31 Aralık 2018 Pazartesi

Çepni Kültüründe Ağasar (Şalpazarı) Gelinliği ve Gelin Giydirme


Çepni Kültüründe Ağasar (Şalpazarı) Gelinliği ve Gelin Giydirme

…batı kültüründen dünyaya yayılan beyaz gelinlik, ülkemizde de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Trabzon'un Ağasar (Şalpazarı) ilçesinde, gelinlik ve gelin giydirme seremonisi hala geleneksel olarak devam etmektedir (s. 293).

Çepnilerin kültür mirasını en iyi korudukları bölge Doğu Karadeniz Bölgesi, bu bölgede de Asar/Ağasar/Akhısar yöresi olmuştur.

Şal dokumaları ile ünlü Şalpazarı’nda halk uzun müddet giysi kumaşlarını el tezgahlarında dokumuştur.

Ağasar yöresi denize yakınlığına rağmen kırsal yaşama bağlı bir bölgedir, bölgenin en önemli geçim kaynakları tarım ve hayvancıktır,

Yayla yolunda gecelemeler yünden yapılmış keçe çadırlarda olur. Bu çadırlara tulluk denir.

Ağasar yöresi el dokumalarından olan beşik dastarının atkısı ve çözgüsü yün ipliği olup kök boya ile boyanmıştır (s. 297).

...gelin kıyafeti;
1- Başa giyilenler,
2- Ayağa giyilenler,
3- Bedene giy ilenler,
4- Bele bağlananlar,
5- Giysi takıları olarak beş gruptan oluşmaktadır.

Başa Giyilenler
Tabla: Baş çevresinde alın kısmına dolayarak bağlanan, beyaz çiçekli, siyah çomberdir. Çomber deseni yörede "‘pişik çavunu'’ olarak isimlendirilir (s. 298).

Bu çomber yörede tablalık olarak isimlendirilmektedir.

Duvak: Tablanın üzerine yerleştirilen iki ayrı beyaz tülbentten oluşmaktadır.

Baş Gümüşü (Cıngılı): Beyaz tülbent üstüne, alın kısmındaki tablayı saracak şekilde takılır.

Ayağa giyilenler
Çorap: Diz altı boyda olup, beyaz renk iplikle, nakışsız, düz örülmüştür.

Lastik: Gelin ayakkabısı olarak geçmişte renkli, lastik olarak isimlendirilen ayakkabı kullanılmaktadır.

Bedene Giyilenler

Don: En alta giyilir. Diz altı boydadır. Oldukça bol kesimli olup, bel ve paçası yuvarlak beyaz lastik ile toplanmıştır.

Etek: Günümüzde gelinliğin altından, gelinliğin kabarık durması için kullanılan tarlatan yerine kullanılmıştır. Ağasar gelin giysisinde fistan eteğinin kabarık durması için fistan altına, üst üste üç kat etek giyilmektedir.

Fistan: Gelin ağırlığında alınıp, mahalli terzide diktirilir. Maddi durumu iyi olanlar genlikle kadife kumaştan fistanlık, gücü kadife kumaş almaya yetmeyenler saten veya jarse kumaştan gelinlik biçtirirler.

Yelek: Fistan üzerine giyilir, kolsuz, yakasız, boyu bel hizasındadır. Çift taraflı olarak dikilir. Bir yüzü pazen, diğer yüzü ise iki farklı renkte jarse kumaştan yapılmış olup, renkler fistan ile uyumludur. Pazen kısmı günlük yaşamda, iki renkli kısmı özel günlerde kullanılır.

Bele Bağlananlar
Yün Kuşak: Ortalama 115x115 boyutlarında kare formunda olup, çözgü iplikleri yönündeki iki kenarı yaklaşık 20 cm uzunluğunda püsküllüdür.
Yün kuşak belde, fistan üstünde kullanılır. Üçgen katlanır,

İpek peştamal: Günlük yaşamda kullanılan pamuklu peştamal yerine gelinlere ipek peştamal bağlanır. Gelin ağırlığında alınır.

Direm Kuşağı: 80 x 80 boyutunda yünlü bir kuşak olup dört kenarı püsküllüdür. Eşarp görüntüsündedir. Gelin ağırlığında alınır.

Giysi Takıları
Bel gümüşü: Bel cıngılı olarak isimlendirilir.
Bele bağlanan cıngıllar eskiden bir zincire takılı gümüş paralardan oluşmakta iken, pahalı oluşu ve bulanamayışı nedeniyle günümüzde gümüş yerine imitasyon olanlar kullanılmaktadır.

Yaka gümüşü (cıngıl): Birkaç parçanın bir araya getirilmesiyle oluşturulmaktadır.

Ağasar kıyafetleri günlük hayatın içinde yer alırken, aynı zamanda yörenin giysi kültürünü de oluşturmaktadır.

---
Aydın, Nazmiye ve Saral, Nermin. (2017), Çepni Kültüründe Ağasar (Şalpazarı) Gelinliği ve Gelin Giydirme, Yörük Yaşamı Kültürü ve Uluslararası Geleneksel Türk Sanatları Sempozyumu, 9-11 Kasım 2017 Antalya, Bildiri Kitabı (s. 293-306), Kırıkkale Üniversitesi Yayınları, 2017

Ağasar Vadisi ve Çevresindeki Arkeolojik Kalıntılar


Ağasar Vadisi ve Çevresindeki Arkeolojik Kalıntılar
Sinan Kılıç
Bölgenin yapısal karakterini, konik bir dağ olan Sis Dağı’nın (2182 m) doğusundan ve güneydoğusundan başlayarak kuzey yönde akan derelerin vadileri belirler. Bu derelerden en güçlüsü olan Ağasar deresinin yukarı havzası Şalpazarı ilçesinin sınırları içindedir (s. 335).

Doğu Karadeniz Dağları genel olarak 65 milyon yıl öncesine ait (Üst Kretase) andezit ve bazaltik lavlar ile tüf ve aglomera yığınlarından oluşan kalın bir örtü halinde uzanmaktadır. Akçaabat ve Trabzon çevresinde bu örtünün üzerinde 55-35 milyon yıl öncesine ait (Eosen) volkanik seriler gözlemlenmiştir.
Giresun ve Doğu Karadeniz dağlarının zirvelerini oluşturan Paleozoik Zaman’ın Permo-Karbonifer dönemine ait 250-300 milyon yıllık granit tabakaları bütün bölgenin en eski kayaçlarıdır (s. 339).

Arkeolojik Kalıntılar
Kaya Sığınakları
İngiliz arkeolog P. M. Dolukanov tarafından 12-23 Ağustos 1997 günleri arasında Trabzon ili sınırları içinde yapılan bir araştırmada Ağasar vadisi, Tonya çevresi ve Araklı’da çeşitli arkeolojik kalıntılar saptanmıştır. Ağasar vadisinde, kıyıdan 6,6 km kadar içeride, deniz seviyesinden 78m yükseklikte, nehir tabanından ise 20 m yukarıda, küçük bir vadi terasında iki kaya sığınağı incelenmiştir
Çakılların arasında ele geçen taş aletler bölge prehistoryası için yeni veriler ortaya koymaktadır (s. 340).

Araştırmacı Düzköy ilçesi sınırları içinde yer alan Çayırbağı köyünün üst kesiminde, kireçtaşı kayalığı içindeki bir kaya sığınağında da inceleme yapmıştır.
Araştırmacının haberdar olmadığı bir kaya sığınağını biz Eynesil ilçe sınırları içindeki Gizgine mevkiinde saptamış bulunmaktayız. Burası Eynesil ilçe merkezinden kuş uçumu 12 km güneyde, Melikşah Kalesi ile Armutalan Tepesi (950 m) arasında, İnbaşı adlı tepenin (933 m) doğu altında yer alan ve İnkayası diye anılan büyük bir kayanın dibindedir.

Liviopolis - Çeşmeönü Kalesi
Beşikdüzü ilçe merkezinin batısında, Ağasar deresinin çıkışındaki limanın mendirek başlangıcında, denize doğru uzanan alçak burnun ucunda büyük ölçüde tahrip olmuş bir kale kalıntısı yer almaktadır.
…halk arasında Çeşmeönü Kalesi diye adlandırılır.
İlçenin bu kesimi günümüzde halk ağzında Yobol, Yobul, Yobullu, Yavebol ya da Yuvabol diye adlandırılmaktadır. 39 Liviopolis adı “l-y-v-y-o-p-o-l-y-s” sesleriyle okunur ve buradan yvyopoli - yopoli - yobolu dönüşümü mantıklı görünür.
Beşikdüzü sahilinde ilk yerleşim merkezinin bu kale çevresinde şekillenmiş olduğu kesindir.

Ağasar (Kalecik) Kalesi
“Ağ (ak, beyaz) hisar” diye anlamlandırılan dere adının bu kale ile ilişkisi kurulabilir.
Büyük ölçüde tahrip olmuş kale yapısından günümüze üst kısımdaki (doğu) duvarının kalıntıları kalmıştır.

Şahmelik Kalesi (Kalegüney Kalesi)
Beşikdüzü’ne bağlı Kalegüney ile Ardıçatak köyleri arasındaki sırt üzerinde yer alan kale kalıntısı kuzeydeki köyün adına göre “Şahmelik Kalesi” olarak da bilinir.

Kuş Kalesi
Ağasar deresi vadisinin doğu kesiminde, Akçiriş ile Çıtlaklı köyleri arasındaki yan vadi üzerinde yer almaktadır.

Beşikdağı Tepesi
Beşikdüzü ilçe merkezinin güneyindeki yüksek zirve (538 m) hem ilçeye ve hem de Büyük Liman adıyla bilinen doğal koya hâkim konumdadır.

Bayırköy Kaya Kiliseleri
Beşikdüzü ilçe merkezinin güneyinde, Beşikdağı Tepesi’nin (538 m) doğu yamacında, Bayırköy’de biri XIV.-XV. yüzyıl arasına tarihlenen iki kaya kilisesi yer almaktadır.
---
Kılıç, Sinan. (2017), Ağasar Vadisi ve Çevresindeki Arkeolojik Kalıntılar, İçinde, (s. 335-360), Şalpazarı Tarih Kültür İnsan, Hazırlayan: Veysel Usta, Serander Yayınları, Trabzon, Aralık 2017

Salnâmeler ve Vakıf Kayıtları Işığında Ağasar Vadisi'nde Dinî Kurumlar ve Din Görevlileri

Eyüp Öztürk - Salnâmeler ve Vakıf Kayıtları Işığında Ağasar Vadisi'nde Dinî Kurumlar ve Din Görevlileri

Şarlı nahiyesinin müstakil olarak resmen kuruluş tarihi 1874 olarak tespit edilmiştir.
Şarlı nahiyesindeki medreseler dair toplu bir kayıta ilk defa 1888 tarihli salnâmede rastlanmaktadır. Bu salnâmede Şarlı Nahiyesi genelinde toplamda 5 medrese yer aldığı kaydedilmiştir.

1902 yılına ait salnâmede Şarlı’da 41 cami, 8 medrese, 1 tekke ve 61 köy mektebi olduğu kaydedilmiştir.

---
Öztürk, Eyüp. (2017), Salnâmeler ve Vakıf Kayıtları Işığında Ağasar Vadisi'nde Dinî Kurumlar ve Din Görevlileri, İçinde, (s. 269-280), Şalpazarı Tarih Kültür İnsan, Hazırlayan: Veysel Usta, Serander Yayınları, Trabzon, Aralık 2017

Şalpazarı’nın İdari, Sosyal ve İktisadi Tarihi

M. Hanefi Bostan - Şalpazarı’nın İdari, Sosyal ve İktisadi Tarihi


Şalpazarı, 250 ile 600 metre yükseltilerde kurulan köylerden oluşmaktadır.

1486 tarihli tahrirde Şalpazarı yöresine yakın iki yerleşim yeri göze çarpmaktadır. Bunlardan biri sahilde bulunan Yavabolu (Çeşmeönü), diğeri de Oğuz köyüdür (s. 51).

Şalpazarı’nın ilk yerleşim yerlerini oluşturan mezraların Oğuz köyünün ekinlikleri olduğunu ortaya koymaktadır.
Adı geçen mezraların büyük bir bölümü XVI. asrın ikinci yarısından itibaren köy statüsüne kavuşarak bugünkü Şalpazarı ilçesinin temelini oluşturmuşlardır (s. 54).

XVI. yüzyılın başlarında Oğuz köyünün birer mezrası konumunda bulunan yerler, bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren iskâna açılarak köy yerleşim birimi haline gelmeye başlamışlardır (s. 55).

Oğuz köyü, 1486 yılı kayıtlarına göre; Trabzon sancağının “Zeâmet-i Kürtün” adıyla anılan idari ünitesi içinde yer almaktaydı.

XVII. yüzyıla gelince idari yapılanmada önemli değişikliklerin olduğu görülmektedir. Nitekim 1643 tarihli avarız tahririndeki kayıtlara göre, bugünkü Şalpazarı’nın çevrelediği alan Akhisar köyü adıyla Yavabolu kazasına tabi bulunmaktaydı. Yavabolu kazasının 1583 tarihinden sonra kurulduğu, diğer bir adının da Görele olduğu 1585 tarihli mühime kaydından anlaşılmaktadır (s. 57).

1682 ve 1684 tarihli avarız kayıtlarında Şalpazarı yöresi Akhisar köyü adıyla “Yavabolu nam-ı diğer Görele” kazası içinde yer almaktaydı. Bu bilgilerden Şalpazarı’nın diğer bir adının Akhisar olduğu ortaya çıkmaktadır (s. 59).

XIX. yüzyılda bugünkü Şalpazarı (Akhisar/Ağasar) sınırları içinde bulunan yerleşim yerleri Vakfıkebir’e bağlanmıştır.

1850 tarihli Akçaabad kazası ve Vakfıkebir yöresine ait Öşür Defteri’nde yer alan bilgilere göre bugünkü Şalpazarı ilçesi sınırları dahilinde 1848 yılında olduğu gibi toplam 22 köy yerleşim birimi bulunmaktaydı (s. 62).

Şalpazarı’nın Şarlı nahiyesine bağlılığı Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam etmiştir. Bir ara Şarlı ve Şalpazarı iki ayrı nahiye olarak teşkilatlandırılmış…

1928 yılında, Şarlı ve Şalpazarı köylerinin de Vakfıkebir merkez nahiyesine tabi olduğu görülmektedir.

1935 yılında yapılan Genel Nüfus Sayımının yayınlanan verilerine göre Şalpazarı, Vakfıkebir kazasının nahiyesidir.

Şalpazarı, 7 Aralık 1987 tarihinde Vakfıkebir ilçesinden ayrılarak ilçe haline getirilmiştir.

1486 tarihli tahrirde Oğuz köyünde 40 hane ve 15 mücerredden (yetişkin bekâr erkekten) teşekkül eden yaklaşık 215 kişilik bir nüfus iskân etmekteydi.

XVI. yüzyılın ilk onlu yıllarında Oğuz köyünün de içinde bulunduğu “Kürtün vilâyetinde” önemli hadiseler olmuştur. "Kızılbaş Fetreti" diye adlandırılan bu dönemden dolayı bölge halkının Rafizî olabileceği kanaati hasıl olmuştur…

(1510’lara doğru) Kürtün bölgesinde Şah İsmail’in propagandasından etkilenen bazı Çepniler olmuştur. Yine 1512 yılında Şah İsmail tarafından Osmanlı sınırına gönderilen Erzincan valisi Nur Ali Halife’nin Şebinkarahisar ve Kürtün çevresinde yaptığı çalışmalar neticesinde bu bölgeden üç-beş bin kişinin aileleriyle birlikte kendisine katıldığı belirtilmektedir (s. 71).

"Kızılbaş Fetreti" sırasında zorla alınıp götürülen Çepnilerin bugünkü İran sınırlarının dâhiline götürüldüğü ve bunların bugün Güney Azerbaycan’ın Hoy, Salmaz ve Urmiye bölgelerinde Urmiye Gölü’nün batı kısmında yaşadıkları görülmektedir. Bu Çepni gurubu Güney Azerbaycan’da “Giresun” veya “Kiresunlu Türkleri” adıyla bilinmektedir. Bunlar, Şafi mezhebinden olup, lehçeleri de Karadeniz ve Tebriz Türkçesi arasında bir karakter arz etmektedir.

999 (1590-1591) tarihli bir hükümde de Tirebolu'ya tâbi Taşlıca köyünde şeyh olan bir şahsın mübarek aylarda "tevâbilerinin avratlarıyla birlikte Kızılbaş âyinince şarap içüp fısk-ı fücûrda bulundukları" kaydedilmektedir (s. 72).

Bazı araştırmacılar Taşlıca’da bulunan zaviyeyi Güvenç Abdal’la ilişkilendirerek dolayısıyla bölgede Batınî tesirlerin yoğun olduğunu ve bu tesirlerin sonucunda Aleviliğin geliştiğini ileri sürmektedirler.
XV, XVI ve XVII. yüzyıl arşiv kayıtlarında Güvenç Abdal ile ilişkilendirilen bir kayıt olmadığı gibi, Güvenç Abdal dergâhı ile bağlantılı bulunan bir tekke ve zaviye de bulunmamaktadır. Bütün bu bilgilerden ortaya çıkan sonuç şudur: “Kızılbaş Fetreti” sırasında, Kürtün Vilayetinden zorla alınıp götürülen Çepniler olduğu gibi, az sayıda da olsa bazı “Kızılbaş” sempatizanı bulunmakla beraber bunların zaman içinde hiçbir tesirleri kalmamıştır (s. 73).

1850 yılında Şalpazarı sınırları içinde yer alan 21 köy iskân biriminde öşür vergisi veren 1025 hane bulunmaktaydı. 114 Bunlar da yaklaşık 3000-3500 kişilik nüfusa tekabül ettiği tahmin edilmektedir. 1876 tarihli salnamedeki verilere göre Şalpazarı’na tabi 25 köy yerleşim yerinde 969 haneden müteşekkil yaklaşık 3400 kişiden oluşan bir nüfus ikamet etmekteydi (s. 78).

1935’te Şalpazarı nahiyesine tabi 27 köy bulunmaktaydı. 27 köyde toplam 4500 kişisi erkek ve 5464 kişisi kadın nüfus olmak üzere toplam 9964 kişi iskân etmekteydi.

1975’te nüfus 24953 kişiye, 1981’de 25363 kişiye yükselmiş ve 1985’te de 21205 kişiye düşmüştür. 1981-1985 yılları arasındaki dört yıllık sürede Şalpazarı’nın nüfusu 4158 kişi azalmıştır.

Şalpazarı ilçesi nüfusunun 2000 yılında 23168 kişiye yükseldiği, 2010 yılında da 11233 kişiye düşerek on yıl içinde yaklaşık %52 oranında azaldığı tespit edilmektedir.

XX. yüzyılın sonlarında ve XXI. yüzyılda Şalpazarı’na tabi yerleşim birimlerinde dışa yönelik iskânın had safhaya ulaştığı nüfus verilerinden ortaya çıkmaktadır.

Nüfusun bu denli azalmasının nedeni ekilebilir toprağın az olması ve arazinin engebeli olmasından dolayı nüfusun başta İstanbul, İzmit ve Bursa gibi büyük şehirlere, başka illere ve ilçelere göç etmesinden kaynaklanmaktadır (s. 86).

XVI. yüzyılda Şalpazarı’nda tarıma açık topraklarda tahıl ürünü olarak buğday, arpa ve darı ekimi yapıldığı tahrir kayıtlarından ortaya çıkmaktadır.

Şalpazarı ilçesi dâhilindeki yerleşim yerlerinde hububat üretim miktarının 1571 yılında 27452 kiloya, 1583’te de 44898 kiloya tekabül ettiği yapılan hesaplamalardan ortaya çıkmaktadır.

Şalpazarı’na yakın olan Tirebolu kasabasının 1842 tarihli narh kayıtlarına göre; bir kıyye ekmek 32 para, sarımsak 30 para, soğan 10 para, koyun eti 44 para, keçi eti 40 para, sığır eti 24 para, öküz eti 22 para, buğday 10 para, Samsun tütünü 6 para, Gebekilise tütünü 42 para, mum 5 kuruş, çarık fiyatları da kalitesine göre 2 kuruş ile 33 kuruş arasında bir değere sahipti (s. 107).

…bölgede belli başlı eski ve yeni meslekler şunlardır: Aşçılık, avcılık, bakırcılık, bakkalcılık, balcılık, balıkçılık, berberlik, boyacılık, çaycılık, değirmencilik, demircilik, dişçilik, dokumacılık, doktorluk, duvarcılık, eczanecilik, elektrikçilik, fırıncılık, gazetecilik, hartama yapımcılığı, hızarcılık, iğnecilik, inşaatçılık, iplikçilik, kahvecilik, kalaycılık, kantincilik, simsarlık, kasaplık, kavalcı, kemençeci, kerestecilik, kırtasiyecilik, koruculuk, köprücülük, kuru temizlemecilik, kuyumculuk, lokantacılık, manifaturacılık, marangozluk, marketçilik, mezarcılık, mobilyacılık, muhasebecilik, nalburculuk, oymacılık, pastanecilik, pazarcılık, peynircilik, pidecilik, radyoculuk, saat tamirciliği, sebilcilik, sepetçilik, sergicilik, sıhhiyecilik, sıvacılık, sobacılık, şoförlük, tamircilik, taşçılık, teknecilik, terzilik, tesisatçılık, tuhafiyecilik, yağcılık, yahnicilik, yorgancılık, yumurtacılık, zahirecilik (s. 117-118).

---
Bostan, Mehmet Hanefi. (2017), Şalpazarı’nın İdari, Sosyal ve İktisadi Tarihi, İçinde, (s. 51-124), Şalpazarı Tarih Kültür İnsan, Hazırlayan: Veysel Usta, Serander Yayınları, Trabzon, Aralık 2017

Şakir Şevket - Trabzon Tarihi


Şakir Şevket - Trabzon Tarihi

O devrin Trabzon’unda şehrin yüksek tabakasının geceleri vakit geçirdikleri yerler konakların selamlıklarıydı. Selamlıklar, kendilerine has adap ve gelenekleri olan yerlerdi. Buralarda semtin ileri gelenleri, sözü sohbeti dinlenir zarif adamları toplanır, memleketin çeşitli meseleleri üzerinde konuşulur, aileler arasında meydana gelen gerginlikler giderilirdi. Bir kısım selamlıklarda ise ağırlık ilmi ve edebi sohbetlere verilirdi. Buralar bir nevi akademi işlevi görürdü. Alemdarzade Emin Hilmi Efendinin Ortahisar’daki selamlığı böyle bir yer idi. Şakir şevket çok geç yaşlarından itibaren bu evin selamlık sohbetlerine dahil oldu (s. 22-23).

Şehre sofraya benzediği için Trabzon dendi hikâyesi: s. 52

Şehirde sofra şeklinde birçok taş bulunduğu için, taşlardan dolayı şehre Trapeza/Trabzan dendi hikâyesi: s. 53

Hurşid-abad ve Tuğra bozan efsaneleri: s. 54

Mahsulat
Lazut (mısır), hınta (buğday), arpa, hıyar, kavun (Yenicuma mahallesinin kavunu pek meşhur), karpuz yetişiyor (s. 63)

Akçaabat ve çevresinde tütün meşhur,

Vakfıkebir: fasulye, mısır, tereyağı

Görele: fındık, fasulye, mısır, üzüm ve şarap

Tirebolu: fasulye, fındık, gemi yapımı ve bunun hammaddesi olan kereste

Yomra: fındık, doğal bir kaynaktan acı su çıkıyor, insanlar bundan kazanç elde ediyor,

Sürmene: Balıkçılık, balık yağı,

Of: Buranın nam-ı kadimi yılan manasında olmak üzere ofis imiş (yolları yılan gibi kıvrımlı diye),
Âlimi çok bir de zanaatı ileri (ahşaptan saat bile yaparlar)
…ahalisi Rum lisanıyla tekellüm eder.

Fetihten iki yüz sene sonra Maraş ulemasından Osman Efendi namında bir zat bölgeye gelerek papazların ekserisini susturmuş…

Rize, ismini pirinç manasına gelen İriziyos’tan alır (s. 96)
Çerkezler haçapa denen kayıklarıyla bölgeye gelip korsanlık yapıyor,
Ahalisi ticaret bilir, keten dokumaları meşhur,

Kâtip Çelebi kavlince Laz tabirinin Lezgi’den muharref olduğu anlaşılıyor (s. 99),

Gönye: Yavuz Sultan Selim şehzade iken Gürcistan seferi esnasında burada sikke kestirmiş, bu sebeple Gönye denmiş bu beldeye (s. 99),

Hopa Arhavi: Buranın ahalisi ticaretle meşgul ve de silahşörlükle meşhurlar

Batum: Oradaki nehrin gayet derin olması cihetiyle derin manasında olan patis lafzı kasabaya benam olmuş.

Livane: Bu bölgenin meyvesi meşhur, ahalisi tüccar,
Kasaba yakınlarında acısu diye bilinen bir kaynakları var, sızı ve kaşınma illetine nafidir.

Gümüşhane: Ahalisi Rusya taraflarında taşçılık ve rençberlik; Dersaadet’te kazgancılık ve yorgancılıkla meşhur,
Buranın ve Maçka ahalisinden birtakımı hıristiyan oldukları halde müstesna zamanlarda her nasılsa kendilerini İslam suretinde göstererek bir müddet yaşamışlar ise de (…) Ragıp Paşa’nın valiliği sırasında camilerde beraberce namaz kıldığımız Ahmed ve Hasan’a Nikola ve Yorgi denmeğe başladı… (s. 102)

Kitabın 40 ila 120 sayfaları arası Şakir Şevket’in Trabzon Tarihi adlı eserinin birinci cildidir,
121. sayfadan itibaren ikinci cilde geçiyoruz,
Trabzon Tarihinin 2. cildi, vilayetin idari tarihi, sırasıyla vilayet yöneticileri anlatılıyor,  bu bölüm tamam olunca Şevketname-i Osmani başlıklı manzum Osmanlı tarihine geçiyoruz,
200. sayfadan sonra ilk yayını sonrası kitap hakkında çıkan takrizata yer verilmiş, sonrasında fihrist ve görsel malzemeler mevcut.

---
Hazırlayan: İsmail Hacıfettahoğlu
Kurtuba Kitap, İstanbul, 2013


Sürmene


Sürmene

Sürmene Tarihi
Humurgan, bu yörenin eski adlarından biri,
Farsça şaraphane, şarapevi anlamındadır.

Araklı çarşısı yakınlarındaki Araklı Kalesi harabesi Arrianus’un eserinde Hyssos adıyla anılır (s. 20),
5. yüzyıldan sonra buraya Sürmene denilmiş (s. 21),

Surm kelimesi Frygcede mor renkli toprak, ağaç vs anlamındadır. “Anıa” …yan, taraf, bölge anlamındadır (s. 22).

-Tuzcuoğlu İsyanları, (282 vd.)

Kendir liflerinden ip ve bu iplerden dokuma üretimi, bu bölgenin en eski ticari ürünlerindendir.
Kendir iplerinden dokumalar dışında balık ağları ve halatlar üretiliyordu.

Şimşir ağcından kaşık, kepçe
Gürgen ve kestane ağacından takunya, tekne, çanak, kavran, fıçı, yayık imal edilirdi (s. 347).

Ucu sivri ve oluklu bıçaklar “Sürmene Bıçağı” adıyla meşhurdu, Cumhuriyet’in ilanından sonra bu bıçağın imalatı yasaklanmıştır.

-Rus İşgali-

Turba adı verilen orman altı toprak katmanı,
Sürmene’nin bazı yaylarında 9000 bin yıl kadar evvel varolan gür ormanların gölgesinde o dönemin orman altı bitkileri kurumadan/çürümeden birbirleri üzerinde birikerek katmanlar oluşturmuş, bu bitki artıkları zamanla 2-3 metreye ulaşan bir katman oluşturmuş, yakacak olarak kullanılabilen bu katmana turba denilmekte,
Tarım alanları için kıymetli bir gübre olan turbanın yakacak olarak kullanımı ekonomik değil… (s. 480-481)

Şarap yapımı
Üzümün tamamen olgunlaştığı dönem beklenir. Arılar bu dönemde üzüme hücum eder, asmalardaki yapraklar da yarıya yakın dökülmüş olur bu dönemde,
Kuru bir havada üzüm toplanır,
Çürükleri, tozu, böceği seçilir,
Bu esnada salkımların ıslanmamasına dikkat edilir,
Seçilen üzümler geniş bir kapta salkımlarıyla birlikte ezilir,
Ezilen üzümler olduğu gibi fıçılara doldurulur,
Üzümler bu fıçılarda ağızları bağlı/kapalı halde 10-12 gün bekler, süreyi belirleyen üzümün fıçıda kabarmasıdır, süre dolunca üzüm suyu dibe çöker, diğer artıklar kabararak yüzeye çıkar,
Fıçının dibindeki muslukla üzüm suyu tahliye edilir,
Üzüm suyu 30-40 litre hacimli şişelere koyulur, ağızları kapatılır ve 2-3 ay bu şişelerde bekletilir, bu defa süreyi belirleyen, üzüm suyunun kabararak şişenin ağzını kapatmasıdır.
Sürenin sonunda şişelerin ağzı mantarla kapatılır. İsteğe bağlı olarak beklemeye alınır (s. 511).

Üzüm şırası
Seçilen üzümler ezilerek bir kazanda, çok hafif ateşte pişirilir, soğuduktan sonra süzülerek şişelere doldurulur, 1-2 ay beklenir, sürenin sonunda üzüm suyu kabararak şişenin ağzını kapatır, bu süre sonunda şıra içilmeye hazırdır.

Şarap yapımında kullanılan üzüm suyu fıçıdan tahliye dildikten sonra fıçıda kalan posanın üzerine su ilave edilip 1-2 ay beklenirse sirke elde edilir (s. 511).

Rakı yapımı
Olgunlaşan üzümler toplanıp, ezilir ve fıçılara konur. 10-12 gün sonra fıçılarda dibe çöken üzüm suyu alınır. Rakı yapımı için kullanılan özel tencereler vardır. Bu tencerelerin kapağının ortasında 30-40 cm yüksekliğinde bir boru bulunur. Üzüm suyu bu tencereye konur ve hava almayacak şekilde kapağı kapatılıp kapağın kenarları çamurla sıvanır.
Yan tahtaları delinerek içerisinden boru geçirilen bir tekneye devamlı suretle su akıtılır. Teknenin içinden geçen boru bir dirsekle tencere kapağındaki boruya eklenir.
Tencerede pişen üzüm suyundan çıkan buhar borudan geçer, içinden su akıtılan teknenin içindeki borudan geçerken, boru içindeki buhar soğuduğu için sıvıya dönüşür ve borunun diğer ucundan bu sıvı halde akar.
Pişirme işlemi akan sıvının ateşe atıldığına alevlenmeyip ateşi söndürdüğü zaman dek devam eder. Su ateşi söndürürse tenceredeki üzüm suyunun kalanı boşaltılıp tencereye yeniden üzüm suyu konularak işleme devam edilir.
Kaynatılacak üzüm suyu bitince kapta biriken sıvı 350’de bekletilir, ısının bu derecede tutulması gerekir, bu sırada anasonu ilave edilerek küçük şişelere konarak saklanır (s. 512).

İpek böcekçiliği Osmanlı Devletinin son dönemlerinde bölgede yapılıyordu, 1980’li yıllarda desteklenen bu faaliyet ilerleme kaydetmemiştir.

Sosyo-Kültürel Hayat
Gurbetçilik bu bölgede yaygın bir çalışma tercihidir, bunun da etkisiyle yöre kadınlarını evin içinde ve dışında pek çok işin sorumlusu olarak görürüz,

Atasözleri
Açuk boğaz aç kalmaz
Adam olacak uşak bokindan belli olur
Al atlardan kır atlara kalduk kuyruksuz atlara
Ajluk ayuya kaval çaldurur
Arsuz nerden arlanur, çulda giyse sallanur
Çopeği ang değneği hazirla
Elisi olan bir cun delisi olan her cun ağlar
Eşeğun çektuğuni kayişi bilur
İşten artmaz dişten artar
Yiyen bilmez, kotaran bilur

Deyimler
Ander kalmak (Ander kalsun): Olmayıversin, lanet olsun
İçi canli: Hamile kadınlar için söylenir
Kuyis etmek: Acı acı bağırmak, inlemek

Bilmece
Aj duru susuz durmaz (Güğüm)
Dağ başina kocakari, bacaklari yukari (Ateşlik zinciri)
Hanum içerde saçi dişarda (Mısır)
Karni beyuk içi boş, dayak yer suçi yok (Davul)
Salkım var üzüm değil, yaşlar var göz değil (Bulut)

Mani
Bir muska yazduralum
Camedeki hocaya
Kaldun baba evine
Tez cidesun kocaya

Habu başluk parasi
Oldi yürek yarasi
Oni icat edenler
Olsunlar yuz karasi

Efsane
Mart ayında çevresindekilerin ikazlarını dinlemeyen, inat edip yaylaya çıkan yaşlı kadın, çıkan fırtınada malıyla birlikte taş kesilir. Bu yere yaşlı kadının ebe olmasından dolayı “Ebeler” denir (s. 554-555).

Kış mevsiminde yazı görebilirse diye adakta bulunan yaşlı kadın, Mart ayı çıkmadan açan güneşi görüp mart çıkmadan yaz geldi diye çok sevinir.
Mart çikti dert çikti,
Oğlaklarum yaza çikti,
Mart götine parmağum,
Fir fir oynar oğlağum” diye türkü söyler.
Adadığı kurban niyetine de başından bir bit ezer. Bunun üzerine Mart ayı ğezebe gelir. Küçük aydan bir gün ister. Küçük ay bu yüzden küçük kalır. Mart ayı aldığı o bir günde kopan fırtınayla yaşlı kadını boğar. Yaşlı kadın yanındaki hayvanlarla birlikte taş kesilir. Kadının donduğu yerdeki kayalıklara “Kocakarı Taşları” denir (s. 555).

Seslenme ünlemi: Ula

Oyunlar
Sallama oyunu, sallanarak ve yaylanarak oynanır, ismini de buradan alır. Yalnız Sürmene yöresinde oynanır.
Erkek horonları daha hareketli ve kıvraktır.
Oyunlar oynanırken el ele tutuşulur.
Erkek horonlarında kollar aşağıda, yukarıda, yere paralel ve tam yukarıda tutulabilir,
Aşağı alma (kolların aşağıya alınması) horonun en coşkulu bölümünü oluşturur. Bu esnada ayakların seri hareketleriyle çıkardığı sesler ve omuz titremeleri horonun en dikkat çeken özellikleridir (s. 577).

Atlama horonu: Sürmene’de en çok oynanan oyundur.

Giysi
(Erkek kıyafetleri) Başlık, gömlek, yelek, zıpka, çarık/çapula

Karadeniz uşaği
Alçak bağlar kuşaği
Şaka maka dimmlemez
Çeker vurur piçaği

(Kadın kıyafetleri) Çember, fistan, peştamal, yelek, kuşak, çorap, çarık

Düğün
Kız istemeye giden kişilere gittikleri evde şerbet ikram edilir, varsa şeker yoksa yoğurt ikram edilir.
Kız istemeye gitmezden evvel kız arayan-beğenen, kız tarafının ağzını arayan, işin olup olmayacağına dair durumu tartan kişiye miyancı denir (s. 594).

Hekimlik
Böcek ısırması: Isırılan yere sarılmak üzere bir beze az miktarda yoğurt koyulur ve bez toprağın üzerine bırakılır. Toprak yoğurdun suyunu emer, geri kalan posa ısırılan yerin üzerine sarılır.

Akrebin ısırdığı yere kızılağaç gövdesi soyularak kızıl kısım kazınarak alınır. Suda pişirildikten sonra ısırılan yerin üzerine sarılır.

Bakır zehirlenmesi: Lapaza bitkisinin kökü dövülüp suyu içilir.

Takvim
Kalandar, küçük, mart, abril, mayis, kirez, çürük, ağustos, istavrit, koç / biçin, üzüm, sığırkoyan/zemheri/husrinar (s. 609)

Kalandar gecesi aralarında bir ananın ilki ile bir ananın küçüğü de bulunan 7 kişi evleri gezerek su, tuz ve un toplarlar. Ev ziyaretlerinde bir ananın ilki ile bir ananın küçüğü hiç konuşmaz, bu konuşmama mühim bir kuraldır. Yiyecek istenen evlerin sahipleri özellikle bu kişileri konuşturmaya çalışırlar, konuşacak olurlarsa ev gezmeleri yeni baştan yapılır.
Yiyecek toplama işi bitince üç yol ağzı bir yerde toplanan malzemeler yoğrulur. Yakılan ateşte bu hamur pişirilir. Pişirilen bu hamura kolos / golot denir. Bu kolostan yiyen kişi o gece evleneceği kişiyi rüyasında görür diye umulur.

Küçük
Tarlalardan mısır sapları temizlenir, tarlalar kazılır, düzenlenir.

Mart
Tarlalar bellenir,

Abril
Tarlalar kazılır,

Mayıs
Fidanların kopma (çehan) ayıdır. Halk takviminde yazın başlangıcı 6 mayıstır. Yaylaya çıkış bu ayda başlar.

Kirez
Yaylada çayırlar temizlenir, İkinci kehan yapılır,

Çürük
1-7 arasında bahçeye çıkılmaz, iş yapılmaz, Bu günlerde ıslanan kişilerin vücutlarında su değen yerlerde yara çıkacağı söylenir.
Ot biçme ayıdır,

Ağustos
Çayır biçme ayı, fındık bu ayda toplanır

İstavrit
Çayır kesimi devam eder, İnekler yaylalardan mezralara alınır.

Koç / Biçin / Ohtomi
Çayırlar taşınır, mezralardan köylere geçilir

Üzüm
Tarlalardan otlar tamamen temizlenir.

Zemheri
Dinlenme ayıdır

İnançlar
Eski ve yeni ayın ilk günü çamaşır yıkanmaz
Kalandarın ilk günü başkasının evine gidilmez,
Ağustos 1’de tarlaya gidilmez,


Sargona / Yeniay / Mahno = Sahilden bakıldığında Çamburnu ve Yeniay arasındaki bölge hilal gibi görünür. Mahno adı buna işaret eder.
Çok eski zamanlardan bu yana, mahno, tekne yapılan yerlerden biridir.

Gemi inşası tamam olunca kurban kesilir, kurban geminin etrafında 7 defa döndürülerek dua edilir.
Nazarlık olarak üzerinde mavi boncuk bulunan sarımsaklı eşyalar takılır,
Ustalardan helallik alınmadan gemi suya indirilmez,

Hemençe Dokumacılığı
Eskiden kendir ipleriyle hemençe, çul dokumacılığı yapılır,

Bıçak
Soğuksu mahallesi eskiden çok sayıda bıçak ustasıyla meşhurdu,
1952 yılında ateşli silah kabul edilerek üretimi yasaklandı,

Ağaç işleri ürünleri
Tencere-yemek kepçesi,  Beşik, Yığ, Kerman, Sini, Hamur teknesi, Bodes, Yayık, Sap, İskemle-Sandalye, Tavla pulu, Kaval, Sehpa-masa vs., Sini altlığı-ayaklığı, Havan, Merdane, Oklava

Boynuzdan tarak yapımı
Öküz ve manda boynuzları daha iri oldukları için özellikle tercih edilir,
Boynuzun ince ve dip kısımları kesilip atılır, ortada kalan silindirik kısmın bir yanı dikey olarak kesilir. Isıtılarak mengenede düzleştirilir. Düz haldeyken preslenerek soğumaya bırakılır. Soğuyan boynuz düz bir plaka şeklini alır. Bundan sonra bu düz plakanın iki yanı tarak dişleri oluşacak şekilde dilimlenir.
Üzerine sıva, cila atılarak tarak kullanıma hazır hale getirilir (s. 627).

---
Sürmene Belediyesi Kültür Yayınları, Damla Ofset, İstanbul, 1990
Hazırlayanlar: Mehmet Bilgin, Ömer Yıldırım