Ali
Çelik - Trabzon Çaykara Halk Kültürü
…
Çaykara ilçesi dahilindeki Haldizen
(Demirkapı) köyünün isminin Turani kavimlerden olan Khalby (veya daha sonraları
Khaldie) kavminden geldiği kuvvetli bir ihtimaldir (s. 21).
(Turani kavimlerin bölgedeki yer adlarında
izini sürüyor / s. 24))
Uz: Uzmesaheo / Yomra
Uz: Arsin / Oğuz
Guzari: Akçaabat / Adacı mahallesi,
Benlitaş mahallesi
Peçenek: Nefs-i Paçan / Çaykara, Maraşlı
Paçan: Çaykara / Koldere
Maklar: Makavla / Sürmene, Petekli
Makdanos / Çaykara,
Soğanlı
Çikler: Zigana / Çiganoy vadisi (Maçka)
Çikoli / Sürmene,
Yokuşbaşı
Çikaren / Dernekpazarı,
Dağeteği köyünün bir mahallesi
Kumanlar: Kumanit / Sürmene, Çavuşlu
Kumanit / Of, Kumludere
Kumandanoz / Tonya
Kumano / Vakfıkebir
…
(288 nolu Tahrir Defteri’ne göre)
Çaykara ilçesinin bulunduğu bölgede dokuz
köy mevcut,
Gorgora (Eğridere), Holaysa (Yeşilalan),
Paçan (Maraşlı), Yente (Çayıroba), Haldizen (Demirkapı), İbsil (Arpaözü), Aso
(Derindere), Aşağı Ogene (Köknar) ve Yukarı Ogene (Karaçam) (s. 30)
Bu dokuz köyde tahminin olarak 1359 kişi
yaşamakta,
Of kazasının bütününde özellikle 18.
yüzyılda yaygınlaşan eşkıyalık hareketleri, sosyo-ekonomik açıdan köyleri
harabeye çevirmiştir.
Bu kargaşaların önünü almak için alınan
tedbirlerden biri 1709 / 1121 tarihinde bazı köylerin Karadeniz’in Kafkasya
kıyılarındaki Anagra (Gagra) kalesine sürülmesidir (s. 38).
19. yüzyılda Tuzcuoğlu isyanlarıyla
sarsılmış bu bölge…
(Tuzcuoğlu Memiş Ağa) İsyan sırasında
1816’da kısa bir süre Trabzon’u ele geçirmiştir.
Hükûmet üzerine yürüdükten sonra önce
Rize’ye çekilen Tuzcuoğlu, son olarak Of’ta Çakıroğlu İsmail Ağa’ya
sığınmıştır.
…
Halk
Edebiyatı
(Çaykara
yöresinde söylenen türküler daha ziyade manilerle kurulur. Yörede maniler de
zaten “türkü” sözüyle ifade edilir, ayrıca “mani söylemek” deyişi duyulmaz.)
Yöresel türküleri atma türkü, takma türkü,
uzun türkü ve mektup türküleri şeklinde tasnif edebiliriz. (s. 55)
Türkü yakmak yerine türkü atmak ifadesi
ikame ediliyor…
Atma türkülerdeki kafiye düzeni mani
kalıbına göre değil a, b, c, b, kalıbına göredir.
Diktum yaruma mintan
Astara bak astara
İki türki söyledum
Ettum seni maskara
Elumdeki sigara
Düşti gömüldü kara
Sen türkü bilmeyursun
Defol ordan maskara
Benum gibi türkici
Bulunmaz buralara
Yarun sizun köydeyum
Görinma oralara (s. 59)
Türküler
Gurbet, sevda, horon, yayla türküleri
(75-86)
Denizin dalgasını
Dereler savuşturur
Ayrilmişim yarumdan
Bizi kim kavuşturur
…
Şekil olarak koşma ile aynıdır,
Konu ve ezgileriyle koşmadan ayrılırlar,
Savaş, ölüm, ayrılık ve afet gibi olaylar
için destanlar söyleniştir.
Ağıt: bu terimin yanında “ağlama” terimi de
kullanılır.
Ölenin ardından ağıt söylemeyi meslek
edinen kişilere ağlayıcı denir.
Atasözü
Domuz derisinden post devlet adamından dost
olmaz
Güvenme dostuna saman doldurur postuna
Bilmeceler
Ufak ufak tespihler, uzak yoldan gelmişler,
bizum evun ustine, biraz horon etmişler (Yağmur).
Yer altina bin kuzi, arayun bulun bizi
(Patates).
Efsaneler
Taş Kesilen Adam
Yeni gelin kaynanasını istemez. Kocasından
annesini baltayla kesmesini ister. Adam “olur mu öyle şey” dese de karısına laf
dinletemez. Karısı “ya anan ya ben” diye inat eder. Adam sonunda karısının
dediğini yapmaya razı olur.
Annesine “hayde ormana gidelim” der. İkisi
birlikte yola çıkarlar. Ormana
vardıklarında oğul anasına esas maksadını anlatır. Anası şaşırır ama bakar çare
yok, “peki” der oğluna. “Evvela iki rekât namaz kılayım, sağa doğru selam
verirken baltayı vurursun başıma,” der.
Kadın namaza durur. Namazı bitirip sağa
selam verir, bir şey olmaz. Sola selam verir yine bir şey olmaz. Kalkıp döner
arkasına, bir de ne görsün, oğlu eli havada taş kesilmiş (s. 118).
Anaso Köyünün Adıyla İlgili Efsane
Çambaşı Köyünün eski adıdır Anaso.
Anaso köyünün bulunduğu yerin yukarısında
daha evvel ormanlık alan yokmuş. Dağdan çığ kopmuş, çığ yamaçtan aşağıya köye
doğru inmiş ve 500 haneli köyü dereye dökerek silip süpürmüş. Çığdan sadece bir
hane kurtulmuş. Hanedeki karı-koca yeni bir yurtluk bulmak üzere yola
koyulmuşlar. Yolda giderken “ena son,” “bir yeter” manasında gaipten bir ses
duymuşlar. Bu sesi hayırlı bir işaret olarak kabul edip bu yeri yurt tutmuşlar.
Bugünü Anaso köyünün halkı bu bir haneden türemiş. Ena son sözü de zaman içinde
Anaso şeklini almıştır.
Köy halkı zamanla tarla, bahçe açmak için
ağaçlık alanı açmış. Ormanlık alanın bugünkü sınırına vardıklarında
tanımadıkları biri karşılarına çıkıp “son son” demiş. Bu söz “yeter yeter”
demekmiş. Köy halkı bu sözün ilahi bir işaret olduğuna inanıp ormanı kırmaya
son verme kararı almışlar. İçlerinden biri bu karara uymayıp ormanı kırmak
istediğinde ağaca baltayı vurduğu anda elinin kuruduğu görülmüş. Bu sebeple
Anaso köyünde ormandan çalı bile kesilmez (s. 129-130).
Karısından Korkmayan Adam
Adamın biri gitmiş camiye. Cemaat
dağılmadan adam çıkmış camiden gelmiş eve. Karısı sormuş “neden erken döndün”
diye. Adam cevap vermiş: “hoca dedi karısından korkmayan Müslüman değil, şu
değil bu değil, ben de çıktım camiden.” Karısı sormuş; “peki sen korkmuyor
musun karından?” Adam; “yok” demiş “ne korkması,” Karısı demiş; “iyi tamam.”
Bu konu kapandı.
Yapılacak işlerden konuştular. Karısı;
“herif yarın şu tarlayı sürsen fena olmaz,” dedi. Adam dedi; “tamam.”
Karısı kocasının “karıdan korkmam” sözünü
taktı kafaya. İlla kocasına bir iş edecek. Gitti balıkçıdan aldı üç tane balık.
Balıkları gitti gömdü tarlaya.
Kocası çift sürerken sabana takıldı
balıklar. Çıkardı baktı taze balık. Balıkları aldı gitti eve. Karısına;
“tarladan balık buldum, pişir bunları da yiyelim.” Kendi döndü tarlaya
çalışmaya devam etti. Yemek vakti gelince geldi eve baktı ne balık bir başka
bir şey.
Dedi karısına; “balıkları pişirmedin mi?”
Karısı; “Ne balığı?” diye cevap verdi.
“Yahu tarladan çıkardığım balıkları pişir
diye verdim ya sana, işte o balıklar.”
Karısı; “O” dedi “Eyvah, bizim herif kayıp
etti.”
Adam sinirlendi; “Deli miyim den, ne
kaybetmesi,” dedi ve bir tokat attı karısına.
Karısı koştu evden dışarıya, seslendi
komşularına; “Komşular yetişin, bizim adam kaybetti, daldı bana,”
Komşular koşup geldiler.
Adam dedi; “Yahu yok bir şey, ben tarladan
çıkardım üç tane balık, getirdim karıma,” diye başladı anlatmaya.
“O” dedi komşular, “hakkatten bu adam kayib
etti, tarlada balık ne arar,”
Öyledir böyledir adamı karakola götürdüler.
Adam yine tarladan çıkan balıkları anlatınca bunu tımarhaneye yolladılar.
Tımarhanede gün aşırı soruyorlar adama;
“Nasılsın, iyi misin,” o yine başlıyor tarladan çıkan balıkları anlatmaya. O
böyle söyleyince doktorlar diyor; “Sen iyi değilsin, biraz daha yatacaksın.”
Aklını kayıp etti diye iğnesi de yapıyorlar tabii.
Günler geçti böyle bir iki, sonra karısı
bunu acıdı, gitti ziyaretine.
“Herif,” dedi, “çıkarayım mı seni buradan,”
Adam dedi; “Nasıl çıkaracaksın beni?”
Karısı iyice tembihledi kocasına; “Sana bir
şey sorduklarında bir daha balıklardan söz etme doktorlara, o zaman seni
salarlar,”
Sabahtan geldi gene doktorlar sordular
adama durumunu. Adam bu defa balıklardan söz etmedi. Ertesi sabah yine aynı,
doktorlar baktı balık lafı etmiyor. Dediler bu adam iyileşti. Salıverdiler onu
evine.
Eve döndüğünde karısı sordu kocasına:
“Herif gel bakalım buraya. Sen şimdi karılardan korkuyor musun yoksa korkmuyor
musun?”
Adam baktı böyle karısına şaşkın şaşkın.
Karısı anlattı ona, dedi; “Herif uyuma,
seni o mahpusa koyan benim. O balıkları tarlaya koyan benim, sonra onları
afiyetle yiyen de benim. Hastanede iğneleri yiyen sen, sonra seni oradan
kurtaran gene ben.” Adam sonunda anladı bu işlerden ne ders almak gerektiğini
(s. 147-148).
Baba Nasihati
Vaktun bi zamanina yaşli bi adam, elmeği
yakin, oğli bakayi babasina. Oğli demiş; “baba sen eliyisun, bağa şiniye kada
hiç nasihat etmedun, bi nasihat et bağa da,”
Babası; “o zaman bi nasihat edeyim sağa;
hoçumet adamindan dost etma,” bi da demiş; “soradan cormelan aliş-veriş etma,”
bi da demiş; “kariya sirruni verma. Aha,” demiş; “sağa nasihatum buladu, bu
dedumlerumi tutarsan evel Allah sağa hiçbir şe olmaz.”
Yaşli adam elmiş, aradan zaman ceçmiş.
Oğul evlenmiş, karakol kumandaninlan da çok
iyi ahbab olmiş. Bi tane soradan cormelan da çok alış-verişi var. Bi cun adamun
aklina, ne kada zaman sora çim bilu, babasinin nasihatlari celmiş. Babasinin
sozlerini sinamak için bak nele etmiş.
Bi cun tüfeğini hazirlayu, karisina;
“Kari,” demiş, “benum bi hasmum var cideyirum oni vurmağa. Beni çimseye dema.”
Adam citmiş. Tabii duşmani bi şesi yok. Deneyecek
ya karisini, citti bi koyun aldi, çesti oni, surdi kanlarini ustine, sora
koyuni comdi ahirun içine, celdi eve. Karisina tembi etti; “Kari, ben duşmanumi
vurdum, elisini da ahira comdum, sakin haa, çimseya dema bulari.”
Başka bir cun aliş-veriş ettuğu soradan
cormeye citmiş. Veresiye mal almiş ondan, demiş oğa; “parasini sora verum
sağa,” Oyle çikmiş dönmiş eve.
Eve çi celdi, kariyi deneyecek ya, demiş
karisina; “Cit su cetu bağa, oyle bağirmiş karisina. Karisi da bu boyle sert
konuşti diye karşu komiş oğa. Sora adam bi tokat atmiş karisina.
Kari tokati yedi diyine bağirmiş adama;
“seni pis katil,” doğri koşmiş karakola. O kumandana anlatmiş kocasini, “birini
vurdi, cesedini da ahira comdi,” diye anlatmiş her ettuğuni.
O arkadaş olduğu kumandan çikmiş celmiş eve
sürati zeyir. Hemen tutmişler adami katil diye, ellerini çelepçelemiş. Polisle
almiş cideyiçen adami, yol ustune o aliş-veriş ettuği tuçanun ağirinden
ceçmişle. O adam cormiş bunun elleri çelepçeli, çikmiş yola, demiş buğa; “nere
cideyisun,” demiş buda; “aldile beni eletiyile mapusa,” bu telaşlanmış, “evela
benum parami ver sora cit.”
“Ula,” demiş bu; “bakalum canumi
kultarabilece miyim, hele bi cidelum sora veruruk daa parani,”
Hebiri; “yok, olmaz, illa da parami ver,”
demiş.
Oyle idi böyle idi, buni elettiler
karakola, bi cuzel doğdiler, sora bu anlatti nere comduğuni, eletti polisleri
koyuni comduğu ahira. Polisle ceset arayiçen açu baktile koyun. Ne ceset ne
bişe. Kumandan anladi işi, başladı buyuk altindan culmağa. Ama tabii nafile…
Adam anlatti babasinin nasihatlerini. Sora
dedi o arkadaş olduğu kumandana; “kariya sir verdum, o citti dedi beni size,
soradan cormelan ticaret ettum, hen dar zamanuma daldi boğazuma, hoçumet
adamindan da dost etma demişi di babam… heycidi, senlan yeduğumuz ayri
citmeyidi, karakola çi duştum nele ettun bağa, ya bi da essehten suçli olaydum
çimbilu daha nele edeceyidun bağa.” (s. 149-150)
Fıkralar
Hacı Şükür
Hacı Şükür köy yolunda yürürken bir grup
çocuk da peşine takılır. O sırada jiple yoldan geçen kaymakamın dikkatini çeker
bu durum. Çocukların niçin bu adamu takip ettiğini merak etmiş. Yanındakilere
sorar: Kimdir bu adam, tanınmış biri midir?
Arabadakiler adamı tanımadıkları için cevap
veremezler. Kaymakam arabayı durdurup yanındakilerden birini çocukların yanın
yollamış.
Eleman gidip sormuş çocuklardan birine:
-
Yavrum niçin bu adamın
peşinden gidiyorsunuz?
-
Bu adam bizim köyün
bakkalıdır, cebi de deliktir. Biz yola düşen bozuk paraların peşinden gidiyoruz
(s. 154).
Köyün
Zengini
Köyün birinde zengin bir adam varmış. Adam
çok zenginmiş ama erkek çocuğu yokmuş. Arkadaşlarından biri bir gün ona, senin
erkek çocuğun yok, benim oğlanlardan birini vereyim sana da malını, mirasını
eniştelerin yemesin, demiş.
Zengin adam cevap vermiş: Doğru dedin,
Oğullarından birini bana ver, ama onu üvey ana eline bırakma, anasını da onunla
birlikte yolla bana.
(Haşim Albayrak, Öz Türkçe Karadeniz
Fıkraları, İstanbul, 1998, 2. Cilt, s. 8)
8 Dil
Bilen Papağan
İş adamının biri yurt dışından dönüşte çok
para ödeyerek aldığı papağanı şoförüyle eve yollamış. Kendisinin işleri varmış,
akşamdan evvel eve dönemeyecek. Adamın karısı uzun yoldan dönen kocası için
yemek telaşında. Eve gönderilen papağanı cins bir tavuk zannederek kesip
pişirmiş.
Adam akşam olup da sofraya oturunca,
karısının tavuk diye pişirdiğinin, gönderdiği papağan olduğunu anlamış.
Sinirlenerek söylenmiş karısına:
-
Yahu bir papağanı
tavuktan ayırt edemedin mi? Ona ben kaç para ödedim haberin var mı? Tam sekiz
dil biliyordu o papağan.
Karısı hiç istifini bozmadan cevap vermiş:
-
Madem biliyordu sekiz
dil, ben onu keserken niye bana bir şey demedi?
(Haşim Albayrak, Fıkralarla Konuşan
Karadeniz, İstanbul, 1997 (s. 105)
Kabadayı
Kendini kabadayı sanan biri yolda yürürken
ensesine bir tokat patlamış.
“Vay, anam!” deyip hiddetle arkasını
dönmüş. Bakmış dev gibi bir adam. Bozuntuya vermeden sert bir sesle:
-
Bana bak, ciddi mi
vurdun yoksa şaka mı?
-
Ciddi vurdum ne olacak?
-
İyi o zaman, ben de şaka
sandım. Böyle şakalara hiç tahammül edemem, ama madem ciddi vurdun o zaman mesele
yok,” deyip yoluna devam etmiş.
Törenler
Evliliğin üzerinden belli bir zaman geçtiği
halde gelinin çocuğu olmuyorsa, erkek ikinci defa evlenir. Dolayısıyla çocuk
olsun diye başvurulan çeşitli yöntemler vardır.
Ziyaret yerlerine gitmek,
Çam dallarının uç kısımları kesilir. Bu
parçalar kaynar su dolu leğene atılır. Buhar çıkmaya başlayınca kadın bunun
üzerine oturur.
Karı-koca geç bir saatte, kimselere
görünmeden bir köprünün altında yıkanırlar.
Hamile kadın rüyasında kuşak ya da silah
görürse bu rüya kadının erkek çocuk doğuracağına yorulur.
Ebe olacak kişinin dürüst, ahlaklı,
namazlı-niyazlı, temiz ve güzel olması umulur/istenir.
Doğacak çocuk ebesinin huylarını alır, ona
benzer.
Çocuk kötü kokmasın diye ilk yıkama suyuna
tuz katılır.
Çocuk doğduktan hemen sonra emzirilmez.
Sabırlı bir insan olması için doğumdan sonra bir namaz vakti geçmesi beklenir
ve bundan sonra emzirilir (s. 205).
Uzungöl’de bebeğin ilk banyo suyu, yörede
şifalı olduğuna inanılan hekim suyu adlı pınardan alınır / Her yıl Mayıs
Yedisinde de bu suyun başına gidilir.
Lohusalığın ilk günlerinde anneye acı ve
kuru yiyecek verilmez. Ekseriyetle sulu ve sütlü yiyecekler verilir.
Çocuk basılmasın diye doğar doğmaz yüzüne
odun isi sürülür.
Çocuk basılırsa ocak zinciri halka şekline
sokularak çocuk bunun içinden geçirilir.
Çaykara ve çevresinde sünnet töreni
yapılmaz (s. 212).
Arazilerin bölünmemesi için akraba evliliği
yaygındır.
Evlilik çeşitleri
Kız çalışkan olacak, edine dolgun olacak,
oğlandan küçük olacak, ailesine de bakılırdı, hülasa insan olacak
Oğlan-kız anlaşarak kaçarlarsa buna “uyma”
denir
Kız istenir, ev sahibi süre ister, birkaç
gün sonra ikinci ziyaret gerçekleşir, ev sahibi soğuk davranırsa bakarlar ki bu
iş olmaz, sözü geçen biri ikna edemezse kızın babasını/anasını bu işten
vazgeçilir.
Kız verilirse söz kesilir. Söz kesilirken
kız tarafı isteklerde bulunur. Bu isteklerde aşırıya gidildiği olur ve bu
yüzden bazen görüşmeler bozulur.
Başlık parası / süt hakkı
Söz kesme bazı köylerde nişan olarak da
kabul edilir.
Kına gecesi düğünden bir gün evvel yapılır.
Gelin kıbleye dönükken önce sağ eli olmak
üzere eline kına yakılır.
Düğünün baş yemeği arpa çorbası, bunun
ardından baklava ikram edilir.
Kız evden çıkarken kapı kesmek ve bahşiş
almak adettir.
Gelin eve girdikten sonra büyüklerinin
elini öper. Oturduğu yerde kucağına silah konur.
Akşama nikah kıyılır. Nikâhta kızın elleri
düzünün üstünde ve parmaklarının arası açık olmalıdır.
Nikâhtan sonra gelin odasına geçer. Bir
müddet beklerler (gelin belki oğlanı beğenmez, kaçar diye de beklerler).
Düğünden sonraki yedinci günde kız evine
ziyarete gidilir. Buna yedi düğünü de denir.
Askerlik
Asker uğurlama şenlikli olur, adeta asker
düğünüdür.
Askerlik şubesinin önüne çalgı ile horon
oynayarak gidildiği olur.
Teskeresini alıp köyüne dönenler için de
eğlence tertip edilir.
Ölüm
Ölüm döşeğindeki hastaya zemzem suyu
verilir. Yanında Kur’an okunur.
Cenaze günü fitreleri dağıtılır. Çocuklara
şeker dağıtılır.
Cenaze gömüldükten sonra telkin yapılır.
İnanmalar
Ay batarken başlanan işler iyi sonlanmaz,
hitama ermez.
Yağmur duası, yapılacaksa Kuşmer
yaylasında, komarluk dağı üzerindeki mescitte yapılır (s. 246).
Yağmur duasında eller açık ve yere doğru
bakacak şekilde dua edilir.
Sonbaharda güneşli bir günde birden yağmur
yağarsa buna şeytan düğünü denir (s. 246).
Kalandar’ın ilk günü nasıl geçerse yılın da
öyle geçeceğine inanılır.
Sabahları çeşmelerden su alınır. Suyun
başına haşlanmış mısır bırakılır. Çeşmeden alınan suyla evin dört bir yanı
ıslatılır.
Albastı – Al karısı
Lohusaların korktuğu bir varlıktır. Sadece
insanlara değil, yeni doğum yapan tüm canlılara zarar verir. Fırsatını bulursa
yeni doğanı boğacağına inanılır.
Cadı / Cazu
Kiraz ayının 24. akşamı, cazuların emirler
almak için Kırım’a gittiğine inanılır. Yaşı ilerlemiş kadınların cazuluk
yaptığına/yapabileceğine inanılır.
Cazulara kuyruklu da denir. Bunların kuyruk
sokumunda 2-3 parmak uzunluğunda kuyrukları olduğu söylenir.
Cazuların bir diğer adı mayısadır.
…
Sobanın üzerinde gereksiz yere ne kadar
uzun süre kaynarsa düşman o kadar çok artar.
Baykuş uğursuz sayılır.
Kargaların vurulması iyi tutulmaz, bazı
yerlerde günah sayılır.
Yarasa kemiğinin dil altına koyulması
kişiyi görünmez yapar. Bu kemiği elde etmek için yarasa tutulur. Horoz ötüşünün
duyulmayacağı uzaklıkta bir akarsuyun kenarına götürülerek orada pişirilir.
Daha sonra parçalanıp suya atılır. Kemiklerinden hangisi akıntının aksine
yüzerse o kemik tılsımlı kabul edilir.
Yarasa kanadı cinci hocalar tarafından büyü
yapmak için kullanılır (s. 260).
Soğan ve sarımsak kabuğu yakılmaz,
yakılırsa o hane fakirleşir.
Ceviz veya incir ağaçlarının diplerine çöp
döken veya bu ağaçların diplerinde uyuyan kişiler çarpılır.
Ayna düşürüp kıran kız, yedi yıl daha
evlenemez.
Sacayağın üzerinde oturanın çocuğu olmaz.
Süpürge üzerinde oturanın boyu kısa kalır.
Gelin, kına yakılırken avcuna konan parayı
gerdek gecesi güveyin arka cebine koyarsa güveyi hiçbir zaman parasız kalmaz.
Bayramlar
Bayram öncesinde temizlik yapılır,
27 Şubat’ta Çaykara’nın Rus işgalinden
kurtuluşunun yıldönümü kutlanır,
Sultan Murat yaylası, halk arasında
anlatılan rivayete göre, Sultan 4. Murat bir Cuma günü ordusuyla birlikte
buradan geçerken burada konaklamıştır. Ordu, Cuma namazını da burada kıldığı
için, zaman içinde yaylaya bir de cami yapılmıştır.
Yaylanın yakınında bir de Sultan Murat
Şehitliği vardır. Seferberlikte Ruslara karşı savaşan şehitlerimiz burada
metfundur. Şehitlerden ötürü buraya Şüheda Tepesi ve Şehit Dağı da denir (s.
266).
Her yıl 23 Haziran’da şehitleri anma
törenleri düzenlenir.
Karakonçilo
Kalandar’ın ilk gecesi çocukların/gençlerin
evlerden bir şeyler toplamak için yaptıkları oyundur.
Kılık değiştirmiş oyuncularla oynanır. Biri
ihtiyar kılığına girer. Elinde çuval ve değnek bulunur.
İkinci oyuncu kadın kılığına girer. Üçüncü
ise başına ve sırtına koyun postu geçirip Karakonçilo rolünü oynar. Postun
üzerinde ziller de vardır. Yırtık bir pantolon giyinir. Yüzünü siyaha boyar.
Böylece korkunç görünür. Elindeki değneğe de çiviler saplar.
Oyuncular sırayla evleri gezerler.
Hanelerin kapısı önünde horon oynayıp işaret yoluyla isteklerini belirtirler.
Kapıdakilere bir şey vermek istemeyen hane sahiplerinin karşısına Karakonçilo
çıkar, değneğini gösterir, korkunç sesler çıkarıp ev sahiplerini korkutmaya,
eğlendirmeye çalışır.
Kalandar
Kalandar’ın ilk gecesinde oynanan bir
oyundur. Karakonçilo oyunu gibidir. Hem yem yıl tebrik edilir hem de evlerden
yine bir şeyler toplanır.
Çalgılar
Çaykara ilçesinin çalgıları kemençe ve
kavaldır.
Kaval, yol havalarının çalınmasına
uygundur. Yayla yollarında kaval çalınır. Yörede kavallar sert bir ağaç olan
şimşirden oyulur. Dillidir ve 6 deliklidirler.
Kavalların 40 cm kadardır. Boyları uzun
olduğu için sesleri kalındır.
Kız horonlarında figürler daha yumuşaktır.
Kız horonları akıcı ve zariftir. Trabzon’un batısındaki ilçelerde kız
horonlarında eller/kollar göğüs hizasından yukarıya kaldırılmaz. Çömelme
hareketleri de görülmez. Akçaabat, Maçka civarındaki kız horonlarında kollar
yükseğe kaldırılmaktadır.
Halk Oyunları Hakkında
Karadeniz halk oyunlarını gözlemlediğimizde
doğu ile batı arasında bazı farklılaşmalar dikkat çeker. Oyunun temposu doğuya
gidildikçe çabuklaşır, karmaşıklaşır. Batıdaki oyunlar birbirlerine çok benzer.
Doğuda kılık da değişir.
Çok sıcak olan yerlerde danslar akıcıdır.
Kaslar fazla zorlanmaz.
Soğuk yerlerde hareketler güçleşir, kaslar
gerilir.
Ekili alanların dar olduğu yerlerde oyunlar
halka biçiminde sıraya girilerek oynanır. Dansçılar bulundukları yerin dışına
fazlaca çıkmazlar (s. 302-303).
Doğanın yapısı yöre insanını hareketli
kılmıştır. Bu hareketlilik oyunlarda da gözlenir.
Fidefter
Oyunu
Çelik-çomak oyununun değişik bir biçimidir.
Fidefterin hazırlanması için fındık ağacından
dört adet uzun, dört adet da kısa çubuklar kesilir. İki uzun iki kısa tahta
çubuktan bir dikdörtgen, diğer iki uzun iki kısa tahta çubuktan başka bir
dikdörtgen elde edilir. Bu iki araç, biri dik, öteki yatay gelecek şekilde
birbirlerinin içine sokulur ve fidefter elde edilmiş olur. Fidefter, üzerine
çelik konulan araçtır ve oyunun başlangıç noktasıdır.
Oyuncular iki gruba ayrılır. Gruplardan
biri fidefterin başında kalır. Bu gruptan bir oyuncu elindeki sopayla
fidefterin üzerine koydukları çeliği karşıdaki gruba doğru fırlatır. Karşı grup
çeliği yere düşmeden yine ellerindeki sopayla karşılamak zorundadır. Eğer
vurursa kazanır, vuramazsa kaybeder.
Çeliğe vuramadığı durumda, çeliğin düştüğü
yer ile fidefterin arasındaki mesafe ölçülmek suretiyle de yarışmaya devam edilebilir.
Oyunun sonunda kaybeden taraf, kazananları
sırtında taşır (s. 317-318).
Giyim
Oğluk: Peştamal
Lahuri: Şal yapımında kullanılan pamuklu
kumaş türü
Erkek giysileri: aba, başlık, fes, kukulet,
papah (Yünden örülen başlık), sarık, cepken, yelek, gömlek, don, iç donu,
içlik, şalvar, zıpka, kuşak, çarık, mes
Kadın giysileri: çember, keşan, yaşmak,
alaca (renkli entari), entari, fistan, fermane (Kollu ve işlemeli yelek),
yelek, şalvar, kuşak, oğluk (Peştamal), uçkurlu don, çorap, çarık, lastik, kundura,
yemeni
El sanatları
Yayık, külek, kertel, tırmık, tırpan,
balta, sofra, kaşık, maşa, sandık…
Kremul: Ateşlik/ocak zinciri
Hekimlik
Nazar için köz üzerine mısır unu serpilerek
bir örtü altında nazarlı kişi tütsülenirse nazar dağılır.
Ağrıyan yerlere bardak vurarak tedavi
yapılır.
Burnu kanayan hastanın sağ elinin selçe
parmağına kırmızı ip bağlanır (s. 342).
Sivilce: Damar otu yaprakları sivilcenin
üzerine sürülür. Üzerine kaymak sürülürse sivilce boşalır.
Ezilme, çürük, ödem: Arpa kepeği sirke ile
yoğrularak elde edilen macun çürüyen yere sürülür/sarılır.
Dağlanan damar otu çürük yere kapatılır.
Mide ağrılarına karşı: Isırgan otu
kaynatılır. Soğuduktan sonra bu sudan her sabah içilir.
Romatizma: Ağrıyan yere koyunyünü sarılır.
Kanama: Kanı durdurmak için sinir otu
ezilir kanayan yaraya bastırılır.
Yeni açılmış yarayı kapatmak için:
tereyağında eritilen şeker ağda yapılarak yaranın üzerine sürülür.
Çatlak tedavisinde çam reçinesi kullanılır.
Halk
takvimi
Aylar: Kalandar, küçük, mart, abril, mayıs,
kiraz, çürük, ağustos, istavrit, koç, üzüm, sığırkoyan
Mart ayında tarlalar bellenir.
Nisan ekin ekilir.
Mayıs, yayla hazırlıkları başlar
Çürük ayının ortasında yaylada çürük ortası
/ ot şenliği yapılır.
Eylül, yayla dönüşü
Ekim, yaprak toplanır
Kasım, odun vs hazırlanır
Yemek
Bezergenaşi: Tavadaki suyun içine yağ
eritilir. Kurç (yağsız peynir) ve biraz da mısır ekmeği doğranarak pişirilir. Genelde
kahvaltıda tercih edilir.
---
Doğu Kütüphanesi, 2005, İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder