1 Nisan 2019 Pazartesi

Gökhan Temel - 1940-1946 Döneminde Köy Enstitülerindeki Eğitim-Öğretim Uygulamaları ve Tarih Eğitimi


1940-1946 Döneminde Köy Enstitülerindeki Eğitim-Öğretim Uygulamaları ve Tarih Eğitimi

Temel, Gökhan (2010), 1940-1946 Döneminde Köy Enstitülerindeki Eğitim-Öğretim Uygulamaları ve Tarih Eğitimi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul

Eğitim, yaşanılan toplumun içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, siyasi konjoktürel yapı ile birebir etkileşim içindedir. Devlete egemen olan güçler kendi tercihleri doğrultusunda devletin ana unsuru olan halkı belirlenen hedefler doğrultusunda yönlendirebilmek için eğitimi kullanırlar.

Araştırmamızda köy enstitüleri, eğitim uygulamaları açısından incelenmeye çalışılacaktır.

Kurtuluş Savaşı’nın Başlangıcından Cumhuriyet’in İlanına Kadar Türkiye’de Eğitim - Öğretim

Karesi mebusu Vehbi Bey 4 Kasım 1920 günkü oturumda (…) altmış, yetmiş bin Müslüman nüfusun yaşadığı şehirlerde doğru dürüst bir okul yokken, aynı yerde yaşayan gayrimüslimlerin ise her türlü eğitim kurumunun ve bu alanda yetişmiş insan gücünün bulunduğuna vurgu yapmaktadır. (Müslümanların eğitim kurumları okul değil medrese olarak anılıyor, örneklenenin benzeri sayıda nüfusa sahip yerleşimlerdeki medrese sayısı nedir acaba)

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey (14.12.1920-
20.11.1921) zamanında ilk defa maarifin bütçesi hazırlanmıştır. Ancak hazırlanan bu maarif bütçesi genel bütçenin % 06,8’ini oluşturmaktadır.

7 Mart 1921 tarihli bir kanunla öğretmen, öğrenci ve medrese mensuplarının askerlik görevlerinin tecil edilmesi sağlanmış ve böylelikle eğitimin her ne pahasına olursa olsun devamı amaçlanmıştır.

Sakarya Savaşı öncesi 15 Temmuz 1921’de ilk defa Maarif Kongresi toplanmış… (s. 6)

(Bu dönemde) Millî Mücadele nedeniyle eğitime gerekli yatırımın yapılamadığı söylenebilir.

1776 yılından itibaren batı tarzında ilk askerî okullar açılırken Tanzimat Fermanı ile birlikte medreselerin yanında batı tarzı idadi, rüşdiye, sultani gibi ortaöğretim ve iptidai gibi ilköğretim kurumları açılmaya başlanmıştır.
3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılmıştır.

1923 yılı Türkiye Cumhuriyeti eğitim-öğretim durumu
Eğitim
Kurumu
Okul
Öğretmen
Öğrenci
Öğrenci sayısının
Nüfusa oranı
İlköğretim
4.894
10.238
341.941
2,8
Ortaokul
72
796
5.905
0,05
Lise
23
513
1.241
0,01
Meslek okulu
64
583
6.547
0,054
Toplam
5.053
12.130
355.634
2,96

Tevhidi Tedrisat yasası olarak adlandırılan yasa ile askerî okullar dâhil tüm eğitim kurumları tek bir çatı altında birleştirilmiş; ancak bir sene sonra görülen lüzum üzerine askerî okullar Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanmıştır.

Okullarda Farsça ve Arapça eğitiminin kaldırılması, Azınlık ve yabancı okullarda yurtbilgisi, tarih ve coğrafya derslerinin okutulmaya başlanması ve azınlık dilinin yanında Türkçe dersinin de öğretilmeye başlanması ve 1927 yılında köy okulları dışında din derslerinin kaldırılması alınan önemli kararlar olarak sayılabilir. Yapılan tüm bu yeniliklerle ulus devlet projesi gerçekleştirilmeye çalışılmış, bir yandan da toplumun ümmetten millete geçişinin önündeki engel olarak görülen eski zihniyetin hâkim olduğu din ağırlıklı eğitim kurumları kapatılmıştır. 1927 yılında din eğitiminin köy okulları dışında tüm eğitim kurumlarında yasaklanırken köy okullarında 1940 yılına kadar devam etmesini Başgöz, devletin boş inançlardan arındırılmış bir Müslümanlığın okutulmasında sakınca görmemesi şeklinde yorumlamaktadır (Başgöz, İ. (1995). Türkiye’nin eğitim çıkmazı ve Atatürk. Ankara: Kültür Bakanlığı: 79).

(1925 yılı içinde Şeyh Said İsyanı, Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası, İzmir Suikastı, Takriri Sükûn Kanunu)

…bu dönemde yayınlanan maarif ilkeleri içinde eğitimin millî olması açıklanırken laiklik sıfatına vurgu yapılması 1926 yılının şartları içinde farklılık göstermektedir.
1937’de anayasaya giren laiklik ilkesinin 1926’da eğitim alanına sokulmaya çalışılması devrin dikkat çeken bir özelliğidir (s. 13).

(köy muallim mektepleri) 1927-1928 öğretim yılında biri Kayseri Zencidere’de diğeri de Denizli’de olmak üzere açılan bu okullar (…) istenilenin uzağında kaldıkları için kapatılmışlardır.
Mustafa Necati Bey’in bakanlığı döneminde uygulamaya konan bir başka yenilik de Latin harflerine geçiştir. Mustafa Necati’nin bakanlığı döneminde uzun tartışmalara yol açan uygulama Kasım 1928’de başlamıştır. Yine bu dönemde okuma yazmayı halka öğretmek için millet mektepleri açılmıştır (s. 14).

1935-1936 eğitim-öğretim yılı Türkiye Cumhuriyeti eğitim-öğretim durumu
Eğitim
Kurumu
Okul
Öğretmen
Öğrenci
Öğrenci sayısının
Nüfusa oranı
İlköğretim
6.112
13.858
669.344
3,9
Ortaokul
100
1.799
44.551
0,26
Lise
36
564
10.882
0,06
Öğretmen okulu
13
248
2.805
0,016
Meslek okulu
36
507
5.772
0,033
Toplam
6.297
16.976
733.354
4,4

Zaman ilerlemekte ve devrimlerin halka ulaştırılmasında en önemli araçlardan biri olan eğitim üzerinde istenilen başarı bir türlü sağlanamamaktadır.

Tüm olumsuzluklara rağmen aranan çareler çözüm üretmek için yeterli düzeye ulaşamamaktadır.

1930’lu yıllar, Mustafa Kemal’in Ziya Gökalp gibi düşünürlerin fikirlerinden esinlenerek şekillendirdiği altı ok anlayışının ortaya çıktığı yıllardır. Aynı dönemde ulus devlet modeli, ortaya atılan Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi ile temellendirilmeye çalışılmıştır. Bu yönüyle yöneticiler ortaya konan fikirlerin halka ulaştırılmasını istemektedirler.

Dr. Reşit Galip’in Millî Eğitim Bakanlığı zamanında (19 Eylül 1932-13 Ağustos 1933) köycülük hareketi başlatılmış ve yine 19 Şubat 1932 tarihinde halkevleri kurulmuştur. Aynı dönemde halkevleri genel merkezi tarafından yayımlanmaya başlanan Ülkü dergisi ve illerde bu bağlamda halkevleri tarafından kurulan yerel dergiler ile halkçılık ve köycülük konularına önem vermiştir. Bu fikirlerden yola çıkılarak 1933 yılında Dr. Reşit Galip önderliğinde Köy İşleri Komisyonu kurulmuştur. Komisyonun hazırladığı raporlarda köylünün eğitimi ve rejimin değerlerini nasıl sahipleneceği gibi konularda fikirler öne sürülmüştür (s. 17).

İsmail Hakkı Tonguç göreve geldiği sene Orta Anadolu gezisine çıkmış ve bu gezi sonunda Saffet Arıkan’a eğitim ile ilgili bir rapor sunmuştur.
…başlatılan ilk proje eğitmen kurslarıdır.

Bu amaçla ilk kurs 1936 yılında Eskişehir’in Çifteler bucağının Mahmudiye köyünde açılır.

Altı aylık bir eğitim çerçevesinde eğitim açığına kısa süreli çözüm olması amacıyla geliştirilen eğitmen kursları projesi devrin şartları içinde kabul edilebilir bir projedir.

KÖY ENSTİTÜLERİ
Köy enstitüleri fikrini etkileyen yabancı düşünürler…
John Dewey 1924 yılında devlet davetiyle ülkeye çağrılmış ve kendisinden eğitim konusunda rapor hazırlanması istenmiştir.
Kirby, Dewey’in hazırladığı raporun ülke gerçekleri ile uyuşmadığını belirtmektedir.
Dewey’den sonra çağırılan Kerchensteiner’ın hasta olması nedeniyle gelemeyince Kühne, araştırma yapması için ülkeye davet edilir. Kühne de hazırladığı rapor içerisinde köy okulları üzerinde durur ve bu okullara yetenekli çocukların seçilmesi gerektiğini belirtir.

Rus eğitimciler içinden özellikle Makarenko’nun fikirleri ile Tonguç’un fikirleri arasında birtakım benzerlikler vardır.

İsmail Mahir Efendi İkinci Meşrutiyet döneminde toplumsal kalkınmanın köyden başlatılması fikrini savunanlardan biridir. Benzer fikirdeki bir diğer isim Ethem Nejat’tır.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu, 1930 üniversite reformu sonrası üniversiteden çıkarılınca ‘Yeni Adam’ ismiyle bir dergi çıkarmaya ve kitaplar yayımlamaya başlamıştır. Baltacıoğlu, eğitimde mesleki eğitim ve kişilik eğitimine büyük önem vermiştir.

Halil Fikret Kanat yükseköğrenimini Almanya’da yaptıktan sonra 1917’de Türkiye’nin ilk eğitim doktoru unvanını alan kişisi olmuştur.
Kanat, iş eğitimi çerçevesinde ele alınacak eğitim davasıyla ilerleme kaydedilebileceği üzerinde durur. Bu nedenle her şeyden önce maarif davası ele alınmalı ve kaliteli öğretmen yetiştirilmesi işine öncelik verilmelidir.

…köy sorununa kısa sürede çözüm bulmak amacıyla Eskişehir Çifteler Bucağının Mahmudiye köyünde 1936 yılında ilk eğitmen kursu açılmıştır.

1938 yılında Millî Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Yücel bu görevi uzun bir süre (28.12.1938 - 05.08.1948) aralıksız olarak sürdürmüştür.

Kemal Tahir, Yücel’in bakanlığı döneminde gerçekleştirilen köy enstitüleri uygulamasını eleştirdiği “Bozkırdaki Çekirdek” adlı eserinde Yücel’in ifadelerinde belirttiği İnönü’ye bağlı; ancak bununda ötesinde militan öğretmenlerin enstitülerde yetiştirilmesinin amaçlandığını eserindeki diyaloglar içerisinde açıkça belirtir.
Tahir, eserinde enstitü mezunları ile devamlılığı sağlanmak istenen tek parti yönetiminin yılmaz savunucularının yaratılmasının amaçlandığını savunur (s. 37).

Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde doğu ve batı klasikleri Türkçeye çevrilmiş ve hümanizma anlayışı eğitimde etkin kılınmaya çalışılmıştır.

17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Yasası” kabul edilmiştir.

1940 yılına kadar sayıları dördü bulan köy öğretmen okulları köy enstitülerine çevrilmiştir. Böylelikle ilk köy enstitüleri Eskişehir-Çifteler, İzmir-Kızılçullu, Kırklareli-Kepirtepe, Kastamonu-Gölköy’de açılan kurumlar olmuştur.

Köy Enstitülerine öğrenci alımı 3803 sayılı yasanın üçüncü maddesinde “tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş, sağlıklı ve müstait çocuklar alınır” şeklinde belirlenmiştir.

Köyde aile çocuğunu bir iş gücü olarak görmekte ve yatılı olarak enstitülere vermek istememekteydi.
Lise çağında bir kız öğrencinin evinden alınarak erkek-kız yatılı bir okulda öğrenim hayatını sürdürmesi o dönem için köylerde genelde hoş karşılanan bir durum değil…
Köy Enstitülerine kayıt yaptırırken veliden istenen yüklenme senedi ve 30 lira para öğrenci kayıtlarını zorlaştıran başka bir etkendir.

(Yasaya göre enstitülere sadece köylerden öğrenci alınır kuralı Kazım Karabekir tarafından “Şehirden de öğrenci alınacak şekilde değiştirilmediği takdirde zaman içinde sınıfsal bir yaklaşımın ortaya çıkabileceği” nedeniyle eleştirildi ancak bu eleştirilere rağmen yasa bu şekilde meclisten geçti.
Konuyla ilgili olarak “Kültür Değişmeleri” adlı eserinde Turhan şunları anlatıyor) Erzurum Muallim Mektebinden mezun iki öğretmenin alınıp yerine Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu iki öğretmenin verilmesinden köylülerin duyduğu rahatsızlığı belirttikten sonra gelen enstitü mezunlarının kafalarına yerleştirilmiş acayip fikirlerin tesiriyle, köylüyü, örf ve âdetlerini hakir gördüklerini belirtmektedir (1987, s. 107). / s. 54

Enstitüler kurulurken karşılaşılan en büyük zorluk yeterli sayıda personel bulunmamasıdır. …enstitülerde herkesin birden çok görevi bulunuyordu.
İlk başta karşılaşılan en büyük zorluk Tonguç’un uygulamak istediği iş eğitimi kavramına uygun yönetici bulmaktır. Tonguç, bu sorunu önceki yıllardan tanıdığı ve birçoğu Gazi Eğitim Enstitüsünden öğrencileri yoluyla çözmeye çalışmıştır (s. 55).

Köy Enstitülerinin kurulduğu 1940 yılı ve öncesi tek parti iktidarının yönetimde mutlak egemenliğinin olduğu bir dönemdir. Uzun yıllardan beri çözülemeyen eğitim sorunu giderme ve köylünün rejimin bekçisi durumuna getirilme isteğinin sonucu olarak ortaya çıkan bir proje olan köy enstitüleri çok partili hayata geçiş denemelerinin başlaması ile birlikte siyasi desteği kaybetmiş ve kısa süre içerisinde varlığına son verilmiştir.

Kazım Karabekir köylülerin, “az görgülü, yarı münevverler” olarak adlandırdığı enstitü mezunlarının nüfuzuna bırakılmasını tehlikeli görür.

Turancı akım / özellikle 18 Haziran 1941 tarihinde imzalanan Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşmasından sonra başlar… / s. 64

1943 yılı sonlarına kadar etkin olarak faaliyetine devam eden Türkçü/Turancı dergilerin etkinliği 1944 yılı ile birlikte azalmaya başlar.

O dönemde Türkçülük davası olarak adlandırılan olayların başlangıcı Nihal Atsız tarafından çıkarılan Orhun dergisinin 15. sayısında devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na ilk açık mektup yayınlanması ile başlar.
Atsız ilk mektubunda devletin karşısında solcu-komünist düşmanların varlığı tezini işledikten sonra yazdığı ikinci mektubunda komünistlikle suçladıkları kişileri isim isim sayarak açıklamalarda bulunur. Özellikle eski arkadaşı Sabahattin Ali ve Pertev Naili Boratav gibi düşünürler ve Hasan Âli Yücel gibi CHP üyeleri solculuk iddiası ile suçlanır (s. 65-66).

1946 seçimlerinden sonra kurulan hükûmette Millî Eğitim Bakanlığı görevi Reşat Şemsettin Sirer’e verilir.
Sirer, 21 Eylül 1946 tarihinde İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden alarak Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirir.
…enstitülerde dergi çıkarma, tartışma gibi etkinlikler yasaklanır (s. 72).

1947’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır.
…enstitüden mezun olup göreve başlamış öğretmenlerin toplu olarak askere alınır.
1947 yılında çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı kanunlarla köydeki öğretmenlerin enstitülerle bağı kesilir. …enstitü kitaplıkları taranır ve muzır yayınlar yakılır. 1948 yılında eğitmen kursları uygulamasına son verilir. …1950’de enstitü mezunlarının 20 yıllık mecburi hizmeti kaldırılır.

Köy enstitülerinin kapatılmasına açılmasında olduğu gibi olumsuz bir tepki gelmez hatta köylülerin bu durum karşısında memnun oldukları söylenebilir.
Üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen bugün hâlâ köy enstitülerine bakışın bireyin siyasi duruşundan bağımsızlaştığını söylemek için erken olduğu düşünülmektedir (s. 75).

YÖNTEM / Tarih Eğitimi
Tarih / geçmişin tanımlanmış şekli…

Bıçak, toplumun varlığını düzen içinde sürdürmesi için geçmişi hakkında ortak bir inanca sahip olması gerektiğini belirttikten sonra “toplumun tarih ile bütünlüğünü, yaşadığı kültürel çevre ile sağladığını” (Tarih düşüncesi III tarih felsefesinin oluşumu, 2004, s. 282) ifade eder… / s.84

Tarih bilinci kavramı, Jenkins’in ifade ettiği ‘kim için tarih’ sorusuna verilecek cevabı oluşturmaktadır.

Osmanlı Tarih Anlayışı
Osmanlı İmparatorluğunda tarih yaklaşımında amaç, devletin devamlılığının esas alınmasıdır. Bu dönemde ortaya konan eserler, Osmanlı hanedanını ve hanedanın kurduğu Osmanlı Devleti’ni olumlamak üzere kurulmuştur.
Gerileme karşısında Kanuni devri mitleştirilerek o döneme dönüşün yolları aranmıştır.
Tarihsel varlık gelecekteki iddia ve taleplerin tarihi temellerini oluşturmaktadır.
19’uncu yüzyıla kadar Osmanlı tarih yazıcılığı yöntem açısından betimleyici, içerik açısından ise politiktir.

17’nci yüzyıldan itibaren korkulan ve saygı duyulan Türk imgesi yerine Orta Asya’ya sürülmesi gereken bir topluluk olarak algılanmaya başlanmıştır.

1870’lerden sonra Türklerin İslam öncesi tarihine olan ilginin artmaya başladığı söylenebilir.

Türk Tarih Tezi
Kurtuluş Savaşı sonrası dönemde ulusçuluk akımından yararlanılmıştır. (Bu bağlamda) Türk milletinin dünya tarihi içerisindeki önemini belirtmek amacıyla, tarih alanında ortaya konan fikirler toplamı Türk Tarih Tezi olarak adlandırılmaktadır.

Osmanlı tarihi yerine, yaşanılan dönemde ortaya çıkan millî kimlik etrafında çağdaşlaşma emarelerinin kökenlerinin, Orta Asya Türk tarihinde aradığı söylenebilir.

Tez de Türklerin tarih boyunca birçok büyük devlet kurduğu ve bu yönüyle dünyanın en güçlü milletlerinden birisi olduğu üzerinde durulmaktadır.

Geçmişinde kurduğu büyük devletleri hatırlayacak olan Türk’ün, yeni kurulan bir devletin zorlu yılları içinde kendine olan güveninin artması amaçlanmıştır (s. 96).

Aynı dönemde öne sürülen tezlerin desteklenmesi ve halk tarafından benimsenmesi amacıyla tarih ders kitapları hazırlanarak okullarda okutulması sağlanmıştır.

Orta Asya vurgusu ve Hititlerin Türk kökenli kabul edilmesi yaklaşımı devrin başat özellikleridir.

(Copeaux) Orta Asya Türk tarihine vurgu yapılarak Osmanlı geçmişinden sıyrılmayı, Hititlerin Türk kökenli olduğunu savunarak da Yunan ve Ermeni milliyetçilerine karşı Anadolulu atalar bulma ihtiyacının yol açtığını savunur.

(Millî Şef dönemi) Bu yıllarda özellikle eğitim-kültür politikasında, Atatürk döneminde uygulanan ve milliyetçi bir yaklaşımın sonucu olarak ortaya konulan Türk Tarih Tezi yerine hümanizma anlayışının etkin olmaya başladığı bir devirdir.

Hümanizma anlayışına göre ülkede yapılan devrimler, birçok alanda değişimi getirmiştir. (Değişimin kalıcı olabilmesi için içselleştirilmesi gerekli ve bunun için de zihinsel bir dönüşüme ihtiyaç duyulmuştur).

Hümanizma akımının devlet tarafından açıkça desteklenerek eğitim sistemi içerisine girdiği dönem ise İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı dönemidir.

…hümanist eğitim anlayışına göre, eğitimin merkezine Tanrı yerine insan geçmektedir. Bu yaklaşıma göre, Orta Çağın otoriter eğitim stili yerine bireysellikten güç alan yeni bir eğitim sistemi getirilmek amaçlanmıştır.

…uygulamaya konan hümanizma anlayışı ile Atatürk devrinde hâkim olan Türk Tarih Tezi anlayışından kopuş emareleri de görülmektedir.

Hümanist yaklaşım / Genel olarak Anadoluculuk adı altında isimlendirilmiştir. Anadoluculuk yaklaşımı Türkiye’de iki ayrı koldan gelişme göstermiştir. Nurettin Topçu, Remzi Oğuz Arık gibi düşünürler Anadoluculuğu Türkün millî benliğini Anadolu’da tam olarak oluşturduğu fikrinden hareket ederken, Mavi Anadoluculuk olarak adlandıran düşünceye göre ise Türk milleti temellerini Anadolu geçmişi üzerine kurması gerekmektedir (s. 105).

Türk Tarih Tezi’nde ‘Türk’ vurgusu öne çıkarılırken hümanist anlayış doğrultusunda ortaya çıkan algılayışta ise ‘Türk’ten çok ortak geçmişe vurgu yapılmaktadır.

KÖY ENSTİTÜLERİNDE TARİH EĞİTİM - ÖĞRETİMİ
1943 öğretim programında “talebe” ve “ulus” kavramları kullanılırken, 1947 öğretim programında bu kavramlar yerine eş anlamlıları olan “öğrenci” ve “millet” kavramlarının tercih edildiği görülmektedir (s. 108).

(Mezunlarla yapılan görüşmeler)
…görüşme yapılan bireylerin hepsi, Türklerin Anadolu’ya 1071’den sonra geldiği; ancak geçmişte Anadolu’da yaşamış medeniyetlerle aynı toprağı paylaştığımız için o kültürlere de sahip çıkmamız gerektiği üzerinde durmuşlardır.

Türk Tarih Tezi ile birlikte ortaya çıkan “Türklerin Orta Asya’dan tüm dünyaya yayıldığı” fikrinin, tüm enstitü mezunlarınca istisnasız kabul edildiği söylenebilir.

Verilen cevaplar çözümlendiğinde, genel itibariyle Türklerin İslamiyeti kabulünün, Türklerin aleyhine bir gelişime yol açtığı fikrinin hâkim olduğu görülmektedir.

(Osmanlı Devleti’ne Türk tarihi içindeki bakışınız nedir?) “Soyguncu, yatırım yapmayan, borç bıraktı, dejenere olmuş.”

KÖY ENSTİTÜLERİNDE EĞİTİM - ÖĞRETİM
Enstitülerde uygulanan (…) Haftada 22 saat ve beş yıllık süre içinde toplamda 5060 ders saatini kapsayan kültür dersleri birçok farklı dersi bünyesinde barındırmaktadır.

(Apaydın) Bilgiyi iş haline getirmek gerekir. Bilmek söylemek değil yapmaktır.

Verilen bilgilerden yola çıkılarak enstitülerde kitap okuma alışkanlığının büyük oranda kazandırıldığı sonucuna ulaşılabilir.

Tarih, Coğrafya ve Yurttaşlık Bilgisi derslerinde yakın çevreye geziler düzenlenir ve yakın çevre sosyolojik, ekonomik ve tarihsel özellikleri yönüyle incelenirdi.

Yurttaşlık Bilgisi programında öğrencinin devlete karşı sorumluluklarını ve devletin vatandaşa karşı sorumluluklarını öğrenmesi amaçlanmıştır.

Enstitülerde yaygın olarak kullanılan müzik aletleri mandolin ve harmonikadır.

…enstitülerde, kültür derslerinin yanında önem verilen diğer bir konu da ziraat uygulamalarıdır. Öğrenci, enstitüde bu uygulamaları öğrenerek hem eğitimi boyunca okulun ihtiyaçlarını karşılayacak ürünlerin yetişmesini sağlıyor hem de ileride atanacağı okulda uygulayacağı ziraat teknikleri hakkında da pratik yapma olanağı buluyordu (s. 149).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder