Ali
Çelik - Çepni Kültürü – Trabzon – Şalpazarı
Trabzon’da Çepnilerin yoğun olarak
yaşadıkları yerler Beşikdüzü’nden başlayarak Vakfıkebir ile Eynesil arasında
güneye doğru uzanan be Ağasar adıyla anılan bölgedir. Çepniler yaklaşık 700
yıldır bu bölgeyi yurt tutmuşlardır.
Çepni, Üçokların en büyüğü olan Kök Hanın
dördüncü oğludur. Belirgin meziyeti savaşçılığıdır.
Çepnilerin bugünkü Türkiye topraklarına tam
olarak ne zaman geldikleri bilinmemektedir. Moğolların Türk topraklarını işgal
ettiği dönemde durumdan istifade etmek isteyen Trabzon merkezli Rum krallığı
Sinop limanını ele geçirmek isteyip Sinop’a akın yapmıştır. Fakat Rumlar
Sinop’ta Çepnilerle karşılaşmış ve ağır bir mağlubiyet neticesinde bozguna
uğramışlardır (1259). Dolayısıyla Çepniler, 13. yüzyılda bu topraklarda ciddi
bir askeri güç olarak mevcut idiler.
Lakap
Çocuk küçük ve kısa olduğu için ona
“töngel” denmiş ve bu ad kalmış üstünde.
Genç yaşında saçları dökülen adamın başını
ördeğe benzetmişler ve ona bu nedenle “ördek” adını takmışlar.
Ağasar: Beşikdüzü’nün batısında denize
dökülen aslı “Akhisar” olan ırmağın adıdır (s. 28).
Dondaş Yaylası: Kadının biri Allah izin
verse de vermese de yaylaya gidecem” deyip girmiş yola. Yayla yolunda bir
fırtına çıkmış. Yanındaki mallarla birlikte kadın orada donup kalmış, taş
kesilmiş.
Kanlı Kaya: yamacın önünü sis tutunca gâvur
orayı deniz sanmış, hep birlikte atlamışlar aşağıya, kalmış buranın adı kanlı
kaya.
Şalpazarı / Şar Pazarı, Şar Yeri olarak
görünüyor eski kayıtlarda. Şar kelimesi Farsça olup kadınlar için elbise
dokunan hafif kumaş anlamına gelmektedir. Şar Pazarı da bu kumaşın satıldığı,
pazarlandığı yer anlamındadır (s. 31).
Halk
Edebiyatı
Ağıtlar
Doğu Karadeniz’de ağıt sözünün yanı sıra
“ağlama” da denir. Çoğu zaman nesre
yakındır ağıtlar fakat daima ezgiyle okunurlar.
Maniler
Maniler küçük hacimli olsalar da muhteva
açısından hiç de zayıf değildirler.
Sosyal hayatın olumlu ya da olumsuz her
yanını manilerde bulabiliriz.
Mani, Doğu Karadeniz’de günlük konuşmanın
bir parçasıydı yakın geçmişe kadar.
Kafiye düzeni a, a, b, a veya a, b, a, b
biçimindedir.
Haburadan yukari
Dağa gidelum dağa
Aç da gel kollaruni
Sarilayim ben sağa
Türküler
Yörede tespit edilen türkülerin hemen tümü
mani dizilerinden meydana gelmiştir. Dolayısıyla hemen tümü 7’li hece
ölçüsündedirler.
Türküler genelde neşelidir, hüzün dozu
azdır.
Yörede âşık tarzı halk şiiri geleneği
yoktur.
Kına Türküsü
Sis dağının üstünden de
Geçiyu çiracilar
Ver elini ginaya
Geliyu ginacilar
Daktun yureklerume
Derin derin acilar
Derin derin acilar
Bahçede garayemiş
Dallari yere eğmiş
Dallari yere eğmiş
Gelin elini vermez
Gaynatayi görmemiş
Gaynanayi görmemiş
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Gelin ister bi baba
Ağlasun gaba gaba
Gelin ister bi ana
Ağlasun yana yana
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Ginalarun gutlu olsun
Varduğun yerlerde
Dillerin datlu olsun
Gelin ister bi baci
Ağlasun aci aci
Ağlasun aci aci
Ağlama gelinum ağlama
Ver elini ginaya
Bahçede garayemiş
Dallari yere eğmiş
Dallari yere eğmiş
Gelin elini vermez
Gaynatayi görmemiş
Gaynanayi görmemiş
Gelin elini vermez
Gardaşini görmemiş (s. 65-66)
Ramazanlarda arefe gecelerinde gençler ve
çocuklar ellerinde tenekeler veya davullar ile köyün hanelerini gezerler. Gittikleri
kapılarda maniler, türküler söyleyip evlerden hediyeler alırlar. Yörede bu
âdete “tömbelek türküleri” denir.
Şekerim var ezilecek
İnce bezden süzülecek
Verin bahşişimi gideyim
Çok yerim var gezilecek
Habu evin kapisi
Kesme daştan yapisi
Verin bahşişimi gideyim
Bura zengin kapisi (s. 69)
…
Efsaneler
(Gündüz
bir hayvana zarar veren kişi, gece kapısını çalan jandarma/asker tarafından
alınıp mahkemeye götürülür. Yörede pek çok anlatıda bu tür cin mahkemelerinden
söz edilir.) s. 110-125
(Cin
anlatılarında yaygın olarak görülen bir diğer motif gece yarısı ormanda
karşılaşılan düğün / horon halkasıdır, cinleri gören kişi horon halkasına
katılır, sabaha kadar horon eder, sabaha karşı uyuyakalır, sabah ezanıyla
oyanır, bakar ki etrafta kimse yok)
Yörede anlatılan efsanelerin büyük bölümü
cin, peri, cazi vb. varlıklarla ilgilidir.
Hızır’la İlgili Bir Efsane
Fakir bir karı-koca vardı, bir inek bir
keçi bir de koyunları var, malları da yok. Yaylacılık yapıyorlar. Kadıncağız
hayvan otlatırken, yaylada suyun başında bir ihtiyar adam görüyor. Adam suyun
başında abdest alırken kadını görüp yağ istiyor. Kadın istediği yağı veriyor.
İhtiyar adam duasını edip ortadan kayboluyor.
Kadın yayık vuruyor, bir yayıktan alıyor
iki fıçı yağ. Aynı sene Rus işgale geliyor, bunlar da ne yapsın muhacirliğe
gidiyorlar. Giderken o iki fıçı yağı mağarada serin bir yere gömüp öyle
gidiyorlar. Hayvanları da bırakıp gidiyorlar.
Ruslar buralardan gittikten sonra o aile
geri dönüyor köyüne. Çıkıyorlar yaylaya. Mağaraya gömdükleri o iki fıçı yağı
bıraktıkları gibi buluyorlar. Yağa hiçbir şey olmamış. Sonra mallarını
buluyorlar. İki, üç olan hayvan olmuş dokuz yüz doksan dokuz tane.
Bu aile ondan sonra sürüye yeni hayvan alsa
o yeni gelenin başına mutlaka bir hal gelir; ya kurt kapar ya bıçağa gider.
İlla bir şey olur, sürünün sayısı yine olur dokuz yüz doksan dokuz.
Ne kadar zaman böyle devam ettikten sonra
mallarını çocuklarına pay ediyorlar da artık onsan sonra o malın bereketi
azalmaya başlıyor.
Yılan Beyi
Yağmur duası için toplanmış köyün adamları.
İçlerinden birinin çocuğu olmuyor diye onu gruba katmamışlar, geri yollamışlar.
Adam keder etmiş, ağlamış. Dönerken evine dua etmiş; “Allah’ım bana bir uşak
ver de isterse yılan olsun” demiş.
Aradan zaman geçmiş karısı hamile kalmış.
Doğum zamanı müjdeyi beklerken bu adam kimse gelmemiş yanına müjde vermeye.
Gidip bakmış ki oğul diye bir yılan doğurmuş karısı. Olsun demiş, bunu ben
istedim. Allah’a şükürler olsun demiş.
Aradan zaman geçmiş, yılan büyümüş. Beni
evlendirin demeye başlamış. Anası babası; ula oğul seni kim alır, sen yılansın,
milleti sokarsın. Yılan söz dinlememiş, illa bana kız bulacaksınız yoksa sizi
sokar öldürürüm demiş.
Buna bir yetim kız bulmuşlar evermişler.
Yılan kızı sokmuş öldürmüş. Bir zaman sonra yine tutturmuş beni evleneceksiniz.
Yine söz dinlememiş. Anası babası mecbur kalmış bir yetim daha bulmuşlar. Onu
da sokmuş öldürmüş.
Bir zaman sonra yine aynı olmuş, bulmuşlar
bir yetim kız daha. Kız bunu bildiğinden başlamış ağlamaya. Bir ihtiyar adam
sormuş kıza niye ağlarsın diye. Kız anlatmış; beni yılana verecekler, yılan
daha evvel iki yetim kızı soktu öldürdü. Nasıl ağlamayayım. İhtiyar adam, kızım
hiç ağlama, ben arkandayım demiş. Buna tembih etmiş, gızım demiş, sen düğün
evinden yetmiş kat çamaşur iste, yetmiş yük de odun iste, demiş. Düğün
başlamazdan ateşi hazırlat. Yetmiş kat çamaşuru gey, odunları da ateşe at.
Sonra yılan geldiğinde yanına der sana soyun, sen bir kat soyunursun, o da bir
kat soyunur. Sen bir kat soyunursun o da bir kat soyunur. Sonunda o ateşin
sıcağına dayanamaz kabuğunu çıkarır sen de hemen o kabuğu ateşe atatsın, yılan
ateşin harından kabuğu alamaz, böylece kurtulursun ondan. Böyle bir bir
anlatmış kıza. Kız ihtiyarın sözlerini tutmuş.
Düğün gecesi millet beklemiş. Yılan nasılsa
kızı sokacak öldürecek diye. Sabahına cenazeyi almak için gitmişler bunların
yanına, bakmışlar ayın ondördü gibi yatıyor kızla oğlan birbirlerine sarılmış.
Oğlumuz yılanlıktan kurtuldu diyine kırk gün daha düğün etmişler.
Hikâyeler
Anlatılan hikâyelerin büyük kısmı dinî
içerikli, ahlaki öğütler veren niteliktedir.
Eden
Bulur (s. 180-181)
Eskiden iki arkadaş gurbete gidiyular tabi
eskiden araba yokta ya tabi yörüme İstanbul, Ankara mesela gidiyular. Bi müddet
gurbettik yapiyular. Arkadaşının bi danesinin garısı, ailesi köyde, giderken
hamiliğimiş. Onlar tabi urda bi sene, iki sene galiyular, epiğ bi para yapiyu.
Bi danesi yapiyu, bi tanesi hiç para dutmadan parasını yemiş içimiş, berduç.
E, tabi gurbettik bitiyu, köye dönecekler, mesela
memleketine gelmek için gene yörüme geliyular dağdan dağa mesela böğle artuk
bir ayda, iki ayda neyse tabi yörüme geliyular. Gelüken dağda bi defa diyu ki
arkadaşına, “Ben seni öldüreceğem,” diyu, parası olmeyen parası olana, “Yağu
sen beni niye öldiriyun, arkadaşuk sen, ben yarusunu paranın veriyim sâ de sen
beni öldürme” diyu. “Yok” diyu, “imkânsız,” diyu “ben,” diyu, şindi köye varacağaz,
senin paran var benim yok. Bağa soracaklar, “Nıyaptın paranı,” Ben seni öldüreceğem,”
dıği Yağu, bi epiğ müddet bunlar münakaşa yapiyular ve en sonunda diyu ki, “tamam,”
diyu, “sen beni öldüreceksin, Yannız,” diyu, “köyde ailem,” diyi, hamiliğdi,”
diyi doğân çocuğun ismini, “Eden Bulur” dakın,” diyu.
“Eden Bulur” ismini verin,” diyu, “bunu
rica ediyum sağa, sen beni öldür,” diyu ve arkadaşını öldüriyu, bi dağda
öldürüp bırakiyu. U gene aynen geliyu köye, E köye geldükten sora, “hanı
arkadaşın,” diyular, buna soriyular tabi. “Arkadaşım öldü,” diyu. Yağu olur
mudu, gider midi, şöğle böğle derke, “yok,” diyu, “öldü,” diyu. “Yalnız,” diyu,
“bi fasiyeti var” diyu. “Burdaki çocuğun, doğan çocuğun ismini “Eden Bulur”
dakacâz.
Çocuk doğduktan bi müddet soğra çocuğun,
arkadaşının ailesini aliyu, bu aliyu, almış. Evlenmiş, evlenmiş, garısını almış.
Alduktan soğra bu, bi müddet tabi yaşiyular bunlar, çocuk büyüyü tabi, büyümüş
delügannu olmuş. Çocuk incelermiş, “yoğu benim ismim Eden Bulur neden olsun,
yağu, Eden Bulur tuhaf bi isim,” çocuk bunu incelemiş, Anasına sormuş, “Ana,”
demiş, “böğle böğle bi durum var. Benim ismim niye Eden Bulur olsun, başkasının
ismi düzennu isim var da benim ismim böğle bozuk niye?” Anası, “E, dur,” diyu,
“ben,” diyu gocasına, “bi soriğim bakalım bu nası olmuş.” Kadın alçaktan aliyu gocasına
tabi, “yağu bu Eden Bulur,” diyu, “nası oliyu bu isim, tuhaf isim. Benim eski
arkadaşım, senin kocan, gelüken bunu söğlemiş, Eden Bulur dakın diyi, bu neden
böğle oldu,” demiş. Adam gülmüş, bayağa da gülmüş. Adam gülünce kadın tabi unu
iyice kurcalamış, adam açılmış. “Ben,” diyu adam, “çaluşurkan,” diyu, “ben para
dutmadım,” diyu. “Senin,” diyu, “eski gocan,” diyu, “para duttu,” diyu, “parası
varidi, ben köye varamam, hanı paran, diyu soracaklar bağa, ben bunu mecbur
galdım öldürmeğe dağda öldürdüm,” diyu. “Sen beni öldürmeden bi faseğetim var,
bunu yapar, köye var bunu de, başka senden hiçbir şiğ istemiyum,” diyu. “Çocuğumun
ismini Eden Bulur dakacaksın,” diyu, “daktur,” diyu, u adama. Deyince, çocuğa
anası gelip söğliyu. Bundan ibareten babanı bu adam vurmuş. U çocuk da u adamı
yarındası artuk ne zamanısa, çekmiş vurmuş ve babasmın intikamını böğle almış.
Bu gadar (Çelik, 1999: 180-181).
Gelinlerin Ağıtı
Kaynana ölmüş. İki gelin kafa kafaya verip
demişler; “bunu biz nasi ağlicauk,”
Biri demiş; “Derin oyy, derin oyy,”
Diğeri bunu yeterli bulmamış, mezarı derin
de olsa, belli mi olur, çıkar gelir kaynana, o da; “Dikine oyy, dikine…” diye
ağlamış.
Fıkralar
Yörede Nasrettin Hoca fıkraları bilinir ve
anlatılır.
Fıkralarda kurnaz, hazır cevap tipler ve
sözle istihza çokça karşımıza çıkar.
Masallarda aşina olduğumuz başlangıç
cümleleri ve masalın içinde tekrar edilen tekerlemeler bu yörede söylenmezler.
Avcı Temel
Temeller ava gidiyorlarmış. Temel
arkadaşına “İşte ben şöyle avcıyım. Böyle avcıyım. Böyle nişan vururum. Diye
anlatıyor. O sorada ördekler görünmüş. Temel bi ateş etmiş. Ördeklerin hepsi
kaçmış, bir tane bile vuramamış.
Arkadaşı da dönüp Temel’e; “Gerçekten iyi
avcısın. O saçmaları o kadar ördeğin arasından nasıl geçirdin?” demiş.
Gazete Sırası
Temel bi gün gazte almağa gidiyu. “Hemşerim
bana gaste ver,” diyu Adam “sıraya geç” diyu. Temel bakıyu arkasında kimse yok.
“Hemşerim bana gaste ver,” diyu. “Sıraya
geç” diyu. Temel gidip dolaşıp geliyu. “Hemşerim bana gaste ver,” diyu. Adam “sıraya
geç” diyu. Temel adama bi tokat atıyu. Adam “Kim vurdu bağa!” diyu. Temel, “Bu
kadar kalabalığın arasında görmedim,” diyu.
Temel Olmaktan Nefret Eden Temel
Temelin birisi Temel olmaktan nefret
ediyormuş. Gitmiş Fransa’ya Estetik ameliyat olmuş. Burnunu düzeltmiş. Yani her
tarafını düzeltmiş. Sonra ünlü de bir piyanist olmuş. Urda bi konser veriyorlarmış
Her taraf tıklım tıklım.
Temel oturmuş tam başlayacak arka sıradan
birisi:
-Uyy! Hemşeruml, diye bağırmış,
-Ben senin hemşerin değilim. Karadenizli
değilim.
-Yok sen benum hemşerumsun.
-Nasıl anladın benim Karadenizli olduğumu,
Laz olduğumu?
-Ya herkes sandalyesini piyanoya doğru
çeker. Sen piyanoyu kendine çekiyusun, demiş
Atasözleri
Ajluk ayuya kaval çalduru
Açik boğaz aç kalmaz
Ağzi susmayanun sirti cumburder
Boğulusan derin suya boğul
Eskisi olmayanun yenisi da olmaz
İtun hatiri yoğisa da sahibinun var
Kurda sormişle yeylaya ne zaman cidecesun,
çoban bilu demiş
Sinek bi şe deyil mide bolandurmasa
Deyimler
Deremeni sel aldi sayacak arayisun
Gençlik gitti kuş cibi, kocamanluk geldi
kiş cibi
Kuturuğun uçağı (Çok fazla yalan söyleyenler
için söylenir)
Bilmeceler
Bir değneği var, yedi kat gömleği var
(Mısır)
Bir hanım var pek zayıf, bir gözü de kayıp
(İğne)
Bir odanın içinde kırk sarıklı baş8
(Kibrit)
Dal ucunda tatlı / sulu boncuk (Kiraz)
Gece gündüz durmadan yufka açar (Dalga)
Gideni çok, geleni yok, ordusu çok, pazarı
yok (Cenaze)
Ormanda seslenir, eve gelir yaslanır
(Balta)
Yazın dalda, kışın gölde (Turşu)
Halk
Hayatı
Törenler
Mum / Kurşun dökme: Yeni ay çıktığında bal
mumu eritilir. Eritilen mum kadının başının üzerinde tutulan tasa damlatılır.
Mum, bir halkanın içinden damlatılır. Tasın içinde mumun aldığı şekle göre
yorum yapılır.
Kurşun da aynı usulle dökülür.
(Ziyaret yeri) Çocuğu olmayan kadınların
ziyaret yerlerinin başında Şalpazarı-Geyikli yolu üzerindeki mezar gelir.
Mezara gidip hemen mezarın yanındaki ağaca çaput bağlar, dilek adak tutarlar.
Zamanla bu mezar define avcıları tarafından talan edildiği için insanlar artık
eskisi kadar rağbet etmez olmuştur.
Çocuk düşürmek için: Sarıağu çiçeği (sarı
renkli çiçek açan orman gülü) kaynatılarak gebe kadın bunun buharı üzerine
oturur. Bu şekilde ceninin düşmesi sağlanır.
Kırkı çıkmayan çocuk basılmasın diye evin
başına (?) su veya yaş ağaç dalı bırakılır (s. 309).
Şalpazarı’ndaki Çepni köylerinde eş
seçiminde en yaygın usul gençlerin tanışıp, karar vermeleridir.
Gençler anlaştıktan sonra durumu ailelerine
bildirirler, aileler de gerekeni yapar.
Bölgede görücü usulü de görülmektedir.
Trabzon’da kız istemede kız verilirse
misafirlere şerbet ikram edilir, kız verilmezse ikramda bulunulmaz (s. 330).
Başlık veya bunun yerine verilen mal,
sığır, deve gibi hediyelere kalın denir.
Şalpazarı’ndaki evliliklerin büyük bölümü
kaçma-çekme şeklinde gerçekleşmiş (s. 336).
Bu tür evliliklerin daha ekonomi olması,
tercih edilmesindeki asıl sebeptir. Dolayısıyla kaçma olayı utanç verici bir
durum değildir asla.
Kızı istemediği bir yere vermek, geleneğe
aykırı olduğu için, ailenin rızası ve bilgisi dahilinde kızın kaçırıldığı
durumlar da tespit edilmiştir (s. 337).
Nişan
Şalpazarı ve çevresinde söz kesme aynı
zamana nişan merasimi olarak kabul edildiği için ayrıca nişan töreni yapılmaz.
Trabzon genelinde nişandan üç gün evvel kız
evine içi şekerle dolu sele gönderilir.
Bunun yanında nişan takımları gönderilir.
Nişan takımında terlik, çorap vb. giysiler bulunur.
Kaçmış veya kaçırılmış kızlar için kına
gecesi/düğünü yapılmaz.
Herkese kına yaktırılmaz. Genellikle
yengelerden biri kınayı yakar. Bu yenge örnek bir evlilik yapmış olmalıdır.
Çocuklu olmalı, kısır olmamalıdır. Bu yengelere yörede heybeci (sağdıç) de
denir.
Trabzon’da kına gecesini ertesi sabah gelin
hamamı takip eder.
Köylerde kına iki biçimde uygulanabilir.
Sıvama da bir ele bileğe kadar kına uygulanır. Yüksük de parmakların uçları
ikinci boğuma kadar kınalanır.
İhtiyar kadınların sadece başparmaklarına
kına yaktığı görülür.
Çeyiz
Çeyiz sandığından gayrı bakır mutfak
kapları çeyizi zenginleştiren parçalardı.
Oğlan tarafından kız evine gönderilen ve
bir tür çeyiz olan hediyelere ağırlık denir.
Güvey evinden gönderilen ağırlık, kız
evinde üç gün sergilenir.
Ölüm
Ölüm öncesinde rüya ve doğal çevreden bazı
işaretler ölüme dair haberci/işaret olarak kabul edilir.
Ölüm anında müstakbel mevtanın ağzına su
damlatmak, kelime-i şahadeti söyletmeye çalışmak, sürekli Kur’an okumak bölgede
görülen âdetlerdir.
Ölenin cesedinin şişmemesi için üzerine
makas veya bıçak koyulur.
İnanmalar
(s. 451 vd)
Hortlak / Minnet
Cazular öldüğünde toprak bunları kabul
etmediği için minnet oluyorlar. O zaman bunlar kendi sülalelerinden insanların
kapılarında ulur dururlar. “Minnet soyuna gider” derler bu yüzden (s. 464).
Oyun
Çelik Oyunu
50-60 cm uzunluğunda bir kucak çubukla
oynanır. Oyuncu sayısı kadar çubuk toplanır. Her çubuk bir oyuncuya aittir.
Oyunculardan biri oyuna başlamadan evvel çubukları kucağında toplar, başının
üzerinden arkaya atar. Çubuklar etrafa dağılır. Her oyuncu çubukların üzerinden
sekerek bir uçtan diğerine gider ve sekerek geri döner. Geri dönüşte kendisine
ait olan çubuğu yerden alır. Hangi oyuncunun oyuna başlayacağını, sekerek
yürüyeceğini yerdeki çubukların sırası belirler. Sekerek yürüyen oyuncu yerdeki
çubuklara basmamalıdır. Çubuğa basan/değen oyuncu sırasını kaybeder / oyundan
çıkarılır.
Halk
hekimliği (s. 505 vd)
Ateş düşürücü: Kızılağaç yaprağı toplanır.
Hasta tamamen soyularak bu yapraklara sarılır ve toprağa gömülür. Bu
uygulamayla hastanın vücudundaki zehrin toprak tarafından emileceğine inanılır.
Bulantı: Kaya tuzu eritilip hastaya
içirilir.
İdrar sökücü: Kuşburnu bitkisinin kökleri
çıkarılıp kabukları soyulur. Kökler iyice kıyıldıktan sonra suda kaynatılarak
çay yapılır. Hasta bu çaydan içerek tedavi edilir.
Aynı amaçla ayva veya töngel yapraklarından
da çay yapılabilir.
Kesik: İnek veya koç boynuzunun külü
kesiğin üzerine kapatılır.
Kırık tedavisi: Beyaz un yumurta sarısıyla
karıştırılarak hamur yapılır. Bu hamur kırık yerin üzerine sürülüp, kırılan yer
tahta parçalarıyla desteklenerek sarılır.
Köpek ısırığı: Isıran köpekten alınan bir
tutam kıl, yaranın üzerine konur ve bağlanır.
Fasulye tanesi ortasından bölünüp köpeğin
diş izinin olduğu yere konur.
Sıtma: 10-15 solucan kesilip suya atılır.
Bir süre bekletilen su, hastaya içirilir.
Uyuz: Su dolu bir kazana odun külü koyulur
ve kaynatılır. İyice kaynadıktan sonra külün dibe çökmesi beklenir. Elde edilen
su ile uyuz olan kişi ve giysileri yıkanır. Kepek tedavisinde de aynı yöntem
kullanılır.
Hayvan
sağlığı (s. 510-513)
Kanama: Büyükbaş hayvanın sidiğinde kan
varsa hayvana töngel yaprağı yedirilir. Töngel yaprakları kaynatılarak elde
suyuyla da hayvan tedavi edilebilir.
Bu rahatsızlık için kiraz sapları
kaynatılır posası ve suyu hayvana yedirilir.
Şarbon: Şarbon hastalığında hayvanın
vücudunun bir kısmı tamamen kararır. Bu nedenle şarbon hastalığına “yanıkara”
da denir. Bu hastalık çok tehlikelidir, tedavisi de yoktur. Köylerde şarbona
yakalanan hayvan derhal tedriç edilip kesilir ve cesedi derin bir çukura
gömülür.
Şarbon hastası hayvana, vücudunda açık yara
veya kanama olan insan temas ederse hastalık ona da bulaşır. Hastalık bulaşan
kişinin vücudunda karartı oluşur ve bu giderek yayılır. Yayılmasını önlemek
için kızgın demirle kararan yerin etrafı dağlanır.
Üşüyen nefesi hırıltılı çıkan hayvanın
tedavisi: töngel yaprağı, ıhlamur veya yeşil çay kaynatılıp hayvana içirilir.
Şekerli su da bu gibi hastalığı olan
hayvanlara iyi gelir.
Hayvanın ağzına zeytinyağı damlatılır.
Hayvanın kulağından kan alınır.
Halk
takvimi
Kalandar
Küçük
Mart
Abril
Mayıs
Kiraz
Orak
Ağustos
Hac / boş
Dar
Üzüm
Karakış
Yılın nasıl geçeceği mart ayının ilk 12
günü gün sayarak hesaplanır.
Mart dokuzu kurt kızanıdır.
Martın son günlerine “garucuk günleri”
denir. Şiddetli fırtınalar görülür.
Abril 7 / gâvur uykusu günü
Mayıs 1 / cazu günü
Mayıs 7 / şenlik günü
Kiraz 12 / gün dönümü
Temmuz’un ilk günü sabah erkenden at
dışkısında kırağı olup olmadığına bakılır. Kırağı varsa kış erken gelir.
Meyve çeşitleri (s. 526-528).
---
Trabzon Valiliği, İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü Yayınları, 1999, Trabzon
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder