7 Nisan 2019 Pazar

Oğuz Atay’ın Hayatı-Eserleri-Sanatı


Oğuz Atay’ın Hayatı-Eserleri-Sanatı
Baysal, Hakkı Burak (2002), Oğuz Atay’ın Hayatı-Eserleri-Sanatı, Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya

Oğuz Atay (1934-1977)

1950’li yıllara kadar yüz yıla yakın bir süre Batılılaşma, Türk romanının ana sorunu olduğu gibi romanın kuruluşunu, işlevini ve roman karakterlerini belirleyen ana konu olur. 1950’lerden sonra köy dünyasını anlatan kalıplaşmış romanlar yazılır. 1970’li yıllara gelinceye değin ideolojinin ahlakî baskılarıyla toplumsal çizgide eserler vermek, Türk edebiyatının ana söylemini oluşturur. 1972’de yayımlanan ilk romanıyla Oğuz Atay bu çizinin dışına çıkararak “birey” i romanının merkezine taşır.
1980’li yıllarda askeri darbenin ardından değişen ülke koşullan ve edebiyat ortamı Oğuz Atay’ı tekrar gündeme getirir. “Tutunamayanlar”, bir anda tüm ezilmişlerin, kendini toplum dışına itilmiş hissedenlerin başucu kitabı olur.
Oğuz Atay’ın eserleri ayrıntılı olarak incelendiğinde, eserlerinin hep aynı konu etrafında döndüğü, eserlerinin merkezini “aydın kavramı” ve “kimlik bunalımı” gibi meselelerin oluşturduğu görülür.
Oğuz Atay eserlerinde hiçbir sınıf ve ideolojinin üyesi olmayan, güncel politikalara bulaşmayan insanın, aydın bireyin iç dünyasına yönelir. İç dünyasında yaşadığı kargaşalardan yola çıkarak toplumsal ve kültürel meselelerimize eğilir. Ancak eserlerinde bu meseleleri çözümlemeye girişmez. Atay’ın aydın bireylerinin yaşadığı huzursuzlukları gözlemlemek, “aydın kavramı” ve “Doğu-Batı” meseleleri karşısında aldığı tavrı incelemek, bizi Tanpınar’ın dünyasına sürükler.

GİRİŞ
…ömrünün son sekiz yılını edebiyat için harcayan Oğuz Atay, yazarlığının en verimli çağında hayata veda etmiştir.

HAYATI
Oğuz Altay, 12 Ekim 1934’de İnebolu’da (Kastamonu) doğdu. Babası Cemil Altay, ağır ceza yargıcı ve CHP milletvekillerindendi.
Günlüğünde annesinden duygu, babasında da akıl yönünü aldığını söyler.

1939’da ailesiyle birlikte Ankara’ya geldi. İlk ve orta öğretimini orada tamamladı. 1951’de Ankara Maarif Koleji’ni bitirdi. Sonra İ.T.Ü. İnşaat Fakültesini bitirdi. 1957’de yüksek mühendis oldu. Askerlik görevinden önce, altı ay kadar Anayol Şirketi’nde çalıştı.

Askerliğini 1957 ile 1959 arasında İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü, şair, yayıncı ve çevirmen Cevat Çapan’la aynı birlikte yapan Oğuz Atay, sonradan aralarına Vüsat Bener’in de katılımıyla askerlik hizmetini edebiyat sohbetleriyle beraber yürütmüştür.

Askerlik dönüşü 17 Temmuz 1959- 3 Kasım 1962 arasında Denizcilik Bankası İstanbul Şehir İşletmeleri Müdürlüğü’nde binalar bakım, tamir ve kontrol elemanı olarak eski Kadıköy vapur iskelesinin yapımında görev aldı
Bu görevinden istifa ettikten sonra İstanbul Devlet Mimarlık Harita Kadastro Bölümü Ölçme Bilgisi Kürsüsü’nde öğretim görevlisi oldu (s. 3).

Uğur adındaki bir arkadaşıyla birlikte küçük bir inşaat şirketi kurdu. Üniversitedeki titizliğini şirketine de taşıyan Atay, parasını alamayacağını anladığı işleri bile tamamladı. Ticaret hayatının kendine göre olmadığını anlayarak şirketten ayrıldı. Bütün vaktini üniversitedeki bilimsel çalışmalarına ve edebiyata ayırdı.

1975’de doçent olan ve topografya ve yol inşaatı derslerini okutan Oğuz Atay (…) Topografya ve yol yapımı kitaplarını yazdı.
İlk evliliğini 1961’de Fatma Fikriye Gürbüz ile yaptı. Bu evlilikten Özge adında bir kızı oldu.
…ikinci evliliğini 27 Nisan 1974’de Yeni Ortam gazetesinin kültür-sanat sayfasını hazırlayan Pakize Kutlu’yla yaptı.
Atay’ın hastalığı o yıllarda ortaya çıktı. Beyin tümörü tanısıyla gittiği İngiltere’de tedavisinin imkânsız olduğunu öğrenerek İstanbul’a döndü (1976). 13 Aralık 1977’de İstanbul’da vefat etti (s. 4).

…kabri Edirnekapı Şehitliği’nde M-4 numaradadır.
…son sözleridir, ‘sevinmeyin daha ölmedim’

Oğuz Atay’ın edebiyat çevresinden en yakın dostları Cevat Çapan, Halit Refiğ ve Vüsat Bener’dir. Halit Refiğ’in onu Kemal Tahir’le tanıştırmasıyla Kemal Tahir’den çok etkilenmiş ve sık sık onun evindeki Türkiye’nin toplumsal yapısıyla ilgili tartışmalara katılmıştır.
Sinemaya büyük bir ilgi duyan Oğuz Atay, 1958-59’da Pazar postası dergisinin redaksiyonunda çalıştı ve bu dergide imzalı, imzasız yazılar yazdı (s. 5).

1969-72 yılları arasında Meydan-Larousse Lügat ve Ansiklopedi’sinde “Son okuyucu” olarak çalıştı.

Oğuz Atay’ın edebiyat alanındaki ilk eseri 1970’de TRT-Roman ödülüyle onurlandırılan ve Sinan Yayınevi tarafından iki cilt halinde basılan “Tutunamayanlar” romanıdır.
İkinci romanı “Tehlikeli Oyunlar” 1973’de yayımlandı.
Yeni Dergi ve Soyut’ta yayımladığı hikâyelerini 1975’de “Korkuyu Beklerken” adıyla kitaplaştırdı. Aynı yıl basılan “Bir Bilim Adamının Romanı” yazarın İ.T.Ü.’den hocası olan Prof. Dr. Mustafa İnan’ın yaşamını konu edinen biyografik bir romandır.
Atay’ın ölürken geride bıraktığı “Oyunlarla Yaşayanlar” Türk tiyatro tarihine geçmiş başarılı bir oyundur.
Oğuz Atay’ın 1970’den 1977’ye kadar tuttuğu günlüğü, 26 Ocak 1984’den itibaren yedi gün süre ile Milliyet Gazetesinde Enis Batur ve Ömer Madra tarafından yayımlandı. Bu günlük dizisi Oğuz Atay tekrar gündeme getirdi ve 1984 yılında bütün eserleri İletişim Yayınlarınca yeniden basıldı. Günlük ise 1985’te kitap olarak yayımlandı (s. 6).

Oğuz Atay’ın tamamlayamadığı bir romanı daha vardır. Eylembilim

Oğuz Atay, ölümünden önce “İnsan-Devlet-Toplum” başlıklı bölümlerden oluşan “Türkiye’nin Ruhu” adım vermeyi tasarladığı bir roman üçlemesi üzerinde çalışmaktaydı.
Geleceğini kaybetmek yaşanan zamanı da boşlaştırıyor… / s. 7

ESERLERİ
Aydınlanmam bir sanat anlayışından yana olan Oğuz Atay, bu konudaki düşüncelerini bir söyleşisinde şöyle dile getirir:
“Romanı, hikâyeyi, tiyatroyu bir esnaflık olarak benimseyenler bile, son zamanlarda sanatın başına bir devrimci sıfatının getirilmesinin artık yetmeyeceğini anlamış görünüyorlar. Ama bana kalırsa, bu sadece, bir görüntü. Bu yeni akımın geçerliliğini hissettikleri için, bunu da, kimseye kaptırmamak niyetindeler galiba. Sanat gerekliyse onu da biz yaparız diyorlar. ‘Şimdiye kadar devrimciliği, nasıl kimseye kaptırmamışsak, bunu da kaptırmayız.’ Ama inanıyorum ki Bülent Ecevit’in dediği gibi, politikacılarımız, nasıl insanımızın gerisinde kalmaya başladıysa, onlar da geride kalacaktır. İnsanımız artık, gerçeği, gerçek olmayandan ayıracaktır (...). Halka doğruyu söyleme iddiasında olanlar, onlara güncel başarılar sağlayacak küçük hesaplar peşinde koşanlarsa önce halkın karşısında saygınlıklarını yitirirler. Sanatçının vazgeçilmez bir tutkusu saydığım özgürlüğü, böyle küçük çeteler içinde yitirmeyi hiç anlamıyorum” (Recep Bilginer, “Şimdi Ne Yapıyorlar” / Oğuz Atay” Politika Gazetesi, 03.09.1976.)

Ne anlatıldığı kadar, nasıl anlatıldığına da önem verir.
Eserlerinde dış dünyayı olduğu gibi öykülemek yerine kahramanlarının iç dünyalarına yönelir (s. 10).

Tutunamayanlar

Yazımı bir yıl sürerek 1969’da biten eser, bazı bölümlerin yeniden yazılmasından sonra 1970TRT-Roman yarışmasında başarı ödülü alır.
Jüride Vedat Günyol, Adnan Berk, Rauf Mutluay vardı.

Ödül aldıktan sonra Oğuz Atay, romanını yayınevlerine götürür.
…hiçbir yayınevi romanı basmaya yanaşmaz (s. 11).

Yeni Dergi’de Mehmet Şeyda ve Murat Belge’nin yazıları dışında kaleme alınmış birkaç satırın ötesinde, romandan hiç söz edilmez.

Roman daha çok karakterlerin iç dünyalarında yoğunlaşarak izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve ruhsal çözümlemelerle oluşur (s. 12).

Turgut Özben adındaki genç bir mühendis, yakın arkadaşı Selim Işık’ın intihar ettiğini gazeteden öğrenir. Bu intiharın sebebini araştırmak için Selim’in arkadaşları (Süleyman Kargı, Esat, Metin) ve sevgilisi (Günseli) ile görüşmeler yapar.

Selim küçük burjuva değerlerine sırtını dönmüş, bu yüzden de toplum dışına itilmiş, kitaplara sığınmış bir aydındır.
Turgut Özben, Selim’in ölümünün izinde derin bir iç hesaplaşmaya girerek romanın sonunda evinden ayrılır. Her şeyini geride bırakarak bir trene biner ve gözden kaybolur.

Romanda anlatıcı, Turgut Özben’in trende tanıştığı, onun notlarını düzenleyerek kitabı yayımlayan gazetecidir. “Tutunamayanlar”ı oluşturan metinler, gazetecinin önsözüyle başlar. Gazetecinin yazdığı önsözün adı “Sonun Başlangıcı”dır (s. 14).

Selim’in mektubu Turgut’un harekete geçirir ve böylece Turgut’un öyküsünü başlatmış olur. Turgut’un mektubu da gazeteciyi harekete geçirir ve kitabın öyküsünü başlatır.
“Tutunamayanlar”ın ana figürleri aydınlardır.
Oğuz Atay romanının meselesini ‘aydın kavramı’ ve ‘kimlik bulanımı’ üzerine kurar.

Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez… s. 14

‘Korku’, ‘iletişimsizlik’, ‘yalnızlık’ romanın karakterlerini biçimlendiren ana öğelerdir. Romanın yazıldığı dönemde ülkedeki ağır koşullar, aydın üzerindeki baskı, sağ-sol kavgaları düşünüldüğünde Atay’ın aydının ürkekliği, kitaplara sığınışı doğal karşılanmalıdır.

Atay’ın romanındaki bireyler geleneksel romanlardaki örnek alınması gereken ideal tiplerin çok uzağındadır.

Ben kahramanlarının iplerini istediği gibi oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden yoksunum… / s. 16

Atay’ın romanında aydınlar kendilerini küçük burjuva dünyasından sahte yaşamından korumaya çalışırlar.

Selim’in intiharı ve Turgut’un kaçışı bu dünyaya tutunamamalarının bir sonucudur.
“Tutunamayanlar”ın aydınları, oyunlarını ciddiye alırlar ve yazdıkları oyunlarla bütünleşirler (s. 17).

Tutunamayanlar romanının da ana meselesini ‘Doğu-Batı ikilemi’ oluşturur.
Tanpınar dışında diğer romancıların konuya yaklaşım tarzı ahlâksal açıdandır. Bu romanlarda Batıdan ithal edilen değerlerin özümsenmeden benimsenmesi sonucu ahlâksal çöküş, kişilik bozukluğu anlatılır.
Tanpınar, Batı’ya özgü yaşam biçimini taklit etmemizden doğan zevksizliğin karşısındadır (s. 18).

“Tutunamayanlar”ın aydın bireylerinde Doğu-Batı sorunu, ruhsal yönden gelişememelerine neden olur. Oğuz Atay, bu sorunu dış dünyada ‘tutunamamak’la özdeşleştirir. Ve kahramanlarını ruh-madde, akıl-duygu boyutları arasında bir ‘yabancılaşma’ uçurumuna düşürür.
Atay’ın aydını Batı’yı tanımaya çalışırken kendi geçmişine yabancılaşmıştır (s. 19).

İnsanlarla görüşmek istiyorum; acaba kabul günleri ne zaman biliyor musunuz?

“Tutunamayanlar”ın aydınları, batılı düşünce tarzını onaylarlar, batı kültürüyle meşguldürler. Geri kalmışlığın, Batı tarafından kabullenilmeyişlerinin faturasını kısmen kendi geleneklerine keserler (s. 20).

Romanının kültür bağlamını Batı dünyası üzerine kuran Oğuz Atay, Türk aydınının Batı’ya olan düşkünlüğünü ve Batı’nın karşısında bir türlü kurtulamadığı aşağılık kompleksini eleştirerek romanının biçimsel düzeyine yansıtır. Bu aynı zamanda Türk romanının da taklit sorunlarının eleştirisidir. Tutunamayanların başarısı da burada saklıdır (s. 21).

Tutunamayanlar romanı Selim’in intihan çerçevesinde gelişir. Romanda diğer tipler (Turgut, Süleyman Kargı, Günseli, Esat, Metin) Selim’le olan ilişkileri münasebetleriyle ele alınır.

Uzun boylu, zayıfça, siyah saçlı ve kambur duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu…
Romanda Selim Işık, duygularıyla, düşünceleriyle vardır.

Selim sürekli düşünmekten, okumaktan yetişkinlerin dünyasında yaşamayı beceremeyen hep çocuk kalmış biridir (s. 22).

Selim Işık, birçok tutunamayanın bileşkesidir. (…) Selim öldü; Selindik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşamadığım görüyorum… / s. 23

(Selim) İlk okuduğu kitaplar, bir çocuğun düşlerine hitap eden, onu alabildiğine hür kılan macera romanlarıdır.
Selim’in kültürel gelişiminde, büyümemiş, hep çocuk kalmış bir tıp öğrencisi olan Saffet’in önemi büyüktür.

Hukuk fakültesinde okuyan, sonraları çok yakın dostu olacağı Esat’la tanışmaları, onu amme hukuku, iktisat ve hukuk tarihi gibi alanlara yöneltir. Kendisini derinden etkileyen Oscar Wilde’la bu dönemde tanışır.
Durmadan Oscar Wilde’ın sözlerini tekrarlıyordu (s. 24).

(Gorki okuduktan sonra) Edebiyatın sadelikten başka bir şey olmadığına inanır.

Çok iyi bilinmesi gereken filozof ve edebiyatçılar: Soren Kierkegaard, Oswald Spengler, Franz Kafka, Friedrich Nietzsche…

Selim’in gelişim çizgisi, aynı zamanda Oğuz Atay’ın okuma serüveninin de bir özetidir.

Atay, Türk aydınının kültüre önem vermesi için önce Batı kültürünün verilerini bilmesi zorunluluğunu savunur (s. 25).

Gündelik hayatının sıkıntılarından kurtulmak, içindeki boşluğu gidermek için oyunlar oynar. Şiirler, biyografiler, önsözler yazar. Sanatı ve yaşamı bir tür oyun olarak görür. Selim için oyun, gerçek yaşantının, gerçek bir ilişkinin yokluğunda onun yerine geçen bir varlık özelliği gösterir. Selim, çevresinde sahte yaşamların, burjuva değerlerinin üzerinde yarattığı gerilimleri kurtulmak için büyük bir ciddiyetle oyunlarına sarılır.

…kendimle biraz olsun alay etmeden, kendi kendime yarattığım boşluğa dayanamıyorum… / s. 26

“Tutunamayanlar”da geçen bütün dinsel motifler İsa kaynaklıdır.

Neden İsa? Çünkü İsa tutunamayanların arketipidir.

Selim’in soyadı olan Işık, aydınlığı ve kutsallığı simgeler (s. 27).

Selim’in öldüğü tarih ilginç, 1963

Selim, intiharından önce Günseli’ye yazdığı mektupta kendi benliğini, kişiliğini, onurunu koruyabilmek için böyle bir eyleme girişeceğini yazar…

Turgut Özben / Başarılı bir mühendistir, mutlu bir evliliği vardır. Hayatını küçük burjuva dünyasının değerleri belirler. Selim’e göre düzenle barışık, dış dünyanın acımasızlığı karşısında hayatın bir yerinden tutunmayı başarmış bir tiptir.
Oğuz Atay, Selim vasıtasıyla düzenle uyuşamayan, kültür ikilemi içinde yolunu şaşıran aydınların dramım anlatırken; Turgut karakteriyle işlevsiz kalmış Türk aydınının kimlik bulma savaşını ironik bir anlatımla dile getirir (s. 30).

Düşünmek için kendime bir daire tutsam. İçinde düşünmeye engel olacak eşyalardan hiç biri bulunmayan küçük bir daire.

Selim’in intiharı Turgut’u derinden sarsar Epey zamandır ihmal edilmiş bir dostun ölümü, Turgut’u yitirdiği bazı değerler üzerinde düşünmeye sevk eder. Yaşarken ciddiye almadığı Selim, ölümüyle birlikte ona yepyeni bir dünyanın kapılarını açar.

Turgut Selim’in intihar nedenlerini öğrendikçe içinde yaşadığı burjuva dünyasından nefret eder. Selim’e olan sevgisi hayranlığa dönüşür. Bu dünyada Selim’in bir misyonu olduğuna inanarak bu misyonunu devraldığım söyler (s. 33).

Turgut’un Öteki Benliği: Olric
İçinde yaşadığı düzenle ve kendisiyle ilgili sorunlarını çözümleyemeyen Turgut, somut yaşamından kopar. Bu kopuş Selim’de intiharla sonuçlanırken Turgut’ta kendi ben’iyle arasındaki mesafenin açılmasına, adım adım gelişen bir şizofreniye, bilincinin bölünerek ikinci benliği olan Olric’in ortaya çıkmasına neden olur (s. 34).

Sürekli Selim’in ikinci gelişinden, tüm tutunamayanların öcünün alınacağından bahseder. Olric böyle bir atmosferde ortaya çıkar.

Süleyman Kargı, Selim’in çocukluk yıllarım alaycı bir dille anlattığı “Şarkılar”a felsefi yorumlar getirdiği iddia edilen kişidir.
Selim gibi karamsar özellikler taşımaz. Güçlü bir kişiliği vardır.

Metin Kutbay / “Tutunamayanlar”da Atay’ın aydın figürlerinin dışında kalan o dünyaya ait olmayan tek karakterdir.
Romanda küçük bir burjuva dünyasının sahte değerleri, toplumdaki çarpıklıklar ve çirkinlikler Metin’in kişiliğinde simgelenir.
Metin, Selim’le tanıştığı ilk günden itibaren onun saflığını kullanarak yalanlarıyla onu zehirler (s. 37).

“Tutunamayanlar”ın en önemli biçim özelliği ‘atektonik’ bir yapıya sahip oluşudur. Oğuz Atay bu yapı sayesinde konuyu ikinci plana iterek karakterlerinin iç dünya serüvenlerini aktarır (s. 39).

Tutunamayanlar / başka edebiyat ürünlerine yaptığı göndermeler ve çağrışımlarla ve en önemlisi ‘yazma sorunsalı’na verdiği önemle edebiyatımızda ‘üstkurmaca’ özelliğini içinde taşıyan ilk roman olarak kabul edilir (s. 45).

Tehlikeli Oyunlar

İlk romanım bir yılda tamamlayan Atay, ikinci romanını üç yılda bitirir.

“Tutunamayanlar”a göre kadınlarla olan ilişkilerin ve tiyatro motifinin daha yoğun işlendiği bir romandır.
Romanın ana meselesini ‘Kimlik Bulanımı’ oluşturur. Bireyin kendisiyle hesaplaşması, kimlik bulma serüveni “Tutunamayanlar”da olduğu gibi trajik bir sonla biter: intihar.

Roman Hikmet Benol’un eski yaşamını terk ederek bir gecekonduya taşınmasıyla başlıyor. Hikmet Benol’un amacı, düşüncesini etkileyecek her türlü insandan ve eşyadan uzakta bu gecekonduda oturup büyük bir tiyatro oyunu yazmaktır.

Hikmet’in gecekonduda kendini tanıma ve kendisiyle hesaplaşma savaşı yenilgiyle sonuçlanır.

‘kimlik bulanımı’ meselesini romanının merkezine taşır. Romanın ana karakteri Hikmet’in şahsında Türk aydınının kimlik arayışı anlatılır.

Hikmet’in kendini tanıması, gerçek ben’ine ulaşması için onu içsel bir yolculuğa çıkarır. Karakterinin bilinçaltını gözler önüne sererek, onun iç dünyasında yaşadığı savaşları okuyucuya aktarır.

Turgut Özben’de olduğu gibi bilinci bölünmeye uğrar. Kendinde alternatif bir kişilik yaratır. Zihninde yarattığı albay, ona bu yolculukta yol gösterecek ikinci bir benliktir,

Gerçek kimliğini arayan Hikmet’in işi kolay değildir. Çünkü ortada birden fazla Hikmet vardır.
(Yıldız Ecevit) Hikmetlerden biri çocukluk anılarıyla dolu bilinçaltıdır. Diğeri sadık bir burjuvayı oynayan evli erkektir; bir diğeri de akim simgesi olan Bilge’nin sevgilisidir. Hikmet IV ise akıl hastanesine kapatılmış patolojik bir kişiliği yansıtırken, Hikmet V içgüdülerin buyruğundadır.

“Tutunamayanlar”daki karakterler gibi Hikmet de fiziksel özellikleriyle verilmez. Romanda “(...) uzun boylu, sivilceli ve burnun yanağına birleştiği yerde önemsiz bir et beni taşıyan adam (,..)” ifadesi, Hikmet’in fiziksel özelliklerinin verildiği tek yerdir.

Romanın başında Hikmet eşinden boşanarak, her şeyini geride bırakarak bir gecekondu semtinde üç katlı bir eve taşınır. Hikmet bu eski eve ısrarla gecekondu der, çünkü gecekonduda yaşamayı içinde barınamadığı topluma karşı bir meydan okuma olarak görür.
…bütün gün oturup oyunlar yazar. Yazdığı oyunların en büyük özelliği tamamlanmamış olmalarıdır. Hayalleri ve geçmişi onu rahat bırakmaz.

Annesi, babasının kendisine çektirdiklerine dayanamayarak bileklerini keserek intihar eder. Babası ise kendini içkiye verir. Hikmet uzak akrabalarının yanına gönderilir.

...onların ölümleri bana da bulaşmıştı…

Hikmet Benol, iktisat fakültesi öğrencisiyken okuduğu bölümden memnun olmadığı için okulu bırakır.
Tiyatroyla ilgilidir. Acıklı ve gülünç oyunlar yazarak kendine küçük bir aydın çevre yaratır. Kendilerini aydın sanan, (…) bu çevre, Hikmet’in ruhsal gelişimini zehirleyen önemli bir etmendir. Hikmet bu çevreyi bir yandan eleştirirken, diğer yandan da onların gölüne girmek ister.
Hikmet entelektüel bir ortamda Sevgi adında bir genç kızla tanışır. Sevgi çirkinliklerle dolu bir dünyada tertemiz kalabilmeyi başarmış bir insandır. Hayattan tek beklentisi, kimsesizliğini unutturacak mutlu ve sıcak bir yuvadır. Kısa sürede evlenip bir ev kurarlar kendilerine. Hiçbir oyununun sonunu getiremeyen Hikmet, bu evlilik oyunundan da kısa sürede sıkılır. Bilge adında bir kadınla tanışır ve onunla son derece seviyesiz bir ilişki yaşar. Sevgi’den ayrıldıktan sonra bir gecekonduya taşınarak eski yaşantısını inkâr eder. Oyunlarına tutunmak ister, yapamaz. Ortaya kötü oyunlardan ve ucuz yaşantılardan başka bir şey çıkaramaz. Ve intihar eder.

“hayat bilgisi” ansiklopedisi yazmaya soyunur. Günlük hayatta karşılaşılabilecek bir çok soruna, pijamanın nasıl çıkartılacağı dahil bir çok konuya el atar. Selim gibi Hikmet de günlük hayata dahil olamaz. Hayatı kitaplardan öğrenmeye, kitaplara göre yaşamaya çalışır.

Sevgi, Hikmet’e göre daha aklı başında bir tiptir.
…oyunların Hikmet’in bilincinde gerçeğin yerini almaya başladığını fark edince oyunlarına engel olmaya çalışır. Hikmet’i topluma kazandırmaya çabalar.

“Tutunamayanlar”da Turgut’un karısı Nermin’de çizilen tüm olumsuz özellikler, ikinci romanında Sevgi üzerinde toplanır. İki romanda da evli kadın ve evlilik kurumu, gelenekselliği, tekdüze yaşam biçimini simgelemektedir.

Oğuz Atay oyun kavramını, karakterinin iç dünyasını daha ayrıntılı verebilmek için bir anahtar göreviyle kullanır.

Hiçbir oyunun sonunu getiremez. ‘Her oyun iyi yaşanmış bir hayattır’ düşüncesinden hareketle yeni yaşantılar için yeni oyunlara sıçrar.

Yarıda bırakıyor her şeyi. Herkes, yarı yolda bıraktığı herkes, o yolda bir yere varıyor (s. 60).

Hikmet, gecekondu sakinleri Nurhayat Hanım ve Albay’la birlikte oluşturdukları üçlüyü Hıristiyanlığın kutsal üçlemesi sayar.

Bu karışık düzende yaşamayı bilemediği için ölmeyi bilmek istedi. Yapabileceği tek kahramanlık buydu.

Romanın başlarında karısından ayrılarak gecekondu semtine taşman bir emekli albay olarak tanıtılan Hüsamettin Tambay, Hikmet’in oyunlarına yardımcı olan, tarihe ve tiyatroya meraklı, babacan bir adamdır.
Askeri darbeler ve askeri darbe tehditleri, sokağa çıkma yasaklan ve yerel siyasi çekişmelerin yaşandığı ülkenin kültürel iklimi, romanda Hikmet - Albay İkilisiyle simgeleştirilir (s. 63).

Sevgi, Atay’ın kaleminde ruhsal derinlikten yoksun, yoz bir yaşantının temsilcisi olmaktan kurtulamayarak sonuçta terk edilir.

Hikmet karısının entelektüel birikimden yoksun oluşundan son derece şikâyetçidir.

Bilge, Hikmet’in sevgilisidir. İlişkileri Hikmet’in evlilik oyunundan sıkıldığı zamanlarda başlar.

Sevgi’den sonra Bilge’nin de onu terk edişi, simgesel düzeyde, gelenekten kopan Türk aydınının batılılaşma umutlarının da kaybolması, kimlik bunalımını aşamayarak gerçek ben’ini yitirişi anlamını taşımaktadır (s. 66).

(komşusu Nurhayat Hanım) Hikmet’i oğlu gibi gören bu kadın, onun bütün işleri ile ilgilenir. Hikmet de onun askerdeki oğluna mektuplar yazar.

Selim Bey, Sevgi’nin babasının eski bir arkadaşı olarak romanda yer alır.

Hikmet intihar mı etmiştir? Yoksa balkondan kaza ile düşerek mi ölmüştür? Yoksa Hikmet uyuyor mudur? Bütün bunlar rüya mıdır? Oğuz Atay bu soruların cevabım kuşkulu bırakarak romanım bitirir (s. 70).

Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’da kullandığı bilinç akımı tekniği, (…) tekniği romanında sıkça uygulamadaki amacı karakterlerinin bilinçlerinin içinde olup bitenlere koşut bir anlatım, bir dil oluşturmaktır.

Bir Bilim Adamının Romanı

Mustafa İnan’ın hayat hikayesini bir bakıma sipariş üzerine kaleme almış olsa da ‘kimlik bunalımı’, ‘aydın bireyin kendisiyle hesaplaşması’, ‘Doğu- Batı ikilemi’ gibi zihnini meşgul eden meselelere el atmaktan kendini alamaz.

Roman mühendislik okumak isteyen Taşralı bir gencin profesör ile tanışması ile başlar.
Romanın anlatıcı figürü profesör ile genç arasında geçen diyaloglar “Bir Bilim Adamının Romanı”nı oluşturur.

Mustafa İnan taşralı oluşu, bozulmamış kişiliği ve iç dünyasının derinliğiyle Doğuludur; aynı zamanda bilme verdiği önemle, bilim zihniyetini topluma yerleştirme çabalarıyla Batılıdır.
Dindar bir aileden gelir, çocukluğundan başlayarak Fuzuli’den ve başka divan şairlerinden mısralar ezberler. Divan edebiyatının büyük geleneğine hayrandır. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı biri olarak geleneksiz hiçbir yere varılabileceğine inanmaz.

Fuzuli’yi sevdiği kadar Goethe’yi de sever (s. 84).

‘İthal malı bilim’ ile bilimsel ortamın gerçekleştirilemeyeceğini savunur.
Bilimi geniş halk kitlelerine sevdirmek için büyük bir uğraş verir. Üniversitelerde akademisyenlerin hazırladığı bilimsel yazıların halk tarafından anlaşılmadığını, bunu tersine çevirecek tıpkı spor yazarları gibi bilim yazarlarına ihtiyacımız olduğunu düşünür.

Tolumu ileriye götürmek isteyen, bu ideale insanları bilinçlendirerek ulaşılabileceğini düşünen Mustafa İnan, tek başına haksızlıklara, cehalete direnen, pes etmeyen bir Türk aydınıdır.

Mustafa İnan’ın okul hayatı, mahalle mektebiyle ve beraberinde falaka korkusu ile başlar. Bu korku kısa süre sonra yerini savaş korkusuna bırakır. Fransızların Adana'yı işgali ile birlikte ailece Konya’ya kaçarlar.

Jale Hanım, Atay’ın eserleri içinde en olumlu evli kadın tipidir.
Atay’ın eserlerinde evli kadının kaderidir terk edilmek.

“Bir Bilim Adamının Romanı” iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Mustafa İnan’m hayatı genel olarak özetlendikten sonra profesörün yetişme dönemi diye adlandırabileceğimiz ailesi, doğumu ve çocukluğu, öğrencilik hayatı belgelere ve tanıklara dayanılarak anlatılır. İkinci bölümde ise Mustafa İnan’ın evlilik hayatı, fikir hayatı ve olgunluk dönemi işlenir (s. 92).

Oğuz Atay doçent kimliğiyle bilim hayatındaki tecrübelerinden de yararlanarak üniversite dünyasının problemlerine değinir.

…anlatım biçimi, üçüncü tekil kişi (o) anlatımdır.

“Bir Bilim Adamının Romanı”, içeriğe gösterilen özenle, gerçeklik kavramına getirdiği zenginlikle, anlatılan konunun dil malzemesiyle biçimlendirilmesindeki ustalıkla Oğuz Atay’ın romancılığında ve Türk edebiyatında önemli bir aşamadır (s. 99).

Eylembilim

“Eylembilim”de adından da anlaşılacağı üzere ‘eylem’ ile ‘bilim’in iç içe olduğu karışık bir dönemi, 12 Mart öncesi üniversitelerde yaşanan öğrenci hareketlerini ve bu kargaşa ortamı içinde kendi kimliğini sorgulayan bir profesörün iç dünyasını ironik bir dille anlatır (s. 100).

Servet Gözbudak, Atay’ın diğer karakterleri gibi küçük burjuva dünyasında bunalarak, kendi kimliğini tanıma süreci içinde yaşamını değiştirmeye karar verir.

Server Gözbudak’ın kendini tanıması, eski kimliğiyle hesaplaşması bir öğrenci forumuna katılmasıyla başlar.

Öğrenci formunda iş çığımdan çıkar. Arkadaşları öldürülen kızgındır, onun cesedini okul bahçesindeki anıtın hemen altına gömmek isterler.

Profesör yaşadığı olayların etkisinde kalarak o gece uyuyamaz.
‘Eylem’ ile ‘bilim’in birbirine karıştığı günlerde bilim adamı kimliğini korumak ister.

Kitabın son iki sayfasında roman bambaşka bir havaya bürünür. Profesörün kadınlarla olan ilişkileri ve düşünce yapısındaki değişiklikler ön plana çıkarılır.

…romancının egemen anlatım tutumu, tüm eserlerinde olduğu gibi ‘ironik’tir.

Hikâyeleri / Korkuyu Beklerken

Kitabın ilk hikâyesi olan “Beyaz Mantolu Adam” 1972 yılında Yeni Dergi’de yayımlanmıştır.

“Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu” cümleleriyle başlayan hikâye, Oğuz Atay’ın romanlarını okumuş bir kimse için tanıdık bir dünyanın ipuçlarını verir.
Hikâyenin ana karakteri yine bir tutunamayandır; ancak Atay’ın alışık olduğumuz aydın bireylerine benzemezdir serseridir. Hikâye boyunca hiç konuşmaz.
…toplum, geçerli ölçütlerin dışına çıkan bu garip adamın, tek başına bunalımlarını yaşamasına bile izin vermez.
Bir kumaş mağazası sahibi, tuhaf görünümüyle onu müşteri çekmesi için vitrine koyar. Kendisiyle alay edilmesine, itilip kakılmamasına sesini çıkarmaz.
İnsanların şaşkın bakışları arasında denize doğru yürür, boyunu geçene kadar durmaz.
…kitabın ikinci hikâyesi “Unutulan” insanın duygularından arınarak robotlaştığı bir dünyada, günlük koşuşturmalara kendini kaptırarak sevgilisini, dolayısı ile kendi geçmişini tavan arasında unutan bir insanın fantastik hikâyesidir. Hikâyede kafkaesk bir atmosfer içinde, modern çağ insanının içinde bulunduğu yalnızlık ve iletişim güçlüğü anlatılır.

Eski kitaplarını satarak para kazanmak isteyen hikâyenin ana figürü tavan arasına çıkar. Orada unuttuğu geçmişiyle karşılaşır.
…kitap sandığına benzemeyen karanlık bir çıkıntıya rastlar. El feneriyle baktığında orada intihar etmiş sevgilisini görür. Tartıştıkları bir gün tavan arasına çıktığını, bir daha da aşağı inmediğini ürpererek hatırlar.

“Korkuyu Beklerken”de çevresiyle bağlarını koparmış çağdaş bireyin yaşadığı korku ve bunalım, ‘ironik’ ve yer yer ‘grotesk’ bir anlatım tutumuyla gözler önüne serilir.
Hikâye, ana karakterin bir gece evine döndüğünde, yazısız, pulsuz bir zarfla karşılaşmasıyla başlar.
Mektubu ölü dillerle uğraşan üniversite öğretim üyesi bir arkadaşına götürür.
…metinde mektubu alan kişinin kesinlikle evinden dışarı çıkmaması gerektiğinin yazılı olduğunu öğrenir.
Hikâyenin sonunda ise tehdit edilen karakter, tehdit eden konumuna geçerek kendisine gönderilen mektubu çoğaltarak insanlara yollar.

“Bir Mektup” başlıklı hikâyede, toplumla iletişim kurmakta zorlanan ürkek ve kırılgan yapıda bir gencin yaşadığı sıkıntılar, gülmece (mizah) öğeleri içeren bir anlatım tutumuyla yansıtılmaktadır.
“Bir Mektup”ta anlattıkça sözü uzatan, sözü uzattıkça gülünç durumlara düşmekten kurtulamayan hikâyenin kahramanı, mektubunu iş yerindeki patronuna yazar. Ancak göndermeye cesaret edemez. Kahramanın yaşam karşısındaki zayıflığı, iç dünyasında yaşadığı sıkıntılar, hikâyenin diline de yansır (s. 110).

“Ne Evet Ne Hayır” / Gazetenin günlük sayfasına gönderilen bir mektup ile köşeyi hazırlayan kişinin alay yüklü yorumlarından oluşur…

“Tahta At” adlı hikâyede, sanat eseri olup olmadığı meçhul bir anıt etrafında dönen yüzeysel tartışmalar anlatılır.

“Babama Mektup” / bir dönem milletvekilliği de yapan babasının iç dünyasını ve düşünce yapısını, kendi iç dünyası ile karşılaştırarak iki kuşağın yaşadığı sorunları irdeler.

“Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” / kendilerini ıssız bir istasyona kapatarak yazdıkları hikâyeleri, oradan geçen yolculara satarak geçimlerini sağlamaya çalışan üç kişinin hayatı anlatılır.

Tiyatro Oyunu

“Oyunlarla Yaşayanlar” Oğuz Atay’ın tek tiyatro oyunudur.
…olaylar, Coşkun Ermiş adında emekli bir tarih öğretmeninin etrafında gelişir. Yaptığı hiçbir iş Coşkun’u tatmin etmez; önemli işler yapmak, sesini dünyaya duyurmak ister.
…iflas eder. Keman çalmaya özenir, ancak sonunu getiremez.
…tiyatro oyunları yazmaya başlar.
Yazdığı her oyun yarım kalır.
…gittiği tiyatro kulisinde geçirdiği bir kalp krizi ile ölür.

Oyunun ana mekanı Coşkun’un evidir.

SANATI
Romanlarında bireyle toplum arasındaki bağı açıklamaya çalışır.

Doğu-Batı / Bu iki zıt kutbu, kültürümüzü zenginleştiren unsurlar olarak görür.

…metinlerinin kurgusunu oyun kavramı ekseninde biçimlendirir.

Atay, erkek kahramanların çiziminde daha başarılıdır. Kadın karakterleri erkeklere nazaran daha silik, hatta cansız kalmaktadır.

Atay’ın etkilendiği batılı yazarların başında Dostoyevski ve Kafka gelir.
Atay’ın en çok etkilediği yazar ise Orhan Pamuk olmuştur.
Atay’ın etkilediği diğer yazarların başında Nazlı Eray, Latife Tekin ve Haşan Ali Toptaş’ın isimleri gelir.

SONUÇ
Onun tüm yapıtlarının odak noktası aydın kavramıdır. Türk aydının yaşadığı kültür ikilemini çarpıcı bir biçimde anlatır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder