuruluşuna saldırabilir konuma getirebilir. (s. 11)

…acelecilikleri yüzünden insanlar derinden arzuladıkları doğrulanmayı feda ederler.

…neden bile isteye savaşa girelim ve neden saldırıları karşılamak üzere kendi yolumuzda yürümek tercihinde bulunalım? Bu sorunun cevabı yok. (s. 12)

Yaşamak savaşmaya, savaşmak yaşamaya değer mi? Bu soru bir kez soruldu mu, artık cevaplandırılmış demektir. (s. 13)

Herkes kendi masalını yıkmalıdır.

Benim masalım kısaca şöyle: Bir varmış bir yokmuş. Bir şair İsmet Özel varmış. İyi şiirler yazarmış. Nasıl olmuşsa bu İsmet bir gün komünist olmuş. Derken efendim, bir komünist olarak da iyi şiirler yazmayı başarmış ve hatta böylelikle yıldızı parlamış. Gel zaman git zaman, İsmet Özel’in duyguları, düşünceleri, inançları değişmiş (masalın her varyasyonunda bu değişmenin sebepleri muhtelif) ve Müslümanlığı bir hayat yolu olarak benimsemiş. Ama işe bakın ki adam iyi şiirler yazmaya devam etmiş. Eh, o erdiyse muradına, biz de çıkabiliriz kerevetine. (s. 16)

Masal yıkılmalı ve gerçek egemen olmalıdır.

İnsan için önüne çıkan bütün yollar yürünebilir yollar ise o insan artık kaybolmuştur. Kaybolmak nereye gideceğini bilememek, yani her yere gidebilmektir. (s. 17)

Şair kimdir?

Sanat eserlerinin iki sahibi birden olamaz. Bu şartlarda nasıl olsa bir sanatçı çıkacaktı diyemeyiz.

İngiliz tarihinin bir başka Cromwell ortaya çıkarabileceğini düşünebiliriz, ama İngiliz edebiyatının bir başka Milton vereceği söylenemez.

Kısacası sanat gayri şahsi kılınamaz. (s. 18)

Bir şiirin nasıl söyleneceğini hiç kimse söyleyemez, çünkü şiir söylenen şeyin söylenişinde, söylenişin içindedir. (s. 19)

Eğer bazı insanların doğuştan şair olma yeteneğini getirdiği düşüncesini benimser isek hayatımızın masalsı yorumunu da benimsemiş olur, daha doğrusu bizim için uydurulan masallardan birine mağlup düşeriz. Hiç kimse şair, ressam veya müzisyen olarak doğmaz, tıpkı muhasebeci olarak doğmadığı gibi.

Bir şeyler olunur veya olunmaz. İnsanların o şeyleri olma noktasında yüzyüze geldikleri durumlar ve bu durumlara takındıkları tavır belirleyicidir. (s. 20)

Edebiyat alanı benim yetiştiğim yıllarda nisbi bir bağımsızlığa imkân veren nitelikteydi. Yani bir insan olarak varlığını tebarüz ettirebilmek için kimse kişiliğinden taviz vermek sorunda kalmadığı gibi edebiyat alanında hesaba katılabilir bir seviye gösteren her çalışma kendini gösterebiliyordu.

Ben kendimi şair sanarak değil, şair olmanın gereğine inanarak ve şiirin gereğini yerine getirmeksizin bu alanda gerçek bir çalışma yürütülemeyeceğini kabul ederek işe koyuldum.

Bu hazırlığı da doğuştan getirmedim, dünyadan aldım. Hazırlığımın, bugün de beni ayakta, aklı başında tutan hazırlığımın özelliği ikidir: Kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet. (s. 21)

Verilen desteğe karşılık severek hizmet, fakat asla itaat etmemek.

…benim varlığıma da bir anlam katan bir devlet vardı. Türkiye Cumhuriyeti, bürokrasiye tanıdığı zabitçe bir yetkiyle bütün toplumu kuşatmıştı. Cumhuriyet rejiminin temsilcisi olmak, kişinin, toplum içinde geçerli bir unsur olduğu duygusunu güçlendiriyordu. Buna bir de yerli halkın memurlara karşı mesafeli tutumunu eklerseniz, ortaya sahte bir soyluluk manzarası çıkıyor. (s. 23)

Kimseden yardım almaksızın en iyi işi yapmak: Bunun için şiirden daha elverişli bir alan yoktu.

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı
(Fuzulî)

…bu sözlerden mutlaka bir anlam çıkacaksa, bir başka anlam çıkarmak da mümkün değildi. Yine de bu sözlerde farklı, fazladan bir şey olduğu belli idi. (s. 24-25)

Sanat eseri sanatçının nasıllığını değil, niçinliğini düşündürür ve ifşa edilen bir şey varsa o bizim de kendimizin, kendimize, kendimiz hakkındaki ifşaatını içene alır.

…neyi yazdığım ön plana çıkmaksızın yazmanın önemini yaşayabilirdim. Benim başından beri istediğim buydu. (s. 27)

Gördüm ki şair oluşumu insan oluşuma ne kadar çok yakın kılabilirsem kendiliğinden dışa vurduklarımla, bilinçli bir çabayla seçtiklerim arasında yakınlık doğuyor. (s. 28)

…bir parkta birkaç kişi oturuyoruz.
Olağan bir tavırla cebimden pipomu çıkarıp doldurmaya başlıyorum.
Karşımda elinde bağlamasıyla oturan, sigara içen 12-13 yaşlarındaki çocuk soruyor: “dolu mu içiyorsun abi?” Ben bu soruyu anlamıyorum, bu bacaksızın pipoyu doldurarak mı içtiğimi merak ettiğini sanıyorum. Cevabım evet. İnsan olarak budalalıklarımızın hepsi değilse bile çoğu karşımızdakini budala sanmaktan doğar.
…içtiğim şeyin esrar (veya bir başka uyuşturucu) olup olmadığını sormuş ve ben de (…) ona evet demiştim. Şu anda onun gözünde esrar içen biriydim. Yüzümü mezarlığa çevirdim. Bütün varlığım sosyal, kültürel, ahlakî, fizik yoğunluğuyla dışa taşma basıncı altındaydı. Mısra zihnimde parladı:
Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz.

Mısraların hikâyesi herhangi bir anlamı açığa vurduğu için değil, şiirin bir kıvamdan doğduğunu gösterdiği için belki önem sahibidir.

Şiiri mümkün kılan biçimi zihnimin özel bir işleyiş tarzından çıkarıyorum. Bu, biraz uyanıkken rüya görmeye benziyordu. Görüntüler bilincimin yerinde olduğu bir zamanda kafamda beliriyor, ama onları keyfimce yeniden biçimlendirmek yerine ana biçimlerini koruyarak dışlaştırmaya çabalıyordum. (s. 30-31)

Wallace Stevens
…hayatı yoktu, şiiri vardı. Alelade yaşamış, fevkalade yazmıştı. (s. 33)

Belki şiir insanla ilgili bütün boyutları fark etme çabasında saklıydı.
İçine doğduğu şartlardan soyutlanmış, kendi zamanının ve kendi mekânının ürünü olmayan insan var mı? Hayır demiştim ben ve yine hayır diyorum.

Gündelik hayat şiiri öldürüyorsa, şiir de gündelik hayatı öldürmeliydi. Türkiye’de yaşayan bizler için gündelik hayatın temel belirleyicisi, tepeden alınan kararlar olduğu düşünülürse, ne gibi insanlar olduğumuzu bilmek için ne gibi siyasi kararların gölgesinde kaldığımızı bilmemiz gerek. (s. 35)

Savaş sonunda doğmuş olmam, bana öyle geliyor ki, nasıl bir aile içine doğmuş olmamdan, nasıl bir eğitim aldığımdan çok daha etkilidir.
...savaş sonrası (...) Türkiye’de (…) akılları durduracak bir pişkinlikle diktatörümüzü demokrat yaptık. (s. 36)

1946’da ve 1950’de Müslüman halk için kimin iktidara geleceği önemli değildi, kimin iktidardan gideceğiydi önemli olan. (s. 37)

Bütün olup bitenler, çocuk yaşımda, büyüme çağlarımda görüp anlayabildiğim şeyler değildi…

Hükumetten bağımsız bir devlet bulunduğunu hissetmem bir kazançtı benim için. (s. 39)

İnancı tanımalıydım. İnandığım şeylerin bilgisini edinmeliydim.
Bakalım bizim temel dini metinlerimizde neler var merakıyla… (s. 41)

Okumuşlarımız (…) …doğu dünyasıyla olan münasebetlerini devam ettiriyorlar, ama bu yönelimlerini batılı formlar altında tatmin etme hevesine kapılıyorlar.

Nitekim ben de aradığımı Kur’an-ı Kerim’de bulamadığımı rahatlıkla düşünebildim.

Beklentilerimin boşa çıkması din duygusundan ümidi kesmemi kaçınılmaz kıldı. Daha da ileri gittim: Din aleyhtarlığının insan için en uygun tutum olduğu sonucuna vardım.
…insanların sorgulamadan kabul edip bağlandıkları her şeye karşı bir husumet duydum.
Yaşasın şiir! Şiir bunun içindi işte. (s. 42-43)

 Türkiye’nin bazı aydın çevrelerinde 27 Mayıs 1960’tan sonra ülkede bir özgürlük havası estiği söylenir.

Hürriyet kimin içindi ve nelerin yapılması için serbestiyet tanınıyordu? Bu soruyu cevaplandırmak şöyle dursun, böyle bir soruyu aklına getirecek fikri bir seviyeye sahip insanları fark etmek mümkün değildir.
…hiç kimse başka bazı kapıların kapalı tutulduğunu ve o kapıların kapalı tutulması için bir tek kapının özellikle açık tutulduğunu düşünmedi. Açık kapı, sözümona sol’a açık kapıydı. Nasıl bir sol? Güdük bir kalkınma ideolojisinin yedeğinde, hiçbir tarihi birikimi esas almaya yönelmemiş ve Batı aydınlanmasının temel taşlarından nasibini almamış bir sol. (s. 44)

Fakültedeki pervasız konuşmalarım dikkati çekmiş olmalı ki beni, Fikir Klübü’nün tanışma toplantısına çağırdılar. Hemen ardından üyelik ve yönetim kurulunda sekreterlik görevi geldi.
Ukalanın biriydim ben. Her yerde bilgiçlik taslıyor, sosyalist olmayanların adamdan sayılamayacağını söylüyordum. (s. 48)

Bir akşamüstü bitirdiğim şiiri evde, ağabeyimin Olivetti marka beylik yazı makinesinde tadına doyulmaz bir zevkle temize çektim.
Ataol’un (…) evine yürüdüm.
Bir ara beklenmedik bir soru yöneltiyor şair arkadaşım: “İsmet, neden Parti’ye kaydolmuyorsun?”
Ben şair olmayı en değerli uğraşı saymış, kafası insanı keşfetmekle meşgul biriyim. Parti, marti bunlar daha alt kademe insanlarının işi. (s. 49)

Fikir Klübü yönetim kurulu içinde TİP’e kaydını yaptıranların ilki bendim.

1961 Anayasası’nın oylandığı dönemde mütesettir bir kadının diğerine şöyle dediğini işittim: “Eğer evet dersen, bütün bu olup biteni kabul etmiş olacaksın.” Türk halkı 1961 Anayasası’nın oylanışında yüzde kırk dört oranında hayır oyu kullandı, bütün resmi kurum ve kuruluşlar evet kampanyasında köy köy dolaşarak görev yaptıkları halde. (s. 54)

Umutları pohpohlayan bir şiir yazmak benden uzak olsundu, umutsuz bir şiir ise ancak habis ve yıkılmış bir insanın eseri olabilirdi. Benimki, umudun nerede olduğunu düşündüren şiir olsun isterdim. (s. 59)

Türk sosyalizmi (…) Tanzimat’tan 27 Mayıs’a uzanan Batılılaşmanın vicdan azabıydı. (s. 61)

Şair olmanın avantajı hayallerin ne işe yarayacağını bilmekte galiba. Şiiri hayatlarında arayanlar, hayallerin gücünden yararlanmayı bilemeyip güçlü hayallerin hayatlarını baskı altına almasına, hayatlarını berheva etmesine izin verenlerdir. (s. 63)

Kendi başına bir şeyler başaramazsan, başkalarıyla birlikte de işe yaramazsın. (s. 65)

…bir mısra yazılmaya değer görülüyorsa bu, onun ustalıkla düzenlenmiş yapısından ötürü değil, bana kendimin de bir parçası olduğu dünya ile ilgili olarak yaptığı ifşaat yüzündendi. (s. 67)

Sosyalist olmak bana yurtseverliği, yani toprağı ve insanıyla kendi ülkemin benimsenişini getirmişti. (s. 80)

Darwin’in (…) doğal seçme teorisi endüstriyalizmin acımasızlığını takdis etti. (s. 84)

Octavio Paz’ın dediği doğrudur, burjuvaların bünyesi şiirin sindirimi içim elverişli değildir. (s. 87)

12 Mart 1971 sonrası (…) inzivaya çekilmedim, fiili olarak. Fakat düşüncemi bulandıracak, düşünmekte olduklarımı kesintiye uğratacak ilişkiler ortadan kalktı. Bu süreç içinde beni Müslüman olmaya götüren belirgin bir olay, bir kişi veya belirgin bir iç aydınlanması yok. Yaşadığım binlerce olay, o güne kadar iyi veya kötü bağlantılar içinde olduğum binlerce kişi benim öz kaygularım bakımından ne anlama sahipti? Acaba insanın hep korku ve tedirginlik içinde olmadan yürüyebileceği bir yol var mı? İnsan hem haklı olduğunu, doğru davranış içinde olduğunu bilip hem de güvenlik içinde bulunabilir mi? Kime hesap verilecek? Kim beni yargılayacak? Eğer hata ve yanlış içindeysem beni kim bu halimle kabul edebilir? (s. 90-91)

Dağ başındaki çoban, ormandaki avcı, bulundukları yerde insan olarak tek başına kaldıkları halde “yalnız” değiller; insanlardan uzak yaşamayı bile isteye seçmiş bir kimseye yalnızlık içinde değil “inzivada” diyoruz. Buna karşılık, büyük şehirlerde çok sayıda benzerleriyle birlikte, onlarla yanyana yaşayan insanların her günkü sıkı ve birbirine bağımlı ilişkiler içine gömülmüş insanların yalnızlık içinde olduğunu söyleyebiliyoruz. Öyleyse yalnızlık adını verdiğimiz şey, insana dışından gelen bir şey değil. İnsan, yalnızlığı içinden türetiyor, insanların içini kaplıyor yalnızlık… (s. 96)

Doğrucası, yalnızlık sahip çıkılan, ancak sahip çıkıldığı zaman yalnızlık olabilen bir şeydir; insanın kaçınılmaz bir süreç sonucunda sürüklendiği ve dış şartların dayattığı “tek başınalık”tan, “bir kişi kalmak”tan, “kimsesizlik”ten, “garip”likten farklı, hem çok farklıdır. (s. 97)

Proust (…) hissettiği her şeyde kendinde başlayıp, kendinde biten sebepler-sonuçlar bulacaktır.

Türkiye’de Batı medeniyetinin (…) daha açıkçası emperyalizmin bizi güdebilmek için bizi bilmekle yükümlü tuttuğu bilgi (!) leri hayatının ekseni kılan her kimse, yaşı ve mevkii ne olursa olsun yetişmiş sayılamaz.
…yetişmiş olabilmenin iki yolu vardır: Birinci yol, Batılıların aydınlanmaya ve aydınlanmanın devamına götüren yoldur… (s. 101)

İkinci yetişme yolu, ferdi çabalarla birinci yola mümkün olduğunca yaklaşmaya çalışırken kişinin kendini içinde yaşadığı toplumun kaderi hakkında sürekli duyarlı, sürekli uyanık tutmasıyla yürünebilir. (s. 102)

Batı dünyasının gerçek ürünü olan insanlar için birey olma hali ve onun bir uzantısı olan yalnızlık anlaşılır bir şeydir. Yalnızlar Allah’ın kendilerine, kendilerini unutturduğu insanlardır. (s. 103)

…yalnızlıktan kurtuluşum birinci aşamada emperyalizmin beni mahkûm ettiği cehaleti reddetmekle başladı. (s. 104)

…yalnızlık benim için çok uzak bir duygu (…) çünkü yaratılmış olmayı kavramak, Yaratan’ın iradesine sürekli duyarlı kalmayı getirir. (s. 105)

Her insanın (…) bir hayatı var. Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin kılarak, duyarak ve düşünerek, uyanıklık içinde yaşamak istiyorum.
…insan, ölüm kendini bulduğu anda içinde bir boşunalık duygusu taşımamalı. (s. 113)

Kim, nerededir? Yerimizi biliyor muyuz?

sen neden buradasın veya sen neden burada değilsin

Şule Yayınları
1995

                                                                                                                          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder