Mustafa
Tokmak - Basın - İktidar İlişkileri Çerçevesinde Demokrat Parti ve Ankara
Radyosu, Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri
ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, 2007
Birinci bölümde (…) Cumhuriyetin İlânından,
Demokrat Partinin iktidara geldiği 1950 yılına kadar; Türkiye’de basının
durumu, iktidarla olan ilişkileri ve çıkarılan basın kanunlarını ve dönemin
önemli olaylarının basın üzerindeki etkilerini inceledik.
…ikinci bölüm / Demokrat Parti dönemindeki
basın-iktidar ilişkileri
…üçüncü bölüm / Demokrat Parti öncesinde
Türkiye’de radyo yayıncılığı (…) radyonun tarihsel süreç içerisindeki gelişimi,
Türkiye’deki ve Dünyadaki radyo yayıncılığı, radyonun bir propaganda aracı
olarak yaptığı işlev, Ankara Radyosunun kurulması, radyonun devlet kontrolüne
alınması ve dönemin iktidarı CHP’nin radyoya olan bakış açısını ve bu bakış
açısındaki değişimler…
…dördüncü bölüm / Demokrat Partinin radyo
politikaları başlığı adı altında, Demokrat Partinin radyoya bakış açısı, bu
açının muhalefette ve iktidarda iken gösterdiği değişiklikler…
Önsöz
Toplumların gelişme göstermesinde, basın ve
yayın organlarının büyük rolü olduğu aşikardır. Hele ki yeni kurulmuş bir
devletin kendi kuruluş prensiplerini anlatmada ve onun toplum içerisinde
yaygınlaşmasını sağlamada, basın ve yayın organlarına duyduğu ihtiyaç daha
fazladır.
Giriş
İktidar sahiplerinin, iktidarlarını
sürdürmek ve meşruiyetlerini sağlamak için düşünce ve inançlarının kamuoyuna
duyurularak, kamuoyunun desteğini sağlamaları yaşamsal niteliktedir.
Cumhuriyetin ilk on yıllık dönemi
basın-yayın alanında yeni rejimin ittifak halkaları dışında kalan hiçbir
eğilime olanak vermek istenmeyen bir dönem olmuştur (s. 1-2).
Cumhuriyet döneminde kontrol altında
tutulmak istenen önemli bir basın yayın aracı da radyo olmuştur.
İktidarın basın ve radyo üzerindeki
kontrolü 1946 yılına kadar devam etmiştir.
1946-1950 yılları arasında muhalefette
olduğu dönemlerde gerek basın konusunda gerekse radyo konusunda son derece
demokrat ve özgürlükçü bir politikanın savunuculuğunu yapan Demokrat Parti,
iktidara gelmesinden çok kısa bir süre zarfından bu politikalarında ciddi bir
değişim göstermiştir (s. 2).
Cumhuriyet
Dönemi Basın-İktidar İlişkileri
Hakimiyet-i Milliye gazetesi Cumhuriyet
rejimini yaratan eylemin ana siyasal sözcüsü olmuştur.
1934 yılında Ulus adını alan gazete,
özellikle Falif Rıfkı Atay’ın başyazarlığında Cumhuriyet rejiminin görüşlerini
yansıtan bir devlet sözcüsü görünümünü almıştır (s. 5).
Mustafa Kemal basının, kamuoyu oluşturmada
çok büyük önemi olduğunu bilen bir kişi olarak, kurtuluş savaşı boyunca milli
bir basının oluşmasına çalışmış ve Milli Mücadeleyi basından aldığı güçle
sürdürmüştür (s. 6).
Cumhuriyetin ilânına yönelik eleştirilerin
temelini, Cumhuriyetin, Halk Fırkası grubunda bir günde görüşülerek
kararlaştırılması oluşturmaktaydı.
“Birkaç saat içinde bir devlet şeklinin
müzakere edilmesine(değiştirilmesi) ait başka bir misale tarihin hiçbir
kısmında tesadüf etmek mümkün değildir.” Ahmet Emin Yalman / s. 7
Kemalist eyleme karşı süreli bir yayın
kampanyası yürüten Refik Halit Karay, Refii Cevat Ulunay ve Mümtaz Faik gibi
yazar ve gazeteciler yurt dışına çıkarılmışlardı. İçişleri Bakanlığı’nı da üstlenerek
Ankara’ya en ağır eleştirileri yönelten Peyam-ı Sabah başyazarı Ali Kemal ise
İstanbul’un kurtuluşundan sonra tutuklanıp Ankara’ya gönderilirken İzmit’te
linç edilmiştir (s. 8).
Cumhuriyet dönemi basını ile iktidar
arasındaki kopma noktası 1925 yılında doğuda Şeyh Sait İsyanı’nın başlamasıyla
ortaya çıkmıştır.
…iki yıl süreyle olağanüstü kısıtlamalar
için hükümete geniş yetkiler tanıyan Takrir-i Sükûn Kanunu 4 Mart 1925 yılında
Meclisten geçirilmiştir.
Bu kanunun yanı sıra 7 Mart 1925 yılında da
iki istiklâl mahkemesi kurulmasına karar verilmiştir. Bunlardan biri isyan
bölgesi olan Doğu’da kurulacak diğeri de Ankara’da olacaktı. Yasanın çıkışının
ardından daha sert bir politika izleyeceği anlaşılan İsmet Paşa hükümeti ilk
olarak Tanin, Tevhid-i Efkâr, Sebil’ür Reşat, İstiklâl, Aydınlık, Resimli Ay ve
Vatan’ın da içlerinde bulunduğu İstanbul ve Anadolu’nun değişik eğilimlerdeki
muhalif gazete ve dergileri birer birer kapatmıştır.
Yazarlar ise Ankara ve Elazığ İstiklâl Mahkemelerine verilerek tutuklanmışlardır
(s. 10-11).
Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmasından
sonra Yarın ve Son Posta gibi gazetelerin bu yeni partiyi desteklemeleri,
CHP’nin önde gelen kişileri tarafından hoş karşılanmamış ve basını denetim
altına almak maksadıyla bu yasa 25 Temmuz 1931 tarihinde çıkarılmıştır (s. 15).
1935 yılında Türkiye’de ilk Basın Kongresi,
devlet öncülüğünde düzenlendiğinde, ülke çapında 38 günlük gazete, 78 süreli
gazete ve 127 dergi yayın hayatına devam etmekteydi (s. 19).
…dönemin gazetecilerinin çoğunun sahibi ve
başyazarı dönemin tek partisi olan CHP’nin milletvekilleriydi. İktidarın bir
yandan partili mebus gazetecilerle, bir yandan talimatlarla ve bir yandan da
kapatma kararlarıyla amaçladığı, basını güdümüne alarak istediği gibi bir
kamuoyu oluşmasını sağlamaktı (s. 25).
Muhalefet ve eleştirilerinden rahatsız
olunan etkin gazetecilere de zaman zaman milletvekilliği teklif edilerek
muhalefet etmelerinin engellendiği bilinmektedir (s. 26).
1939 yılı
Basına verilen talimat konuları iç
politikada; askerî mahiyette yayın yapılmaması, Milli Şef’le ilgili haberlerin
yalnızca Anadolu Ajansından gönderildiği gibi yayınlanması, hükümetin aldığı
her türlü önlemin desteklenmesi, Varlık Vergisini destekleyici yazılar
yazılması gibi konuları içermektedir.
…savaşan ülkeler aleyhine yayın
yapılmaması, Türk sularına giriş çıkış yapan gemiler aleyhine yayın yapılmaması
gibi konuları içermemekteydi (s. 29).
Milli Şef döneminde ilk gazete kapatma
uygulaması 1940 yılında Cumhuriyet gazetesinin kapatılmasıdır. Bu kapatılma
olayın yaşanmasında Nadir Nadi’nin Almanya yanlısı yazdığı makaleler etkili
olmuştur (s. 31).
İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden
sonra bir takım iç ve dış koşulların zorlamasıyla Türkiye, çok partili
demokrasiye geçiş sürecine girmiştir (s. 34).
Bu dönemde CHP yayın organı Ulus gazetesi de
dahil olmak üzere Vatan, Tan ve Tasvir-i Efkar gazetelerinde iktidara yönelik eleştiriler
başlamıştır (s. 35).
Tan gazetesinin sahibi olan Zekeriya ve
Sabiha Sertel bu dönemde bir düşünce dergisi çıkarmaya hazırlanmışlardı.
Tasarıyı ilk ortaya atan ve Sertel’lerin bu işi ele almalarını isteyen kişi
Atatürk döneminin Dış İşleri bakanı Tevfik Rüştü Aras’tı.
1945 yılı sonunda Görüşler dergisinin ilk
sayısı çıktı. Bu ilk sayı bomba gibi patladı ve ilk sayısı kapışıldı (s. 39).
4 Aralık 1945 sabahı gençler ellerinde
bayraklarla Beyazıt’ta Üniversite bahçesinde toplanmaya başladılar (s. 40).
Hükümet olayın çıkmasına neden oldukları
gerekçesiyle Sertel’leri tutuklattı. Buradan Sultan Ahmet Cezaevine gönderilen
Sertel’ler hakkına iki dava açılmıştır (s. 41).
(1945) 21 Mayısta başlayan bütçe
görüşmeleri mecliste şiddetli bir muhalefetin varlığını göstermişti.
Muhalefet bu sıkıntıların aşılması için
yeni bir hayat görüşünün idareye egemen olması gerektiğini ileri sürüyorlardı.
Bu düşüncelerin devamı, kendini Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, görüşmelerinde
de devam ettirmiş ve “Dörtlü Takrir” olarak bilinen önergenin verilmesiyle
iyice su yüzüne çıkmıştır. Bu önergeyi veren kişilerin partiden ihraç edilmesi
üzerine, yeni parti kurulmasına yönelik çalışmalar hızlanmıştır (s. 46).
(İsmet İnönü - Celal Bayar görüşmesi)
Savaş sonrası dünyada Türkiye’nin yalnız
kalmaması için çok partili bir yaşama geçilmesi kaçınılmazdır.
Dikkat edilecek noktalardan birincisi,
Atatürk’ün koyduğu Cumhuriyet İlkelerinden taviz vermemek, ünlü deyimiyle
irticaya kaçmamak.
Dış politika açısından polemiklere
girilmemelidir (s. 47).
Parti programını simgeleyen iki ilke ise
liberalizm ve demokrasidir.
Özellikle savaş yıllarında sıkı bir
devletçilik politikası izleyen CHP’nin karşısında artık liberalizmi savunan bir
muhalefet vardı. Yıllar süren baskı politikalarından bıkan ve işlevini tam
olarak yapamamaktan rahatsız olan basın da geniş demokratik haklar talep eden bu
yeni partinin yanına kaymaya başlamıştı (s. 49).
Bu yıllarda Cumhuriyet, Vatan, Tasvir ve
Zafer gazeteleri Demokrat Parti’yi desteklemekteydiler. Akşam tarafız bir yayın politikası sürdürmeye çalışmaktaydı.
Cumhuriyet Halk Partisi ise yayın organı olan Ulus gazetesiyle bu yayınlara
karşılık vermekteydi (s. 50).
Demokrat Parti’nin 1946 seçimlerinden
itibaren üzerinde durduğu ve bu konuda iktidarı sürekli eleştirdiği konulardan
en önemlisi seçim yasasının değiştirilmesiydi.
…hazırlanan yeni seçim yasasında gizli oy,
açık sayım ve çoğunluk sistemi kabul edilerek, en az beş ilden aday
gösterebilen muhalefet partilerinin radyodan yararlanmaları, Yüksek Seçim
Kurulu’nun oluşturulmasını (…) gibi yenilikler kabul edilmiştir.
14 Mayıs 1950 seçimleri büyük bir sükûnet
ve ağırbaşlılık içerisinde geçmiştir. Katılma oranı şimdiye dek görülmeyecek
bir şekilde yüzde seksenleri aşmıştır (s. 54).
14 Mayıs 1950 seçimleri Türkiye’de bir
dönemin başlangıcı olmuştur. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, iktidarda olan
Halk Partisi özgür seçimlerle yerini Demokrat Parti’ye bırakıp mecliste
muhalefet konumuna gelmiştir (s. 57).
Demokrat Partinin basın politikası
muhalefette ve iktidarda olduğu dönemlerde farklılık göstermektedir. Partinin
kuruluşundan 1950 yılına kadar geçen süre içerisinde özgür bir basın anlayışını
savunan Demokrat Parti ileri gelenlerinin bu düşüncesi, partinin iktidar olduğu
dönemlerde tam tersi bir uygulama sahası bulmuştur (s. 58).
…seçim sonuçlarıyla oluşan ortamda basın da
yeni yasasına kavuşmuştu.
21 Temmuz’da Cumhuriyet tarihinin ilk basın
yasası olan 1931 Matbuat Kanunu’nu ve değişikliklerini yürürlükten kaldırmıştı.
Yeni Basın Kanunu (…) 15 Temmuz 1950’de mecliste kabul edilerek 21 Temmuz’da
yürürlüğe girmiştir (s. 59).
Demokrat Parti ile basın arasındaki bu iyi
ilişkiler çok fazla sürmemiştir. Bu durumun birçok nedeni vardır fakat en
önemli nedenler ekonomik nedenlerdir.
Marshall Yardımı’nın azalması ve 1952 yılından
sonra kesilmesi (en önemli sebep).
1954 yılından itibaren tarım sektöründe yaşanan
bunalım sunucunda ekonomik büyümenin durma noktasına gelmesi,
Yaşanılan bu sıkıntılar sonrasında fiyatlar
ucuzlamamış, gelirler artmamış, tersine, hayat pahalılığı durmadan
yükselmiştir. Bir takım partililer görevlerini kötüye kullanarak yolsuzluklara
yol açmışlardır. Karaborsacılık ve vurgun işlerinde de karışanlar olduğu gibi
bunlar particilik endişesi altında korunmuşlardır (s. 63).
Bu dönemdeki iktidarla muhalefet arasında
mecliste büyük tartışmalara sebep olan olaylardan bir tanesi de 6334 sayılı
neşir yolu ile işlenecek cürümler hakkındaki kanun tasarısının kabul
edilmesidir (s. 64).
Kanunun getirdiği en önemli hükümlerden
biri, bu maddelere göre suç sayılabilecek bir yazı çıktığı zaman savcıların
doğrudan kovuşturma açabilmeleriydi. Oysa ceza kanununa göre bunlar şikayete
bağlı suçlardır. Bu maddenin kanuna girmesinin sebebi sanırız şuydu; önemli bir
gazete ya da ufak bir taşra gazetesinde DP’nin ileri gelenlerinden birinin
itibarını kıracak bir yazı çıkar, itibarı kırılan kişi de bunu görmemiş
olabilir. İşte bu durumu önlemek için savcılara doğrudan kovuşturma yapma
yetkisi verilmiştir. Bunun üzerine Türkiye’deki bütün savcılar ve yardımcıları
seferber olmuştur. Binlerce kovuşturma yapılmış ve gazetecilerin başına büyük
dertler açılmıştır (s. 66).
6-7 Eylül olayları (…) Kıbrıs sorunu yüzünden,
Yunanistan’la Türkiye arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. İlişkilerin gerginleştiği
bu dönemde Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve saldırılar olduğu yönündeki
haberler, bu olayların başlamasına yol açmıştır (s. 70).
…halk Taksim’de toplanarak, Beyoğlu’nda,
Galata’da ve Harbiye’de Rumlara ait olduklarını düşündükleri dükkânları yakıp
yıkmıştır.
Bu olayların üzerine ertesi gün Başvekalet
tarafından sıkıyönetim ilan edilmiştir (s. 71).
Olaylardan
sonra hemen bütün gazeteler (bazıları süresiz olmak üzere) kapatılmıştır.
1956 yılı içerisinde Hürriyet Parti’sinin
kurulması, Demokrat Parti ve hükümet için kamuoyunda yıpratıcı sonuçlar
yaratmıştır (s. 76).
7 Haziran 1956’da 5680 Sayılı Basın
Kanununda değişiklikler yapıldı.
İlerleyen
dönemde hükumet kendine yakın, yandaş medyayı maddi anlamda desteklemeye devam
ederken muhalif mevkuteyi baskı altında tutmaya devam etti.
Amerika’da üç büyük gazetenin (İndianapolis
Star, News ve Arizona Republic) sahibi olan Eugene Pulliam, 1958 yılında (…) İstanbul
Basın Yayın Müdürü’nü arayarak, Başbakanla görüşme isteğini bildirmiştir.
Kendisine de çok kısa bir zaman içerisinde başbakanla görüşebileceği yanıtı
verilmiştir. Fakat bu zaman bir türlü gelmemiştir.
Ülkesine döndükten sonra gazetesi Indianapolis
Star’da, “Türkiye İçin Saat 11.30’a Gelmişti” başlıklı yazısında, Demokrat Parti iktidarını (…) sert bir dille eleştirmiştir.
Bu yazı Amerika’da yetmiş iki gazete tarafından yayınlanmıştı (s. 89-90).
II. Dünya Savaşı sonrası, Türk dış
politikasında önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Bu noktadan sonra, Batı
dünyası ile yüzyılların çelişki ve savaşımı, Türkiye açısından, yerini uyum ve
anlaşmaya bırakmıştır. II. Dünya savaşının güçlü ve yenilmez Batısı, gücü,
refahı, toplumsal ve ekonomik örgütlenme biçimiyle varılması gereken bir
ütopyaya dönüşmüştür.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası
sistemin “iki kutuplu” bir yapıya dönüşmesi ile Türkiye “Soğuk Savaş”ın tam
ortasında yer almıştır.
(Bu
dönemde) Türkiye’nin ulusal çıkarı genel olarak Batı, özel olarak da ABD
çıkarlarıyla özdeşleştirilmiştir (s. 91).
Demokrat Parti yöneticileri birçok kez
Avrupa ile Ortadoğu arasında işbirliği sağlamayı “kutsal bir görev”
saydıklarını belirtmişlerdir.
Sovyetler Birliğini çevreleyecek paktlar
kurmaya olan düşkünlüğüyle tanınan Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster
Dulles’ında girişimleriyle ve Türkiye’nin yoğun çabalarıyla 24 Şubat 1955 günü
Türkiye ile Irak bir antlaşma imzaladılar (Bağdat Paktı).
Bu pakt (…) Türkiye’nin Arap ülkeleriyle
olan ilişkilerini olumsuz bir biçimde etkilemiştir. Bunun yanı sıra Türkiye (…)
Mısır’a saldıran İngiltere Fransa ve İsrail’in bu davranışını desteklemiştir.
1957 yılında ise Suriye-ABD ilişkilerinin gerginleşmiş ve bu gerginlik
Suriye-Türkiye bunalımına dönüşmüştür (s. 92).
14 Temmuz 1958 günü bir Bağdat Paktı
toplantısına katılmak üzere Ankara’da beklenen Irak Kralı Faysal ve Başbakan
Nuri Sair bir darbe sonucu öldürüldüler.
Askeri darbenin hemen ertesi günü Amerika’nın,
Türkiye’deki üslerinden birin kullanarak Lübnan’a asker çıkarması doğabilecek
bir tepki de Türkiye’yi hedef durumuna getirmiştir.
…muhalefetin basını da yanına alarak
iktidar üzerinde büyük bir baskı oluşturması, Demokrat Partiyi baskıcı bir yönetim
kurmaya itmiştir (s. 93).
12 Nisan 1960’ta (…) içerisinde
bulundukları dönemi Takrîr-i Sükûn dönemine benzeterek Cumhuriyet Halk Partisi
hakkında Meclis Tahkikatı açılmasına karar vermişti.
Bu önergede Cumhuriyet Halk Partisi’nin
seçim dışı yollarla iktidara gelmek için bazı kanun dışı faaliyetlerde
bulunulduğu iddia ediliyordu (s. 94).
18 Nisan 1960’da DP’nin önergesi meclis
tarafından kabul edilmiştir.
Tahkikat Komisyonunun kurulmasından sonra üniversitelerde
(aleyhte) gösteriler artmıştır.
Bunun üzerine Hükümet, 29 Nisan 1960’da
Ankara ve İstanbul’da sıkı yönetim ilan etmiştir (s. 98).
Başbakan Adnan Menderes ve Hükümeti, 27
Mayıs 1960’da ordunun, devlet yönetimine el koymasıyla tutuklanmıştır (bu darbe ile hükûmet tutuklanmadı, Türk
devlet teşkilatı lağvedildi).
Ordunun iktidara gelmesi ile Türk Basınında
bir “Yeniden Yapılanma” dönemi başlamıştır (s. 99).
Milliyet
Gazetesi: Bu gazete, Ali Naci Karacan
tarafından 1950 yılından itibaren çıkarılmaya başlamıştır. Milliyet, Demokrat Parti’nin iktidarına yakın bir politika
izlemiştir.
Zafer
Gazetesi: Zafer gazetesi Demokrat
Parti’nin yandaşları tarafından Nisan 1945’te kurulmuş bir gazetedir.
Hürriyet
Gazetesi: Gazete, 1948 yılında Sedat
Semavi tarafından çıkarılmaya başlanmıştır. Gazetenin
yazar kadrosunun birleştiği ortak noktalar, milliyetçi, liberal ve batı yanlısı
olmalarıydı. Komünizm ve irticaya yönelik sert yazılar yazılmaktaydı.
Cumhuriyet
Gazetesi: Cumhuriyet Yunus Nadi
tarafından 1924 kurulmuştur. İlk yılarından itibaren
Demokrat Parti’nin lehinde yayınlar yapmaya başlamıştır. Fakat bu durum 1954
yılından itibaren değişmeye başlamış ve 1960 askeri müdahalesine kadar
muhalefet cephesinde yer almıştır.
Ulus
Gazetesi: Mustafa Kemal tarafından
kurulan, Hakimiyeti Milliye gazetesinin bir devamı niteliğindedir. Bu gazete,
1934 yılından itibaren Ulus ismini almıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin yayın
organı olan Ulus, Demokrat Parti iktidarına gösterdiği muhalefetten dolayı sık
sık kapatma kararlarıyla karşılaşmıştır.
Vatan
Gazetesi: 1939 yılından itibaren
çıkmaya başlayan Vatan gazetesinin sahibi Sinan Korle’dir. Demokrat Parti’nin 1950’li yıllara kadar önemli
destekçilerinden biriydi. Diğer basın organlarının çoğunda olduğu gibi bu
politika 1952’lerden sonra değişmeye başlamıştır.
1960 askeri müdahalesini diğer muhalif
basın gibi Vatan’da sevinçle karşılar.
DP
Öncesinde Türkiye’de Radyo Yayıncılığı
Haberleşme alanında insanlığa büyük
imkânlar sağlayan radyo terim olarak, sesin elektromanyetik dalgalar halinde
gönderilmesini ve alınmasını, kavram olarak ise telekomünikasyonun öteki
dalları olan telsiz telgraf, telsiz telefon hatta televizyonu içerir.
Radyo, elektrik ve elektromanyetik alanda
19.yy. sonlarıyla 20.yy. başlarındaki teknolojik gelişmelerin bir ürünüdür. Bu
teknolojinin gelişmesinde Maxwell, Hertz, Fleming ve Marconi gibi bilim
adamlarının önemli katkıları olmuştur. İnsan sesinin elektromanyetik dalgalar
aracılığıyla bir yerden başka bir yere iletilebilmesi, iletişim alanında olduğu
kadar insanlık tarihinde de önemli bir aşamayı simgeliyordu.
…radyo, yayın imkanlarının örgütlenmesinden
sonra bir kitle haberleşme aracı özelliği kazanmıştır.
…bir kitle iletişim aracı olan radyonun (…)
temel işlev ve amaçları
Devletlerin ideolojilerini benimsetmeleri,
yaymaları ya da pekiştirmeleri (s. 109).
…eğitim amacıyla kullanılması
…pazarlama amaçlı kullanılması
ABD’de, piyasa, önce radyo alıcılarının ve
öteki araç ve gereçlerinin ticari niteliği ile ilgilenmiştir.
Sovyetler Birliğinde radyo, propaganda ve
eğitim aracı olarak oldukça farklı bir kimlik kazanmıştır.
1917 yılında Amerika Birleşik
Devletleri’nde eğitim yayınlarına başlanmış, 1921 yılında bu yayınlar normal
şekline sokulmuştur. 1922 yılında ise İngiltere’de BBC Radyosu kurulmuştur (s.
110).
Televizyonun henüz insanların gündelik yaşamını
bu kadar işgal etmediği, okuma yazmanın bu denli yaygın olmadığı ve gazete
basımının da o kadar kolay olmadığı dönemlerde Radyo en etkili kitle iletişim
aracıydı (s. 112).
Türkiye’de
Radyo Yayıncılığı
…radyo, ülkemizde telsiz telgraftan
doğmuştur.
1925 yılında “Telsiz Tesisi Hakkında Kanun”
çıkarılarak, PTT Müdüriyet-i Umumiyesi’nde bir komisyon kurulmuş ve bu
komisyona Ankara ve İstanbul’da birer telsiz telefon istasyonu kurulması için
çalışmalar yapma görevi verilmiştir.
1925 yılında Ankara ve İstanbul’da telsiz
telgraf istasyonlarının yapımına başlanmıştır. 1927 yılında hizmete girmiştir.
Ankara ve İstanbul’da kurulan bu telsiz
telgraf istasyonlarıyla Türk radyoculuğunun temelleri atılmış oluyordu.
6 ocak 1926 yılında Telsiz Telefon Türk
Anonim Şirketi (TTTAŞ) kurulmuştur.
8 Eylül 1926’da imzalanan sözleşme ile radyo
yayın hakları bu özel şirketin eline bırakılır. Bu amaçla Ankara ve İstanbul’da
telsiz telefon stüdyoları kurulmuştur (s. 114-115).
Ankara’daki ilk radyo stüdyosu ise
Ulus’taki postanenin bir odasında oluşturulmuş, daha sonra sırasıyla Riyaseti
Cumhur Mızıka dairesine, konservatuar yakınlarındaki bağ evine, Ankara Palas’ın
alt katına ve son olarak da Yenişehir’deki Sağlık Bakanlığı’nın yakınındaki bir
daireye taşınmıştır.
(bu)
stüdyolar, bir ya da iki odadan oluşan, donanımı ve imkânları son derece
sınırlı birimlerdi.
(buradaki
yayınlar teknik yetersizlikler yüzünden başarılı olamadı)
1936 yılına gelindiğinde Türkiye’de 10.000
bin dolayında radyo alıcısı bulunmaktaydı.
…radyo, önceleri tamamen bir eğlence aracı olarak
değerlendirildi. Daha sonra ise kısmen buna tepki olarak, çok etkili bir “terbiye”
aracı olarak sunuldu (s. 115).
TTTAŞ, nispeten özel bir kuruluştu ve asıl
amacı kar sağlamaktı. Bu nedenle Radyoyu halka
sevdirmenin tek yolu kalıyordu, oda radyoya bir eğlence aracı özelliği
kazandırmaktı.
Buna rağmen TTTAŞ döneminde radyo, ne iyi
bir eğlence aracı, ne de iyi bir öğretmen olabildi. Müzik bu dönemde bir alaturka-alafranga sorunu olarak
algılanmıştır.
Bu dönemdeki müzik yayınları açısından
önemli bir olayda Türk müziğinin radyoda çok az yer bulmasıydı (s. 116).
CHP
ve Radyoya Bakışı
1930 yılından itibaren basında düzenli
olarak radyo eleştirileri çıkmaya başlamış, gazeteler özel radyo sayfaları
düzenlemiştir (s. 117).
Falif Rıfkı, Yeni Rusya adlı kitabında (…) Radyo
yalnız oynamaz, şarkı söylemez ve konuşmaz. Bazen kuvvetli, bazen biricik
terbiye vasıtasıdır. (demiş)
Falif Rıfkı, bu kitabında (…) Türk
Devriminin yaygınlaştırılmasında bu araçlardan nasıl faydalanılabileceği
üzerine düşünceler geliştirmiştir (s. 118).
CHP, radyo istasyonlarının bulunduğu
bölgelerde başta bayram kutlamaları olmak üzere, her vesile ile devrime ilişkin
ayrıntılı program ve konferanslar düzenlenmesini sağlamaya çalışmıştır.
…devrim ideolojisini halka anlatmak
amacıyla oluşturulan inkılâp tarihi derslerinin anlatımında da radyodan
yararlanılmıştır. Derslerin radyo ile duyurulmasına ilk olarak İsmet Paşa’nın
dersleri ile başlanılmıştır. 20 Mart 1934 tarihinde Ankara İnkılâp
Enstitüsü’nün açılış dersi İstanbul ve Ankara radyoları aracılığıyla tüm ülkeye
duyurulmuştur (s. 121).
Radyodan, 1930’lardan itibaren Milli
İktisat ve Milli Tasarruf seferberliğinde yoğun bir şekilde yararlanıldığı
görülmektedir. Öte yandan dönemin “kültür milliyetçiliği” diye
tanımlayabileceğimiz, Türk Dili, Türk Tarihi araştırmaları gibi konularda
radyodan daha çok yararlanılmıştır.
Faşist İtalya, Almanya ve Sovyetler
Birliğinde radyonun siyasal iktidarlar elinde etkin bir araç olarak kullanılması
ve 1930’lardan itibaren siyasal iktidarın ekonomik ve toplumsal hayata daha
fazla müdahale etme isteği gibi nedenler, Türkiye’de radyonun devletleştirilmesine
yol açmıştır (s. 122).
(1936’dan
itibaren) radyo, 1940 yılında Başvekalete bağlı Matbuat Umum Müdürlüğü’nün
kurulmasına kadar geçen sürede PTT yönetiminde kalmıştır.
…bu dönemde iki önemli gelişme: 1937
yılında kabul edilen telsiz kanunu, 1938
yılı sonlarında hizmete giren uzun dalga vericisi ve yeni Ankara Radyoevi.
Telsiz Kanunu bir yanda her türlü telsiz
haberleşmesini sıkı bir biçimde devlet kontrolüne almayı amaçlarken, bir yandan
da özel radyo yayıncılığının kimi yönlerini düzenlemeyi amaçlıyordu (s. 123).
22 Mayıs 1940 Tarihinde 3837 sayılı kanunla
“Matbuat Umum Müdürlüğü” kurularak, bu kuruma İçişleri Bakanlığından Basın, PTT
Genel Müdürlüğünden de radyo yayınları bağlanmıştır (s. 124-125).
Matbuat Umum Müdürlüğü Yasasının
gerekçesinde (…) iktidar, radyoya iç ve dış siyaset konusunda milli menfâatlere
uygun olarak halkın aydınlatılması ve eğlendirilmesi gibi biri eğitici biri de
eğlendirici olmak üzere başlıca iki görev belirlemiş ve bu yönde yayın
yapmasını istemiştir.
Ankara
Radyosunun Kurulması
Ankara radyoevi 22 Temmuz 1938’de deneme
yayınlarına başlamıştır. Üç ay sonra ise, 28 Ekim 1938’te törenle stüdyolar
hizmete girmiştir (s. 126).
120 kw gücündeki uzun dalga yurt içi, 20 kw
gücündeki kısa dalga yurt dışı vericisi, Sıhhiye’deki radyoevi binasına bir yer
altı kablosuyla bağlanmıştı
Uzun dalga vericisiyle yurt içinde Orta
Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerine, Doğu Anadolu’nun batısıyla, Batı
Anadolu’nun doğusuna erişilebiliyordu. Kısa dalga vericisinden ise Orta Avrupa,
Balkanlar ve Orta Doğu’ya yayın yapılmaktaydı.
Bu dönemdeki ilk dış yayın Hatay meselesi
sırasında yapılmıştır. Düzenli dış yayınlar ise 1939 yılından itibaren
yapılmaya başlanmıştır (s. 126).
Ankara
Radyosunun Yayın Politikası
Radyo Dergisi / Hasan Refik Ertuğ,
“Radyodan Beklenilenler” Radyo Dergisi, Sayı: 74 Şubat 1948
“Radyo, belki ilk icadında bir haberleşme
vasıtası olarak ortaya atıldı. Fakat kısa bir müddetten sonra, tam bir eğlence
şeklinde belirdi ve eğlence vasıtası olarak çok süratli bir inkişafa mahzar
oldu”
İkinci Dünya Savaşı sonrasında radyonun üç
amacı: ulusal çıkarları korumaya yönelik haberler, dinlendirme ve eğlendirme
yayınları ve yalnızca öğretmeyi amaçlayan yayınlar…
Radyo Dergisi / Refik Ahmet Sevengil,
“Radyo Programlarını Yeniden Düzenlemek” Radyo Dergisi, 11 Temmuz 1950
Radyonun işlevleri: halkı eğlendirmek
halkın zevkini yükseltmek, bilgisini artırmak, halkı iç ve dış olaylardan
haberli kılmak ve ülkeyi dışarıya tanıtmak…
s. 127
1947-1960 yılları arasındaki Radyo
yayınlarının yaklaşık %24’ünü söz yayınları oluşturmaktadır. Bu oranın hemen
hemen yarısını da haber programları oluşturmaktadır (s. 128).
Anadolu Ajansının Dış ülkelerde muhabirleri
yoktur. Dış haberleri toplamada başvurdukları tek yol, uluslararası büyük haber
tekellerinin bültenlerini Türkçeye çevirmektir.
Anadolu Ajansı, 1959 yılından itibaren Yabancı
kaynak ajanslarının tüm dış haberlerini Türkiye içinde dağıtmak tekelini
sağlamıştır (s. 129).
Türkiye radyo tarihinde 1940-1946 yılları
arasında özel bir yeri vardır.
II. Dünya savaşı yalnızca ülkemizde değil
bütün dünyada radyonun önemini artırmıştır. Savaşan veya savaşmayan ülkeler
radyoyu, bir propaganda, bir savaş aracı olarak kullanmaya başladılar (s. 131).
…radyo (bu
dönemde) toplumun tüm kesimlerine ulaşmak istiyordu. Üç ayrı otoriteye (PTT, İç İşleri ve Milli Eğitim Bakanlığı)
bağlı olan radyo kurumunda, hizmetlerin bir uyum içerisine yapılabilmesi için
yeni bir örgütün kurulmasına karar verilmiştir. Bu
amaçla 1943 yılında 4475 sayılı yasa ile Başbakanlığa bağlı Basın Yayın Umum
Müdürlüğü kurulmuştur (s. 132).
(yapılan) yasal düzenleme ile bir yandan
radyo yasal bir statüye kavuşmuştur (…) öte yandan yine bu yasal düzenleme,
hükümetin radyo yayınlarını daha sıkı denetlemesi ve radyo alanına daha fazla
müdahale etmesinin önünü açmıştır (s. 133).
TTTAŞ Telsiz dergisini çıkarmıştır. Daha
sonraki dönemde ise telsiz dergisinin yerine radyo dergisi çıkarılmaya
başlanmıştır.
Radyo dergisi, 15 aralık 1941 ile Aralık 1949 arasında 8 yıl boyunca 96
sayı çıkmıştır.
Radyoya değin teknik bilgiler, yerli ve
yabancı radyolara dair haberler ve radyo çalışanları hakkında verdikleri
bilgilerden dolayı, radyo konusunda araştırma yapanlar için önemli bir kaynak
özelliği göstermektedir (s. 134).
DP’nin
Radyo Politikaları
…çok partili siyasal yaşam döneminde Radyo,
iktidarla-muhalefet arasında bir tartışma konusu haline getirilmiştir (s. 138).
14 Mayıs 1950 seçimleri
27 yıllık tek parti iktidarının yıkılarak
yerine, her alanda özgürlükleri savunan yeni bir partinin gelmesi tüm
kamuoyunda sevinçle karşılanmıştır.
Demokrat Parti iktidarı, 1954 seçimlerinden
çok kısa bir sürü sonra, muhalefet partilerinin seçim zamanlarında bile
radyodan istifade etmesini önlemeye yönelik 30.06 1954 tarihinde bir kanun
çıkarmıştır.
“6334 Sayılı Neşir Yoluyla veya Radyoda
İşlenecek Cürümler Hakkındaki Kanun” (ile)
muhalefetin bu kitle iletişim aracından
olabildiğince az yararlanmasını sağlamaya çalışmıştır (s. 144).
1947-1960 Yılları arasında Radyo
Yayınlarının Dağılımı (s. 146)
Özellikle 1954 yılından itibaren DP radyonun
toplumu etkilemede önemli bir güç olduğunun farkına varmış ve bu amaçla kendi
siyasal çıkarları doğrultusunda müzik yayınları ağırlıklı bir radyo yapısından,
eğitici ve eğlendirici bir radyo anlayışına geçerek propaganda amaçlı yayınlar
yapmıştır (s. 149).
Radyo
Gazetesi Programı
II. Dünya savaşı yıllarından itibaren
yapılan bir programdır. II. Dünya savaşı
yıllarının en çok dinlenen programlarından birisi olan Radyo Gazetesi, bir
takım değişiklikler göstererek 27 Mayıs 1960 tarihine kadar varlığını devam
ettirmiştir (s. 165).
Sonuç
1946 -1950 yılları arasında muhalefette
kalan Demokrat Parti tüm alanlarda olduğu gibi basın-yayın alanında da
özgürlükçü bir politika izlemiştir.
1950- 1954 yılları arasında basınla olan bu
iyi etkileşim devam etmiş ve bu yönde liberal bir basın kanunu kabul edilmiştir
(s. 180).
6-7 Eylül olayları ve bunun sonucunda
ortaya çıkan Sıkıyönetim uygulamaları basın üzerinde taşınamaz bir ağırlık
oluşturmuştur.
1954 yılından itibaren başlayan, basın
üzerindeki denetim 1957 yılından sonra doruk noktasına ulaşmıştır.
1958 yılındaki Pulliam Davaları ve 1960
yılında Tahkikat Komisyonunun kurulması, basın üzerindeki denetimi bir baskı
politikasına dönüştürmüştür (s. 181).
“Vatan Cephesi” uygulamasında ve “Radyo
Gazetesi” programlarında, radyo etkili bir propaganda aracı olarak kullanılmaya
çalışılmıştır.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder