Oğuz
Atay’ın Hayatı-Eserleri-Sanatı
Baysal, Hakkı Burak (2002), Oğuz Atay’ın Hayatı-Eserleri-Sanatı,
Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya
Oğuz Atay (1934-1977)
1950’li yıllara kadar yüz yıla yakın bir
süre Batılılaşma, Türk romanının ana sorunu olduğu gibi romanın kuruluşunu,
işlevini ve roman karakterlerini belirleyen ana konu olur. 1950’lerden sonra
köy dünyasını anlatan kalıplaşmış romanlar yazılır. 1970’li yıllara gelinceye
değin ideolojinin ahlakî baskılarıyla toplumsal çizgide eserler vermek, Türk
edebiyatının ana söylemini oluşturur. 1972’de yayımlanan ilk romanıyla Oğuz
Atay bu çizinin dışına çıkararak “birey” i romanının merkezine taşır.
1980’li yıllarda askeri darbenin ardından
değişen ülke koşullan ve edebiyat ortamı Oğuz Atay’ı tekrar gündeme getirir.
“Tutunamayanlar”, bir anda tüm ezilmişlerin, kendini toplum dışına itilmiş
hissedenlerin başucu kitabı olur.
Oğuz Atay’ın eserleri ayrıntılı olarak
incelendiğinde, eserlerinin hep aynı konu etrafında döndüğü, eserlerinin
merkezini “aydın kavramı” ve “kimlik bunalımı” gibi meselelerin oluşturduğu
görülür.
Oğuz Atay eserlerinde hiçbir sınıf ve ideolojinin
üyesi olmayan, güncel politikalara bulaşmayan insanın, aydın bireyin iç
dünyasına yönelir. İç dünyasında yaşadığı kargaşalardan yola çıkarak toplumsal
ve kültürel meselelerimize eğilir. Ancak eserlerinde bu meseleleri çözümlemeye
girişmez. Atay’ın aydın bireylerinin yaşadığı huzursuzlukları gözlemlemek,
“aydın kavramı” ve “Doğu-Batı” meseleleri karşısında aldığı tavrı incelemek,
bizi Tanpınar’ın dünyasına sürükler.
GİRİŞ
…ömrünün son sekiz yılını edebiyat için
harcayan Oğuz Atay, yazarlığının en verimli çağında hayata veda etmiştir.
HAYATI
Oğuz Altay, 12 Ekim 1934’de İnebolu’da
(Kastamonu) doğdu. Babası Cemil Altay, ağır ceza yargıcı ve CHP
milletvekillerindendi.
Günlüğünde annesinden duygu, babasında da
akıl yönünü aldığını söyler.
1939’da ailesiyle birlikte Ankara’ya geldi.
İlk ve orta öğretimini orada tamamladı. 1951’de Ankara Maarif Koleji’ni
bitirdi. Sonra İ.T.Ü. İnşaat Fakültesini bitirdi. 1957’de yüksek mühendis oldu.
Askerlik görevinden önce, altı ay kadar Anayol Şirketi’nde çalıştı.
Askerliğini 1957 ile 1959 arasında İstanbul
Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü, şair, yayıncı ve çevirmen
Cevat Çapan’la aynı birlikte yapan Oğuz Atay, sonradan aralarına Vüsat Bener’in
de katılımıyla askerlik hizmetini edebiyat sohbetleriyle beraber yürütmüştür.
Askerlik dönüşü 17 Temmuz 1959- 3 Kasım
1962 arasında Denizcilik Bankası İstanbul Şehir İşletmeleri Müdürlüğü’nde
binalar bakım, tamir ve kontrol elemanı olarak eski Kadıköy vapur iskelesinin
yapımında görev aldı
Bu görevinden istifa ettikten sonra
İstanbul Devlet Mimarlık Harita Kadastro Bölümü Ölçme Bilgisi Kürsüsü’nde
öğretim görevlisi oldu (s. 3).
Uğur adındaki bir arkadaşıyla birlikte
küçük bir inşaat şirketi kurdu. Üniversitedeki titizliğini şirketine de taşıyan
Atay, parasını alamayacağını anladığı işleri bile tamamladı. Ticaret hayatının
kendine göre olmadığını anlayarak şirketten ayrıldı. Bütün vaktini
üniversitedeki bilimsel çalışmalarına ve edebiyata ayırdı.
1975’de doçent olan ve topografya ve yol
inşaatı derslerini okutan Oğuz Atay (…) Topografya ve yol yapımı kitaplarını
yazdı.
İlk evliliğini 1961’de Fatma Fikriye Gürbüz
ile yaptı. Bu evlilikten Özge adında bir kızı oldu.
…ikinci evliliğini 27 Nisan 1974’de Yeni
Ortam gazetesinin kültür-sanat sayfasını hazırlayan Pakize Kutlu’yla yaptı.
Atay’ın hastalığı o yıllarda ortaya çıktı.
Beyin tümörü tanısıyla gittiği İngiltere’de tedavisinin imkânsız olduğunu öğrenerek
İstanbul’a döndü (1976). 13 Aralık 1977’de İstanbul’da vefat etti (s. 4).
…kabri Edirnekapı Şehitliği’nde M-4
numaradadır.
…son sözleridir, ‘sevinmeyin daha ölmedim’
Oğuz Atay’ın edebiyat çevresinden en yakın
dostları Cevat Çapan, Halit Refiğ ve Vüsat Bener’dir. Halit Refiğ’in onu Kemal
Tahir’le tanıştırmasıyla Kemal Tahir’den çok etkilenmiş ve sık sık onun
evindeki Türkiye’nin toplumsal yapısıyla ilgili tartışmalara katılmıştır.
Sinemaya büyük bir ilgi duyan Oğuz Atay,
1958-59’da Pazar postası dergisinin redaksiyonunda çalıştı ve bu dergide
imzalı, imzasız yazılar yazdı (s. 5).
1969-72 yılları arasında Meydan-Larousse
Lügat ve Ansiklopedi’sinde “Son okuyucu” olarak çalıştı.
Oğuz Atay’ın edebiyat alanındaki ilk eseri
1970’de TRT-Roman ödülüyle onurlandırılan ve Sinan Yayınevi tarafından iki cilt
halinde basılan “Tutunamayanlar” romanıdır.
İkinci romanı “Tehlikeli Oyunlar” 1973’de
yayımlandı.
Yeni Dergi ve Soyut’ta yayımladığı
hikâyelerini 1975’de “Korkuyu Beklerken” adıyla kitaplaştırdı. Aynı yıl basılan
“Bir Bilim Adamının Romanı” yazarın İ.T.Ü.’den hocası olan Prof. Dr. Mustafa
İnan’ın yaşamını konu edinen biyografik bir romandır.
Atay’ın ölürken geride bıraktığı “Oyunlarla
Yaşayanlar” Türk tiyatro tarihine geçmiş başarılı bir oyundur.
Oğuz Atay’ın 1970’den 1977’ye kadar tuttuğu
günlüğü, 26 Ocak 1984’den itibaren yedi gün süre ile Milliyet Gazetesinde Enis
Batur ve Ömer Madra tarafından yayımlandı. Bu günlük dizisi Oğuz Atay tekrar
gündeme getirdi ve 1984 yılında bütün eserleri İletişim Yayınlarınca yeniden
basıldı. Günlük ise 1985’te kitap olarak yayımlandı (s. 6).
Oğuz Atay’ın tamamlayamadığı bir romanı
daha vardır. Eylembilim
Oğuz Atay, ölümünden önce
“İnsan-Devlet-Toplum” başlıklı bölümlerden oluşan “Türkiye’nin Ruhu” adım
vermeyi tasarladığı bir roman üçlemesi üzerinde çalışmaktaydı.
Geleceğini kaybetmek yaşanan zamanı da boşlaştırıyor…
/ s. 7
ESERLERİ
Aydınlanmam bir sanat anlayışından yana
olan Oğuz Atay, bu konudaki düşüncelerini bir söyleşisinde şöyle dile getirir:
“Romanı, hikâyeyi, tiyatroyu bir esnaflık
olarak benimseyenler bile, son zamanlarda sanatın başına bir devrimci sıfatının
getirilmesinin artık yetmeyeceğini anlamış görünüyorlar. Ama bana kalırsa, bu
sadece, bir görüntü. Bu yeni akımın geçerliliğini hissettikleri için, bunu da,
kimseye kaptırmamak niyetindeler galiba. Sanat gerekliyse onu da biz yaparız
diyorlar. ‘Şimdiye kadar devrimciliği, nasıl kimseye kaptırmamışsak, bunu da
kaptırmayız.’ Ama inanıyorum ki Bülent Ecevit’in dediği gibi,
politikacılarımız, nasıl insanımızın gerisinde kalmaya başladıysa, onlar da geride
kalacaktır. İnsanımız artık, gerçeği, gerçek olmayandan ayıracaktır (...).
Halka doğruyu söyleme iddiasında olanlar, onlara güncel başarılar sağlayacak
küçük hesaplar peşinde koşanlarsa önce halkın karşısında saygınlıklarını
yitirirler. Sanatçının vazgeçilmez bir tutkusu saydığım özgürlüğü, böyle küçük
çeteler içinde yitirmeyi hiç anlamıyorum” (Recep Bilginer, “Şimdi Ne
Yapıyorlar” / Oğuz Atay” Politika Gazetesi, 03.09.1976.)
Ne anlatıldığı kadar, nasıl anlatıldığına
da önem verir.
Eserlerinde dış dünyayı olduğu gibi
öykülemek yerine kahramanlarının iç dünyalarına yönelir (s. 10).
Tutunamayanlar
Yazımı bir yıl sürerek 1969’da biten eser,
bazı bölümlerin yeniden yazılmasından sonra 1970TRT-Roman yarışmasında başarı
ödülü alır.
Jüride Vedat Günyol, Adnan Berk, Rauf
Mutluay vardı.
Ödül aldıktan sonra Oğuz Atay, romanını
yayınevlerine götürür.
…hiçbir yayınevi romanı basmaya yanaşmaz
(s. 11).
Yeni Dergi’de Mehmet Şeyda ve Murat Belge’nin
yazıları dışında kaleme alınmış birkaç satırın ötesinde, romandan hiç söz edilmez.
Roman daha çok karakterlerin iç
dünyalarında yoğunlaşarak izlenimler, çağrışımlar, taşlamalar, ayrıntılar ve
ruhsal çözümlemelerle oluşur (s. 12).
Turgut Özben adındaki genç bir mühendis,
yakın arkadaşı Selim Işık’ın intihar ettiğini gazeteden öğrenir. Bu intiharın
sebebini araştırmak için Selim’in arkadaşları (Süleyman Kargı, Esat, Metin) ve
sevgilisi (Günseli) ile görüşmeler yapar.
Selim küçük burjuva değerlerine sırtını
dönmüş, bu yüzden de toplum dışına itilmiş, kitaplara sığınmış bir aydındır.
Turgut Özben, Selim’in ölümünün izinde
derin bir iç hesaplaşmaya girerek romanın sonunda evinden ayrılır. Her şeyini
geride bırakarak bir trene biner ve gözden kaybolur.
Romanda anlatıcı, Turgut Özben’in trende
tanıştığı, onun notlarını düzenleyerek kitabı yayımlayan gazetecidir.
“Tutunamayanlar”ı oluşturan metinler, gazetecinin önsözüyle başlar. Gazetecinin
yazdığı önsözün adı “Sonun Başlangıcı”dır (s. 14).
Selim’in mektubu Turgut’un harekete geçirir
ve böylece Turgut’un öyküsünü başlatmış olur. Turgut’un mektubu da gazeteciyi
harekete geçirir ve kitabın öyküsünü başlatır.
“Tutunamayanlar”ın ana figürleri
aydınlardır.
Oğuz Atay romanının meselesini ‘aydın
kavramı’ ve ‘kimlik bulanımı’ üzerine kurar.
Kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir
sorunu çözemez… s. 14
‘Korku’, ‘iletişimsizlik’, ‘yalnızlık’
romanın karakterlerini biçimlendiren ana öğelerdir. Romanın yazıldığı dönemde
ülkedeki ağır koşullar, aydın üzerindeki baskı, sağ-sol kavgaları
düşünüldüğünde Atay’ın aydının ürkekliği, kitaplara sığınışı doğal karşılanmalıdır.
Atay’ın romanındaki bireyler geleneksel
romanlardaki örnek alınması gereken ideal tiplerin çok uzağındadır.
Ben kahramanlarının iplerini istediği gibi
oynatarak insanlardan kuklalar yaratan büyük romancıların yeteneklerinden
yoksunum… / s. 16
Atay’ın romanında aydınlar kendilerini
küçük burjuva dünyasından sahte yaşamından korumaya çalışırlar.
Selim’in intiharı ve Turgut’un kaçışı bu
dünyaya tutunamamalarının bir sonucudur.
“Tutunamayanlar”ın aydınları, oyunlarını
ciddiye alırlar ve yazdıkları oyunlarla bütünleşirler (s. 17).
Tutunamayanlar romanının da ana meselesini
‘Doğu-Batı ikilemi’ oluşturur.
Tanpınar dışında diğer romancıların konuya
yaklaşım tarzı ahlâksal açıdandır. Bu romanlarda Batıdan ithal edilen
değerlerin özümsenmeden benimsenmesi sonucu ahlâksal çöküş, kişilik bozukluğu
anlatılır.
Tanpınar, Batı’ya özgü yaşam biçimini
taklit etmemizden doğan zevksizliğin karşısındadır (s. 18).
“Tutunamayanlar”ın aydın bireylerinde
Doğu-Batı sorunu, ruhsal yönden gelişememelerine neden olur. Oğuz Atay, bu
sorunu dış dünyada ‘tutunamamak’la özdeşleştirir. Ve kahramanlarını ruh-madde,
akıl-duygu boyutları arasında bir ‘yabancılaşma’ uçurumuna düşürür.
Atay’ın aydını Batı’yı tanımaya çalışırken
kendi geçmişine yabancılaşmıştır (s. 19).
İnsanlarla görüşmek istiyorum; acaba kabul
günleri ne zaman biliyor musunuz?
“Tutunamayanlar”ın aydınları, batılı
düşünce tarzını onaylarlar, batı kültürüyle meşguldürler. Geri kalmışlığın,
Batı tarafından kabullenilmeyişlerinin faturasını kısmen kendi geleneklerine
keserler (s. 20).
Romanının kültür bağlamını Batı dünyası
üzerine kuran Oğuz Atay, Türk aydınının Batı’ya olan düşkünlüğünü ve Batı’nın
karşısında bir türlü kurtulamadığı aşağılık kompleksini eleştirerek romanının
biçimsel düzeyine yansıtır. Bu aynı zamanda Türk romanının da taklit
sorunlarının eleştirisidir. Tutunamayanların başarısı da burada saklıdır (s.
21).
Tutunamayanlar romanı Selim’in intihan
çerçevesinde gelişir. Romanda diğer tipler (Turgut, Süleyman Kargı, Günseli,
Esat, Metin) Selim’le olan ilişkileri münasebetleriyle ele alınır.
Uzun boylu, zayıfça, siyah saçlı ve kambur
duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve
ümitsizliğe sürüklüyordu…
Romanda Selim Işık, duygularıyla,
düşünceleriyle vardır.
Selim sürekli düşünmekten, okumaktan
yetişkinlerin dünyasında yaşamayı beceremeyen hep çocuk kalmış biridir (s. 22).
Selim Işık, birçok tutunamayanın
bileşkesidir. (…) Selim öldü; Selindik de ölmüştür. Başarının insanı
sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine
de kimsenin yanaşamadığım görüyorum… / s. 23
(Selim) İlk okuduğu kitaplar, bir çocuğun
düşlerine hitap eden, onu alabildiğine hür kılan macera romanlarıdır.
Selim’in kültürel gelişiminde, büyümemiş,
hep çocuk kalmış bir tıp öğrencisi olan Saffet’in önemi büyüktür.
Hukuk fakültesinde okuyan, sonraları çok
yakın dostu olacağı Esat’la tanışmaları, onu amme hukuku, iktisat ve hukuk
tarihi gibi alanlara yöneltir. Kendisini derinden etkileyen Oscar Wilde’la bu dönemde
tanışır.
Durmadan Oscar Wilde’ın sözlerini
tekrarlıyordu (s. 24).
(Gorki okuduktan sonra) Edebiyatın
sadelikten başka bir şey olmadığına inanır.
Çok iyi bilinmesi gereken filozof ve edebiyatçılar:
Soren Kierkegaard, Oswald Spengler, Franz Kafka, Friedrich Nietzsche…
Selim’in gelişim çizgisi, aynı zamanda Oğuz
Atay’ın okuma serüveninin de bir özetidir.
Atay, Türk aydınının kültüre önem vermesi
için önce Batı kültürünün verilerini bilmesi zorunluluğunu savunur (s. 25).
Gündelik hayatının sıkıntılarından
kurtulmak, içindeki boşluğu gidermek için oyunlar oynar. Şiirler, biyografiler,
önsözler yazar. Sanatı ve yaşamı bir tür oyun olarak görür. Selim için oyun,
gerçek yaşantının, gerçek bir ilişkinin yokluğunda onun yerine geçen bir varlık
özelliği gösterir. Selim, çevresinde sahte yaşamların, burjuva değerlerinin
üzerinde yarattığı gerilimleri kurtulmak için büyük bir ciddiyetle oyunlarına
sarılır.
…kendimle biraz olsun alay etmeden, kendi
kendime yarattığım boşluğa dayanamıyorum… / s. 26
“Tutunamayanlar”da geçen bütün dinsel
motifler İsa kaynaklıdır.
Neden İsa? Çünkü İsa tutunamayanların arketipidir.
Selim’in soyadı olan Işık, aydınlığı ve
kutsallığı simgeler (s. 27).
Selim’in öldüğü tarih ilginç, 1963
Selim, intiharından önce Günseli’ye yazdığı
mektupta kendi benliğini, kişiliğini, onurunu koruyabilmek için böyle bir
eyleme girişeceğini yazar…
Turgut Özben / Başarılı bir mühendistir,
mutlu bir evliliği vardır. Hayatını küçük burjuva dünyasının değerleri belirler.
Selim’e göre düzenle barışık, dış dünyanın acımasızlığı karşısında hayatın bir yerinden
tutunmayı başarmış bir tiptir.
Oğuz Atay, Selim vasıtasıyla düzenle
uyuşamayan, kültür ikilemi içinde yolunu şaşıran aydınların dramım anlatırken;
Turgut karakteriyle işlevsiz kalmış Türk aydınının kimlik bulma savaşını ironik
bir anlatımla dile getirir (s. 30).
Düşünmek için kendime bir daire tutsam.
İçinde düşünmeye engel olacak eşyalardan hiç biri bulunmayan küçük bir daire.
Selim’in intiharı Turgut’u derinden sarsar
Epey zamandır ihmal edilmiş bir dostun ölümü, Turgut’u yitirdiği bazı değerler
üzerinde düşünmeye sevk eder. Yaşarken ciddiye almadığı Selim, ölümüyle
birlikte ona yepyeni bir dünyanın kapılarını açar.
Turgut Selim’in intihar nedenlerini
öğrendikçe içinde yaşadığı burjuva dünyasından nefret eder. Selim’e olan
sevgisi hayranlığa dönüşür. Bu dünyada Selim’in bir misyonu olduğuna inanarak
bu misyonunu devraldığım söyler (s. 33).
Turgut’un Öteki Benliği: Olric
İçinde yaşadığı düzenle ve kendisiyle
ilgili sorunlarını çözümleyemeyen Turgut, somut yaşamından kopar. Bu kopuş
Selim’de intiharla sonuçlanırken Turgut’ta kendi ben’iyle arasındaki mesafenin
açılmasına, adım adım gelişen bir şizofreniye, bilincinin bölünerek ikinci benliği
olan Olric’in ortaya çıkmasına neden olur (s. 34).
Sürekli Selim’in ikinci gelişinden, tüm
tutunamayanların öcünün alınacağından bahseder. Olric böyle bir atmosferde
ortaya çıkar.
Süleyman Kargı, Selim’in çocukluk yıllarım
alaycı bir dille anlattığı “Şarkılar”a felsefi yorumlar getirdiği iddia edilen kişidir.
Selim gibi karamsar özellikler taşımaz.
Güçlü bir kişiliği vardır.
Metin Kutbay / “Tutunamayanlar”da Atay’ın
aydın figürlerinin dışında kalan o dünyaya ait olmayan tek karakterdir.
Romanda küçük bir burjuva dünyasının sahte
değerleri, toplumdaki çarpıklıklar ve çirkinlikler Metin’in kişiliğinde
simgelenir.
Metin, Selim’le tanıştığı ilk günden
itibaren onun saflığını kullanarak yalanlarıyla onu zehirler (s. 37).
“Tutunamayanlar”ın en önemli biçim özelliği
‘atektonik’ bir yapıya sahip oluşudur. Oğuz
Atay bu yapı sayesinde konuyu ikinci plana iterek karakterlerinin iç dünya
serüvenlerini aktarır (s. 39).
Tutunamayanlar / başka edebiyat ürünlerine
yaptığı göndermeler ve çağrışımlarla ve en önemlisi ‘yazma sorunsalı’na verdiği
önemle edebiyatımızda ‘üstkurmaca’ özelliğini içinde taşıyan ilk roman olarak
kabul edilir (s. 45).
Tehlikeli Oyunlar
İlk romanım bir yılda tamamlayan Atay,
ikinci romanını üç yılda bitirir.
“Tutunamayanlar”a göre kadınlarla olan
ilişkilerin ve tiyatro motifinin daha yoğun işlendiği bir romandır.
Romanın ana meselesini ‘Kimlik Bulanımı’
oluşturur. Bireyin kendisiyle hesaplaşması, kimlik bulma serüveni
“Tutunamayanlar”da olduğu gibi trajik bir sonla biter: intihar.
Roman Hikmet Benol’un eski yaşamını terk
ederek bir gecekonduya taşınmasıyla başlıyor. Hikmet Benol’un amacı,
düşüncesini etkileyecek her türlü insandan ve eşyadan uzakta bu gecekonduda
oturup büyük bir tiyatro oyunu yazmaktır.
Hikmet’in gecekonduda kendini tanıma ve
kendisiyle hesaplaşma savaşı yenilgiyle sonuçlanır.
‘kimlik bulanımı’ meselesini romanının merkezine
taşır. Romanın ana karakteri Hikmet’in şahsında Türk aydınının kimlik arayışı
anlatılır.
Hikmet’in kendini tanıması, gerçek ben’ine
ulaşması için onu içsel bir yolculuğa çıkarır. Karakterinin bilinçaltını gözler
önüne sererek, onun iç dünyasında yaşadığı savaşları okuyucuya aktarır.
Turgut Özben’de olduğu gibi bilinci
bölünmeye uğrar. Kendinde alternatif bir kişilik yaratır. Zihninde yarattığı
albay, ona bu yolculukta yol gösterecek ikinci bir benliktir,
Gerçek kimliğini arayan Hikmet’in işi kolay
değildir. Çünkü ortada birden fazla Hikmet vardır.
(Yıldız Ecevit) Hikmetlerden biri çocukluk
anılarıyla dolu bilinçaltıdır. Diğeri sadık bir burjuvayı oynayan evli
erkektir; bir diğeri de akim simgesi olan Bilge’nin sevgilisidir. Hikmet IV ise
akıl hastanesine kapatılmış patolojik bir kişiliği yansıtırken, Hikmet V içgüdülerin
buyruğundadır.
“Tutunamayanlar”daki karakterler gibi
Hikmet de fiziksel özellikleriyle verilmez. Romanda “(...) uzun boylu,
sivilceli ve burnun yanağına birleştiği yerde önemsiz bir et beni taşıyan adam
(,..)” ifadesi, Hikmet’in fiziksel özelliklerinin verildiği tek yerdir.
Romanın başında Hikmet eşinden boşanarak,
her şeyini geride bırakarak bir gecekondu semtinde üç katlı bir eve taşınır.
Hikmet bu eski eve ısrarla gecekondu der, çünkü gecekonduda yaşamayı içinde
barınamadığı topluma karşı bir meydan okuma olarak görür.
…bütün gün oturup oyunlar yazar. Yazdığı
oyunların en büyük özelliği tamamlanmamış olmalarıdır. Hayalleri ve geçmişi onu
rahat bırakmaz.
Annesi, babasının kendisine çektirdiklerine
dayanamayarak bileklerini keserek intihar eder. Babası ise kendini içkiye
verir. Hikmet uzak akrabalarının yanına gönderilir.
...onların ölümleri bana da bulaşmıştı…
Hikmet Benol, iktisat fakültesi
öğrencisiyken okuduğu bölümden memnun olmadığı için okulu bırakır.
Tiyatroyla ilgilidir. Acıklı ve gülünç
oyunlar yazarak kendine küçük bir aydın çevre yaratır. Kendilerini aydın sanan,
(…) bu çevre, Hikmet’in ruhsal gelişimini zehirleyen önemli bir etmendir.
Hikmet bu çevreyi bir yandan eleştirirken, diğer yandan da onların gölüne
girmek ister.
Hikmet entelektüel bir ortamda Sevgi adında
bir genç kızla tanışır. Sevgi çirkinliklerle dolu bir dünyada tertemiz
kalabilmeyi başarmış bir insandır. Hayattan tek beklentisi, kimsesizliğini
unutturacak mutlu ve sıcak bir yuvadır. Kısa sürede evlenip bir ev kurarlar
kendilerine. Hiçbir oyununun sonunu getiremeyen Hikmet, bu evlilik oyunundan da
kısa sürede sıkılır. Bilge adında bir kadınla tanışır ve onunla son derece
seviyesiz bir ilişki yaşar. Sevgi’den ayrıldıktan sonra bir gecekonduya
taşınarak eski yaşantısını inkâr eder. Oyunlarına tutunmak ister, yapamaz.
Ortaya kötü oyunlardan ve ucuz yaşantılardan başka bir şey çıkaramaz. Ve intihar
eder.
“hayat bilgisi” ansiklopedisi yazmaya
soyunur. Günlük hayatta karşılaşılabilecek bir çok soruna, pijamanın nasıl
çıkartılacağı dahil bir çok konuya el atar. Selim gibi Hikmet de günlük hayata
dahil olamaz. Hayatı kitaplardan öğrenmeye, kitaplara göre yaşamaya çalışır.
Sevgi, Hikmet’e göre daha aklı başında bir
tiptir.
…oyunların Hikmet’in bilincinde gerçeğin
yerini almaya başladığını fark edince oyunlarına engel olmaya çalışır. Hikmet’i
topluma kazandırmaya çabalar.
“Tutunamayanlar”da Turgut’un karısı
Nermin’de çizilen tüm olumsuz özellikler, ikinci romanında Sevgi üzerinde
toplanır. İki romanda da evli kadın ve evlilik kurumu, gelenekselliği, tekdüze
yaşam biçimini simgelemektedir.
Oğuz Atay oyun kavramını, karakterinin iç
dünyasını daha ayrıntılı verebilmek için bir anahtar göreviyle kullanır.
Hiçbir oyunun sonunu getiremez. ‘Her oyun iyi
yaşanmış bir hayattır’ düşüncesinden hareketle yeni yaşantılar için yeni
oyunlara sıçrar.
Yarıda bırakıyor her şeyi. Herkes, yarı
yolda bıraktığı herkes, o yolda bir yere varıyor (s. 60).
Hikmet, gecekondu sakinleri Nurhayat Hanım
ve Albay’la birlikte oluşturdukları üçlüyü Hıristiyanlığın kutsal üçlemesi
sayar.
Bu karışık düzende yaşamayı bilemediği için
ölmeyi bilmek istedi. Yapabileceği tek kahramanlık buydu.
Romanın başlarında karısından ayrılarak
gecekondu semtine taşman bir emekli albay olarak tanıtılan Hüsamettin Tambay,
Hikmet’in oyunlarına yardımcı olan, tarihe ve tiyatroya meraklı, babacan bir
adamdır.
Askeri darbeler ve askeri darbe tehditleri,
sokağa çıkma yasaklan ve yerel siyasi çekişmelerin yaşandığı ülkenin kültürel
iklimi, romanda Hikmet - Albay İkilisiyle simgeleştirilir (s. 63).
Sevgi, Atay’ın kaleminde ruhsal derinlikten
yoksun, yoz bir yaşantının temsilcisi olmaktan kurtulamayarak sonuçta terk
edilir.
Hikmet karısının entelektüel birikimden
yoksun oluşundan son derece şikâyetçidir.
Bilge, Hikmet’in sevgilisidir. İlişkileri
Hikmet’in evlilik oyunundan sıkıldığı zamanlarda başlar.
Sevgi’den sonra Bilge’nin de onu terk
edişi, simgesel düzeyde, gelenekten kopan Türk aydınının batılılaşma
umutlarının da kaybolması, kimlik bunalımını aşamayarak gerçek ben’ini yitirişi
anlamını taşımaktadır (s. 66).
(komşusu Nurhayat Hanım) Hikmet’i oğlu gibi
gören bu kadın, onun bütün işleri ile ilgilenir. Hikmet de onun askerdeki
oğluna mektuplar yazar.
Selim Bey, Sevgi’nin babasının eski bir
arkadaşı olarak romanda yer alır.
Hikmet intihar mı etmiştir? Yoksa balkondan
kaza ile düşerek mi ölmüştür? Yoksa Hikmet uyuyor mudur? Bütün bunlar rüya
mıdır? Oğuz Atay bu soruların cevabım kuşkulu bırakarak romanım bitirir (s. 70).
Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’da kullandığı
bilinç akımı tekniği, (…) tekniği romanında sıkça uygulamadaki amacı
karakterlerinin bilinçlerinin içinde olup bitenlere koşut bir anlatım, bir dil oluşturmaktır.
Bir Bilim Adamının Romanı
Mustafa İnan’ın hayat hikayesini bir bakıma
sipariş üzerine kaleme almış olsa da ‘kimlik bunalımı’, ‘aydın bireyin
kendisiyle hesaplaşması’, ‘Doğu- Batı ikilemi’ gibi zihnini meşgul eden
meselelere el atmaktan kendini alamaz.
Roman mühendislik okumak isteyen Taşralı
bir gencin profesör ile tanışması ile başlar.
Romanın anlatıcı figürü profesör ile genç
arasında geçen diyaloglar “Bir Bilim Adamının Romanı”nı oluşturur.
Mustafa İnan taşralı oluşu, bozulmamış
kişiliği ve iç dünyasının derinliğiyle Doğuludur; aynı zamanda bilme verdiği
önemle, bilim zihniyetini topluma yerleştirme çabalarıyla Batılıdır.
Dindar bir aileden gelir, çocukluğundan
başlayarak Fuzuli’den ve başka divan şairlerinden mısralar ezberler. Divan
edebiyatının büyük geleneğine hayrandır. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı biri
olarak geleneksiz hiçbir yere varılabileceğine inanmaz.
Fuzuli’yi sevdiği kadar Goethe’yi de sever
(s. 84).
‘İthal malı bilim’ ile bilimsel ortamın
gerçekleştirilemeyeceğini savunur.
Bilimi geniş halk kitlelerine sevdirmek
için büyük bir uğraş verir. Üniversitelerde akademisyenlerin hazırladığı
bilimsel yazıların halk tarafından anlaşılmadığını, bunu tersine çevirecek
tıpkı spor yazarları gibi bilim yazarlarına ihtiyacımız olduğunu düşünür.
Tolumu ileriye götürmek isteyen, bu ideale
insanları bilinçlendirerek ulaşılabileceğini düşünen Mustafa İnan, tek başına
haksızlıklara, cehalete direnen, pes etmeyen bir Türk aydınıdır.
Mustafa İnan’ın okul hayatı, mahalle
mektebiyle ve beraberinde falaka korkusu ile başlar. Bu korku kısa süre sonra
yerini savaş korkusuna bırakır. Fransızların Adana'yı işgali ile birlikte
ailece Konya’ya kaçarlar.
Jale Hanım, Atay’ın eserleri içinde en
olumlu evli kadın tipidir.
Atay’ın eserlerinde evli kadının kaderidir
terk edilmek.
“Bir Bilim Adamının Romanı” iki bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde Mustafa İnan’m hayatı genel olarak özetlendikten
sonra profesörün yetişme dönemi diye adlandırabileceğimiz ailesi, doğumu ve
çocukluğu, öğrencilik hayatı belgelere ve tanıklara dayanılarak anlatılır.
İkinci bölümde ise Mustafa İnan’ın evlilik hayatı, fikir hayatı ve olgunluk
dönemi işlenir (s. 92).
Oğuz Atay doçent kimliğiyle bilim
hayatındaki tecrübelerinden de yararlanarak üniversite dünyasının problemlerine
değinir.
…anlatım biçimi, üçüncü tekil kişi (o) anlatımdır.
“Bir Bilim Adamının Romanı”, içeriğe
gösterilen özenle, gerçeklik kavramına getirdiği zenginlikle, anlatılan konunun
dil malzemesiyle biçimlendirilmesindeki ustalıkla Oğuz Atay’ın romancılığında
ve Türk edebiyatında önemli bir aşamadır (s. 99).
Eylembilim
“Eylembilim”de adından da anlaşılacağı üzere
‘eylem’ ile ‘bilim’in iç içe olduğu karışık bir dönemi, 12 Mart öncesi üniversitelerde
yaşanan öğrenci hareketlerini ve bu kargaşa ortamı içinde kendi kimliğini
sorgulayan bir profesörün iç dünyasını ironik bir dille anlatır (s. 100).
Servet Gözbudak, Atay’ın diğer karakterleri
gibi küçük burjuva dünyasında bunalarak, kendi kimliğini tanıma süreci içinde yaşamını
değiştirmeye karar verir.
Server Gözbudak’ın kendini tanıması, eski
kimliğiyle hesaplaşması bir öğrenci forumuna katılmasıyla başlar.
Öğrenci formunda iş çığımdan çıkar.
Arkadaşları öldürülen kızgındır, onun cesedini okul bahçesindeki anıtın hemen
altına gömmek isterler.
Profesör yaşadığı olayların etkisinde
kalarak o gece uyuyamaz.
‘Eylem’ ile ‘bilim’in birbirine karıştığı
günlerde bilim adamı kimliğini korumak ister.
Kitabın son iki sayfasında roman bambaşka
bir havaya bürünür. Profesörün kadınlarla olan ilişkileri ve düşünce
yapısındaki değişiklikler ön plana çıkarılır.
…romancının egemen anlatım tutumu, tüm eserlerinde
olduğu gibi ‘ironik’tir.
Hikâyeleri / Korkuyu Beklerken
Kitabın ilk hikâyesi olan “Beyaz Mantolu
Adam” 1972 yılında Yeni Dergi’de yayımlanmıştır.
“Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı.
Parası yoktu” cümleleriyle başlayan hikâye, Oğuz Atay’ın romanlarını okumuş bir
kimse için tanıdık bir dünyanın ipuçlarını verir.
Hikâyenin ana karakteri yine bir
tutunamayandır; ancak Atay’ın alışık olduğumuz aydın bireylerine benzemezdir
serseridir. Hikâye boyunca hiç konuşmaz.
…toplum, geçerli ölçütlerin dışına çıkan bu
garip adamın, tek başına bunalımlarını yaşamasına bile izin vermez.
Bir kumaş mağazası sahibi, tuhaf görünümüyle
onu müşteri çekmesi için vitrine koyar. Kendisiyle alay edilmesine, itilip kakılmamasına
sesini çıkarmaz.
İnsanların şaşkın bakışları arasında denize
doğru yürür, boyunu geçene kadar durmaz.
…kitabın ikinci hikâyesi “Unutulan” insanın duygularından arınarak robotlaştığı bir dünyada,
günlük koşuşturmalara kendini kaptırarak sevgilisini, dolayısı ile kendi
geçmişini tavan arasında unutan bir insanın fantastik hikâyesidir. Hikâyede
kafkaesk bir atmosfer içinde, modern çağ insanının içinde bulunduğu yalnızlık
ve iletişim güçlüğü anlatılır.
Eski kitaplarını satarak para kazanmak
isteyen hikâyenin ana figürü tavan arasına çıkar. Orada unuttuğu geçmişiyle
karşılaşır.
…kitap sandığına benzemeyen karanlık bir
çıkıntıya rastlar. El feneriyle baktığında orada intihar etmiş sevgilisini
görür. Tartıştıkları bir gün tavan arasına çıktığını, bir daha da aşağı
inmediğini ürpererek hatırlar.
“Korkuyu Beklerken”de çevresiyle bağlarını
koparmış çağdaş bireyin yaşadığı korku ve bunalım, ‘ironik’ ve yer yer
‘grotesk’ bir anlatım tutumuyla gözler önüne serilir.
Hikâye, ana karakterin bir gece evine
döndüğünde, yazısız, pulsuz bir zarfla karşılaşmasıyla başlar.
Mektubu ölü dillerle uğraşan üniversite
öğretim üyesi bir arkadaşına götürür.
…metinde mektubu alan kişinin kesinlikle
evinden dışarı çıkmaması gerektiğinin yazılı olduğunu öğrenir.
Hikâyenin sonunda ise tehdit edilen
karakter, tehdit eden konumuna geçerek kendisine gönderilen mektubu çoğaltarak
insanlara yollar.
“Bir Mektup” başlıklı hikâyede, toplumla
iletişim kurmakta zorlanan ürkek ve kırılgan yapıda bir gencin yaşadığı
sıkıntılar, gülmece (mizah) öğeleri içeren bir anlatım tutumuyla
yansıtılmaktadır.
“Bir Mektup”ta anlattıkça sözü uzatan, sözü
uzattıkça gülünç durumlara düşmekten kurtulamayan hikâyenin kahramanı, mektubunu
iş yerindeki patronuna yazar. Ancak göndermeye cesaret edemez. Kahramanın yaşam
karşısındaki zayıflığı, iç dünyasında yaşadığı sıkıntılar, hikâyenin diline de
yansır (s. 110).
“Ne Evet Ne Hayır” / Gazetenin günlük
sayfasına gönderilen bir mektup ile köşeyi hazırlayan kişinin alay yüklü
yorumlarından oluşur…
“Tahta At” adlı hikâyede, sanat eseri olup
olmadığı meçhul bir anıt etrafında dönen yüzeysel tartışmalar anlatılır.
“Babama Mektup” / bir dönem milletvekilliği
de yapan babasının iç dünyasını ve düşünce yapısını, kendi iç dünyası ile
karşılaştırarak iki kuşağın yaşadığı sorunları irdeler.
“Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” / kendilerini
ıssız bir istasyona kapatarak yazdıkları hikâyeleri, oradan geçen yolculara
satarak geçimlerini sağlamaya çalışan üç kişinin hayatı anlatılır.
Tiyatro Oyunu
“Oyunlarla Yaşayanlar” Oğuz Atay’ın tek
tiyatro oyunudur.
…olaylar, Coşkun Ermiş adında emekli bir
tarih öğretmeninin etrafında gelişir. Yaptığı hiçbir iş Coşkun’u tatmin etmez;
önemli işler yapmak, sesini dünyaya duyurmak ister.
…iflas eder. Keman çalmaya özenir, ancak
sonunu getiremez.
…tiyatro oyunları yazmaya başlar.
Yazdığı her oyun yarım kalır.
…gittiği tiyatro kulisinde geçirdiği bir
kalp krizi ile ölür.
Oyunun ana mekanı Coşkun’un evidir.
SANATI
Romanlarında bireyle toplum arasındaki bağı
açıklamaya çalışır.
Doğu-Batı / Bu iki zıt kutbu, kültürümüzü
zenginleştiren unsurlar olarak görür.
…metinlerinin kurgusunu oyun kavramı
ekseninde biçimlendirir.
Atay, erkek kahramanların çiziminde daha başarılıdır.
Kadın karakterleri erkeklere nazaran daha silik, hatta cansız kalmaktadır.
Atay’ın etkilendiği batılı yazarların
başında Dostoyevski ve Kafka gelir.
Atay’ın en çok etkilediği yazar ise Orhan
Pamuk olmuştur.
Atay’ın etkilediği diğer yazarların başında
Nazlı Eray, Latife Tekin ve Haşan Ali Toptaş’ın isimleri gelir.
SONUÇ
Onun tüm yapıtlarının odak noktası aydın
kavramıdır. Türk aydının yaşadığı kültür ikilemini çarpıcı bir biçimde anlatır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder